Sosyoloji

Platon

Platon

Platon, M. Ö. 427/428 yılı dolaylarında,
Atina’da doğdu.

Erken yaşlarda Sokrates’in öğrencisi oldu.

Gençlik yıllarında Atina’da, oligarklarla
demokrasi yanlıları arasında şiddetli bir iktidar mücadelesi yaşanıyordu.
Platon ve ailesi, yönetimi ellerinde tutan oligarklardan yanaydı. Ne var ki
demokratlar iktidarı ele geçirip Sokrates’i idama mahkûm ettiler. Bu olaydan
sonra bir süre Atina dışında yaşadı.

M. Ö. 387/388 dolaylarında Atina’da
Akademia isimli bir okul kurarak, felsefe, matematik, geometri, astronomi ve
fizik eğitimi vermeye başladı.

Eserlerini şu şekilde gruplamak mümkündür;

Sokratik
Dönem Eserler
, gençlik yıllarında yazdığı ve hocası Sokrates’in etkilerini doğrudan
yansıtan eserlerdir. Savunma, Kriton, İon, Lakhes, Kharmides, Euthyphron, Lysis ve Devlet’in 1. kitabı bu grupta yer alır.

Geçiş
Dönemi Eserleri
, hocasının etkisinden sıyrılarak kendi özgün görüşlerini geliştirmeye
başladığı eserlerdir. Protagoras, Gorgias, Menon, Euthydemos ve

Kratylos bu gruptadır.

Olgunluk
Dönemi Eserleri
, Platon’un özgün felsefi görüşlerinin zengin bir dille kaleme
alındığı ve Platoncu söylemin doruğuna ulaştığı eserlerdir. Symposium,

Phaidon, Devlet ve Phaedrus bu gruptadır.

Yaşlılık
Dönemi Eserleri
, Platon’un öğretilerini çeşitli yönlerden sınamaya ve sorgulamaya
giriştiği son dönem eserleridir. Theaetetos,
Parmenides, Sofist, Devlet Adamı, Philebos, Timaios ve Yasalar bu
gruptadır.

İDEALAR
ÖĞRETİSİ

Gorgias isimli diyalogda erdemin ne olduğuna
ilişkin ilk kez belirgin ifadelere rastlanmakta ve Sokrates ilk kez bir erdem
tanımı vermektedir. Bu yüzden Gorgias, Platon’un Sokrates’in etkisinden sıyrılarak
kendi görüşlerini geliştirmeye başladığı bir eser olarak kabul edilir.

Eserin Güney İtalya seyahati ve devamında
Pythagorasçı öğretilerle tanışmasından sonra yazıldığı kanaati hâkimdir.

Platon’un düşüncelerinin bundan sonraki
gelişimine iki öğreti damgasını vurmuştur:
İdealar öğretisi” ve “ruhun ölümsüzlüğü öğretisi.”

İdealardan bütünlüklü biçimde ilk olarak Phaidon’da
söz edilir.

Dindarlığı tartıştığı Euthyphron’da dindarlığın tanımının
dindarca olanın tüm farklı görünümlerinde ortak olan değişmez özü konu edinmesi
gerektiği söylenirken, bu özlük “idea” ve “eidos” sözcükleriyle anılır.

Evrendeki tüm görünür/duyulur şeylerin bir
ideası olduğu sonucuna ulaşılır.

Platon’un varlık anlayışı, bütün
duyulur/görünür şeylerin, düşüncelerimizin ve kavramlarımızın, duyulur dünyanın
ötesinde ve ondan bağımsız bir varlığa sahip bir gerçeklikle; idealarla ilişkili
olduğu kabulüne dayanır.
Bu durum, tüm duyulur şeyler
için geçerlidir. Ama idealar, duyu organlarımızla kavrayabileceğimiz bir yapıda
değildirler, sadece düşünce ile bilinebilir ve kavranabilirler. Böylece
Platoncu felsefe, duyu organlarımıza hitap eden şeylerin oluşturduğu
görünür/duyulur evren ile (aisthetos topos) ile düşünülür evreni (noetos topos) yani idealar âlemini birbirlerinden kesin
biçimde ayırır.

Varlık
– Var Olan Ayrımı

Görünür şeylerin ötesindeki aslî ideaları
Platon kendinde varlık olarak tanımlar.

Burada Varlık, idealardan başka bir şey değildir.

Platoncu düşüncede idealar, Parmenides’in
“Varlık”a atfettiği tüm özellikleri taşırlar.

Duyulur şeyler tamamen maddi yapıdadırlar
ve bu yüzden duyu organlarıyla algılanabilirler. Oysa idealar hiçbir maddilik
taşımayan, sadece düşünce ile kavranabilen soyut yapılardır.

Soyut bir yapının, somut-maddi bir yapıyla
ilişkisi nasıl kurulacaktır?

Timaios’ta sorunu çözmek için Demiourgos adını
verdiği düzenleyici bir Tanrısal güçten söz eder. Kelime anlamı “el işçisi”,
“zanaatkâr” olan ve bir tür “evren mimarı” olarak düşünülmüştür. Demiourgos, özünde
iyi bir varlık olduğu için şekillendirdiği kaotik maddeye mümkün olan en iyi
biçimi vermiştir.

İyi İdeası

Platon ideaları duyulur şeylerin nedeni
olarak, İyi ideasını ise, diğer idealar da dâhil olmak üzere evrendeki her şeyin
en yüksek nedeni olarak göstermiştir (Devlet, 509b). Evrendeki tüm görünür şeyler, kendisinden
pay aldıkları ideaya benzemeye çalışırlarken, idealar da hep birlikte en yüksek
İyi ideasına yönelirler ve mümkün olduğunca ona benzemeye çalışırlar. Böylece
dolaylı olarak da olsa evrendeki her şey İyi ideasına yönelmiştir ve mümkün
olduğunca ona benzemek eğilimindedir.
İyi
ideası, evrendeki her şeyin de ontolojik özlüğünü oluşturur. İyi ideasının bu
yüksek konumu İyi ile varlığın özdeşliği kabulüne dayanır. Yani İyi ideası en
yüksek varlıktır, varlığın kendisi, özüdür.

Burada Demiurgos ile İyi ideası bir çeşit
çift tanrılı ontoloji görünümü arz eder. Karmaşayı şu şekilde aşabiliriz;
ontolojide Tanrı, asla alt kategori olamaz. Gerek İyi ideası gerekse Demiurgos
ancak temel önerme olarak Tanrı’ya bağlanması gereken alt kategorilerdir.
Tanrı, İyi’yi ister ve bunun için düzenleyici mekanizma olarak Demiurgos’u
görevlendirir.

Şeylerin
Asıl Doğası Olarak İdealar

Sokrates’e kadarki Yunan felsefesi, büyük
ölçüde doğa araştırmalarına dayanmakta ve bu yüzden ilk filozoflara doğa
bilimciler (physikoi) denmektedir.

Platon’a göre physis,
önceki filozofların anladığı gibi görünür evren değil, idealar dünyasıdır ve
idealar, aynı zamanda duyulur şeylerin doğasıdırlar.

En yüksek idea, İyiliği, Güzelliği ve
Adaleti tek başına temsil eden İyi ideasıdır. Buna göre ideasını, yani doğasını
gerçekleştiren, o ölçüde de iyi, güzel ve adil olmuş olur.

Platon’da
Ruh – Akıl – Zihin

Platon,
Herakleitos’un ve Parmenides’in birbirinden farklı yollardan gösterdiği gibi,
duyularla algılanan dünyanın değişebilir olduğunu, mükemmel olmadığını, değişmeye
ve yok olmaya mahkûm olduğuna inanır. Buna karşın kesin bir bilgiye ulaşmaya
çalışır. Bu yolda ulaştığı idealar kuramının ve ruhun ölümsüzlüğü görüşünün
temelinde, Pre Sokratik felsefelerin Sokratik sorgulama ve diyalektik
yöntemiyle birleştirilmesi yatar. Phaidon adlı diyaloğunda Orphik-Pitagorasçı
mistisizmi, idealar kuramıyla birleştirerek ruh göçü ve ruhun ölümsüzlüğü
üzerine temellenen düalist varlık anlayışını serimlemiştir.

Platon’a göre
Sofistler, duyular dünyasıyla ilgili oldukları için hakikati keşfedemezler.
Oysa bilginin özü değişmezliktir. Hakikat ve bilgi (episteme)
Parmenides’in ortaya koyduğu fiziksel olmayan, zaman ve uzam üstü olan, değişmeyen,
bir ve tek varlık alanına aittir.

Platon’a göre,
ezeli ebedi, zorunlu ve akıl yoluyla bilinebilir varlıklara dayanan gerçek
bilgi epistemedir. Buna karşın kanılar (doksa) duyumlardan geldiği için yanıltıcıdırlar.

Platon’a göre,
sadece gerçekten var olan, hakiki olan, yani idealar bilinebilir. Platon
bilginin düzeylerini zihinsel eylemlerle eşleştirir. Buna göre hayal kurma ve
inanç doksa veya kanıya (doksa) aitken ya da düşünme, zihnin hakikatle ilgili
bir edimi olarak gerçek bilgiye (episteme)
aittir.

Ruhun aşağı bölümü
duyumla ilgilidir (aistesis) ve duyum dünya
zevklerine açılma eğilimindedir. Ruhun orta katı kanı (doksa) katıdır, bu
düzeyde ruh yanılmaya eğilimlidir. En üst bölüm ruhun ölümsüz yanı olan
nous’tur ve bilimsel düşüncenin ya da gerçek bilginin (episteme)
ortamıdır.

Bedenimize
girmeden önce idealar âleminde yaşayan ruhlarımız ideaların gerçek bilgisine
sahiptirler ve kişinin yapması gereken şey, ruhunun sahip olduğu gerçek bilgiyi
hatırlamaktır (Theaitetos).

Platon Devlet’in
dördüncü kitabında ruhun da devlet gibi üç kısımdan oluştuğunu ileri sürdü. İnsan
ruhunda bir şeyi enine boyuna düşünme, bir şeyin bilincinde olma edimi vardır
ki bu akıllı kısımdır. İkinci olarak ruhta maddi şeylere karşı duyulan bir
istek vardır ki bu da arzulayan kısımdır. Ruhun bu iki kısmı arasında uyumu sağlamak
üzere akla yardım eden eylemde bulunma yanı da tinli ya da iradeli kısımdır.
Ruha özgü ve onun için özsel olan kısım akıldır.

Ruhun
Ölümsüzlüğü Öğretisi ve İdealar

Ruhu hiçbir zaman bir idea olarak görmemiştir
ama onun idealar alanına ait olduğunu ve var olanlar arasında idealara en çok
benzeyen şey olduğunu bilhassa vurgulamıştır (Phaidon, 78c-80b).

Platoncu düzende ruha çok büyük bir işlev
yüklenmiştir. O, evrendeki tanrısal idealar düzenini, yeryüzüne taşıyacaktır ve
bu işlevi, kendisinde bulunan bilme yetisiyle başaracaktır (Devlet,
518c). Çünkü düzenin bir bütün olarak kavranabilmesi, ruhun iyiyi görüp
kavramasıyla mümkündür (Devlet, 505b).

PLATON’UN
BİLGİ ANLAYIŞI

Bilgi
Anımsamadır

Platon’un bilgi anlayışı, zaten önceden
edinilmiş olan ve ruhta saklı bulunan bilgilerin açığa çıkarılması, anımsanması
esasına dayanır. Bu bilgi anlayışı “Bilgi, anımsamadır” (anamnesis) yargısında özlü bir ifadesini bulur (Menon,
81c-d).

Ne duyu, ne algı, ne doğru sanı ya da
kanaat, ne de kanıtlanmış doğru sanı kesin bilgi için yeterli zemini sağlayamaz.
Kesin bilgi ancak idealara erişilerek, ideanın temaşa edilmesiyle mümkündür (Theaetetos).

Diyalektik
Yöntem

Diyalektik yöntem, başlıca iki faaliyete
dayanır; “Dağınık kavramları genel bir tanım doğrultusunda toplamak” ve “düşünceyi
tabii eklem yerlerinden öğelerine ayırmak.” Platon bu iki faaliyetten ilkini
“toplama” (sunagoge), ikincisini “ayırma” (diairesin) diye adlandırmıştır (Devlet Adamı, 282b).

Diyalektik yöntem, insanları bilgide
basamak basamak yükselten ve İyi ideasının temaşa edilmesi ile nihayete ulaşan
bir süreçtir.

Symposium’da Güzelin ya da İyinin
kendisinin temaşa edildiği, saf varlığıyla temas kurulduğu an, yaşanmaya değer
biricik an olarak değerlendirilir (Symposium, 211d-e).

Bölünmüş
Çizgi Benzetmesi

Platon, duyulur şeyleri tümüyle bir kenara
atmamakta, onları İyi ideasına giden yükseliş sürecinde bir basamak olarak
görmektedir.
Platoncu ontoloji (varlık
felsefesi) ile epistemoloji (bilgi felsefesi) bu noktada iç içe geçmektedir.

Bölünmüş çizgi benzetmesi varlıklar ve
bilgi konuları arasındaki hiyerarşik sıralamayı betimler. Platon burada, ortasından
bölünmüş bir çizgi varsayar. Bu iki parçanın biri görünen dünyayı, öteki
kavranan dünyayı, yani idealar dünyasını temsil etmektedir. Bu parçaları
ortalarından ikiye bölüp dört parça elde eder. Alttaki iki parça duyuları n değişken
ve karanlık dünyasını, üstteki iki parça ise düşünülür olanın aydınlık dünyasını
temsil eder.

İdealar saf akılla (nous) bilinebilirken, sayılar ve geometrik şekiller çıkarımlı akıl
yürütmeyle, yani zihinle (dianoia) kavranırlar. İlki
diyalektiğe, ikincisi matematik ve geometriye karşılık gelir. İşte düşünülür
yapıdaki aydınlık alan bunlardan oluşur ve bu her iki alan da bize kesin bilgi
(episteme) sağlar.

Alttaki çizgiler (imgeler, gölgeler, yansımalar);
bunlara ilişkin bilgi sadece tahmin (eikasia)
düzeyindedir. Bunun hemen üzerinde canlı varlıklar, bitkiler, insan yapımı
nesneler, yani doğa ve sanat alanı yer alır ki, buna ilişkin bilgi inanç (pistis) düzeyindedir. “Doxa” (sanı), duyulur şeylerin
kesinlikten yoksun bilgisi iken, “episteme” ideaların kesin bilgisidir.

1) İdealar (nous)

2) Matematik (dianoia)

3) Doğa ve sanat (pistis)

4) Gölgeler, yansımalar… (eikasia)

Mağara
Alegorisi

Benzetmede, mağaradaki gölgeler görünür
nesneleri, Güneş ise ideaları, en başta da İyi ideasını temsil eder.
Görünür evren, tıpkı mağara örneğinde olduğu gibi gerçeğin
değişken ve ölümlü bir kopyasından, gölgesinden başka bir şey değildir.

PLATON’UN
MUTLULUK AHLAKI VE ERDEM ANLAYIŞI

Platon’a göre mutluluğu sağlayabilecek şey
iyilikten başkası değildir. Eğer insanı mutlu kılan şey iyilikse, insanı iyi kılan
nedir? Platon’a göre insanı iyi kılan, erdemden (arete),
doğruluktan (aletheia) ve adaletten (dikaiosyne) başkası değildir.

Sofistlere göre mutlu hayat, güçlünün
gücünü dilediğince uyguladığı, mümkün olan en yüksek hazları elde ettiği bir
hayattır ve iyilik, her şeyden önce sağlık, zenginlik ve mevki gibi şeylerin
elde edilmesine bağlıdır.

Gorgias alı diyalogunda Platon,
erdemi  “ruhun düzeni” olarak tanımlamaktadır.
“Mutluluk” sözcüğünün Yunanca’daki karşılığı olan “eudaimonia” sözcüğü kişinin
iyi ve uyumlu bir daimona (eu-daimon) sahip olmasını ifade eder.

PLATON’UN
RUH ANLAYIŞI VE RUHUN İÇ DÜZENİ

“Ruhun düzenlenmesi” ifadesi, onun çeşitli
parçalardan meydana geldiğini ve bu parçaların birbirleriyle doğru bir ilişki
içinde olmaları gerektiğini ima eder. Platon, bu konuyu, Phaedrus isimli eserinde bir mitosla
örneklendirmektedir.

Bu mitosa göre tüm ruhlar, tanrıların
kusursuz arabalarının ardından gökyüzünün ötesine açılırlar ve arabalarını iyi idare
edebilenler tanrılarla birlikte gökyüzünün en üst noktasına çıkıp orada
hakikatleri, yani ideaları görürler.

Bu benzetmeden yola çıkıldığında ruh, üç
parçalı bir yapı sergiler;

a) Akıllı parça (to
logistikon
),

b) Yürekli-atılgan parça (to tumoeides),

c) İştah duyan, arzulayan parça (to epitymetikon).

İştah duyan, arzulayan parça, her tür hazzın
ve acının doğduğu yerdir ve insan vücudunda mideye ya da diyaframa karşılık
gelir. Kendisini büyük ölçüde öfkeyle ve atılganlıkla dışa vuran yürekli parça
ise insan vücudunda kalbe karşılık gelir. Bu parça, doğası gereği aklın
buyruklarına uygun davranmaya eğilimlidir (Devlet, 441e). Akıllı parça ise, insan vücudunda
kafaya karşılık gelen parçadır ve ruhtaki tüm düşünsel etkinliklerin
merkezidir.

Akıllı parça doğası gereği diğer parçalara
hükmetmeli, diğer parçalarsa doğaları gereği ona boyun eğmelidirler. Platon’a
göre yeryüzündeki her şey için, aklın buyruğu altına girmek yararlı ve kazançlıdır.
Çünkü her şeye sınırını, doğasını bildiren, her şeyi en uygun biçimde
düzenleyen güç akıldır.

PLATON’UN
TOPLUM VE SİTE DÜZENİ ANLAYIŞI

Platon’un site düzeni anlayışı, “iyi” , “doğru”
ve “güzel” denen üç yüksek değerin siteye hâkim kılınması esasına dayanır ve bu
özelliğiyle siyasi olmaktan ziyade, ahlaki bir görünüm sergiler.

Platon’a göre her toplum ve site düzeni,
insanın, ihtiyaçlarını tek başına karşılayamaması nedeniyle ortaya çıkan işbölümü
gereksiniminden doğar.

Platoncu toplum ve site, zanaatkârlar,
askerler ve yöneticiler olmak üzere üç toplumsal sınıftan oluşur. Erdemli, doğru
ve adil bir site, bu üç sınıfın sitede doğru biçimde konumlanmasıyla kurulabilecektir.

Site düzenini meydana getiren farklı
toplumsal sınıflar, tıpkı bir bedenin farklı organları gibi birbirlerinin çıkarlarına
hizmet etmek zorundadırlar. Çünkü birindeki arıza diğerlerini de etkileyecektir.

Platon, insanı hiçbir zaman mesleğinden bağımsız
biçimde ele almamıştır. Sitede her insanın doğal bir mesleği vardır ve bu mesleği
icra etmekle yükümlüdür. Böylece Platoncu site düzeni sıkı bir mesleki işbölümü
düzeni haline gelir.

Sitedeki
Sınıflar ve Başlıca Erdemler

Ruhun üç parçası, sitedeki üç sınıfa,
yönetici, asker ve zanaatkâr sınıflara karşılık gelir.
Erdemin Yunanca karşılığı olan “arete”, insanın, kendi doğasına
özgü işi mümkün olan en iyi şekilde yerine getirmesi düşüncesine dayanır.

Bilgelik sitedeki yönetici sınıfın erdemi,
cesaret asker sınıfın erdemi, ölçülülük ise zanaatkâr sınıfın erdemidir.

Doğruluk ya da adalet, diğer üç erdem olan
bilgelik, cesaret ve ölçülülüğü doğuran ve yaşatan değerdir (Devlet,
433b). Adalet, ruhun üç parçasına ait erdemlerin anasıdır. Akıl için adalet, düşüncenin
doğruluğu anlamına gelen bilgeliktir (sophia). Yürek
için adalet, ruhun atılgan parçasının doğruluğu anlamına gelen cesarettir (andreia). Ruhun itki parçası için adalet, bu parçanın doğruluğu
anlamına gelen ölçülülüktür (sophrosyne).

Filozof Kral

Platon, sitede filozoflar kral ya da
krallar filozof olmadıkça ideal düzenin kurulamayacağını düşünmekteydi (Devlet,
499b).

Ona göre, aklın idare etmediği sitede,
cesaret, ölçülülük gibi erdemler bile insanların felaketine yol açabilirler (Devlet,
491b).

Filozof kralın ödevi, ideaların tanrısal ve
kusursuz düzenini temaşa etmek ve bu düzeni sitede mümkün olduğunca uygulamaya çalışmaktır.
Bu sayede filozof kral, göksel düzenin yeryüzüne taşınmasında bir aracı haline
gelir.

Eğitim

Platon’a göre her işte en önemli şey başlangıçtır.
Site düzeninde ise doğru başlangıç eğitimden başkası değildir (Devlet,
425c). Nasıl ki, suya düşen bir damlanın meydana getirdiği halkalar, zorunlu doğa
yasaları gereği, ilk halkadan düzenle genişlerlerse, doğru eğitilmiş yurttaşlar
da zorunlu olarak doğru düzenlenmiş bir siteye yol açarlar (Devlet,
424a).

Platon’un Devlet isimli eseri, anne karnında
başlayıp insanın ilerleyen yaşlarına kadar devam eden sıkı bir eğitim müfredatı
öngörür. Özgür yurttaşlar için mutlaka öğrenilmesi gereken üç bilgi olduğunu
söyler; hesap ve sayı bilgisi (aritmetik), yüzey
ve hacim ölçüm bilgisi (geometri) ve yıldızların
dönüşünü, hareketlerini ve birbirleriyle ilişkilerini inceleyen bilim (astronomi).

Platon bedenin eğitiminde dans ve jimnastiği,
ruhun eğitiminde ise müziği öne çıkarır.

Devlet ve Yasalar Arasındaki Başlıca Farklar

Platon’un Devlet diyalogu, birçok bakımdan
oldukça tavizsiz ve katı bir görünüm sergiler.
Belki
bu nedenle Platon, yaşamının son dönemlerinde yazdığı Yasalar’da, Devlet’teki
bu uygulamaların bir kısmından vazgeçmiş ya da bunları belli ölçülerde yumuşatmıştır.

Kadınların ve çocukların hiç değilse asker
ve yönetici sınıf arasında ortak olması düşüncesi Yasalar’da terk edilmiştir.
Mülkiyete karşı olan tutumunu yumuşatmış ve tüm yurttaşların konut ve toprak
sahibi olmalarına onay vermiştir.

Yasalar, Devlet’teki üç sınıfı toplum
yerine, yurttaşları topraklarına ya da gelirlerine göre dört sınıfa ayırmıştır.

Yasalar’da insanların servetleri de site
düzenine bir ölçüde yansıtılmaya çalışılmıştır. Üstelik Yasalar’da, sosyal sınıfların
servetleri ölçüsünde siyasete de katılabilecekleri söylenmiştir.

Devlet felsefi, Yasalar
ise din vurguludur.

Başlıca
Rejim Türleri

Platon, siyasi rejimleri aristokrasi, timarşi,
oligarşi, demokrasi ve tiranlık diye beşe ayırır ve bu rejimler arasındaki geçişlerin
nasıl gerçekleştiğini ayrıntılı olarak anlatır.

Platon’un sözünü ettiği beş devlet
rejiminden ilki, az sayıda bilgenin, toplumu akla ve bilgiye dayalı olarak yönettikleri
aristokrasi rejimidir. Bunların toplumun değil,
kendi çıkarlarını gözetmeleri durumunda rejim bozulacak ve timarşi ya da
timokrasiye dönüşecektir.

Timarşi idaresi, devlet adamlarının saygı gördüğü, savaşçıların, işçilerin,
tüccarların küçümsendiği bir rejimdir.

Parayı gizleme ve biriktirme huyu, sonunda
timarşi düzenini yıkıma götürür (Devlet, 547d-549b). Gelir üzerine dayanan,
zenginlerin yönettiği ve fikirlerin yönetimde pek etkisinin olmadığı bir düzen
olan oligarşi (Devlet, 550d), işte bu servet
biriktirme arzusundan doğar. Çünkü insanlar gizli çıkınlarda paralarını
biriktirdikten sonra bunları rahatça harcayabilmek için yasaları bozarlar.

Zengin sınıfın alabildiğine zengin olmak
arzusu, oligarşik düzenin zamanla demokrasi
rejimine dönüşmesine yol açar.

Sonuncu ve en kötü idare olan tiranlık ya da zorbalık, demokrasinin özgürlük hırsından
doğar (Devlet,
562a-b).
Aşırı özgürlüğe verilen sert
tepki, aşırı köleliktir.

İLKÇAĞ FELSEFESİ

Yard. Doç. Dr. Serdar Uslu

Anadolu Üniversitesi Yayını No: 1944

Ağustos 2009, Eskişehir

Zihin Felsefesi

Doç. Dr. Kamuran Gödelek

Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2337

Ocak 2013, Eskişehir

İlgili Makaleler