Tarih

Parlamenter Sistem Nedir? Tanımı, Tarihi, Uygulamaları (Siyasi İdâre Şekilleri)

Parlamenter Sistem

Batı dillerinde kullanılan Latince kökenli “parlamento” kelimesi, Türkçe´deki “meclis” ve “divan” kelimelerinin karşılığıdır ve bîr konuda karara varmak üzere görüşme yapan kurul anlamına gelmektedir. Hukuk ve siyasi bilimlerde ise parlamento, “halkı temsil etmek üzere, halk tarafından seçilen üyelerden meydana gelen, kanun yapan ve devletin Önemli işlerine karar veren siyasi kurul” demektir. Buna göre, devlet yönetiminde görev alan bir kurulun parlamento olabilmesi için, halk tarafından seçilmiş olması, kanun yapma ve önemli siyasi kararlar alma yetkisinin bulunması gerekmektedir. Önemli siyasi kararlar almasına rağmen, üyeleri halk tarafından seçilmediği için Osmanlı döneminin “divan-ı hümayun “ları ve “şurayı saltanat”ları parlamento sayılamaz. Devlet işlerinin görüşüldüğü her kurul parlamento olmadığı gibi, parlamentosu bulunan her ülkenin hükümet şekli de “parlamenter sistem” değildir. Temsili demokrasiyi benimseyen her ülkede bir parlamento vardır. Fakat bu ülkelerin hükümet şekilleri, “parlamenter hükümet” olabileceği gibi, “başkanlık hükümeti” veya “meclis hükümeti” de olabilir. Bu nedenle, temsili demokrasiyi benimseyen her ülkenin bir parlamentosu vardır, fakat parla­mentosu olan her devletin hükümet şekli “parlamenter sistem” olmayabilir.

Parlamenter sistem, oldukça uzun sayılabilecek bir gelişim sonucunda 18. yüzyılda İngiltere´de doğmuş ve 19. yüzyılda diğer batı ülkelerinde benimsenmiştir. Batı´da bu yıllarda halkın seçtiği parlamentolar karşısında mutlak monarşilerin gerilediği görülmektedir. Gerileyen monarşilerle güçlenen parlamentoların belli noktalarda uyuşmaları, parlamenter sistemi doğurmuştur. Doğuş itibariyle parlamenter sistem “Liberal” ve “seçkinci” temellere dayanmaktadır. Liberaldir, çünkü mutlak krallıkların yıkılması ve siyasi Özgürlüklerin kabul edilmesine dayanır. Seçkincidir, çünkü ilk parlamentolarda temsil edilebilmek, belli miktarda servet sahibi olmayı gerektirmektedir. Ancak parlamenter sistemin kuruluşunun, tüm ülkelerde aynı aşamalarda gerçekleştirildiği söylenemeyeceği gibi, günümüzde de tek tip bir parlamentarizmden söz edilemez.

Parlamenter sistemin ortaya çıkması, krala ait yasama yetkisinin seçimle oluşan bir parlamentoya geçmesi, yani yasama ve yürütme kuvvetlerinin ayrılması şeklinde olmuştur. Bu nedenle parlamenter sistem de, başkanlık sistemi gibi yasama ile yürütme kuvvetlerinin ayrılığı prensibine dayanır. Ancak, parlamenter sistemin benimsediği ayrılık, başkanlık sistemindeki gibi kesin bir ayrılık olmayıp, hukuki eşitlik, karşılıklı işbirliği ve etkileşmeye dayanan bir ayrılıktır. Bu özelliğinden dolayı parlamenter sisteme, “kuvvetlerin işbirliği sistemi” de denilmektedir. Parlamento ile hükümet arasındaki işbirliği, önemli devlet kararlarının alınmasında açıkça görülür. Örneğin, kanunların yapılmasında, yasama (parlamento) ve yürütme (hükümet) organlarının ayrı ayn görev ve yetkileri vardır. Parlamento, kanunları görüşerek kabul eder, hükümet ise kanunları hazırlar, teklif eder ve kabul edildikten sonra da yayınlar. Halbuki, başkanlık sisteminde yürütme (hükümet)nin kanun teklif etme yetkisi yoktur. Parlamenter rejimde yasama ve yürütmenin birbirlerini karşılıklı olarak etkilemeleri de önemlidir. Yürütmenin “başbakan” ve “devlet başkanı” olmak üzere iki başı vardır. Bunlardan devlet başkam (genellikle cumhurbaşkanı) parlamento tarafından seçilir. Esas önemlisi, parlamento, hükümetin faaliyetlerini kontrol eder ve gerektiğinde onun siyasi sorumluluğunu belirler. Buna karşılık yürütme, meclisin feshedilmesini talep ederek yasama organı üzerinde etkili olmaktadır.

Parlamenter hükümet sistemini, temsili demokrasinin öteki uygulamalarından ayıran başlıca özelliklerin, “iki başlı yürütme”, “bağımsız ve sorumsuz devlet başkanlığı”, “parlamentoya karşı sorumlu kabine”, “uyumlu ve birlik içinde çalışan bir bakanlar kurulu”, “yürütme organının yasamayı feshedebilmesi” olduğu söylenebilir.

Parlamenter sistemde yürütme organının, devlet başkanı ve başbakan olmak üzere iki başı vardır. Bunlardan devlet başkanı, adından da anlaşılacağı üzere, devleti de temsil eden kişi olarak, yürütmenin sorumsuz başıdır. Başbakan ise, bakanlarla birlikte kollektif bir organ olup, yürütmenin sorumlu kanadını oluşturmaktadır. Başbakan, dar anlamda “hükümet”, ya da “kabine” olarak da adlandırılan bakanlar kurulunun başıdır. Parlamenter sistemi benimsemiş olan Fransa´da yürütme organı, “bakanlar kurulu” ve “kabine kurulu” olmak üzere iki kademelidir. Bunlardan bakanlar kurulu devlet başkanının, kabine kurulu da başbakanın başkanlığında toplanmaktadır. Ülkemizde ve parlamenter sistemi benimsemiş olan pek çok ülkede, bakanlar kurulu genellikle tek kademeli bir organdır ve ku­ral olarak başbakanın başkanlığında faaliyetlerini yürütmektedir. Parlamenter sistemde, devlet başkanı bir yandan yürütme organını temsil ederken, diğer yandan devletin birliğinin ve ülkenin bütünlüğünün sembolüdür. Günümüzde başbakanlar kabineyi yöneten ve parlamento önünde hükümetin sorumluluğunu tek başına yüklenen makamlardır. Başlangıçta bu kadar güçlü olmayan başbakanların, kabinede yer alan öteki bakanlardan bir üstünlükleri yoktu. Zaman içerisinde güçlenen başbakan, kabineyi yönlendiren ve hükümetin izleyeceği politikaları tayin eden güçlü bir siyasi kişilik kazandı. Günümüz anayasalarında diğer bakanlara göre güçlü bir statü kazanmış olan başbakan, gerekirse cumhurbaşkanından parlamentoyu feshetmesini veya hükümetle ters düşen bir bakanı görevden almasını isteyebiimektedir.

Parlamenter sistemde, yasama organı (parlamento) halk tarafından seçildiği için, hukuken devletin en güçlü siyasi organıdır. Yürütme organının, bu güçlü meclis karşısında onunla eşit hukuki ve siyasi koşullarda çalışabilmesi için, yürütmenin başı olan devlet başkanının bağımsız ve sorumsuz olması kabul edilmiştir. Parlamenter sistemin klasik temsilcisi olan İngiltere, Belçika, İsveç ve Norveç gibi monarşilerde, devlet başkanlarının meclis karşısındaki bağımsızlığı, siyasi sistemin zorunlu gereği olarak kendiliğinden sağlanmıştır. Devlet başkanının parlamento tarafından seçildiği ülkelerde ise, bu bağımsızlık tehlikeye düşmektedir. Devlet başkanının parlamento tarafından seçildiği ülkelerde devlet başkanının tehlikeye düşen bağımsızlığını kurtarabilmek için, onun sorumsuz olması gerektiği düşüncesi ağırlık kazanmıştır. Parlamento tarafından seçilen devlet başkanlarının sorumsuzluğu ilkesi geniş bir kabul görmektedir. Ancak Cumhurbaşkanlarının sorumsuzluğu monarşilerde olduğu kadar sınırsız değildir. Parlamenter sistemde, devlet başkanının siyasi yönden sorumsuzluğunun temelinde, yürütme organına devamlılık kazandırmak ve parlamento ile hükümet arasında ortaya çıkabilecek uyuşmazlıklarda hakem rolü oynamasını sağlamak düşüncesi yatmaktadır. Devlet başkanının sahip olduğu bu güçlü statü ve sorumsuzluk, onun tarafsızlığını da gerektirmektedir. Devlet başkanı bir partinin mensubu olmayıp, tarafsız ve partilerüstü bir kişiliğe sahiptir; siyasi partilerden birini tutamaz, ya da hükümete muhalefet eder nitelikte beyanatlar veremez.

Temsili demokraside, egemenliği millet adına kullanan yasama organı (meclis), tüm devlet organlarını ve bu arada hükümeti de millet adına kontrol eder. Meclis yapmış olduğu kontrollerde, hükümet yerine kararlar alamaz. Ama, hükümetin yapmış olduğu her işin ve almış olduğu her kararın millet yararına olup olmadığını millet adına gözetler. Hükümetin, ya da bakanlardan birinin millet yararına uygun olmayan işlemiyle karşılaşınca müdahalede bulunur. Bu tür kontrol ve müdahaleler sonucunda varsa bakanların sorumluluğu ortaya çıkarılabilir. Bakanların sorumluluklarını “adli sorumluluk” ve “siyasi sorumluluk” olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. Adli sorumluluk, bakanların o ülkenin vatandaşları olarak diğer vatandaşlar gibi uymaları gereken kurallara uymamalarından doğan cezai ve hukuki sorumluluktur. Bu tür sorumluluklar bakımından bakanların vatandaşlardan farkı yoktur. Hukuki ve cezai sorumluluk kanuna aykırı bir davranıştan doğar ve bunun bir mahkeme kararı ile tesbit edilmesi gerekir. Siyasi sorumluluk ise, bakanların meclisin güvenini yitirmelerinden doğan sorumluluktur ve parlamenter sistemde önemli olan bu tür sorumluluktur. Meclisin güvenini kaybeden bakan, bakanlar, ya da bütünü ile hükümet istifa etmiş sayılarak görevden çekilir. Siyasi sorumlulukta kanuna aykırı bir davranış aranmayıp, her ne sebeple olursa olsun parlamentonun güvensizliğini belirtmesi yeterlidir. Parlamentoların daha önce güvenoyu alan bir hükümete güvensizlik oyu vermesi, genellikle bir gensoru önergesinden sonra oylama yapılması şeklinde ortaya çıkar. Hükümet üyesi olarak siyasi bir kişilik, bakan olarak da bir idari faaliyet ve hizmet alanının en üst yöneticisi olan bakanların siyasi sorumlulukları, kendilerinin almış oldukları kararlar­dan doğacağı gibi, hükümetin almış olduğu kararlardan da doğabilir. Kendi kararlarından doğan sorumluluğa “kişisel sorumluluk”, hükümetin almış olduğu kararlardan doğan sorumluluğa ise “kollektif sorumluluk” adı verilmektedir. Kişisel sorumluluk, hükümetin genel siyaseti ile ilgili olmayan bir konuda, bakanın tek başına almış olduğu kararlardan doğan sorumluluktur. Bir bakanın, bakanlar kurulunda bakanlığı ile ilgili olarak alınan kararları yanlış uygulamasından, ya da maiyetinde çalışanlara yanlış talimat vermesinden doğan sorumluluklar böyledir. Bakanın tutum ve davranışlarından memnun olmayan parlamento, bir gensoru Önergesi vererek denetlendiği bakanı görevden çekilmek zorunda bırakabilir. Kollektif, ya da ortak sorumluluk ise, hükümetin genel politikasının yürütülmesinden, meclisin güvenini almış bir hükümet politikasının yanlış uygulanmasından ya da hiç uygulanmamasından doğan sorumluluktur.

Böyle bir yanlış uygulama veya hiç uygulamama, sadece bir ya da birkaç bakanlığı ilgilendirse bile, müeyyidesi geneldir; kusuru bulunmayan bakanlar da arkadaştan ile beraber meclise karşı sorumlu olurlar. Uygulanan politikalarda, ortak sorumluluğu benimsemeyen bakanın istifa etmesi gerekir. Aksi halde uygulanan politikayı benimsemiş sayılır ve kabinede alınan tüm kararlardan diğer üyeler gibi sorumlu olur.

Kısaca “hükümet” adını da verdiğimiz “bakanlar kurulu”, ya da “kabine”, parlamenter sistemde başbakanın yönetiminde çalışan ve kendisine özgü hukuki statüsü bulunan bağımsız bir kuruldur. Kabine üyeleri başbakan tarafından seçilir ve devlet başkanı tarafından atanır. Devlet idaresini ilgilendiren iç ve dış önemli kararların çoğu kabine tarafından alınır ve uygulanır. Üyelerinin meclise karşı sorumluluğu olduğundan, kabine birlik halinde çalışmak zorundadır. Kabinenin birliği, hükümetin benimsemiş olduğu genel yönetim politikasının yürütülmesinde, bakanlıkların karşılıklı olarak yardımlaşması ve uyum içerisinde çalışması demektir. Kabinenin uyum içerisinde çalışması, her şeyden önce bakanların aynı siyasî görüş, anlayış ve ideallere bağlı olmalarını gerektirir. Demokrasilerde müşterek siyasi görüş ve ideallere bağlılık, müşterek bir parti bünyesinde toplanmak şeklinde kendini gösterir. Siyasi partilerden birinin tek başına çoğunluğu sağlayarak kurmuş olduğu hükümet daha istikrarlı olmaktadır. Bu nedenledir ki, iki parti sistemini benimseyen ülkelerde, kabine üyelerinin tümü çoğunluk partisine mensup olduğundan, hükümetler uyumlu, istikrarlı ve uzun ömürlüdür. Buna karşılık çok partili sistemi benimseyen ülkelerde, genellikle partilerden hiç birisi mecliste çoğunluğu sağlayamadığı için, iki ya da daha fazla partinin bir araya gelmesiyle koalisyon hükümetleri kurulmaktadır. Farklı görüşlerden oluşan böyle bir kabine daha demokratik olmakla beraber, kısa ömürlü olduğundan siyasi istikrarsızlık doğurabilmektedir. İster tek parti çoğunluğuna, isterse birden fazla partinin oluşturduğu çoğunluğa dayanmış olsun, parlamenter sistemde kabinenin temel özelliği, ayni görüş ve politikaları benimseyenlerin oluşturduğu uyumlu çalışan bir kurul olmasıdır, bu kurulu başbakan temsil eder. Her ne şekilde olursa olsun başbakanın çekilmesi, bütün halinde kabinenin çekilmesi sonucunu doğurur. Bu nedenle her bakanın ayrı ayrı kişisel sorumluluğu olmasına rağmen, başbakanın bireysel sorumluluğu yoktur; tamamen kendi tutum ve davranışlarından doğan bireysel sorumluluk bile sonuçlan itibariyle ortak sorumluluk niteliğindedir.

Parlamenter hükümet sisteminde, yasama ve yürütme arasındaki ayrılığın eşitlik ilkesine dayanması, bu iki kuvvet arasındaki İlişkilerde bir denklik bulunmasını gerektirmektedir. Yürütme organı (hükümet), yasama organı (meclis)na karşı sorumludur; onun güvenini taşıdığı sürece iş başında kalır. Güvenini kaybedince görevden çekilmesi gerekir. Parlamentonun hükümet karşısında sahip olduğu bu yetkilerin dengelenebilmesi için, yürütme organına parlamentoyu feshetme yetkisi verilmiştir. Parlamenter sistemlerde, yürütme organının başı devlet başkanıdır. Parlamentoyu feshetme yetkisi de genellikle devlet başkanına verilmiştir. Devlet başkanlarının bu yetkilerini, kendi istedikleri zaman mı, yoksa bir organın isteği üzerine mi kullanacakları tartışmalıdır. Uygulamada devlet başkanlarının, başka bir makamın talebi olmaksızın kendi başlarına parlamentoyu feshettikleri görülmüştür. II. Abdülhamid´in I.Meşrutiyet Meclis-i Mebusanı´nı feshetmesi böyle olmuştur. 19. yüzyılın ortalarına kadar İngiltere´de kral, bir başka makamın talebi olmaksızın kendi başına parlamentoyu feshedebilmiştir. Ancak günümüzde bir başka organın talebi olmaksızın devlet başkanının kendi isteği üzerine parlamentoyu feshedebileceği görüşü artık taraftar bulmamaktadır. Günümüzde, parlamentonun fesh´i talebi genellikle kabinenin başı olan başbakandan gelmekte, devlet başkanı bu talebi, yerinde bulursa parlamentoyu feshetmektedir. 1982 Anayasası´nın 116. maddesine göre, “Başbakanın güvensizlik oyu ile düşürülmeden istifa etmesi üzerine kırkbeş gün içinde veya yeni seçilen Türkiye Büyük Millet Meclisi´nde başkanlık divanı seçiminden sonra yine kırkbeş gün içinde Bakanlar Kurulu´nun kurulmaması hallerinde de Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı´na danışarak seçimlerin yenilenmesine karar verir.” Devlet başkanının fesih yetkisi, yürütme organının korunmasına yönelik bir tedbirdir. Böylece, parlamentonun herşeye hakim olması ve parlamenter sistemin meclis hükümeti sistemine dönüşmesi önlenmektedir.

Parlamenter sistemde yasama ile yürütme arasında ortaya çıkacak bîr uyuşmazlıkta, parlamentonun vereceği bir güvensizlik kararı ile hükümeti düşürebilmesine karşılık olarak, hükümete de parlamentoyu feshederek erken seçime gitme imkanı sağlanmıştır. Parlamentonun feshi ve seçimlerin yenilenmesi halinde, parlamenterlerden bir kısmının yeniden seçilmeme ihtimali bulunduğundan, hükümete güvensizlik oyu verirken ihtiyatlı davranmaları gerekecektir. Bu uygulama daha çok, klasik İngiliz sisteminin ve onun etkisinde kalan siyasi rejimlerin özelliklerindendir. Bu özellikler, parlamenter sistemin uygulandığı ülkenin sosyal, ekonomik ve siyasi koşullarına, Özellikle siyasi partilerin sayısı, disiplinli olup olmaması ve benimsenen seçim sistemine göre, değişiklikler göstermektedir. Klasik parlamenter sistemlerin yasama ve yürütme organları arasındaki denklik bozulmaktadır. Günümüzde uygulanan parlamenter sistemlerin çoğunda yürütme üstün durumdadır ve bu üstünlük genellikle başbakanları daha güçlü bir konuma yükseltmiştir.

ilk-parlamento-dolmabahce” 275″ 203″ Türk yönetim tarihinde kurul halinde toplanarak karar alan siyasi organlara her dönemde rastlanır. Divan, şura, ya da kurultay adı verilen bu organlar zamanla bağımsızlık kazanarak, üyeleri halk tarafından seçilen bir parlamentoya dönüşememiştir. Türkiye´nin günümüzdeki anlamda ilk parlamentosu 1876 Anayasası ile kurulmuştur. 1876 Anayasası´nda padişah, hem hükümete karşı, hem de devletin siyasi hayatına yeni girmiş olan parlamentoya karşı üstünlüğünü korumuştur. Gerçi parlamentonun her iki meclisinin ve bakanlar kurulunun kanun teklif etme yetkisi vardır. Ama tek­liflerin görüşmeye alınması ve görüşülüp kabul edilen kanunların yürürlüğe girmesi, padişahın onayına bağlıdır. Vekiller heyeti (bakanlar kurulu) doğrudan padişaha bağlıdır. Sadrazam ve vekiller padişahın iradesi ile göreve getirilir, yine onun iradesi ile görevden uzaklaştırılırlar. Bakanlar kurulunun göreve gelirken parlamentodan güven oyu alması, görev sırasında da denetlenme­si ve güvensizlik oyu ile düşürülmesi söz konusu değildir. Parlamenter sistemin en Önemli özelliği, yasama yetkisinin seçimle oluşan bir parlamentoya ait olması ve hükümetin parlamentoya karşı sorumlu olmasıdır. 1876 Anayasası´nda, yasa önerilerinin görüşülmesi padişahın uygun bulmasına bağlı olduğu gibi, hükümet de sadece padişaha karşı sorumludur. Padişahın bu kadar güçlü olması, gelişmiş parlamenter sistemlerde görülen “sembolik devlet başkanlığı” ile bağdaşır nitelikte değildir.

1876 Anayasası´nda 1909´da yapılan değişikliklerle padişahtan izin almaksızın yasa teklif etme hakkı elde eden meclis güçlenerek, padişahtan bağımsız kişilik kazandı. Artık yasama faaliyetleri padişahın isteğine göre değil, seçilmiş temsilcilerin iradesine uygun olarak yerine getirilecekti. Gerçi devletin başı olan padişah aynı zamanda yürütmenin de başıydı, fakat padişahın yetkilerinin içeriği azaltılarak yürütme görevi hükümetin eline geçmişti. Hükümet ise doğrudan padişaha bağlı olmayıp, meclisin güvenini alarak göreve başlıyor ve görev sırasında sadece meclise karşı sorumlu oluyordu. 1909 değişiklikleri, parlamentoyu gerçek anlamda bir yasama organı haline getirdiği, yürütme yetkilerini padişahtan alarak, parlamentonun denetiminde çalışan bir hükümete devrettiği için, siyasi rejim önemli ölçülerde parlamenter nitelik kazanmıştır. Parlamenter sistemin bir gereği olarak da yasama ve yürütme organları arasında karşılıklı denge sağlanmıştır. 1921 Anayasası´nda, “hakimiyet yetkisinin ka­yıtsız ve şartsız millete ait olduğu ve bu yetkinin millet adına Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kullanılacağı” belirtiliyordu. Millet iradesini temsil eden en üstün organ olarak meclis, “yasama”, “yürütme” ve “yargı” yetkisini elinde toplamıştı. Meclis kanunları yapıyor, kendi üyeleri arasından seçtiği vekiller heyeti eliyle yürütme yetkisini kullanıyor, meclis başkanı ayni zamanda vekiller heyetine de başkanlık ediyordu. Kuvvetler birliği ve meclis hükümeti sisteminin gereği olarak, yasama organının üstünlüğü açıkça kabul edilmiştir. Ancak dikkati çeken nokta yetkilerin meclisten çok meclis başkanında, yani hem yasamanın, hem de yürütmenin başı olan kişide toplanmış olmasıdır. Meclis başkanının bu kadar fazla yetkilerle donatılmasının meclis hükümeti sisteminden çok, uygulanmak istenen şeflik sisteminin bir gereği olduğu söylenebilir.

1924 Anayasası´nda yürütme organı, yasama organından belli ölçülerde ayrılmış, fakat bağımsız bir organ niteliğini kazanmasını sağlayacak yetkilerle donatılmamıştir. Bu nedenle kurulan siyasi rejimin “meclis hükümeti sistemi” ile “parlamenter sistem “in bir karışımı olduğu kabul edilir. Yasama ve yürütme yetkilerinin parlamentoda toplanması, egemenlik yetkisinin millet adına meclis tarafından kullanılması “meclis hükümeti sistemî”ne; yürütme yetkisinin cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu tarafından kullanılması, meclisin hükümeti denetleyip gerektiğinde düşürebilmesi ise “parlameter sistem “e yaklaşan özelliklerdir. Buna rağmen, 1924 Anayasası döneminde, Önceleri parlamento yürütmeye karşı daha üstündür. Demokrat Parti´nin meclise hakim olmasından sonra bu güç ve üstünlük yürütmeye geçmiştir.

1961´den önceki Türk anayasa geleneğinin temel özelliği, anayasanın yapılışı sırasında dünyanın her yerinde aranan “denge” konusu bir yana bırakılarak, bütüncül bir egemenlik anlayışı ile parlamentonun ulusal egemenliğin tek ve hakim temsilcisi sayılmasıdır. Bu durum ulusal iradenin parlamento çoğunluğu ile karışmasına, daha doğrusu iktidar çoğunluğunun kendisini ulusal iradeyle bütünleştirmesine yol açmıştır. 1924 Anayasası´na göre parlamento, “miletin yegane ve hakiki temsilcisi” olarak egemenlik hakkını milet adına kullanan tek organdır. 1961 Anayasası´nı hazırlayanlar, 1924 Anayasası´nın bütüncül egemenlik anlayışına tepki olarak, genel oyla gelen ve meclis çoğunluğuna dayanan iktidarın gücünü çoğulcu ve özgürlükçü bir toplum anlayışı ile sınırlama yoluna gittiler. Böylece parlamento, egemenliği millet adına kullanan tek organ olmaktan çıkarılarak, Milli Güvenlik Kurulu, Anayasa Mahkemesi, Üniversiteler, TRT, DPT ve benzeri organlarla egemenliği anayasada gösterilen esaslara uygun olarak kullanan organlardan biri durumuna getirildi.

Nasıl ki 1961 Anayasası, meclis çoğunluğunun kendisini ulusal irade ile bütünleştirerek, azınlıkta kalanları ezmesine bir tepki ise, 1982 Anayasası da meclisi ve hükümeti güçsüzleştirerek devlet otoritesinin sarsılmasına tepkidir. Bu nedenle 1982 Anayasası, her şeyden önce devlet otoritesini amaçlayan ve bu otoriteyi sağlayacak olan yürütme organını güçlendiren bir anayasadır. Danışma Meclisi Anayasa Komisyonu´nun gerekçesinde yürütmenin güçlendirilmesinin nedenleri açıklanmıştın “1961 Anayasası yürütmeyi bütün faaliyetlerinde yasamaya bağlı bir kuvvet olarak düzenlemişti. Halbuki, modern devletin yürütme kuvveti, onun beyni, hareket gücünün kaynaklandığı motorudur. Bu nedenle, 1961 Anayasası´nda olduğunun aksine yürütme, yasamaya tabi bir organ olmaktan çıkarılarak, her iki kuvvetin devlet faaliyetinde eşitlik içinde işbirliği yapmalarını öngören parlamenter sistem bütün gerekleriyle uygulamaya konulmuştur. Yürütme 1961 Anayasası´nda olduğu gibi bir “görev” olmaktan çıkarılmış ve gerekli yetkilerle donatılarak, kanunların kendisine verdiği görevleri yerine getiren bir kuvvet olarak düzenlenmiştir. Türk siyasi rejiminin, klasik parlamenter sistemle bağdaştırılamayacak yönü ise, yürütmenin sorumsuz kanadım oluşturan cumhurbaşkanının gereğinden başka yetkilerle donatılmasıdır.

Şükrü KARATEPE – SBA