Felsefe Akımları

Pozitivizm Nedir? Tanımı, Tarihi (Felsefe Akımları)

Deneyle gerçekleşmemiş olan her şeyi kabul etmeyen, araştırmaları olgulara, gerçekliklere dayandıran, metafizik açıklama­ları teorik bakımdan imkansız ve uygulanırlık yönünden faydasız gören, deneyle ispatlanmayan soru veya sorunları spekülatif olarak niteleyen felsefe öğretisi ve akımıdır. Özel olarak Fransız sosyolog ve filozofu Auguste Comte’un felsefesidir. Pozitif kelimesini 1830 da ilk kullanan Saint Simon ise de felsefeye ve bilime kazandıran Comte’dur. Ona göre pozitivizm demek olan pozitif felsefe, pozitif bilimlerin bütünü temel alınarak oluşturulan felsefi sistem­dir. Ancak Comte Cours de Philosophie Positive: (Pozitif Felsefe Derslerinde pozitivizmi bilimler felsefesi şeklinde tanımlarken, Systeme de Politique Positive (Pozitif Politika Sistemi)nde siyaset Le Cateshisme Positiviste (Pozitivizmin ilmihali)nde dini bağlamda ele aldığı söylenebilir. Dolayısıyla pozitivizm terimi bizzat Comte’da bile kesin bir tanıma kavuşturulmayıp ele alınan ve incelenen konulara göre değişikliklere uğramaktadır.

Pozitivizmi sistem haline dönüştüren her ne kadar Comte ise de, antik çağda bir anlamda Sofistler, Sextus Empiricus, Yeni Çağda İngiliz Deneyciliği ve Fransız Ansiklopedistleri, yani Hume, d’Alembert, Turgol vb. hazırlayıcıları şeklinde görülebilirler.

Comte’a göre ancak fenomenleri, olguları bilebiliriz, bu bilgimiz de mutlak değil, izafidir. Olayın gerçek nedeninin, özünün ne olduğunu araştırmak gerekmez. Fakat olayın zincirleniş ve benzerlik bakımından öteki olaylarla bağıntısının ne olduğu araştırılabilir. Değişmez olan bu ilişkilerden benzerlik bakımından olanlarına “kavramlar”, zincirleniş bakımından olanlarına “olguların yasaları” (fenomenlerin kanunu) denir. İşte bütün bilimsel bilginin amacı, olguların yasalarını Öğrenmek ve bunların aracılığıyla gelecek olguları önceden tahmin edebilmektir. “Bilmek, önceden görebilmek içindir.” Pozitivizmin gerçekleştireceği fonksiyon bilimsel bilginin bu anlamını kavramak ve ona göre hareket etmektir. Bu fonksiyon veya amaca uygun olmayan “teolojik” ve “metafizik” unsurlar bilimsel bilgiden ayıklanmalı ve uzaklaştırılmalıdır. Böylece pozitif döneme ulaşılır. Comte’un “Üç hal” yasası dediği durum burada sözkonusu olmaktadır,

a) Teolojik dönem düşünüş şeklinde evrendeki olgular, zincirleme veya ard arda oluşun değişmez yasalarına göre değil, canlı ve zeki varlıkların iradelerinin yönettiğine inanılır. Bunun ilkel şekli fetişizm, ikinci evresi çok tanrıcılık, üçüncü evresi tek tanrıcılıktır,

b) Metafizik dönem düşünüş şeklinde tanrılar ve arzuları, öfkeleri, soyut güçler, kuvvetler, gizli nitelikler biçimine girerler,

c) Pozitif düşünme şeklinde, metafizik dönemin anlaşılmaz, kavranılmaz “kendiliklerin, birer gerçek kabul edilen soyutlamaların sözde şeyler oldukları anlaşılır. Dolayısıyla bu dönemde, metafizik düşünüşteki güçlerin yerine “olguların yasaları”, etkin neden yerine şart kavramı geçecektir. Yani teolojik ve metafizik düşünüş şekillerinden geçerek pozitif safhaya ulaştıran ilerleme, olguların kesin yasalhğıdır. Bilimlerin her biri de aynı süreci izlerler, ama bu aynı zamanda olmayabilir.

Comte bilimleri konularının soyutluluk ve somutluluk derecesine göre bir sıralamaya tabi tutar. Soyut bilimler, somut olanların temeli ve ön şartıdırlar. Soyut bilimlerin incelediği konular basit doğa olgularıdır, somut bilimlerinkiise, sade formların karmaşık olan kombinezonlarıdır. Onun için bunlar kolay kavranmazlar, yasaları da basit değildir. En soyut bilim aritmetiktir, bunu geometri izler ve bunlar sonra sırayla mekanik, kimya, biyoloji ve nihayet sosyoloji gelir. Sosyolojiyi kendisinin kurduğunu savunan Comte, Psikolojiye bu sıralamada yer vermez. Çünkü insan sadece olguları algılar, kendi algısını algılayamaz veya gözlemliyemez. Sosyolojinin yasaları Comte’a göre insanlık tarihinin de yasalarıdır. Burada da Üç Hal Yasası sözkonusu olur. İnsan­lık siyasi, hukuki ve toplumsal gelişiminde teolojik, metafizik ve pozitif safhaları geçirmiştir. Yürürlükteki hukukun ilahi kaynaklı, kurumlarının Tanrının isteğinin bir tezahürü olduğu inancı feodalite döneminde teolojik düşüncenin özelliğidir. Ebedi olarak geçerli kabul edilen doğal hukuka inanç metafizik düşüncenin niteliği olmaktadır. Pozitif safha ise bilimin ve bilen kişilerin otoritesinin hakim olduğu dönemdir. Pozitif devlette filozoflar ile sosyologlar hakim olacaktır. Bunların fonksiyonları ahlak ve zihni nitelikte bir otorite kurmalarında ortaya çıkacaktır. Ancak asıl iktidar belli sayıda seçilmiş kapitalistlere (tüccarlar, bankerler, fabrikatörler, çiftçiler) verilecektir. Böyle bir toplumda bilim ve ekonomi belli başlı güç olacaktır. Comte’a göre ferd olarak insan tarihi yapmaz, aksine insan sürüp giden tarihi gelişmenin bir ürünüdür, çünkü tarihte olup bitenlerin sürükleyicisi insanlıktır. Bu bakım­dan ahlaki açıdan insanın kendini bütünüyle insanlığa adaması gerekir ki, Comte’un ahlak felsefesi böylece altruist (özgeci) bir ahlaka ulaşır. Comte Ödev kavramını hak kavramından önce ve önemli bulur. Comte sosyolojiyi “sosyal slatik” ve “sosyal dinamik” olarak ikiye ayırır. Birincisi toplumun duran, değişmeyen varlık şartlarını; ikincisi ilerleyip akan gelişmesini inceler. Ahlakı da sosyal statik içine yerleştirir. Ahlakın yasaları insan hayatındaki dayanışmayı (solidarite) ifade ederler. Şahsi hesaplardan bağımsız bir içgüdü toplumsal yaşayışın temelidir. Yine Comte’a göre yalnız ve tek başına insan bir soyutlama olup toplumsal birim ailedir. Aile en içten bir birlik, bir birleşme olup bir ortaklık değildir. Aileden büyük topluluklarda işbölümü esası geçerlidir.

İnsanlık idealine felsefesinde önemli bir yer veren Comte, yeni bir dîn oluşturmaya da yöneldi ve yeni dinin oluşturulmasında Katolikliği örnek aldı. Yeni dinin papa’sı bizzat kendisi, koruyucu melekler de kadınlardır. Aslında Comte’un yeni dininde kadına önemli bir yer vermesi, sevgilisinin sembolize edilmesiyle ilgilidir.

Denebilir ki Comte felsefesi ana hatlarıyla kaba bir spiritualizm ile kaba bir maddeciliğin karışımıdır. Keza onun Üç Hal Yasası, bilimleri sıralaması, Psikolojiye yer vermemesi, ahlaka yeni bir yorum getirememesi, İnsan düşüncesini eşyayla sınırlandırması, hatta ona mutlak bağımlı kılması, yeni bir din oluşturma gibi saçmalığa varan tutumu vb. hem Comte’un düşünce tarihindeki yerini, hem de Pozitivizmin düşünce akımları karşısındaki konumunu sarsmaya yetmektedirler. Buna rağmen Comte’un felsefesi J.S. Mili, H. Spencer, E. Renan, Taine ve XX. yüzyılda bazı filozof, bilimadamı ve akımlar üzerinde belli oranda etkili olabilmiştir.

Gülhane Hattı Hümayununun hazırlanması ve yürürlüğe girmesinde etkin olan Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’ya gönderdiği özel mektubunda Comte, “teolojik dönemi” yaşayan Türkiye’nin Pozitif döneme geçmesini tavsiye ve kurduğu insanlık dini­nin kabulünü teklif ederek ülkemize Pozitivizmin kapısını da açar. Daha sonra Sadrazam Mithat Paşa, Paris’teki Pozitivist Mahfiller ile ilişkide bulunur. Bu yıllarda, yani Tanzimat sonrası yıllarında kurulan gizli dernekler ve üyeleri belli oranda pozitivizmin etkisinde kalırlarsa da, asıl olarak Pozitivizmi Beşir Fuad, Ahmed Rıza, Salih Zeki, Rıza Tevfik, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Şuayip, Ziya Gökalp savunurlar. Fakat Pozitivizme taraftar gözüken veya onu kabul edenlerin felsefi anlamda pozitivizm ile pozitif bilimleri sürekli karıştırdıkları, bu arada önemle belirtilmelidir. Fakat şu da var ki Pozitivizm, İslamın açıkça reddedilmesinin göze alınmaması nedeniyle, genel olarak bir paravan şeklinde de kullanılagelmiştir. Nitekim Cumhuriyet döneminde Pozitivizmin kavranması daha çok bu yönde olmuş ve 1940’larda başlatılan Batı klasiklerinin çevirilerinde Comte’un eserlerine, sözgelimi Pozitivizmin flmihali’ne özel bir ilgi gösterilmiştir. Oysa Comte ve eserlerinin çevrilmesinden önce türkçeye kazandırılması gereken çok daha önemli düşünür, bilim adamı ve eserlerinin bulunduğu açıktır. Mesela Kantin, Hegel’in eserleri böyledir. Şu da belirtilmelidir ki, Comte’un kaba pozitivizmi 1940’lardan itibaren Türk Milli Eğitiminde, kültüründe, düşünce ve sanat alanlarında ve üniversitelerde yoğun bir şekilde teşvik edilmiştir. Bunun sonucu olarak da dar ufuklu, insanı, kültürü, toplumu ve tarihi sığ ve önyarılı değerlendiren bir garip zihniyet ortaya çıkmıştır. Türk kültür hayatının bu zihniyetten dolayı uğradığı kayıp ürküntü verici boyutta olmuştur, denebilir. Üstelik pozitivizmin teşvik edilmesine rağmen bilim ve teknik alanda inceleme, araştırma ve buluş ürünlerinin ortaya çıkmaması, üzerinde aynca durulacak bir husustur.

İsmail KILLIOĞLU – SBA

İlgili Makaleler