Sosyoloji

Patrick Süskind – Güvercin

Patrick
Süskind – Güvercin


Jonathan Noel, ellisini aşmış

…tam bir olaysızlık içinde geçen rahat yirmi
yıllık bir süreyi gerisinde bırakmıştı ve artık karşısına, günün birinde gelecek
olan ölümden başka, önemli herhangi bir şey çıkabileceği aklının ucundan bile geçmezdi.

Annen gitti, demişti babası,

Vélodrome d’Hiver’e götürdüler,

…şimdiye kadar hiç görmedikleri bir amca, Cavillon’da
kendilerini istasyondan alıp Duranc vadisindeki Puget köyüne yakın çiftliğine götürmüş,
orada savaş bitene kadar saklamıştı.

Amcası şimdi de, Jonathan’ın vakit geçirmeden
evlenmesini istiyordu, hem de komşu köy olan Lauris’den, Marie Baccouche adlı bir
kızla

…uslu uslu ona söyleneni yaptı

…dört ay sonra Marie bir oğlan doğurdu, aynı
yılın sonbaharında da,  Marsilya’dan gelen
Tunuslu bir sebzeciyle kaçtı.

Jonathan Noel bütün bu olup bitenlerden, insanlara
güvenilmeyeceği, huzur içinde yaşayabilmenin ancak onları kendinden uzak
tutmakla olabileceği sonucunu çıkardı.

Sèvres Sokağı’ndaki bir bankada bekçilik işi
buldu, bir de kalacak yer, Planche Sokağı’nda bir apartmanın altıncı katında, chambre
de bonne (çatı katı)denen türden bir barınak.

Uzunluğu üç metre kırk santim, genişliği iki
yirmi, yüksekliği iki elli, tek konforu bir yatak, bir masa, bir sandalye, bir
elektrik ampulü, bir de elbise askısı olan, başka hiçbir şeyi olmayan bir oda.

Aradığı şey rahat değil, yalnız ve yalnız kendisinin
olan, onu hayatın hoş olmayan sürprizlerinden koruyan ve içinden bir daha kimsenin
kovamayacağı, güvenli bir barınaktı.

Buydu durum 1984 Ağustosu’nda, bir Cuma sabahı,
güvercin olayı olduğunda. (s. 14)

Kırmızı, pençeli ayaklarıyla koridorun koyu
kırmızı taşlarının üstünde oturup duruyordu kurşuni, düzgün tüyleri içinde güvercin.

Başını yana eğmiş, sol gözünü Jonathan’a dikmiş
bakıyordu.

Dehşet içinde arkasını dönüp merdiveni inmeye
başladı. (s. 25)

“Oda kapımın önünde bir kuş bulunmaktadır, Madam,”

“Bu güvercin, Madam, altıncı katın bütün koridoruna
pislemiş bulunuyor.”

“Eh, o zaman güvercini kovup pencereyi kapamalı,”
dedi Madam Rocard.

Jonathan’ın bu görevi (bankada bekçilik), otuz
yıldan beri, öğleden önce saat dokuzdan on üçe,  öğleden sonra da saat on dört otuzdan on yedi otuza
kadar cümle kapısının önünde ayakta dikilmekten ya da çok çok, ölçülü adımlarla
üç mermer basamağın en altta olanı üzerinde bir aşağı bir yukarı yürümekten başka
hiçbir şey olmamıştı.

…insan bir büyükşehirde sıçmak için bile olsun
arkasından bir kapıyı çekip kapatamıyorsa, bu isterse ortak bir kat tuvaletinin
kapısı olsundu, bu bir tek, en önemli özgürlük, yani kendi ihtiyaç görme durumunda
başka insanların bakışlarından kaçınma özgürlüğü kişinin elinden alınmışsa o
zaman bütün öbür özgürlükler değersizdi. O zaman hayatın hiçbir anlamı kalmazdı.
O zaman ölüm daha iyiydi.

Yırtık on iki santimetre kadardı.

Gerçekten, kendi kendine yaralanmış gibi geliyordu.
Sanki yalnız pantolonunda değil, kendi etinde de on iki santimetre uzunluğunda
(…) bir yara açılmış gibiydi.

“Bana pantolonu önümüzdeki pazartesi getirirseniz
üç hafta sonra hazır olur.”

Kırtasiye bölümünden bir rulo seloteyp aldı.
Üçgen biçimindeki bayrakçığın her adımda açılmaması için bununla pantolonundaki
yırtığı yapıştırdı. Sonra işe döndü.

Otele gitmek üzere yola koyuldu.

Onun odası değildi ki bu!

Jonathan, 
Sèvres Sokağı’nın karşı kaldırımına geçip eve gitmek üzere Bac Sokağı’na
saptı.

Koridor bomboştu. Güvercin yok olmuştu. Yerdeki
lekeler silinmiş gitmişti. Kırmızı karo taşlarında titreşen ne bir tüy ne bir
hav.

Die
Taube

Türkçeleştiren: Tevfik Turan

Can Yayınları

11. Baskı, Kasım 2012