PARA
PARA
Para, kısaca,
kullanıma hazır (birinci derece likid) satın alma gücüdür, İktisatçılar
genellikle parayı gördüğü fonksiyonlara göre tanımlamakta ve paranın bir
a) Mübadele aracı,
b) değer ölçüsü,
c) değer saklama aracı,
d) gelecekteki ödemeler için bir standart olduğunu kabul
etmektedirler.
Tarihi gelişim
içerisinde, işbölümünün artmasına paralel olarak malların mallarla takası
giderek zorlaşmış, malların mübadelesinde ortak bir değer ölçüsü kullanma zorunluluğu
ortaya çıkmıştır. Bu zorunluluk takas edilecek malların değerlerinin birbirine
denk olmaması; belli bir malı arzeden kişinin, o malı talep edecek ve aynı
zamanda kendi talep ettiği malı arzedecek bir başkasını istendiğinde ve
kolaylıkla bulamaması; bütün malların bölünebilme (dİvisibility) özelliklerinin
olmaması, gibi sebeplerden kaynaklanıyordu. Zamanla, belli bir mal değer ölçüsü
seçilerek (mal, para), mübadele aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Ancak,
bazı malların bölünme, taşınma, saklanma zorluklan bu Özelliklere haiz bazı
madenlerin zamanla mal paraya ikame edilerek kullanılmaya başlandığı
görülmüştür. Böylece altın, gümüş, bakır vb. madenler ortak bir değer ölçüsü
olarak benimsenmeye başlanmıştır. îlk dönemlerde, altın uluslararası
Ödemelerde ve büyük montonh ödemelerde kullanılırken, yurtiçi ödeme işlemlerinde
en yaygın kullanılan madeni para gümüş idi.
Gümüş sikkeler 18.
yüzyıla kadar paranın değer Ölçüsü olarak para sisteminin esasını teşkil
etmekte olup (gümüş tek melal sistemi), bu sikkelerin ağırlık ve ayan devletçe
tesbit edilmekteydi; gümüş ve altın
arasındaki parite
(nisbet) ise piyasada serbestçe belirleniyordu.
Daha sonraları, gümüşün
değerinin İstikrarsız bir seyir izlemesi ve altın üretiminde kaydedilen
artışlar, gümüş yanında altın sikkelerin de tedavüle çıkmasına yol açtı; bazı
ülkeler altın ve gümüşün birlikte tedavülde olduğu çift-metal sistemi’ne
(bimcia-lizm) geçerken, diğerleri altının tek değer ölçüsü kabul edildiği altın
tek metal sistemi’ni benimsedi.
Altın ve gümüş üretimi
arasında zamanla ortaya çıkan dengesizlik, bimetalizm’i benimseyen ülkelerde,
bu iki metal arasındaki pariıenin bozulmasına ve üretimi nisbi olarak daha
hızlı artan gümüşün piyasa değerinin para değerinin altına düşmesine yol açü.
Bunun sonucu, piyasadan ucuza temin edilen gümüşün darphanelerde daha yüksek
değerli sikkelere dönüştürülmesi ile birlikte gümüş sikkelerin tedavüldeki
miktarı hızla artarken, altın sikkeler piyasadan çekilmiştir. Buna karşın
bimetalizm’i ayakta tutmak için çeşitli tedbirler alınmıştır.
Günümüz kağıt para (ya
da banknot) sistemine başlangıç teşkil eden ilk temsilî para, 17- yüzyıl
ingiltere’sinde sarrafların emanete aldıkları altın gibi değerli madenler
karşılığı tevdiat sahiplerine verdikleri makbuzlara (gold smith’s notdes) dayanmaktadır.
Bu makbuzlar istendiğinde ve anında temsil ettiği değerli madene dönüşebilir
nitelikteydi (yani tam konvertibilitcye sahipti). Bu makbuzların zamanla ödeme
işlemlerinde para gibi kullanılmaya başlandığı görüldü. Diğer yandan,
sarraflar kendilerine emanet edilen altınların tümünün aynı anda
çekilmediğini farketmişler, bunun üzerine emanet altın stokunun bir kısmını
ankes tutarak kalan kısmını faiz karşliğı
borç (kredi) vermeye
başlamışlardır; daha sonraları bu borç verme işlemi fiilen altınla değil,
makbuzlarla (banknot) yapılmaya başlanmıştır. Zamanla, sarrafların açtığı bu
tür krediler ödeme güçlerinin üzerine çıkmış, tevdiat sahipleri zarara
uğramaya başlamışlardır. Bunun üzerine sarrafların bu tür faaliyetleri
durdurulmuş, yerine aynı nitelikte bankalar kurulmuştur. Fakat bankalar da
zamanla banknot ihracı yetkilerini kötüye kullanmışlar, bunun üzerine 19.
yüzyıl başlarından itibaren banknot ihracı kamu otoritesinin kontrolüne
girmiştir.
‘Allın Standardı’
olarak bilinen sistemde, tedavül eden banknotların % 100 karşılığı olup, bu
banknotların maden karşılığı banknotu ihraç eden kurumca taahhüt edilmekleydi.
Tam konverübilitenin geçerli olduğu bu sistemde madeni paralar ve banknotlar
hukuki açıdan eşit ödeme kabiliyetine sahipti.
Daha sonraları ortaya
çıkan Altın Külçe Sistemi’nde ise altın sikkeler tedavül etmemekte, yurtiçi
ödemeler banknotlarla yapılmaktaydı. Bu sistem I. Dünya Savaşı’nı ta-kib eden
yıllarda bazı Batı Avrupa ülkelerinde uygulanmıştı. Buna karşın tedavül
hacmini karşılayabilecek yeterlilikte altın stokuna sahip bulunmayan diğer bazı
ülkelerde de Altın Kambiyo Sistemi adı ile bilinen bir sistem yürürlükte idi;
bu sisteme göre, banknotların altın sikke ve altın külçeye konvertibilitesi
sözkonusu olmayıp, ulusal para birimi ile altın arasındaki ilişki, altın
standardına bağlı dövizler yoluyla bulunmaktaydı.
Özellikle savaş ve
benzeri olağanüstü dönemlerde halkın banknotları altına çevirme eğiliminin
hızlanması, Merkez Banka-si’m altın taleplerini karşılamada zor durumda
bırakmaktaydı; bu sebeble banknotların altına konvertibiletesi geçici dönemler
itibanyla kaldırılmış, yerine bugün geçerli olan kağıt para sistemi konmuştur.
Kağıt Para Sistemi’nin daimi bir uygulama olarak benimsenmesi 1929 Büyük
Kriz’inden sonraya rastlamaktadır.
Kağıt para sisteminde
paranın altına çevrilebilme kabiliyeti (Konvertibilitesi) mevcut değildir.
Kağıt para günümüzde
tüm ekonomilerde hakim olan para çeşidi olup, Merkez Bankalarınca tedavüle
sürülmektedir. Kağıt paranın ülke içinde kabulü zorunlu olup, sınırsız ödeme
gücüne sahiptir. Para basma yetkisi her devlet için bir hükümranlık simgesi
olup, uluslarüstü bîr paranın bugüne kadar kabul görmemesi büyük ölçüde bu
hükümranlığın ulusiar-üstü bir otoriteye devri konusunda ülkelerin gösterdiği
isteksizlikten kaynaklanmaktadır.
Para arzını oluşturan
diğer bir unsur da kaydî paradır. Ticari bankalarca yaratılan ve ‘ikincil para’
olarak da nitelendirilen kay-di para, maddi varlığı olmayan, sadece he-saben
varolan bir ödeme aracı türüdür. Bu tür paranın tedavülü çek aracılığı ile bir
hesaptan diğerine herhangi bir nakit çıkışı olmaksızın gerçekleşir; ödemeler
ilgili banka hesaplarına kayıt düşülerek gerçekleştiğinden, bu tür paraya
“kaydi’ para denmektedir. Kaydi paranın para arzı içindeki payı
genellikle banknot miktarının birkaç mislidir. Bu açıdan, banka mevduatları
(kaydi para) aynı anda kağıt paraya dönüştürülmek istense, bankaların bu talebi
tümüyle karşılamaları mümkün değildir. Bu sebeple bankaların kaydi para
yaratma özelliği kritik biçimde ‘mevduat hesaplarındaki paranın aynı anda
tümüyle çekilmeyeceği’ varsayımına dayanmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde
ödemeler büyük ölçüde nakit yerine çeklerle yapılmaktadır. Bu sebeple banknot
miktarının banka mevduat miktarına oranı oldukça düşük düzeydedir.
Para Talebi
Para talebi, ekonomik
birimlerin gerektiğinde kullanmaya hazır bulundurdukları serbest satın alma
gücü olarak tanımlanabilir.
Keynesyen para talebi
formulasyonun-da, ekonomik birimler belli başlı üç saikle para talebinde
bulunmaktadırlar:
I-Muamele Saiki:
Muamele saikiyle para
talebinde bulunma, ekonomik birimlerin cari ödemelerini yürütmek amacıyla para
tutmalarıdır. Bu amaçla taleb edilen para miktarı, gelir ve muamele düzeyi ile
doğru orantılı olup, faiz oranlarına olan duyarlılığı (esnekliği) düşüktür.
Genel fiyat düzeyindeki artışlar da -belli bir reel muamele hacmini gerçekleştirmek
için daha yüksek bir nominal satınal-ma gücü gerektireceği için- nominal para
talebini arttırmaktadır. Uzun vadede, ödeme teknolojisindeki ilerlemeler
(günlük muamelelerde nakit yerine çek kullanımının giderek yaygınlaşması vb.),
kurumsal yapı değişiklikleri vb. faktörler belli bir muamele hacmini
gerçekleştirmek için gerekli para talebini azaltmaktadır.
2- ihtiyat Saiki:
Ekonomik birimlerin
düzenli ve planlanan ödemelerin dışında beklenmeyen, ya da planlanmayan
ödemeler için elde tuttukları para miktarı ihtiyat saikiyle yapılan para talebidir.
Bu tür para talebi, Örneğin gelecek-
teki beklenmeyen ani
Ödemeler ya uygun fiyat, ya da koşullarla yapılabilecek satınal-malardan
kaynaklanmaktadır. Bu amaçla yapılan para talebi, yaklaşık olarak, gelir
düzeyi, ekonominin gelecekteki durumu ile ilgili belirsizlikler ve faiz oranı
gibi faktörlere bağlı bulunmaktadır.
3-Spekülatif Saik:
Faiz oranlarının
gelecekteki safi i!e ilgili eklenti ve belirsizliklerden kaynaklanan para
talebi spekülatif para talebi olarak nitelendirilmektedir. Faiz getiren
finansal aktiflerin fiyatı, faiz oranı ile ters orantılı olduğu için, faiz
oranlarındaki değişmeler aktifin piyasa fiyatının ters yönde değişmesine ve
dolayısıyla sermaye kaybı/kazancına sebeb olacaktır. Bu açıdan, faiz oranlarında
artış bekleniyorsa, bu, aktif fiyatların da düşme -ve dolayısıyla sermaye
kaybı- anlamına gelecek, yatırımcı bu aktifi elden çıkarıp spekülatif amaçla
para tutmaya başlayacaktır. Faiz oranlarında düşme bekleniyorsa, spekülatif
para talebi azalacaktır, aktife olan talep artacaktır.
Spekülatif para
talebi, J. Mayhard Key-nes’in para teorisine en büyük katkılarından birisidir.
Ancak, spekülatif para talebi Key-nes tarafından formüle edildiği şekliyle bazı
önemli yetersizlikleri içermektedir. Bunlar; Keynes’in formülasyonu
çerçevesinde spekülatif para taleb eğrisinin bireysel düzeyde değil,
ekonominin tümü için türetile-biliyor olması ve sözkonusu yaklaşımın gerçek
hayatta gözlenen çeşitlendirilmiş portföy olgusunu açıklayamamasıdır. Bu
yetersizlikler J. Tobin’in Portföy Analizi yaklaşımında ele alınmış ve
cevaplandırılmıştır.
Modern Miktar
Teorisini formüle eden monetarist iktisat okulu’na mensub Milton Frif ‘iman ise
para talebine Keynesyen yaklaşımdan oldukça farklı bir yaklaşım getirmektedir.
Friedman’a göre para talebi, bireyleri para tutmaya yönelten saikler açısından
ele alınmamalıdır. Friedman para talebi analizine genel talep teorisi
çerçevesinde yaklaşmakta, para talebini herhangi bir dayanıklı tüketim malına
olan talep gibi değerlendirmektedir. Buna göre para talebini belirleyen
faktörler; genel talep teorisine paralel o’arak, gelir düzeyi (bütçe tahdidi),
parayı elde tutmanın fırsat maliyeti vb. faktörlerdir. Genel fiyat düzeyindeki
artışlar (enflasyon) parayı elde tutmanın bir maliyeti olurken, alternatif
gelir getirici aktiflerin sağladığı getiri oranlan ve bu aktiflerin
fiyatlarındaki değişmelerin yol açtığı sermaye kayıp ve kazançlar da parayı
elde tutmanın fırsat maliyetleri arasında yer almaktadır. Örneğin, enflasyon oranı
% 80 ise, bu, paranın satın alma gücünde % 80’lik bir azalma anlamına gelmekte
ve parayı elde tutmanın maliyeti olmaktadır. Diğer yanda, alternatif bir malı
aktif olarak hisse senetleri o yıl için % 15 temettü (kâr payı) yapmışsa,
parayı elde tutmanın fırsat maliyeti % 55 olacaktır. Bu şartlar da, ekonomik
birim portföyünü oluştururken para ve diğer aktifler arasındaki dağılımı
toplam faydayı maksimize edecek tarzda yapmaktadır.
özetle; para talebini
açıklamaya yönelik yaklaşımların çeşitliliğine karşın, bu talebin
makroekonomik çerçevedeki formülas-yonu gelir düzeyi ile doğru orantılı, faiz
oranı ile ters orantılı olduğu şeklindedir.
Keynesyen iktisatçılar
para talebinin faiz oranlarındaki değişmelere oldukça duyarlı olduğunu ve
istikrarsız bir eğilim gösterdiğini Öne sürerken, Monetarist ekole dahil
iktisatçılar, para talebinin faiz oranların-
daki değişmelere
fazlaca duyarlı olmadığını ve oldukça istikrarlı bir ilişki olduğunu
savunmaktadırlar. Diğer bir ifade ile paranın tedavül hızı Keynesyen
iktisatçılara göre istikrarsız, Monetaristlere göre ise oldukça
istikrarlıdır. Bu çerçevede Keynesyen iktisatçılar nominal milli gelir düzeyini
kontrolde para politikasını etkin bir araç olarak görmekte, Monetaristler ise
para politikasını esas almaktadırlar. Zira; para arzı yoluyla milli geliri
kontrol etmek, öncelikle para arzı ile milli gelir düzeyi arasında sıkı ve
istikrarlı bir İlişkiyi gerektirmektedir ki, bu da kritik bir biçimde paranın
tedavül hızının istikrarlı olup olmadığına bağlıdır.
Para Arzı
Para Arzı, tedavüldeki
ödeme araçlarının nominal satınalma gücü olarak tanımlanmaktadır. Para Arzı
borçların ödenmesinde, mal ve hizmetlerin satın alınmasında genel kabul gören
herşeyi kapsamaktadır.
En dar tanımlı para
arzı, tedavüldeki para (birincil para, ya da merkezi parasal yetki kurumunun
çıkardığı para: Banknot ve bozuk para) ve vadesiz mevduat’tan (ikincil para,
ya da diğer parasal yeiki kurumlan -ticarî bankalar tarafından yaratılan kaydî
para) oluşmaktadır. Bu dar tanıma, vadeli mevduat ve mevduat sertifikalan
eklendiğinde daha geniş bir para arzı tanımına ulaşılmaktadır.
Bununla beraber tüm
ekonomiler için geçerli standart para arzı tanımlarından bahsetmek sözkonusu
değildir, zira para arzının kapsamı, ekonomik ve mali sistemin gelişmişlik
düzeyi, ödeme araçlanmn çeşitliliği gibi faktörlere bağlı bulunmaktadır.
Diğer yanda; ticari
bankaların, Merkez
Bankası’nca yaratılan
reserv para (reserv para: Merkez Bankası’nca yaratılan ve ülkedeki para arzına
esas teşkil eden ‘birincil para’) karşılığı kaydi para yaratma kabiliyeti
ülkeden ülkeye farklılıklar göstermektedir. Örneğin, çek kullanımının daha
yaygın olduğu bir ülkede bankaların para yaratma kapasitesi, nakit kullanımının
daha yaygın olduğu bir ülkeye nisbetle daha yüksektir; çünkü, birinci ülkede
banka-dışı kesim reserv para’mn (nakit) nisbeten daha büyük bir oranını banka
sisteminde tutmakta, bankalar da bunun karşılığı daha fazla kaydi para yaratma
potansiyeline kavuşmaktadırlar. Ancak bu tür ülkelerde para arzı’nın nisbeten
daha büyük bir kısmının merkezi para otoritesi dışında ticari banka kesimince
yaratılıyor olması, para arzını kontrolde merkezi otoritenin kapasitesini
sınırlama gibi potansiyel bir sakıncayı da beraberinde getirmektedir.
Adnan BÜYÜKDENİZ
Bk. Para Aldanımı,
Para Arzı, Para Talebi