ORUÇ
ORUÇ
İslami bir terim olan
oruç, Arapçada “savm” kelimesi ile ifade edilir. Savm lügatte; bir
işi yapmaktan kendini tutmak, alıkoymak, yemekten içmekten, konuşmaktan,
yürümekten kaçınmak gibi anlamlara gelir.
İslam dininde oruç:
“Sabahın doğuşundan güneşin batışına kadar, oruç tutmaya ehil olan
kimselerin niyet ederek onu bozan hallerden uzak durmasıdır.”
Oruç, geçmiş bütün
dinlerde meşru kılınmış Önemli bir ibadettir. Orucun fazileti ile ilgili
olarak Hz. Peygamber (s.)’den birçok hadis rivayet edilmiştir.
Orucun fert ve topluma
yönelik birçok faydaları vardır. Ancak oruç bu faydalann-dan ötürü değil,
yalnız Allah emri olduğu için ve sadece Allah’ı razı kılmak için tutulmalıdır.
Çünkü İbadetler yalnız Allah’ın emri olduğu için yapılır. Buna, ibadetin tamamen
Allah’a tahsis edilmesi anlamında olarak ihlas denilmektedir. Allah Teala çeşitli
ayetlerde ibadetlerin yalnız kendisine tahsis edilmesini emrediyor. Ancak bu durum
bizim ibadetlerden anladığımız bazı düşüncelerimizi açıklamamıza engel değildir.
Eksiklikler bizimdir, dinimiz her türlü eksiklikten beridir. Beşer sıfatıyla ve
bu sınırlı aklımızla oruç ibadetinden anlayabildiğimiz bazı hikmetleri
şöylece kaydedebiliriz:
1– Oruç,
başlan başa bir zikirdir. Ramazan ayında farz olan orucu tutan bir müslü-man,
bir ay boyunca devamlı olarak Allah’ı zikr etmektedir. Oruç tutan müslümamn aklından
gece-gündüz hiçbir zaman Allah Teala çıkmaz. Gündüzün oruçlu olduğunun şuuru
içinde bulunduğu için daima Allah’ı
hatırlar, oruç bozacak
işlerden kendisini korur. Akşamdan sonra namaz, teravih ve benzeri ibadetlerle
meşgul olur ve yatarken sahurda kalkıp uyanma endişesi ile yatar. Dolayısıyla
oruçlu kişinin Allah’ı hatırlamadığı bir an yoktur. Oruçlu kişi bu şekilde
daimi zikir halinde bulunduğundan, gündüzün bilerek oruç bozan işleri yapmaz,
herhangi bir kötülük işlemez, daima insanlara karşı iyi davranır, ibadetle,
Kur’an okumakla meşgul olur. Bu şekilde devamlı olarak Allah’ı haünnda tutan
kimseleri elbette Allah Teala bol ve geniş rahmetiyle karşılar. Bir ayette
Allah Teala şöyle buyuruyor: “Beni hatırlayın ki, ben de sizi hatırlayayım.”
(Bakara, 152)
2– Oruç kişiyi ruhsal yönden terbiye eder.
Gerçek anlamda oruç tutan kimse, kelimenin tam anlamıyla ruhsal olgunluğa
erişir. Bu ruhsal olgunluğu şu hadis-i şerif güzel bir şekilde ifade
buyurmuştur “Oruçlu kişiye eğer birileri sataşırsa, ben oruçluyum, ben
oruçluyum, desin.”
3- Oruç,
kelimenin tam anlamıyla kişiyi sabırlı kılar. Özellikle bazı kötü alışkanlıklarına
mahkum olan kişinin, belirli uzun bir süre için, alışkanlıklarını ona oruçtan
başka hangi kuvvet terk ettirebilir. Alışkanlıklardan uzak olmak, büyük bir
sabır işidir. Oruç esnasında uzun süre alışkanlıkları karşısında sabretmeyi
başaran kimse, hayatta karşılaştığı birçok üzücü olay karşısında sabırlı olma
alışkanlığını kazanır. Dolayısıyla Ramazan orucu, toplumu sabır çizgisinden
içeri sokar ve bir çok problemleri önler.
4– Oruç,
görür gibi Allah’a inanmanın ve gerçek anlamda Allah’tan korkmanın bir
sembolüdür. Çünkü oruçta kişi, yalnız Allah’tan korkar, hiç kimsenin görmediği
zamanlarda orucunu bozmayan bir mümin ki-
şi, gerçekten
Allah’tan korkan, Allah’ı görür gibi ona inanan kişidir.
5– Oruçlu
kişi, oruç sebebiyle ruhunu temizler ve günahlarından arınır.
6– Oruç, bir
aylık uzun bir perhiz olup, organların uzun süre dinlenmesini sağlayarak insan
sıhhatini korur, kişiye güç, kuvvet ve zindelik verir.
7- Oruç,
müslümana, yılın diğer günlerinde yiyecek bulamayıp açlık ve yokluk çekenlerin
durumunu fiilen hatırlatır, dolayısıyla aç ve açıkta bulunan insanlara yardıma
koşma, onların ihtiyaçlarını da giderme gayreti göstermeye iterek, fiili bir
şükür yapmayı öğretir.
8- Oruç müslümanı disipline sokar, müslümana
zamanın önemini tanıtır. Dolayısıyla oruç tutan kişi, zamanını çok iyi bir
şekilde değerlendirmesini öğrenir.
Orucun çeşitleri
şunlardır: Farz oruçlar, vacip oruçlar, nafile oruçlar, haram oruçlar, mekruh
oruçlar.
Farz oruç, Ramazan
orucu olup; akıllı, müslüman, erginlik çağına ulaşmış, sıhhatli ve bir yerde
mukîm olan her müslümana farzdır. Orucun farz oluşu Kur’an, Sünnet ve İcma-i
Ümmet ile sabittir. Kur’an’dan delil Bakara Suresinin 183-184 ve 185. ayetleridir.
Allah Teala bu ayetlerde şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Sizden öncekilere
farz olduğu gibi, Allah’tan korkmanız için oruç sizlere de farz kılındı. Sizden
her kim bu sayılı günlerde hasta olur, yahut yolculuğa çıkar da oruç
tutamazsa, diğer günlerde (tutamadığı bu günler) sayısınca oruç tutsun. Oruç
tutamayacak durumda olanların, bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermeleri
gerekir. Kim kendi isteği ile hayır yaparsa, bu kendisi için daha hayırlıdır.
Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için çok
daha hayırlıdır. Bu
sayılı günler Ramazan ayıdır ki, insanlara doğru yolu gösteren, hakkı batıldan
ayıran, apaçık hidayet olan Kur’an, bu ayda indirilmiştir. Sizden her kim bu
aya ulaşırsa onda oruç tutsun. Kim hasta olur, yahut yolcu olursa, başka günlerde
oruç tutsun. Allah size güçlük vermek değil, kolaylık göstermek ister.”
Orucun farz olduğuna
Sünnetten birçok delil vardır. Biz sadece şu hadis-i şerifi zikretmekle
yetineceğiz: “îslam beş temel üzere kurulmuştur: Allah’tan başka ilah
bulunmadığına ve Muhammed’İn Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna şahitlik etmek,
namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucunu tutmak, Beytullah’ı ziyaret
yetmek.”
Ramazan ayı, hilâlin
görünmesi ile başlar. Adil bir kişinin İslam devlet yetkililerine, hilâli
gördüğünü haber vermesi ve devletin bu kişinin sözünü geçerli kabul etmesi ile
Ramazan ayının girdiğine karar verilebilir. Eğer hilâlin gözetlenmesine engel
teşkil eden bulutlar varsa, o takdirde Şaban ayı otuz gün kabul edilerek
Ramazan’a buna göre başlanır. Ramazan’ın sona erdiğini tes-bit etmede ise
adalet sahibi iki şahidin bulunması şarttır.
Hanefi, Şafiî ve
Hanbelilerden oluşan büyük çoğunluğa göre, îslam dünyasının herhangi bir
yerinde hilâlin görüldüğü tes-bit edilirse, yakın uzak bütün ülkelerin halkının
oruca başlaması farz olur. Şafülere göre ise sadece yakın ülkede yaşayanların
oruç tutması farz olup uzak ülkelere farz olmaz.
Orucun iki rüknü
vardır. Bunlardan biri niyet etmek, ikincisi sabah vaktinin girmesinden
itibaren güneşin batmasına kadar orucu bozan işlerden uzak durmaktır. Niyet
şartı, yalnız Şafiîlerle Malikîlere aittir.
Oruç tutamayacak
derecede yaşlı olanların, tutamadıkları her bir güne karşılık fidye vermeleri
gerekir. Bunun ölçüsü, her gün bir fakiri doyurmaktır. Yahut bu kadar para ve
imkan sağlamaktır.
Hamile ve emzikli
kadınlar, İbn Abbas ile Ibn Ömer’e göre, fidye verirler, fakat sonradan
oruçlarını kaza etmezler. Fakat, Hanefî mezhebi ile Ebu Ubeyd ve Ebu Sevr’e
göre, bunlar oruçlarını kaza edecekler, fidye ödemeyeceklerdir. Ahmed b.
Hanbel ile imam Şafiî’ye göre ise, eğer oruç sebebiyle hem kendilerine, hem de
çocuklarına bir zarar gelecekse, hem fidye vermeleri, hem de oruçlarını kaza
etmeleri gerekir. Sadece kendilerine zarar gelecekse, o takdirde sadece kaza
etmeleri gerekir, fidye vermeleri gerekmez.
Misafir kişi ile,
iyileşmesi umulan hastaların, tutamadıkları günleri kaza etmeleri gerekir.
Alimler, hayız ve
nifas durumundaki kadınların, oruç tutmamasının vacip olduğu görüşündedirler.
Bu gibi kadınların tutamadıkları oruç sayısınca kaza yapmaları gerekir.
Vacip oruçlar
Hanefilere göre iki türlüdür: Biri belirli veya belirsiz olarak adanan
oruçlardır. Diğeri, başlandığı halde bozulan nafile oruçların kazasıdır.
Nafile oruçlar, farz
veya vacip olmayıp Allah’a yaklaşmak maksadıyla, farzlardan fazla olarak
tutulan oruçlardır. Fazladan nafile oruç tutmanın fazileti ile ilgili olarak
Hz. Peygamber (s.) şöyle buyuruyor: “Allah yolunda bir gün oruç tutanın
yüzünü Allah Teala yetmiş yıl cehennem ateşinden uzaklaştırır.”
Hz. Peygamber (s.)’in
teşvik ettiği nafile oruçlar şunlardır: Gün aşırı oruç tutmak,
her ayın 13,14 ve 15.
günlerini oruç tutmak, hafta içinde Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutmak,
Ramazanın takib eden Şevval ayının altı gününde oruç tutmak, Zilkade ayının 9.
günü olan Arefe günü oruç tutmak, (ancak bu hacı olmayanlar içindir. Hacı
kişi kuvvetli de olsa, Arefe gününde oruç tutması sünnet değildir. Ancak Ebu
Hani-fc’ye göre, eğer oruç hacıyı bunaltmazsa bir sakıncası yoktur), Zilhicce
ayının 9. gününden önce 1-9. günleri arasında oruç tutmak, Muharrem ayının 9.
ve 10. günlerini oruç tutmak (buna Aşure orucu denir). Şaban ayı ile ilgili
olarak Hz. Aişe şöyle demiştir: “Hz. Peygamber’in Ramazan dışında herhangi
bir ayı tam olarak oruçlu geçirdiğini görmedim. Yine Hz. Peygamber’in Şaban
ayından çok oruç tuttuğu bir ay görmedim.”
Başlanmış nafile bir
oruç bozulabilir. Bundan ötürü herhangi bir günah yoktur. Ancak Hanefilere göre
ister hac, ister umre, ister namaz, ister teşbih gibi nafile ibadetler olsun,
başlanılmış olan bir ibadet terk edilmemelidir. Terk edilirse tamamlanması veya
kaza edilmesi vacib değildir. Ancak, başlanmış nafile bir ibadeti özürsüz
olarak terk etmek mekruhtur.
Buraya kadar
zikredilen oruç türlerinden başka, bir de tutulması haram olan ve mekruh olan
oruçlar vardır. Bu oruçlar şunlardır: Bayram günlerinin birinci günlerinde
oruç tutmak, Kurban Bayramının 2, 3 ve 4. günleri oruç tutmak, yalnız olarak
Cuma gününü oruca tahsis etmek, sadece Cumartesi günlerini oruca tahsis etmek,
şüpheli günlerde oruç tutmak (Meselâ Rama-zan’dan önceki gün, hava buluüu olup
hilali görmek mümkün olmazsa, bu gün şüpheli gün kabul edilmiştir), ara
vermeden yıl boyu oruç tutmak, hayız ve nifas durumundaki kadının oruç
tutması, kocasının izni olmadan kadının nafile oruç tutması, oruç tuttuğu
takdirde sıhhatinin tehlikeye düşmesinden korkan kişinin oruç tutması. Bu sayılan
oruçlar tutulması yasaklanmış olan oruçlardır.
Orucu bozan durumlar
ise iki kısma ayrılır: Birincisi orucu bozduğu halde sadece kaza yapmayı
gerektiren durumlardır. İkincisi hem kaza yapmayı, hem de keffaret ödemeyi
gerektiren hallerdir.
Orucu bozduğu halde
sadece kaza etmeyi gerektiren durumlar şunlardır: Kendi isteği dahilinde ağız
dolusu kusmak, hayız ve nifas durumunda bulunmak, cinsi münasebet dışında
tatmin olmak. Bu ister öpüşme, ister kucaklaşma ve isterse kendi kendini tatmin
etmek suretiyle olsun fark etmez. Adette yenilmeyen maddeleri çok miktarda
yemek, güneşin battığını, yahut sabah vaktinin doğmadığını zannederek yeyip
içmek, ancak daha sonra bunun aksi ortaya çıkmak.
Bilerek yemek-içmek,
bilerek cinsel ilişkide bulunmak, hem kaza hem de keffa-reti gerektirir.
Unutarak, yahut hala
ile, yahut tehdit altında yeyip içen kişiye kaza da, kefaret de gerekmez.
Böyle bir kimse oruçlu olduğu aklına geldiği andan itibaren, yeme ve içmeyi
terk ederek orucuna devam eder.
Y.Vehbi YAVUZ
Bk. İbadet