Bilim Felsefesi

Paradigma Nedir? Tanımı, Filozofları (Bilim Felsefesi)

Örnek, model veya kalıp (pattera) anlamlarına gelen paradigma Yunanca paradeıgma´dan Batı dillerine geçmiştir. Kelimenin kökü Platon´a kadar geri gitmekteyse de, terim olarak bugünkü yaygınlığını Amerikalı ünlü bilim tarihçisi Thomas S. Kuhn’un 1962´de yayınlanan The Structure of Scientifıc Revolutions adlı kitabına borçludur.

Paradigma kavramının Kuhn ve Kuhn-sonrası bilim tarihi ve bilim felsefesi literatüründeki kullanımını ele almadan önce, bu terimin Kuhn-öncesi arkaplanına kısaca değinmekte fayda vardır. Mantıkçı pozitivizm (veya mantıkçı atomculuk), yüzyılımızın başlarında ortaya çıkmış ve dönemin genel karakteristiğine uygun olarak bilimi, deneyi, gözlemi, olguyu, deneysel aklı vb. yü­celtmiş bir felsefi akımdır. Üyeleri arasında Bertrand Russell, Rudolf Carnap, Moritz Schilck, Ernest Nagel, Otto Neurath gibi filozofların bulunduğu bu akım, Schlick´in şu önermesinde veciz bir şekilde dile getirdiği düşünceyi felsefelerinin merkezine almışlardı: “Bir önermenin anlamı, onun (deneyle) doğrulanabilirliliğinde yatar.” Bu ifade şöyle açıklanabilir: Eğer dünya hakkında bir şey söylemek İstiyorsak, bu söylenenin anlamlı olabilmesi için mutlaka deneysel bir sınamadan geçmesi gerekir. Eğer bir önerme deney (ve gözlemle) doğrulanmıyorsa; o ya anlamsız (saçma)dır, ya da (matematik önermelerde olduğu gibi) totolojiktir. Bir önermenin doğru veya yanlış olabilmesi için onun deney tarafından olumlanması veya olumsuzlanması gerekir. Bu ana fikir etrafında geliştirilen mantıkçı pozitivist yaklaşım, sonuçla baş örneği fizikte görülen kesin bilimlerden başka güvenilecek bilgi kaynaklarının olmadığı sonucuna varıyordu.

Avusturya´lı bilim felsefecisi Karl R. Popper ise 1931 yılında yayınlanan Logik der Forschung (Bilimsel Araştırma Mantığı) adlı kitabında bu teze karşı çıkıyor ve doğrulamanın ne anlamlılığın, ne de doğruluğun ölçüsü olarak alınamayacağını söylüyor ve mantıkçı pozitivistlerin içinde yer aldığı Viyana Çevresinin salt deneyi uygulayan ve değer ile deney-gözlem arasındaki ilişkiyi yok savan tutumu eleştiriyordu. Popper´e göre anlamlılığın bir ölçütünü ara­mak yanlıştır. Çünkü anlamlılığın “dışardan” bir ölçütü olmaz. İkincisi, bilimin temel Özelliği, mantıkçı pozitivistlerin iddia ettiği gibi doğrulanabilir (verifıable) olması değil; aksine yanıtlanabilir (falsifiable) oluşudur. Zira bir teoriyi (Önermeyi) doğrulayan milyonlarca Örnek bulmak mümkündür. Fakat bu örneklerin çoğalması (birikmesi) teoriyi pekiştirmeye yetmez. Her zaman o teoriyi yanlışlayacak bir karşı-örneğin ortaya çıkma ihtimali vardır. Öyleyse Popper´e göre, bilim salt deney ve gözlem yaparak sürdürülen bir işlem değil, aynı kişi kendi sübjektif değerlerinden tümüyle arınamayacağı için, her zaman değerle alakalı, dolayısıyla metafizikle içice yürüyen, fakat “buluş” bağlamında değil, “doğrulama” bağlamında gerçek yapısı ortaya çıkan beşeri bir etkinliktir. Bilimin objektif oluşundan ancak bu anlamda söz edebiliriz. Bilim, kişilerin sübjektifliklerini kaybetmeleriyle değil, öznelerin karşılıklı etkileşimleriyle oludan “bilimsel faaliyetin yapısı” ile objektif bir mahiyet kazanır. Dolayısıyla bilim, zannedildiği gibi sürekli ilerleyen “kurumsal” bir aygıt değil, bireylerin teorileri­nin sürekli birbirini yanhşladığı ve sonuçta en az yanlış teoriye ulaşıldığı bir anlamda “ferdi” bir etkinliktir. Popper de kendi yaklaşımına “eleştirel akılcılık” (ritical rationalizm) adını vermiştir.

Popper´in yanlışlamacı görüşünde “bilimsel akılcılık” veya “bilimsellik”, yanlışlanabilirlik ile özdeşleştirilmiştir. Oysa Thomas Kuhn´un getirdiği yeni anlayışta bilimsel teorilerin doğrulanması ya da yanlışlanması sözkonusu değildir. Kuhn´un bilim anlayışına göre hiç bir bilimsel teori, evrensel değildir. Çünkü her bilimsel teorinin günün birinde gözardı edilmesine neden olacak bir takım sınırlılıkları vardır. Bu sınırlılıklar o bilim dalında çalışanlar (bilim adamlarının) kaçınılmaz bir şekilde dünya­yı kendi sınırlı perspektiflerinden görmelerine yol açmaktadır. Örneğin “bütün balıklar solungaçlıdır” gibi bir tabiat kanunu ol­duğu varsayımına uygun olarak iş gören bilim adamlarının karşısına, memeli olan yunus balıklarının çıkmış olması onların nezdinde bir yanılsama olarak görülmemiş, kendi paradigmaları dahilinde bu olaya bir açıklama getirilemeyince yunusların “balık olmadığı” iddia edilmiştir.

İşte Kuhn, bu durumu normal bilimin paradigmatik yapısı olarak yorumlamaktadır.

Yani bilim ne mantıkçı pozitivistlerin ileri sürdükleri gibi sürekli büyüyen deneysel bir doğrulama birikimidir, ne de Popper´in savunduğu gibi, yanlışlardan ayıklanarak doğruya yaklaşan beşeri bir etkinliktir. Oysa Kuhn için bilimsel teoriler paradigmalar (ya da bir ana paradigma) içerisinde işlenip test edilirler ve bu paradigma dışındaki “başka” paradigmalardan yola çıkarak aynı bilimsel teoriler farklı sonuçlara varabilir. Paradigmaların doğru veya yanlış olduğundan söz edilemez. Onlar daha çok önceki paradigmadan daha kullanışlı veya kullanışsız şeklinde değerlendirilebilir. Newton´un sistemi Batlamyus (Ptolemy) sisteminden daha doğru değil, daha kullanışlı olduğu için benimsenmişti. Aynı şekilde Einstein´in relativite teorisi de Newton´u “yanlışlamamış”, ancak gerçekliği daha “kullanışlı” bir noktadan resmetmişti.

Kuhn paradigmanın İki ayrı anlamını tesbit etmiştir. Bir tarafta kavram, belli bir topluluğun üyelerince paylaşılan inanç, değer ve tekniklerin bütününü teşkil etmekte, diğer taraftan ise, bu bütünün içinde daha sınırlı olarak modeî yahut örnek olarak kullanılan somut bir bulmaca-çözümü anlamına gelmektedir. Bilim adamları kendilerine “verilen” paradigma dahilinde bulmaca çözer gibi önlerine çıkan sorunlarla uğraşırlar. Bulmacada sonuç önceden bellidir, fakat bulmacayı çözmeye çalışan kişi bundan habersizdir. Bilim adamları da cevaplan ana paradigmada saklı sorunlar ve ana paradigmanın verileri ile fakat asla mevcut paradigmadan şüphe duymadan faaliyet gösterirler.

Kuhn´dan sonra paradigma kavramı öylesine yaygınlık kazanmıştır ki, sosyolojiden ekonomiye, felsefeden psikolojiye kadar çeşitli alanlara mensup kişilerce, bazen de gelişigüzel bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Bu yazarlardan biri olan Marilyn Ferguson, The Aquarian Conspiracy adlı eserinde paradigmayı şu son derece geniş anlamlarda ele alıyor: “Paradigma bir düşünce çatısı demektir. Paradigma gerçekliğin belirli yönlerini açıklamak ve anlamak için geliştirilmiş bir şemadır. Kuhn her ne kadar terimi bilim hakkında kullanmışsa da, çeşitli kişiler eğitim paradigmalarından, kent planlaması paradigmalarından, tıpta paradigma değişimlerinden vb. söz etmektedirler. Bir paradigma değişimi, aslında eski problemler hakkında yepyeni bir düşünme tarzı demektir.”

Sonuç olarak, Kuhn´un 1960´Iann başlarında onaya attığı terim, günümüzde oldukça geniş bir bağlamda kullanılmaktadır.

Mustafa ARMAĞAN – SBA

Paradigma

1960’lardan beri paradigma kelimesi herhangi bir bilimsel disiplin veya başka epistemolojik içerikte bir düşünce kalıbına gönderme yapar. Başlangıçta kelime gramere özgüydü: 1900 Merriam-Webster sözlüğü, gramerin içeriğinde sadece onun tekniksel kullanımını veya onu retorikte bir mesel veya masal (anlamını) açıklayıcıları için bir terim olarak tanımlar. Dilbilimde, Ferdinand de Saussure paradigmayı benzer özellikteki öğelerin bir sınıfı için kullandı. Ek olarak Model ya da kuramsal çerçeve anlamında kullanılabilen bir terimdir ve göstermek, anlaşılır kılmak, örnek teşkil etmek, sınırları belli olan ön bulgu ve genel anlamında da dünya bakışı anlamlarına gelir.

Bilimsel paradigma
Yunanca paradeigma’dan gelen kavramın popülerliğini sağlayan Thomas Samuel Kuhn’dur. Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı kitabında düşünsel çerçeve, kuramsallığın belirli bir terimi olarak ve kendisi de yirmi çeşit paradigmada kullanarak anlatır. Ana anlamı, bir bilim çevresine belli bir süre için, bir model sağlayan evrensel olarak kabul edilen bilimsel başarılar, olarak tanımlanır.

Thomas Samuel Kuhn bilimsel anlamında paradigmayı şöyle formüle etmektedir:

– İzlenen ve kontrol edilen olandır.

– Soruların tarzı hangi konuyla ilgili olduğuyla içiçedir ve sağlamasının nasıl test edilebilirliğiyledir.

– Bu soruların nasıl sorulacağıyladır.

– Sonuçların karşılaştırmalı olarak nasıl yorumlanacağıyladır.

Yani Kuhn’a göre paradigma, kabul görülmeye öncelikle hakim olan bir düşüncenin belli bir zaman dilimi içindeki ilk örneğidir. Uzun deneyimleri ve kanıtlarını içerisinde barındırır. Diğer anlamıyla paradigma, bir düşüncenin genel onayı (genel kabul görüleni) tasarımsal olarak varsayışının bir yansımasıdır ve bu da birçok sorunun yanıtlarını da beraberinde taşıyarak sunar. Bu tanımlamada paradigmanın bilimsel çalışmalardaki olgusu, model sunmak ya da bu suretle görüngüleri önceden açıklamak deneyidir.

Kuram, paradigma değildir. Paradigma olması için, yeni ve benzersiz olması, yeniliğinin gelecekteki çalışmalara kaynaklık edecek türde olması gerekir. Bir olağan paradigma, olağan bilim etkinliği kuramıdır. Bu kuram her şeyi çözemez, açıkta kalan sorunları görmezden gelir veya dosyalar. Bunlar ve getirdiği sorunlar büyüyüp de kuramın başına bela olduğu zaman, bilim insanları çözüm bulmak zorunda kalırlar.Bunun sonucunda olağanüstü paradigma dönemi gelir. Olağan dönem iflas etmiştir. Kriz döneminde bilim insanı (örneğin Ziya Gökalp bir kriz geçirmiştir), yeni paradigma oluşturmak zorundadır. Paradigma değişikliği budur. Bir bunalım dönemi gelir ve her şey altüst olur. Kavramların yerli yerine konması için belki bütün teori baştan alınır. Ancak bu olağanüstü dönemde eski paradigmalar direnirler, teoriden kopmalar çatışmalara yol açar.

Terim olarak Thomas Samuel Kuhn’un kullanmasından önce Herodot, Platon, Aristoteles’de geçer. Ancak bilinen kesin anlamına ve bilim felsefesindeki tartışmasız konumuna Kuhn ile ulaşmıştır. Terimin amacı geniş bir düşünsel çerçevedir. Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı kitabında 21 farklı anlamda kullanılır. Esas olarak, bir bilim çevresine belli bir süre için egemen olan model, anlamını verir. Bir kuramın paradigma olması için öyle bir yenilik getirmesi lazımdır ki, hem rakipleri varsa şaşırsın ve hayran olsun, hem de çağını aşarak ilerideki görüşlere kapı açsın. Olağan paradigma da zamanla çözemediği sorunlar olduğunda bunalıma düşer ve olaganüstü arayışlara girer ki bu döneme paradigma değişikliği hakimdir. Kuhn, bu anlamda bilimsel bilginin gelişiminin Bilimdeki devrimsel/sıçramalı gelişmelerle meydana gelidiğini belirtir. Belirli bir egemen paradigma artık geçerliliğini yitirmeye başladığında kendiliğinden yeni bir paradigmaya yerini bırakmaz, aksine bu devrimsel süreçlere benzeyen aşamalar gösterir. Paradigma değişiklikleri eskisinde büyük yıkımlara yol açar. Belirli bir paradigmanın belirli bir zamandaki geçerliliği, sözkonusu paradigmanın genel-kabuledilirliği ile ilintilidir.

Diğer kullanım alanları
Kuhn’dan sonra paradigma yeni fenomenler oluşuncaya dek tanımını korudu ve o güne kadar olan öğretisi artık ortak onaydan uzaklaştı. Bu zamanda yeni teoriler geliştirildi. Savunucuların farklı öğretilerden yola çıkarak ortaya koydukları tanımlamalar paradigma değişimi adlı kuramı ortaya çıkardı.

Paradigma, ayrıca anlatılar için de kullanılır. Örneğin içinde ahlaki anlamda bir öğreti barındıran bir masal ki, eğer gerçeğe yönelik kaygılardan yola çıkarak örnekleme yapıyor ve sonuçta ders verici yenilikçi bir mesaj sunuyorsa, bir anlamda burada da paradigmadan söz edilebilir. Bilim, teknoloji ve ekonomide de biçimsel yanıyla çok farklı anlaşılmayan bir tarzla yine kullanılır. Özellikle bilgisayar dünyasında veya ekonomide yöneticilik statüsünde. Örneğin “Programlama Paradigmaları, Postkapitalist Pradigma, Yönetim paradigması…” gibi.

Reklâm sektöründe ilişkisel olarak üretim mekanizmasının bir sonucu olarak özellikle yeni ve teşvik edici olanın görünümü üzerinde dikkatleri çekmek üzere kullanılır.

Organizasyon teorisinde işletmenin felsefesi üzerine konsepti yer alır. Yani sunuş, anlayış ve tarzı içeren bir özümsemedir bu. Bunlardan en çok kullanılan model G. Johnson modelidir. 1998’de “Strategic Management Journal” adıyla yayımlanan kitabında Johnson, kültür ağındaki yerleşik yedi elementten söz eder: Geçmiş ve mitos, semboller, yaptırım gücü yani hedefler, organizasyon hiyerarşisi, kontrol sistemi, ritual rutinlik ve paradigma.

Davranış biliminde paradigma klasik bir ön kanıdır yani duygusal analizle iyi ya da kötü diye nitelenir. Fizikte, laboratuvar deneyselliğindeki nedelsellik kavramının metafizikten uzak tutularak anlaşılması boyutunda kullanılır. Organik tıp, fizikten etkilenerek tedavinin basitleştirilmiş (makinalaştırılmış) modelini tercih ederken paradigma, psikomatik tıbbın organik ayırımını öne çıkararak makinalar ile sürdürülen tıptan farklı olduğunu sağlar.

Vikipedi

İlgili Makaleler