Kimdir

Orhan Veli Kanık kimdir? Hayatı ve eserleri

Orhan Veli Kanık kimdir? Hayatı ve eserleri: İstanbul’da doğdu (1914). Ortaöğrenimini Ankara Gazi Lisesi’nde ta­mamladı (1932). İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde okudu (1932-1936). PTT Genel Müdürlüğü’nde memurluk yaptı (1936-1942). Askerliğinden sonra (1945) girdiği Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’ndan çıkarılınca (1947), başka resmi iş tutmadı. 14 Kasım 1950’de İstanbul’da öldü. Ölümünden önce Yaprak dergisini çıkarıyordu.

Orhan Veli, ilk şiirlerini Varlık dergisinde (1 Aralık 1936) yayımladığı zaman “olgun bir sanatın sahibi” olarak tanıtılmıştı. Gerçekten de “Oaristya”, “Ebabil”, “Düşüncelerimin Başucunda”, “Eldorado” adlarını taşıyan bu dört şiirde, ilk deney evresinin yüzeysel engellerini atlatmış bir şair kim­liğinde görünür Orhan Veli.

Hece ölçüsünü kullanmada beceri kazanmıştır.

Söyleyiş olanaklarını zorlamaktan kaçınmaz.

Dizeyi çıkmaza götürecek dil pürüzlerinden kurtulmayı deniyor gibidir.

Ama kendi şiirinin uğraş alanına ayak basamamıştır henüz. İki üç dize­de bir, yaşıtlarının çoğu gibi, II. Hececiler kuşağının etkisini düşündüren öğelerle çalışmanın yarattığı tehlikeyi göremez. “Mavi bulutlar”, “büyülü gözler”, “mavi bir ay ışığı”, “arzu dolu dudaklar”, “yeni bir fecir” türün­den tamlamaların belirlediği bir şiir ortamında ancak birkaç dize çıkar şa­irin geleceğinden haber veren:

Bağlanıyor bir iple bir sürü Düşünce köyleri birbirine (Odam)

Giderek, Gün Doğuyor (Varlık, 15 Mart 1937) gibi geleneksel kuruluş­tan sıkıldığı sezilen şiirlerde dizelerin alışılmış düzenini değiştirerek koydu­ğu yinelemelerle bütün güzelliği araması da bu evresindedir.

Aynı yıl; “Pazar Akşamlan”, “Deniz, Yokuş”, “Hoy Lu-lu” (Varlık, Temmuz 1937) adlarındaki şiirlerde geleneksel kuruluş disiplininin dışında bir yerlere varmak ister Orhan Veli. Yayımlandıkları yıllar, değişik tepki-

lerle karşılanan bu parçaların belirgin özelliklerini şöyle saptayabiliriz:

1)  Hece ölçüsünden ve uyaklardan uzaklaşmak;

Şimdi kılıksızım, fakat Borçlarımı ödedikten sonra İhtimal bir kat da yeni esvabım olacak (Pazar Akşamları)

Öteki dünyada akşam vakitleri Fabrikamızın paydos saatinde Bizi evlerimize götürecek yol Böyle yokuş değilse eğer Ölüm hiç de fena bir şey değil.

(Yokuş)

Kendi deyişiyle, gerçeküstücüleri okuduğu bu evrede, şiirleri işlediği te­malar bakımından iki yönde gelişir Orhan Veli ’nin. Bir yandan gerçeküstücülerin etkisinde kaldığını düşündürecek kuruluşlara imzasını atarken, bir yandan da “Ali Rıza Ahmed’in Hikayesi” (İnsan, 1 Ekim 1938), “Tahat­tur” (Küllük, 1 Eylül 1940) gibi halkın beğenisine bağlı bir şiirin temelleri­ni oluşturmaya çalışır.

Fransa’da dadaizm akımının etkisiz kalmasından sonraki evrede ortaya çıkan gerçüküstücülüğün ilkin André Breton’un, 1919’larda Aragon, Elu­ard, Soupault’la birlikte kurduğu “Littérature” dergisindeki yazılarda ku­ramı ortaya konmuş, daha sonra (1924’te) Breton, akımın ilk bildirisini ya­yımlamıştır.

Nesnel görüşlerin ötesine varıp daha derin, daha doğru bir gerçek düşü­nüsüne, yani “gerçeküstü”ne ulaşmayı isteyen bu akım, gerçeküstünü bilin­çaltı ile bir tutarak rüya, ruhsal otomatizm, dengesizlik gibi durumların oldu­ğu gibi saptanmasını ister. Usla bilinçaltı arasındaki çelişkinin çözümü için insanın bir birlik aradığını ileri sürer. 1929’da yayımlanan ikinci bildirisin­deyse, burjuvazinin mitleştirdiği belirtilen kimi kavramların köklü ve yıkıcı biçimde eleştirilmesini öngörür.

Marksist düşünürlere göre, kapitalist toplumun buhranının bir ifadesi olan bu akımın felsefi kökleri, sanatı erotizmin ürünü ve işlevinden ibaret gören Freud’un öznel idealist kuramına dayanmakta ve sanatın içeriğini cinsel güdü ile ölüm korkusu ve yaşama içgüdülerine bağlamaktadır. Genellikle sanrıları ve patolojik halleri, umutsuz kötümserlik halleri işlemesi bu nedenledir.

Orhan Veli ’nin de gerçeküstücüleri izlediğini belirttiği evrenin kimi ürün­lerinde bu durumları anımsatan temalara eğilim duyduğunu söyleyebiliriz:

Nedendir biliyor musun Her gece rüyama girişin Her gece şeytana uyuşum Bembeyaz çarşaflar üstünde.

(Eski Karım.)

Kim söylemiş beni Süheyla’ya vurulmuşum diye Kim görmüş ama kim Eleni’yi öptüğümü Yüksekkaldırım’da güpegündüz Melahat’i almışım da sonra Alemdar’a gitmişim, öyle mi Onu sonra anlatırım, fakat Kimin bacağını sıkmışım tramvayda (Dedikodu)

Nedir ki, şiirine asıl gücü kazandıran bu gibi erotizm hevesleri değil, top­lumla birlikte yaşamakta olduğunun bilinci içinde bulunan bireyin iç ve dış etkenlerden soyutlanamayacak duygu halleridir. Kimi “ben”in simgesel bir nitelik kazanarak başka insanların yerini alması yolu ile, kimi dolaysız ola­rak verilen bu duygusallık toplumdan ve toplumsallıktan soyutlanamaz. Abidin Dino’nun belirttiği gibi, kesin bir sınır çizmek mümkün olmasa bile Orhan Veli ’nin şiirlerinde avarelerin, şehir artıklarının yerine sıkıntı içinde bulunan halkın duygularının daha önemli bir yer tutması II. Dünya Savaşı sonrasındadır (Son Yaprak, 1 Şubat 1951).

Vazgeçemediğime (1945) aldığı şiirlerden Giderayak’ta “ben”, “bize” dönüşmüş, okuyacağımız dizelerde görüldüğü gibi şair genellemeden çekin­mez olmuştur:

Handan hamamdan geçtik Gün ışığında hissemize razıydık Saadetinden geçtik Ümidine razıydık Hiçbirini bulamadık.

Belirtmek gerekir ki, II. Dünya Savaşı içinde ve barışı izleyen yıllarda Orhan Veli ’nin yazdığı (ve yazmadığı) dergilerde savaşı, savaşın ülkemizde yarattığı etkileri, büyük kentlerde yaşayan insanların karşılaştığı sıkıntıla­rı, karaborsayı, veremi işleyen şiirler, öyküler yayımlanıyordu. Daha 1937’lerde “Birçok yazılarımın realizmi tek tarafıdır. Bundan dolayı çok defa fazla haykıran bir propaganda edası taşıyorlar. Bu hatamı anladım. Yeni verimlerimde bu hataya bir daha düşmeyeceğim. Cihanı görüş ve an­layış bakımından değil, bu cihanı görüş ve anlayışın sanattaki tezahürleri bakımından telakkilerim bir hayli değişti.” diye yazan Nâzım Hikmet, bi­linen bilinmeyen takma adlarla çıkan şiirleriyle kendisinde ve şiirimizde benzeri görülmeyen becerilerle kazanılmış değişik yapılar ortaya koyarak yeni bir döneme girmişti.

Orhan Veli ’nin de belki doğrudan bir şairin değilse bile bu ortamı belirle­yen şiir havasının etkisi ile seçimini çekinmeden yaparak, yaratma hevesini tabana en yakın kesimdeki halkın yaşamına değgin sorunlarından esirgeme­diği söylenebilir.

Çok partili döneme geçiş yıllarının tarihlerini taşıyan Vazgeçemediğim (1945), Destan Gibi (1946), Yenisi (1947) adlı kitaplarını oluşturan çoğu şiirleri bu kanıyı doğrulayacak öğeler taşır:

Limanda sıra bekleyen gemilerin arasında İnsanlar hayat mücadelesinde Adamlar, kadınlar, çocuklar Ellerinde yemek çıkınları Rejiye giden işçi kızlar (Destan Gibi)

Denizlerimiz var güneş içinde.

Ağaçlarımız var yaprak içinde Sabah akşam gider geliriz Denizlerimiz ağaçlarımız arasında Yokluk içinde.

(Yenisi)

“Altındağ”, “Sucunun Türküsü”, “Sizin İçin”, “Galata Köprüsü”, “Karşı, Pireli Şiir”, “Delikli Şiir” gibi yapıtlarına egemen olan toplumsal duyarlıktır. Kimilerinde ince yergi, taşlama öğelerinin ağır bastığı bu şiir­lerde geleneksel halk şiirimizin olanaklarından yararlanıldığı görülür:

Bu ne acayip bilmece Ne gündüz biter, ne gece Kime söyleriz derdimizi Ne hekim anlar, ne hoca.

Kimi işinde gücünde Kiminin donu yok kıçında Ağız var, burun var, kulak var Ama hepsi başka biçimde.

(Pireli Şiir)

Kimilerindeyse çelişkileri saptama becerisinden yararlanarak birkaç di­zeyle toplumsal sorunları ortaya koyar:

Neler yapmadık şu vatan için Kimimiz öldük Kimimiz nutuk söyledik.

(Vatan İçin)

Nedir ki bu yönelişlerde toplumculuk değil, Selahattin Hilav’ın da be­lirttiği gibi, olsa olsa, duygusal bir halkçılık eğilimi söz konusudur. Top­lumsallıkla toplumculuğun kavuşma çizgisine ulaşmaktan çekinir gibidir Orhan Veli. Belki bu nedenle çoğun ince yergiye başvurur. Bozuk düzenin dıştan eleştirisini yapar. İncedir, zekidir, buluşlarıyla özgün ve sokulgandır, ama insanı bulunduğu aşamadan daha ileriye götürebilecek coşkuların şa­iri değildir. Ancak doğa, özellikle de deniz düşünüsü ile heves, canlılık, hız, umut ve güç kazanır Orhan Veli. Evrene karışma duygusu özgürlükle bü­tünleştiği zaman duygularım başıboş bırakır. Şimdi okuyacağımız dizeler­deki havaya girdiği zaman kendini sınırların, koşulların, sorumlulukların dışında duyarak bahtiyar olur:

Heey,

Ne duruyorsun be, at kendini denize Geride bekleyenin varmış, aldırma Görmüyor musun her yanda hürriyet Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol!

Git gidebildiğin yere.

Orhan Veli Şiir Kitapları

Ölümünden sonra bu kitaplarına almadığı şiirleriyle bu kitaptaki şiirleri bir­leştirilerek basıldı: Orhan Veli, Bütün Şiirleri (1951).

Kaynak: Çağdaş Türk Edebiyatı 3, Cumhuriyet Dönemi 1, Şükran YURDAKUL, 1994, Evrensel Basım Yayın.

Orhan Veli Kanık

Cumhûriyet devri şâirlerinden. 1914’te İstanbul’da doğdu. Galatasaray’da başladığı ilk öğrenimini Ankara Gâzi İlkokulunda; Ortaöğrenimini ise Gâzi Lisesinde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne yazıldı, fakat bir kaç yıl sonra bitirmeden ayrıldı. Ankara’ya giderek P.T.T. Umum Müdürlüğünde çalıştı. Askerliğini Gelibolu’da yaptıktan sonra, Millî Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosuna memur oldu. Bakanlığın klâsikler serisine tek başına veya başkalarıyla yaptığı çevirileri (tercümeleri) bu yıllarda yayınlandı. Tercüme Bürosundan ayrılınca Yaprak Dergisini çıkardı. 1949’dan 1950’ye kadar 28 sayı çıktı. 1950’de İstanbul’da Cerrahpaşa Hastânesinde öldü, Rumeli Mezarlığına gömüldü. Son Yaprak adlı özel bir sayı, ölümü üzerine arkadaşları tarafından çıkarıldı.

Kişiliğini belli eden ilk şiirlerini, 1936’da Varlık Dergisinde yayınlamaya başladı. Çok kısa zamanda büyük bir ilgi gördü. Sağlığında kendisinden en çok bahsettiren şâir oldu. Şiirde bir takım kalıp ve klişelerden, şâirânelikten, benzetmelerden ayrılarak, kısa, basit şiirler yazdı; sâde bir halk dili kullandı. Gündelik sözlerle, zaman zaman yergi ve espriden faydalanarak, günlük hayâtın acılarını dile getirdi.

Orhan Veli, şiirde vezin ve kâfiyenin gereksiz olduğu görüşündedir. Ona göre şekil, şiirin kalıbı değil asıl kendisidir. Şiirde mısra ve parça güzelliği değil bütünlük gözetir. Şiirde anlam, düz ve dolaysız olmalıdır. Mecazlı anlamlara değer vermez.

Orhan Veli, şiirler ve nesirler yazmış, çeviriler de yapmıştır. Bu hususta daha çok sanat konularında makale ve denemeleriyle tanınır. Bunlar, ölümünden sonra Nesir Yazıları adlı bir kitapta toplanmıştır. Fransızca’dan çevirdiği on eserin en güzelleri manzum olanlardır: La Fontaine’in Masalları, Fransız Şiiri Antolojisi vb.

Orhan Veli ’nin şöhreti şâirliğindedir. Şiirlerini, Garip (1941), Vazgeçemediğim (1945), Destan Gibi (1946), Yenisi (1947), Karşı (1949) adlı küçük kitaplarda toplamıştır. Bu şiirlerin hepsi ölümünden sonra Bütün Şiirler (1951) adıyla yayınlanmıştır. Ayrıca güzel bir halk diliyle nazma çektiği Nasreddin Hoca Hikâyeleri vardır.

İstanbul Türküsü (şiirinden)

İstanbul’da Boğaziçinde bir fakir Orhan Veli ’yim;

Veli’nin oğluyum,

Tarifsiz kederler içinde,

Urumeli Hisarına oturmuşum;

Oturmuşta bir türkü tutturmuşum:

“İstanbul’un mermer taşları;

Başıma da konuyor, konuyor aman martı kuşları;

Gözlerimden boşanır hicran yaşları;

Edâlım

Senin yüzünden bu hâlim.”

Horoz ile İnci

(La Fontaine’den çevrilmiş şiiri)

Horozun biri bir gün inci bulur;

Alıp onu kuyumcuya doğrulur.

Kuyumcu ne istediğini sorar.

O da der ki: “Bu galiba mücevher;

Al da bunu bana biraz darı ver;

O benim daha çok işime yarar.”

Bir câhile bir kitap mirâs kalır;

Câhil de hemen kitabı alır,

Yol üstündeki kitapçıya uğrar,

Der ki: “Bu kitabı vereyim sana,

Yerine sen üç beş kuruş ver bana;

O benim daha çok işime yarar.”

Cırcır böceği çaldı saz

Bütün yaz,

Derken kış da geldi, çattı,

Seninkinde şafak attı.

Baktı ki yok hiç yiyecek

Ne bir sinek, ne bir böcek,

Kalktı, karıncaya gitti;

Yandı yakıldı âh etti.

Üç beş buğdaydan ne çıkar,

Gelecek mevsime kadar,

Bir kaç tâne borç istedi.

“İnayet buyurun” dedi.

“Yemin billah ederim,

Eylüle kalmaz öderim.”

İşin kötüsü, karınca

Borca hiç alışmamıştı,

Bu ricaya çıkıştı;

“Ne yaptınız yaz boyunca?”

“Ne mi yaptım? Saz çaldım, saz!”

“Ya öyle mi? Demek ki siz

Yazı sazla geçirdiniz;

Şimdi de oynayın biraz.”

La Martine’den de çeviriler yapmıştır. Şu manzume “Göl” şiirinden bir parçadır:

Ebedî gecesinde bu dönüşsüz seferin

Hep başka sâhillere doğru sürüklenen biz.

Zaman adlı denizde bir an, bir lahza için

Demirleyemez miyiz?

Kaynak: Rehber Ansiklopedisi, 15. cilt

İlgili Makaleler