Nedir ?

Peygamberlik Nedir, Nübüvvet Nedir Ne Demektir

Nübüvvet (ar. i.)

Arabça nebe kökünden gelen bu kelime, lûgatlarda “Peygamberlik” manâsını ifade etmektir. Umumî olarak kullanıldığında, mutlak manâda “Peygamberlik” demek olan Nübüvvet, özel manâsıyla sadece “Nebîlik” mefhumunu ifade etmektedir (bk. Nebî).

Nübüvvet, İslâm akaidinin, “Usul-i Selâse” denilen üç ana prensibinin (1- Uluhiyyet meselesi, 2-Nübüvvet meselesi, 3-Ahiret meselesi) ikincisini teşkil etmektedir. Klasik kelâm kitapları da bu sıralamaya bağlı kalarak,
1. İlâhiyyat bahisleri, 2.Nübüvât bahisleri, 3.Sem’iyyât bahisleri, olmak üzere üç ana bölümü ihtiva etmektedir.

İslâm akaidinde nübüvvet meselesi, Allah’a imandan sonra ele alınmıştır. Çok çeşitli akli’ ve tecrübe delillere dayanarak Allah’ın varlığını isbat ettikten sonra Allah’ın zat ve sıfatları ile ilgili konulara geçirilir ye bunlara ilaveten tamamlayıcı mahiyette diğer talî meseleler üzerinde durulur. Bu suretle Allah’a iman konusu işlendikten sonra, artık iman mevzuu olan Allah’ın, insanlara bir mesaj gönder mesi gerektiği, insanların davranışlarında doğru yolu gösterecek, onlara rehberlik edecek ve bu konuda Allah’tan aldığı emirleri onlara tebliğ edecek bir peygamberin lüzumu, yine aklî esaslara dayanılarak işlenir. İşte, Allah’a imandan hemen sonra, nübüvvet denen peygamberlik müessesesinin gerekliliği ve varlığına iman, aynı ölçüde önemli ve gerekli bir unsur olarak ortaya çıkar. Çünkü, nübüvvet müessesesinin gerekliliğine ve varlığına inanmayan bir kimse için ne tek tek peygamberlere inanmak, ne kitaplara ve meleklere ve ne de sırf nakle dayalı delillerle izah edilebilen âhirete inanmak bir değer ifade eder.

İslâm dışı fırkalardan kabul edilen Sümeniyye, Berahime ve İbâhiyye, Allah’a inandıkları halde, her şeyin akıl ile çözülebileceği görüşünden hareketle peygamberlik denen müesesenin gereksizliği sonucuna ulaşmakta ve Allah’ın peygamber göndermesinin abes olacağını ve bu yüzden hiç bir,
peygamberin bulunmadığı iddia etmektedirler.

Oysa, Allah’ın en şerefli ve en yüce bir mahlûk olarak yarattığı insana ve onu insan yapan aklına, doğruyu bulmakta yardımcı olmak bir lütuf ve ihsan olduğu kadar, kemâl sıfatlarının da bir tezahürü olarak ortaya çıkmaktadır. İşte bu yardım bazı aracılar vasıtasıyla olmaktadır ki, bunlara Nebî, ve bu müesseseye de Nübüvvet adı verilmektedir.

İslâm akaidinde nübüvvet bahislerine bu girişten sonra, bir peygamberde bulunması gerekli vasıfların izahına geçilmektedir. Bu vasıflar öyle vasıflardır ki, ancak onların varlığı halinde nübüvvet müessesesi, getirdiklerine terüddütsüz iman edilebilir bir inandırıcılık ve gerçeklik kazanabilmektedir. Aksi halde tarihte örnekleri görülmüş bulunan “Yalancı Peygamber’lik ile “Gerçek Peygamberlik”, birbirinden tefrik edilemez. Bir peygamberde bulunması gereken vasıflar şunlardır:

  • Devrinde yaşayan insanların en akıllısı olması,
  • Yaşadığı toplum içinde en güzel ahlâka sahib bulunması,
  • Peygamberlik vazifesini ifaya engel teşkil edecek vasıflar bulunmaması,
  • Gerek sözlerinde, gerek fiillerinde kendisini lekeleyecek, kadrü kıymetini düşürecek hatalardan korunmuş (ma’sum) olması.

İsmet sıfatı olarak ifade edilen bu sonuncusu sıfat konusundı detay mevcuttur. Küfür ve şirk denilen en büyük günâhtan masum olmak konusunda, peygamberlikten önce de bu vasfın bulunması gerektiğinde görüş birliği vardır. Diğer küçük günâhlar konusunda ise, peygamberlerde peygamberlikten önce bunların bulunabileceği, ancak peygamber olduktan sonra bunların hiçbirinin kalmayacağı, “zelle” denilen küçük hataların vukuu halinde ise bizzat Allah tarafından derhal uyarılarak düzeltileceği noktasında Ehl-i Sünnet kelâmcılan görüş birliğine varmışlardır.

Mâtürıdîlere göre erkek olmak, peygamberliğin şartlarından ise de Eş’arîlere göre kadınların da peygamber olmaları mümkündür. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de zikirleri geçen Hz.Mûsa’nın annesi Hz.İsâ’nın annesi Hz.Meryem gibi hanımlar Allah’tan vahiy almışlardır. Eş’arîler ile Matüridîler arasındaki bu görüş fark: esastan ziyade tarife ve detaya ilişkindir.

İbâdiyye denilen Hârici fırkası dışındaki diğer fırkalar ve Ehl-i sünnet kelâmcıları Peygamberlerin kendilerini isbatlayabilmeieri ve muhatablarının da onlara iman etmelerinin gerekmesi için mucize göstermelerinin lüzumlu olduğu görüşünde birleşmişlerdir (bk. Mucize).

İslâm akaidinde nübüvvet hakkında bu umumî açıklamalardan sonra doğrudan doğruya Hz.Muhammed’in peygamberliğinin izah ve isbatına geçilmektedir. Çünkü bu mantıkî sıra terkedildiği takdirde, bizzat Hz.Muhammed’in gerçek bir peygamber olduğu inancına bağlı olarak, doğruluğu ve gerçekliği kabul edilebilecek olan konular temelsiz kalmakta ve bunlara inanmak için herhangi bir sebeb bulunmamaktadır. Başta Kur’ân-ı Kerîm’in Allah’tan gelen bir vahiy olarak muhtevasına inanmak, önce onu getiren Hz. Muhammed’in peygamber olduğuna inanmaya bağlıdır. Ancak bundan sonradır ki Kur’ân’ın Allah kelâmı olduğuna İnanılacak ve ondan sonra da Kur’ân’da zikri geçen meleklere, mukaddes kitaplara, tek tek diğer peygamberlere, âhirete ve bilumum diğer konulara inanılacak ve gereği ifa edilebilecektir.

Kelâm kitaplarında bütün bu açıklamalar, önce inanmayanlara meseleyi, aklî delillere dayanarak imkansızlığın söz konusu olamayacağı açısından izah ile başlamakta, peygamberliğin mümkün olduğu noktasına gelindikten sonra, lüzum ve gerekliliği  ve bilhare de yukarıda izah ettiğimiz izere diğer konulara geçilmektedir. Bundan sonra konu mü’minler açısından ele alınmaktadır. Peygamberliğe ve peygamberlere inanan Hz.Muhammed’in peypmberliğini, Kur’ân’ı kabul etmiş bulunan müslümanlara hitab edecek tarzda, onların peygamberlere imanını tamamlayıcı ve detaylandırıcı bir şekilde çeşitli âyet ve hadîslerle açıklamalara geçilmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm’de insanların dünyada yaptıklarından sorumlu tutulabilmeleri için sadece aklın değil, peygamberlerinde rehberliğinin söz konusu olduğu şu ayetle belirtilmektedir: “Biz bir peygamber göndermedikçe kimseye azab edecek değiliz” (İsra suresi/15.ayet). Ayrıca her topluluğa o topluluğun dilinden konuşan ve onlara doğru yolu gösteren peygamberler gönderildiği de belirtilmiştir. “Andolsun ki biz, Allah’a kulluk edin ve putlardan sakının diye (emretmeleri için) her millete bir peygamber gönderdik.” (Nahl suresi/36.ayet). “(Allah’ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik.” (İbrahim suresi/4.ayet).

Bu âyetlerden açıkça anlaşıldığına göre son peygamber Hz. Muhammed’e gelinceye kadar her topluluğa zaman zaman, gerektikçe peygamber gönderilmiştir. Bunların içinden bazılarının isimleri Kur’ân’da bildirilmiş, diğerleri ise ismen zikredilmemiştir; “Bir kısım peygamberleri sana daha önce anlattık, bir kısmını ise sana anlatmadık.” (Nisâ suresi/164.ayet).

Kur’ân’da isimleri zikredilen ve haklarında bazı kıssalar nakledilen peygamberler 25 dir. Bunlar an’anevî sıralamaya göre şu zevattır: Adem, İdris, Nuh, Hud, Salih, İbrahim. Lut, İsmail, İshak, Ya’kub, Yusuf, Eyyub, Şuayb, Mûsâ, Harun, Dâvud, Süleyman, İlyas, Elyesa’, Zülkifl, Yunus, Zekeriyyâ, Yahyâ, İsâ, Hz. Muhammed.

Peygamberlerin sayısı hakkında 124.000 veya 224.000 olduğu şeklinde rivayetler bulunmakla birlikte bu rakamlar kesinlik arzetmemektedir.

Kur’ân’da zikri geçen peygamberlerden dördüne mukaddes kitap indirilmiştir: Hz.Mûsâ’ya Tevrat, Hz.Davud’a Zebur, Hz.İsâ’ya İncil, Hz.Muhammed’e Kur’ân. Bu büyük kitaplardan başka bazı peygamberlere de suhuf denilen “Sahifeler” indirilmiştir. Yekunu 100 (yüz) ü bulan bu sahifelerin dağılımı şöyledir: 10 sahife Hz.Adem’e 50 sahife, Hz.Şit’e, 30 sahife Hz.İdris’e, 10 sahife Hz.İbrahim’e.

Kur’ân’da isimleri zikredilen Uzeyr, Lokman, Zü’l-Karneyn’in peygamber olup olmadıkları konusunda İslâm âlimlerince ihtilaf vardır.

İlgili Makaleler