Sosyoloji

Orhan Naci Ak – Rize Halk Şiiri Derlemeleri

Rize Halk Şiiri Derlemeleri (özet)

Rize’de
Halk Edebiyatı

Halk edebiyatı halk kültürünün önemli bir
bölümünü teşkil eder. Halkın ürettiği maniler, destanlar, masallar, deyişler,
atasözleri, tekerleme ve bilmeceler umumiyetle anonim eserlerdir.

Türküler

Rize’de türküler, dört mısradan ve her mısra
yedi heceden oluşur. Türkülerimizin ikinci ve dördüncü mısralarında kafiye
mevcuttur. (s. 7)

Atma
Türkü

Rize’de türküler, dört mısradan ve her mısra
yedi heceden oluşur. Türkülerimizin ikinci ve dördüncü mısralarında kafiye
mevcuttur.

Birinci şekilde her yarım türkü birbiri ile kafiyelidir.

İkinci şekildeki atma türküler “tam türkü” şeklinde olup, bu türküler
arasında kafiye aranmaz. Türkülerin sadece ikinci ve dördüncü mısraları kendi
aralarında kafiyelidir. (s. 8)

Atma türküler düğünlerde, özel günlerde
irticalen söylendiği gibi, mektup şeklinde tek taraflı veya karşılıklı da
söylenir.

Karşı-beri
Atma Türküler

Karşı-beri atma türkülerde iki tarafın
bulunması karşılıklı olmanın icabıdır. Burada karşılaşan iki şair, gerek
birbirlerini cevaplayarak ve gerekse bir konuyu işleyerek karşılıklı atışırlar.
Buna karşılama yapmak da denir.

 
İ.Kazdal: Yaşlısun dayanmasun dayı sen bu yarışa

  O.
Efendioğlu: Desena ki senünle belayı alduk başa

  İ.
Kazdal: Bu gün bakmayacağum gözünden akan yaşa

  O.
Efendioğlu: Sen gibi şairleri çok getirmişim tuşa

  İ.
Kazdal: En çetinine çattın gayretin gider boşa

  O.
Efendioğlu: O kadar hızlı gitma ayağun çatar taşa

  İ.
Kazdal: Yetişemezsin beni sen habu dik yokuşa

  O.
Efendioğlu: Çevireceğim seni kanadı kırık kuşa

  İ.
Kazdal: Senun saçların beyaz benzeyisun berduşa

  O.
Efendioğlu: Gördün beyaz hedefi geçtun hemen atışa

  İ.
Kazdal: Ne der belli olur mu laf mı yoktur ayyaşa

  O.
Efendioğlu: İftira etma bana içki kullanmam haşa

  İ.
Kazdal: Türkü öyle geturdi ne luzum var telaşa

  O.
Efendioğlu: Hiç susti mi o dilun tuttun beni traşa

  İ.
Kazdal: Dayı sen mecbur ettun soktun beni savaşa

  O.
Efendioğlu: Satsam kimseler almaz türkini beş kuruşa

  İ.
Kazdal: Hangimiz değerlidur bir çıkalum satışa

  O.
Efendioğlu: Benum müşterim vardır sen başla arayışa

  İ.
Kazdal: İyisi mi bu işi bağlıyalum barışa

  O.
Efendioğlu: Çok teşekkür ederim sendeki anlayışa (s. 10-11)

Destanlar

Destanlar belli bir konuyu ele alarak
yazılır. Okuma-yazma bilmeyenler ya hafızalarına yazarlar veya birilerine
yazdırırlar. Bu eserdeki örneklerde de görülebileceği gibi, destanlar sekiz,
onbir ve ondört heceli olabiliyor. Onbir heceli destanlar en yaygın
olanlarıdır. (s. 12)

Anonim Türküler

Rize’de her ne kadar mani denmeyip türkü
deniyorsa da bu dörtlükler yöremizde binlerce olup bunların belli bir kısmı
şüphesiz ki Rize kökenlidir.

Türkü

Türkülerimiz belli bir makamla söylenirler.
Bunlara türkü havaları diyoruz. Çok çeşitli olan türkü havalarının bir kısmı
anonimdir.

Türkü havalarının en önemli özelliği bunların
bir havanın tek mısrada, iki mısrada veya dört mısrada tamamlanmasıdır.

Bir türkü havası ile binlerce türkü söylemek
mümkündür. (s. 13)

Kesme
Türkü

7 heceden oluşan ve tek mısrada tamamlanan
türkü havasına genellikle Hemşin yöresinde gördüğümüz “kesme türkü” havasını
örnek gösterebiliriz.

“Kesme türkü” tabiri türkünün söyleniş
biçiminden kaynaklanmaktadır. Kesme türkü havasında türkü tek kişi tarafından
söylenmez; karşılıklı iki grupça söylenir.

Birinci grup bir mısralık makamla bir türkü
söyleyince, ikinci grup birinci grubun söylediğini aynı makamda aynen tekrar
eder. Bu hava aynı zamanda horon havasıdır ve iki grup da horon oynamaktadır.
Türkü böylece birinci grubun yönetiminde devam ederken, ikinci taraf tekrar
etmeyi durdurur ve insiyatifi ele alır. Bu sefer ikinci taraf söyler, birinci
taraf tekrar eder.

Rize
Yöresi Halk Edebiyatı Üzerindeki Araştırmalar

Dr. Ahmet Caferoğlu – “Kuzeydoğu İllerimiz
Ağızlarından Toplamalar”

Süleyman Kazmaz – “Rize Halk Şairleri”, “Rize
Halk Şairleri ve Halk Kültürü” (s. 14)

Necmi Akgül – Rize Maniler

Turgut Günay – Rize İli Ağızları

1987-1988 kışında Halk Şairi Osman Efendioğlu
ile birlikte ilçe ilçe dolaşarak atma türkü şairlerine ulaşmaya çalıştık.

Derleme
çalışmaları yaparken bir türküye birkaç ilçede rastladık. İkizdere’de bize
rivayet edilen bir türkü Güneysulu Kamburoğlu’na atfedilirken aynı türkü Çayeli
Kaptanpaşa’da rivayet edilirken Salaha’dan Tevfik Tüylüoğlu’na malediliyor.

Bu nedenle halk arasında çok yaygın olan bazı
türkülerin şairleri konusunda kesin bir şey söylemek mümkün görülmüyor. (s. 15)

Karşı-Beri
Atma Türküler

Gelin kaynatasına “Oğlunu bul yoksa giderum”
der ve karşılıklı atışırlar:

 
Kaynata: Çok hevesli Kapse’den seni gelin almışım

  Gelin:
Teşkim almasan beni ben küle mi kalmışım

 
Kaynata: Herkes gülecek beni bakın ne hale düştüm

 
Gelin: Daha saymayrum seni herşeyi ölçtüm biçtüm

 
Kaynata: Gelin bu konuşmaklan güldiriyin herkesi

 
Gelin: Askere gitmiş olsa gelmiş idi künyesi

 
Kaynata: Daha böyle konuşma düşü bayılacağum

 
Gelin: Altı seneyi geçti boş duruyi kucağum

 
Kaynata: Haçan eve gideruk bunu sana sorcağum

 
Gelin: Baba senin evine daha durmayacağum

 
Kaynata: Ya öyle dema kızum yıkılacak ocağum

  Gelin:
Çok merak ettum oni şimdi ağlayacağum

 
Kaynata: Bir şey deyun ey millet bu gelinum çildurdi

  Gelin:
Hiç duyulduği var mı karı kocasız durdi

 
Kaynata: Ya çık horondan haydi beni çıldırtacaksun

  Gelin:
Daha kocasız durmam oğlunu bulacaksun

 
Kaynata: Nere bulayim oni bilmeyim adresini

  Gelin:
Çıkartıyısun baba sen adamın hırsıni

 
Kaynata: Habu yaşumdan sonra hafiye olacağum

  Gelin:
Daha kocasuz durmam bir çare bulacağum

Rivayet eden: İsmail Tozkoparan. İkizdere
Ayvalık (Kapse) Köyü. 1934 Doğumlu. (s. 16)

Yaşlı bir kadınla hamile bir kadının bir
horon esnasında atışmaları. Bu atışmayı rivayet eden İsmail Tozkoparan, bu
olayın çok eskilere dayandığını söylemektedir.

 

Yaşlı Kadın: O gelin horon etma uşak kesilur
sağa

Gelin: Kesilursa kesilsun koruk oğa bir daha

Yaşlı Kadın: O komşular ya bakun kalacağuk
günağa

Gelin: Kocamdan izin aldum kimse karışmaz
bağa

Yaşlı Kadın: Zordan anlamayısun parktum seni
Allah’a

Gelin: Sen herkesin işine burnunu sokma daha

Yaşlı Kadın: Her hal niyetun yoktur senun
karı olmağa

Gelin: Darıldun diye şimdi başlarum ağlamağa
(s. 20)

İkizdere. Bir oğlan anası ile bir kız
değirmende karşılaşır. Oğlan anası, kızı türkü ile oğluna ister. Kız türkü ile
ona cevap verir.

 

Oğlan Anası:   

Nöbetumi aldunuz

Bilmem ne edeceğum

O kız hoşuma gittun

Seni gelin edceğum

 

Kız:

Şüphelenmiştum senden

Hep baktun zaman zaman

Güman etma sen bağa

Uşağuni alamam

 

Oğlan Anası:

Ne güzel sırma taktum

Belume kuşağuma

Haçan öyle söylersun

Ne vardur uşağuma

 

Kız:

Neden rasladum sağa

Oldun başuma bela

Burda durmayacağum

Gitçeğum İstanbul’a

Oğlan Anası:

Niçun bağa yok dersun

Birini mi seversun

Onun kolayı vardur

Uşağumla gidersun

 

Kız:

Kaynana istemeyrum

Ne etsam soracağum

Senun uşağun cahil

Okumuş alacağum

Oğlan Anası:

Buraları hep köylük

Senun gözün havaya

Gidersun İstanbul’a

Oturcasun saraya

 

Kız:

Her sabah erken kalkup

Saçumi tarayirum

Sarayda gözüm yoktur

Ben huzur arayirum

 

Oğlan Anası:

İsteğuni Allah’tan

Gönlüne göre versun

Ya ol benum gelinum

Nasıl rahat edersun

Kız:

Okumuş olsun yeter

Hiçbir şey sormiycağum

Hiç nafile yalvarma

Gelinun olmaycağum[1]
(s. 22-23)

Salim Yıldırım Çataldereli bir şair. 1895
doğumlu, 90 yaşlarında ölmüş. 1956 yılında ölen Zekiye ile yolda karşılaşır.
Zekiye’nin sırtında odun yükü var.

 

Salim:

Bir şey isterdum senden

Yüzüm tutmaz demağa

 

Zekiye:

Ben alışık değilim

Rast gelene vermağa

 

Salim:

Kendun yalvaracaksun

Bir geçelum yırmağa (s. 30)

Hesed
Dayı

Heset Dayı daha çok nüktedanlığı ile tanınan
bir şairdir. 19. yüzyıl sonunda doğduğu tahmin edilmektedir. Rize’nin sütlüce
köyündendir.

Gençliğinde Adacami Köyünde yapılan horonlu
bir düğünün kına gecesine gider. Heset Dayı horandadır. Dul bir kadın da kapıda
seyirci olarak ayakta durmaktadır.

 

Heset Dayı:

Baksana dul kariya

Kapilara kol atti

 

Kadın:

Kim çikardi karşuma

Simsiyah zulumati (kara adamı)

 

Heset Dayı:

Karaluğuma bakma

Soyum boyledur zati (s. 34)

İslam Köroğlu, Rize’nin Küçürçayır Köyünden
1873 doğumludur. 1970’erde sağdı. 1910 doğumlu olan oğlu Hamza da babası gibi
şair. İslam Köroğlu’nun gelini de şair. Evde ekseriya kafiyeli konuşurlar.
İstekleri, şakaları, nasihatleri ekseriya kafiyeli ve türkü tarzında olurdu.
İslam Köroğlu’nun oğlu Hamza ile atışması çok meşhur olmuştur. Adeta bütün
Rizelinin dilindedir. Hatta bu atışmanın pek çok şaire nispet edildiği de
vakidir.

Baba: Dayma gidu rastladuk

Gelinun tembeline

             

Oğul: Gene bir zoru vardır

Babam verdi diline

 

Baba: Kalkıp ateş yakmazlar

Gelin bakar geline

 

Oğul: Ateş yakan almaduk

Biz baktuk güzeline

Baba: Böyle ettuk da siçtuk

Bu evun temeline[2] (s.
35-36)

Nazım Topçu 1910 doğumlu. Rize’nin Taşköprü
Köyünden. İlerlemiş yaşına rağmen aynı köyden Osman Efendioğlu ile atışır:

Osman Efendioğlu: Bizim Nazım Dayiyi gene aldi
efkâri

Nazım Dayı: Nazım yetmişten sonra cezu arayi
kari

Osman Efendioğlu: Yoksa sattun mi oni ne
ettun eski yari

Nazım Dayı: Yedi çocuk anası o oldi kacakari

Osman Efendioğlu: Halam da senun içun gerdi
diyor nallari

Nazım Dayı: Alışmiştur anlatur, o oyle
masallari

Osman Efendioğlu: Yaşlandun almaz seni bizum
köyün dullari

Nazım Dayı: Bana kiz lazimdur kiz, ne edeceğum
onlari

Osman Efendioğlu: Madem kiz alacaksun bir de
adam al bari (s. 36)

Emin
Akgün İle Oflu

Olay 1948 yılında geçer. Oflular Kalkandere’den
bir kız alır. Kızı almaya gelen düğün alayındaki kadınlar gelinin odasına alınmazlar.
Bir dayı odayı kilitler. Ev içinde horon devam etmektedir. Oflu şair yoldan
gelmiş ve çarığı yırtılmıştır. Horona girer, Kalkandereli şair Emin Akgül’le
atışır:

  

Oflu Şair:

Kapının arkasına edersin gıdı gıdı

Dayı gözüne girsin o kapının kilidi

Neredur düğün saybı bize o kefil idi

Almazduk kızunuzi biz bilsak böyle idi

Emin Akgül:

Tabancamun sesleri kıyak öteyi kıyak

Geldi girdi horona ayağı yalınayak

Misafir olmazsanuz kaybana size dayak

Kızumuz haburadan gidecek ağlayarak

 

Oflu Şair:

Gökte yıldız sayılmaz çığ yumurta soyulmaz

Rize’nin kızlarınun cilvesinden doyulmaz

Geduk kalduk kapıya böyle hısımluk olmaz

Dağa büyümüşsünüz size kusur tutulmaz

 

Emin Akgül:

Sağdın beyaz koyunu üste çıktı köpüğü

Gelirken nere çattı çarığının topuğu

Öyle çarık bulursun ara bizum çöplüğü

Türkü demek bilmezsin ancak yersin otluğu (s.
43-44)

Vaziye
Nine ile Osman Efendioğlu

1907 doğumlu olan Vaziye, Güzelköylü, Şair
bir sülale olan Tüylüoğullarından. Derebaşı köyüne gelin gitmiş, dul kalıp
burada çocuklarını büyütmüş olan bir şair. 1987 yılında Rizeliler Otobus
İşletmeleri Yazıhanesinde Osman Efendioğlu ile karşılaşınca, Osman Efendioğlu
şairliğini denemek istemiş; Vaziye Nine ilerlemiş yaşına rağmen şairliğinden
bir şey yitirmediğini ispat edercesine Osman Efendioğlu’na anlamlı cevaplar
vermiştir:

 

Osman: Köpekler yemez seni belin oldi kukari

Vaziye: Sen edemezsin benlan benim eski
dulkari

Osman: Kocan öldüğü zaman bir koca alsan bari

Vaziye: Birakup gidemezdum büyüttüm çocuklari

Osman: Bir defa gördüm seni eteklerun yukari

Vaziye: Seksen yaşini aştum zati kaldurdum ari

Osman: Gören kiz beller seni giydun pembe
şalvari

Vaziye: Şalvaruma dokunma yersun benden şamari

Gelin
ile Yaşlı Koca

Eskiden kadın ve erkeğin birbirini görmeden
evlendiği de olurdu. Zamanın birinde kızın birini, yaşlı bir adama verdiler.
Kızın bundan haberi yoktur. Gerdek gecesi odasına giren yaşlı adama seslenir:

Kız:

Dede nasi dedesun

Vaktun gelmez gidesun

İki yatsıdan sonra

Oğlunu gönderesun

 

Erkek:

Dede dede adanı

Dede alsun kadanı

Çıkar keten gömleği

Gir dedenin koynina

Kınalı elleruni

Sar dedenun boynina

 

 
Kız:   

Yedi dağı aştuğum

Beş kardeşten geçtuğum

Sen misun benum kocam

Sakalina siçtuğum[3]
(s. 59)

Mektupla
Karşılıklı Atışma

Rize’nin İslampaşa mahallesinde, o zamanki
adıyla Humrik’te (Humruk da denir) “Kimini” lakabıyla anılan kısa boylu,
kırmızı yüzlü bir Anzerli vardı. Şairlikte, koşmada o zamanlar üstüne şair yok
gibi idi.

Kimini’nin bir eşeği vardı. Oğlu Mehmet,
eşeği ile beraber Of’a gider, aldığı öte-berileri Rize’nin pazarında satardı.
Kimini yazı yaylada geçirir eşeğini Rize’de bırakırdı. Başıboş kalan eşek
mahallede onun bunun bahçesinden karnını doyurur, akşam olunca ahırına dönerdi.
Bir gün Ekşoğlu Şahbender, bahçesine giren eşeğe o kadar vurur ki eşek anıra anıra
yakınlardaki Anzerli Salih’in kapısına ancak gidip orada geberir. Eşek Salih’in
kapısında uzun zaman kalır, kokmaya başlar.
Mahallelinin
dilinde Kimini’nin eşeği destanlara, koşmalara konu olur.

Hacioğlu Ali Reis, atma türküleri ile meşhur,
şair “Şuşuka”ya[4]
gider. Kiminin’nin eşeğine bir destan yazmasını ister.

Şuşuka söyler, Ali Reis yazar:

     

     
Ben okuya okuya bulamadum Yasini

     
Bi dedum ki dökeyim yüreğumun pasini

     
Ekşoğlu Dayi bilur işinun sirasini

     
Kodi oğa bi doğdi ağlattı anasini[5]

     
Sabaha dek bağirtti ağirtti kafasini

 

     
Kış gelur eşeğini herkes bağlar paliya[6]

     
Eşek yedi köteği kaçti gitti yaliya

     
Dertlerini ağladi hep Anzerli Sali’ya

 

     
Mehmet sabahtan aldi göninlan mallarini[7]

     
Kimse sormadi oğa eşeğun hallarini

     
Haram ettiler oğa Of’un topraklarini

Ali Reis, Şuşuka’nın yazdığı destanı
Kimini’ye götürür. Bu defa Kimini türküye türküyle cevap verir, o söyler Ali
Reis yazar:

Ben dedum o Şuşuğa türkiyi tövbe itti

Eşeğum geberdiysa Şuşuka’ya ne itti

Benum eşeğun eti Hadoz Humriğ’e yetti

Ya sorun Şuşuka’ya kaçanını ne itti.[8]

Bu atışma birkaç mektupla daha devam eder.
(s. 68-72)

Atma
Türküler

Bir konu üzerine yoğunlaşan şair, irticalen
ve tek taraflı olarak türküler söyler, bu stilde türkü söylemeye “atma türkü”
denir. Aşağıda bunlardan örnekler görülecektir. Bu örneklerin bir kısmı da
mektup şeklinde yazılmıştır.

Oğuldan Babaya

Delikanlı okumak için İstanbul’a gitmiştir.
Evlidir ve iki de çocuğu vardır. Babasına yazdığı mektupların cevabını alama-
maktadır. İki ayda bir aldığı mektuplar ona yetmez. Derdini türkü ile dile
getirir:

Bir mektup yazmak için iki ay az oliyi

İki ayda bir mektup ona da naz oliyi

Her ay iki yüz lira ne çok ne az oliyi

Borcum vardır diyorum her halde saz oliyi

Adam torun görünce evlat takmaz oliyi

Evlat likapa ise torun kiraz oliyi

Torununun yanında kışı da yaz oliyi

Her gün yoli kollamak adam maraz oliyi

Geleceğum oriya bura ayaz oliyi[9]
(s. 81)

Destanlar

Sandıkçı
Şükrü Destanı

Sandıkçı Şükrü zamanının şöhretli bir eşkıyası
idi. Hakkında pek çok destan yazılmıştı. “Rize Halk Şairleri” eseriyle
tanıdığımız Süleyman Kazmaz, Sandıkçı Şükrü hakkında yazılmış birkaç destanı
eserine almış ve bu arada Çayelili şair Salih Kâhya’nın destanını da yer
vermişti.

Biz buraya, Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu’nun
“Kuzeydoğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar” adlı eserinde yer alan ve Balsu
Mahallesinden Nazım Yılmaz’dan naklen aldığı bir destanı sunuyoruz.

Destanların içeriğinden anlaşılacağı üzere,
Sandıkçı Şükrü, Perili ailesiyle arasında vuku bulan bir ihtilaf üzerine, (bir
tapu meselesi) 1886 tarihinde bir adam öldürür ve hapse girer. Hapisten firar
edip dağa çıkan Sandıkçı Şükrü, ölümüne kadar pek çok eşkıyalık olayı ile
birlikte anılır. Evini yapmak için tuğla gasp etmek, bir mısır tüccarının
mısırlarını zorla alıp fakir fukaraya dağıtmak vs.

Sene bin üçyüz yirimi tamam

  Rize
şehrinde okundu ferman

 
Dünyada kimseye kalmadı inan

  Bu
fani dünyaya itibar olmaz

 

         
Üçyüz iki tarih nefsume uydum

         
Deloldum şeytana, bir cana kıydum

         
Defterume katil ismini koydum

         
Devir dünya daim kimseye kalmaz

 

 
Kardaşum Aslan gönlümün yarı

  Ondan
sonra bağa dünyadur zarı

 
Ayruldum Aslan’dan attum dünyayı

 
Gidince kardaşum oldi fedayı

 
Yürekten yananın dumanı olmaz

Mahfume sebebdur
Perilizade

         
Yapmadı tapuyu düştü inade

         
Görende paşayı uğrar feryade

         
Korkusundan çünkü dermanı olmaz (s. 109)

 

  Bir
konak yapardum bir yüksek yere

  Yarım
saat mesafe çeker Fener’e

 
Kapısında bir kuyu benzer kevsere

 
Dünyada suyunun akranı olmaz

 

         
Hükmünde geturdum tuğlayı taşı

         
Seyrine koyuldu çavuş onbaşı

         
Toplama danenin harmanı olmaz

 

 
Mutasarrıf paşa gazaba geldi

  Yaktı
kayığımı ciğerim deldi.

  Ol
saat bilun Sandıkçı geldi

 
Görünce ateşi aklum oynadı

 
Ciğerum tutuşti aklum oynadı

 

         
Kale yokuşinde sipere yattum

         
Hükümete şehre çok tüfek attum

         
Tatlı yemeğume zehiri kattum

         
Zulumsuz eşkıya tövbekâr olmaz

 

 
Ramazan yirimi, geldi emirler

  Asker
zaptiyeler doldi gemiler

 
Trabzon valisi kellemi diler

  Artık
bu derdumun dermanı olmaz

 

         
Ayrıldum Aslan’dan karakış ayı

         
Hava eser yağar toker borayı

         
Kulağuz peşume izim arayı

         
Artuk bu derdumun dermanı olmaz

  Uruspa’ya
vardum sabah üzeri[10]

 
Dumandur gözlerum görmez her yeri

  Bir
koca neneye misafir oldum

 
Hamdolsun mevlama şenluğu buldi.

 

         
Nene yakti ateşi etti rağbeti

         
Kızdurdum gövdemi ettum raheti

         
Zan ettum yeniden dünyaya geldum (s. 110)

 

 
Tevekkel eyledum çıktum meydana

 
Baktum ki Vareci durur meydana

  Ne
bileyim puştur deyil merdane

 
Cihanda puşt olan beyhudar olmaz

 

         
Hiç tüfek atmadan yürüdüm erken

         
Hasmumun fursati elumde iken

          Ne yapsun yiğitluk puşluk variken

         
Şimden sonra dosta itibar olmaz

 

  On
adım gitmeden yolumdan kaldum

 
Attuği kurşuni solumdan vurdi

 
Dönerken martinum kolumdan düşti

  Puşt
elinden gittum ona yanarum

 

         
Bir zaman salumi bağlayan olmaz

         
Çerkeç Reşit Ağa bağlar salumi

         
İşaret günüdür yandi tüfekler

         
Çok yerlere pişti tatlı yemekler

 

  Bir
alaylan gelduk şehere

 
Hükümetin dibi döndi mahşere

 
Yiğneyi bıraksan düşmezdi yere

 
Zulumsuz eşkıya tövbekâr olmaz

Üç gün sakladiler tenum
çürünce

         
Ağaca bağladılar resmum alince

         
Bu kadar adalet bize olince

         
Zulumsuz eşkıya tövbekâr olmaz

 

 
Ağlama validem ettuğum çoktur

 
Yiğitluk naminda eksuğum yoktur

 
Senden kayır beni acıyan yoktur

  Yaktuğum
canların hesabı yoktur[11]

(s. 111)

Melik
Hoca’ya Şiir

Melik Hoca, Çayeli İlçemizin Arsevos (Âşıklar
Köyü) Medresesinde müderrislik yapmaktadır. Derslerinde tembel olduğu konusunda
hakkında dedikodular yapılan Melik Hoca bu sırada köyünde yapılmasına başladığı
yeni evinin temelinin kazılmasında talebelerini çalıştırmaktadır.

Melik Hoca’ya aşağıdaki şiiri yazan Salih
Kâhya, Çayeli İlçemizin Çilingir köyünden olup Cumhuriyetten önceki yıllarda
yaşamış olan bir halk şairidir. Karşı-beri atma türküler de söylemiştir.

Rivayete göre talebeler, Melik Hoca’nın
evinde çalışırken Salih Kâhya aşağıdaki şiiri yazarak Melik Hoca’ya gönderir.
Melik hoca şiiri okuyunca talebelerini salıverir.

 

Melik
Hoca’ya
 

Efendim halk oldun bir katre abden

Nice gururiyet eder bağrunuz

Nedir bu hareket nedir bu hengâm

Sultan Suleyman’ı geçti devrunuz

 

Bu kadar fazilet bir katre abde

Gururluk gördün mü hiçbir kitapte

Bunca enbiyalar yatar turabden[12]

Belki toprak değil sizin kabrunuz

Felek kesti rahatuni uykuni

Alem yeniledi eski kürküni

Tamire başladun bütün mülküni

Hiç kalmadı fakirliğe sabrunuz

 

Namunuz yükseldi arşile kürse

Bir talebeniz yok meraklı derse

Eğer bir imtihan zuhur ederse

Ol zaman bilinir sizin kadrunuz

 

Efendim inanma geçer bu çağlar

Mahv ü idam olur şu karlı dağlar[13]

Cümle talebeler başuni ağlar

Bir gün hatellere düşer sadrunuz[14]

 

O ki ecel gelir vade yanaşır

Talebeler iskatuna meleşur[15]

Çıkarurlar taht üstüne teneşür

Elun lokmasına bakar sebinuz[16]

 

Kudret tarafından ket olur nusret[17]

Alem kaldı dar-ı dünyadan hasret

O ki Ezraile verilur fırsat

Boş taraftan peyda olur ağrinuz (s. 113)

 

         
Bülbül kuşu bir gün uçar kafesten

       
  Ecel uyandırır kulu nuasten[18]

         
Zerre kadar olmaz zükürü nasten[19]

         
Hemen hitam bulur aziz ömrünüz

Can çıkınca elbiseni soyarlar

Ölümünü dost düşmanın duyarlar

Lif maa sabunla seni yuyarlar

Musallada dümdüz olur eğrinuz

 

Bazılar gaflete kalur uyanmaz

Zalim nefis ölüm nedir inanmaz

Kimsenin çırası sabaha yanmaz

Gün olur soyunur sürer şemunuz[20]

 

Vücut hasta olur gider nezaket

Ruhun talip olur ister ifaket[21]

Kolun kanadundan kesilur taket

Bir gün firaş[22]
üzre akar bevlunuz[23]

 

Enbiya evliya bu vakte kadar

Gelip geçmektedir evlad ü peder

Nefs-i emmareye gelmesun keder

Bir muamma yazdı Salih abdunuz (s. 114)

Çat
Destanı

Yukarıda ismi geçen Salih Kahya, Çat yolunu
takiben yaylaya çıkmaktadır. Çat köyüne geldiğinde Kara Reşit’in mısır
tarlasına insan suretinde bir korkuluk astığını görür. Salih Kâhya’nın bu
korkuluğa ait destanı aşağıya alınmıştır.

 

Çayeli Halk Eğitim Müdürlüğünün tespitlerine
göre Salih Kâhya “sale” lakabıyla anılmaktadır. 1843-1909 yılları arasında
yaşamıştır.

Çat’ta bir pîr gördüm aleme ibret

Ömründe yememiş bir nan u nimet[24]

Biraz bahsedeyim eyleyim himmet

Şu Kara Reşit’in ihtiyarından

 

Taşın üzerinde oynuyor dama

Şalvarında vardır kırk elli yama

Bir elinde martın birinde kama

Bekliyor tarlanın bir kenarında

 

Sedası yok, alem anı işide

Tırnağı yok arkasını kaşide

Kaffe-i malını vermiş Reşid’e

Kendisi el çekmiş cümle varından

Şu Kara Reşid’in şöhreti şanı

Adam yapar ama veremez canı

Yol üstüne kurmuş bir kahve hanı

Çaynıklar kaynıyor semaverinde (s. 115)

Kapandı
Gitti Çağı

Şerevaz, pepeçura, kastaniça kabağı

Sacayak, pelki, hosti, kapandı gitti çağı

Kunci, minci, korkoti, koloti unutuldi

Malahtara, likmen’e hasret kaldı gazyağı

 

Bulme, mabeyin, darnı, kot, teyter ve hopeçi

Gerdel, lahmi, pulama, küpün ağzına peçi

Çalı, çupi, kutuni, davli ve kunduridan

Şimdi bahsettuğumde güleyi bizum paçi

 

Lağus, şokali, lobya, pafuli, perçem, andi

Mutuşi, sehter, çiten, altındakiler yandi

Zimilaçı dikeni, kardaşı handospara

Benum gibi fukara sığran yedi uyandı

 

Eskemi, seke, konsol, evun tömöle taşı

Çiçili, kolistavra, langonanın kardaşı

Furnesi tumulisi, çumuşi, çilbur yerken

Paluzenun yanında dururdi etmağaşı

 

Murmurisle nanuris uyuturdi bizleri

Pumburi, şepidinin hala bende izleri

Çillipuli ve puli, karatağuk çişona

Alemidiylen döndi makoçinin gözleri

 

Bilurler mi acaba modyoli, çamçakayı

Bohça ile kuviça arar maçahtarayı

Kayış yokti donunda tak ona uçkurunı

Rokopodiye sarık, sarardık rohatıyı

 

Geçen zaman içinde değişti bizdeki dil

Şimdi bu sözcükleri ister oku ister sil

Rizeli arkadaşum, anam, babam, kardaşum

Alem bilmesa bile ne deduğumi sen bil

                          La Edri (s. 127)

Rize Halk Eğitim Müdürlüğü Yayınları

Orhan Naci Ak

Rize, 1998


[1]
Rivayet Eden: İsmail Tozkoparan. İkizdere Ayvalık Köyü.

[2]
Rivayet Eden: Osman Efendioğlu. Rize’nin Taşköprü köyünden. 1936 doğumlu.

[3] Derleyen: Emine Telci

[4] Burada ismi geçen
Şuşuka’nın İpsiz Recep’in ablası Şuşuka Aba olması çok muhtemel görünmektedir.
Kaynak: Süleyman Kazmaz: Milli Mücadele’de İpsiz Recep.

[5] Kodi oğa bi doğdi: Sert
bir cisimle vurdu

[6] Paliya bağlamak: Kazığa
bağlamak

[7] Gön, göninlan: Derisiyle

[8]
Kaçanını: iskembesini

[9]
Derleyen: Burhan Çomoğlu. Çayeli Halk Eğitim Müdür Yardımcısı

[10]
Derepazarı’nda bir köy; Uzunköy / Bürücek.

[11]
Merhum Ahmet Caferoğlu, bu destanı, Rize’nin Balsu Mahallesinden kaynak kişi
Nazım Yılmaz’ın hatırladığı biçimde ve onun şivesiyle yazmış ve biz de onun
yazdığından aynen iktibas etmişiz.

[12] Turab: Toprak

[13] Mahv ü idam olur: Yokolur.

[14] Bir gün hatellere döner sadrunuz: Bir gün göğsünüz hatıl
denilen kirişleri andırır hale gelir.

[15] İskat: Cenaze günü dağıtılan ve ölünün kaza namazlarına
karşılık olduğuna inanılan para.

[16] Sebi: Çocuk.

[17] Nusret:
Yardım.

[18] Nuasten:
uykudan, uyuşukluktan.

[19] Zerre
kadar olmaz zükürü nasten: Ölümden sonra insanlar tarafından hatırlanmaz.

[20] Şem: Mum

[21] İfakat: İyileşme

[22] Firaş: Yatak

[23] Bevl: Sidik

[24]
Nan: ekmek

İlgili Makaleler