33Sosyoloji Sözlüğü

ORGANİZASYON

 

ORGANİZASYON

 

Organizasyon, birden
fazla kişi ve grup­ların bir araya gelerek gayelerini gerçekleş­tirmek ve bu
amaçla tesbit edilen özel gö­revleri yerine getirmek maksadıyla belirli
kanunlar, yönetmelikler ve daha başka esaslar çerçevesinde oluşturdukları kuru­luşlara
verilen isimdir. Belirli görevleri ve yükümlülükleri açısından sosyal üniteleri
birbirinden ayıran ve bu ünitelerin ileri se­viyede bir bütün oluşturmasından
doğan düzenlemelere de bu ad veril ir.Organizas­yonu oluşturan, yani
organizasyonun bel-. kemiği insandır.

Kelime olarak belli
bir fonksiyonu icra etmek amacıyla ayn parçalan bir araya ge­tirmeyi ifade eden
organizasyon, Chester Bernard’ın tarifiyle “iki veya daha çok şah­sın
güçlerini veya faaliyetlerini bilinçli ola­rak koordine ettikleri bir
sistemdir.” Weber ise, birleşik grup dediği amaçlı insan küme­sini diğer
sosyal organizasyonlardan ayır­maktadır. Çalışmalannda bürokrasi ile ol­duğu
kadar organizasyonlarla da doğrudan

ilgilenmiş olan Weber,
sosyal organizas­yonların biçimi olarak tanımladığı birleşik grubu “hem
kapalı, hem de kurallarla dışar-dakilerin kabulünü sınırlayan, düzeni belli
kişilerin faaliyetleriyle güçlenen, bir şefi ve genellikle bir kurmay heyeti
olan sosyal ilişkidir, şeklinde tanımlamaktadır. Weber Organizasyonlar için de
spesifik bir tanım vermekte ve onları “belli bir türün maksatlı ve sürekli
faaliyetler sistemi” şeklinde ifade etmektedir.

Weber’in tanımındaki
birkaç unsurun üzerinde durmak gerekir, çünkü bu unsurlar daha sonraki
yazarların tanımlamalarına da esas teşkil etmiştir. Üzerinde ilk duracağı­mız
husus, organizasyonun bir sosyal ilişki olduğudur. Yani fertlerin iş etkileşimi
orga­nizasyonun İçinde olmaktadır. Fakat tanım­da da belirttiğimiz gibi bu
eütileşim tesadü­fi temaslarla değil, bilinçli faaliyetlerle sür­mektedir.
Organizasyon, nüfusun belli bir kısmını içine alırken, diğerlerini de dışarda
bırakır. Yani organizasyonun kendisinin bir sının, bir çerçevesi vardır. Weber
tanımının önemli özelliklerinden biri de, düzen fikri­dir ve bu özelliğiyle
organizasyon, toplum­daki diğer varlıklardan ayrılmaktadır. Tarif
organizasyonda bir işbölümü ve yetki hiye­rarşisinin olduğunu da ifade
etmektedir. Çünkü amacına ulaşmak ve fonksiyonlarım ifa etmek bir düzeni
gerektirir. Bu düzeni sağlayacak olan otoritedir.

Weber organizasyonlar
için birleşik grup fikrine bazı kriterler ilave etmektedir. Or­ganizasyonda iç
etkileşim komünal değil­dir. Bu da organizasyonları aile gibi diğer sosyal
varlıklardan ayırmaktadır. Ayrıca organizasyonlarda kendiliğindenlik de yoktur.

Yukarıda da
belirttiğimiz gibi, insanların

ortak amaçlan
organizasyonun ortaya çık­masında büyük rol oynar. Onun için daha geniş olarak
sosyal organizasyon tabirin­den de burada söz etmek mümkündür. Sos­yal
organizasyonlar, daha geniş ilişkiler seti olarak ortaya çıkmaktadır.
Organizasyon­larda içine aldıkları kitle küçülmeye başla­dıkça amaçlar da
netleşmeye başlar; büyü­dükçe de değişik özellikler ve sıfatlar kaza­nır. Bazı
yazarların bu durumu dikkate ala­rak organizasyon kelimesine
“kompleks”, “büyük ölçekli”, “resmi” gibi
sıfatlar kata­rak bu gelişmeyi ve değişikliği ifade etmek istemişlerdir. Fakat
bazı yazarlar da bu sı­fatlandırmanın sonunun ve pratik bir yararı­nın
olmadığını ifade etmektedirler. Organizasyonlar, şekillendirme bakımın­dan da
farklılıklar arzederler. Ama nihayet onlar da sosyal ünitelerdir, insan
grupları tarafından bilerek oluşturulurlar ve spesifik hedeflere yönelirler.
Büyük şirketler, ordu­lar, okullar, hastahaneler, hapishaneler bu gruba dahil
edilebilir; kabile, sınıf ve etnik gruplar ve aileler bunun dışında kalır. Orga­nizasyonlar,
(1) işbölümü, güç ve haberleş* me, sorumlulukları geleneksel olarak, ya da
tesadüfi anlamda oluşturulmamış, fakat özel hedeflerin gerçekleşmesi için
planlan­mış bölümler, yanında (2) hedefe ulaşmayı sağlayacak ve onu
yönlendirecek güç mer­kezlerinin varlığı ve (3) fonksiyonunu icra edemeyen
kişinin yerine yenisinin ikamesi gibi temel özelliklerle karakterize edilebi­lir.
Öyleyse organizasyonlar için bir genel tanıma ulaşmak mümkündür. Organizas­yon
nisbeten belirlenebilir bir sının alan, normatif bir düzene sahip, hiyerarşik
yetki sıralı, haberleşme sistemleri olan, üyelik ve koordinasyon sistemlerine
sahip bir kollek-tivitedir. Bu kollektİvİte bir hedefe veya hedefler setine
ilişkin faaliyetlere angaje ol­muş ve nisbeten devamlılık arzeden bir var­lığa
sahiptir.

Organizasyonlarda hedeflerin
tayininin kaynağı insan ihtiyaçlarıdır. Yani insan or­ganizasyonla ve
belirlenen hedefle ihtiyaç­larım karşılamaya yönelir. O nedenle orga­nizasyona
dahil edilecek kişilerin, organi­zasyon hedefleri bakımından fayda ve mali­yeti
mantal düzeyde olduğu gibi reel ölçü­lerle de mukayese edilir. Klasik organizas­yon
teorisinde fertleri organizasyonun bün­yesine sevkeden temel unsurlar ekonomik
kazanç ve güvenlik ihtiyacı iken, neo-kla-sik teoride genişletilerek buna
ferdin değer­leriyle sosyal etkileşimini tatmin ihtiyacı da katılmıştır. Modem
teoride ise daha da ge­nişletilerek insanın sadece biyolojik, gü­venlik,
dostluk ihtiyaçlarını değil, aynı za­manda hürmet etme, ya da hürmet görme ve
olgunlaşma ihtiyacını tatmin de önce kümeye dahil edilmiştir.

Organizasyonlar
çeşitli şekillerde sınıf­landırılabilir. Biz burada önce oluşma biçi­mine ve
fonksiyonlarına göre organizas­yonları sınıflandırabiliriz. Bu durumda or­ganizasyonlar
formel ve informel (formel olmayan) organizasyon olarak ayrılır.

Formel organizasyonlar
açık ve net ola­rak yapılaştınlmış faaliyetlerle karakterize edilir. Fertler
çeşitli eksikliklerini (kabili­yet, anlama, zayıflık gibi) formel organi­zasyonla
gidermek isterler. Formel organi­zasyonların gelişmesi sadece faaliyetler de­ğil,
haberleşme, otorite, güç ve sorumluluk, ilişkilerin muhasebesi olarak da
kendini gösterir. Yönetimin merkez mi, ademi mer­kezi mi olduğu, yönetimin
alanı ve hattı ile kurmay heyetinin durumu, formel organi­zasyonlarda yetki
sorunu ile yakından ilişkilidir. Buna rağmen formel organizasyon­ların en İyi
nasıl inşa edileceğine ilişkin tek bir yol yoktur.

înformal organizasyon
ise formel organi­zasyon içinde ortaya çıkan bir gölge organi­zasyondur. Formel
organizasyona benze­mezler, gevşek organizasyondur, esnektir ve belirli bir
tanımları yoktur. Yönetimin bu tür organizasyonların gelişip gelişmeye­ceği ile
ilgili bir seçimi de yoktur. Fertler (ya da üyeler) resmi organizasyon tarafın­dan
karşılanamayan ihtiyaçlarını, resmi ol­mayan organizasyonla karşılarlar. Böyle
bir organizasyon oluştu mu, kendine mah­sus davranış standartları da
geliştirir.

Organizasyonlar
formel-informel olarak ayrılabileceği gibi, hedefleri bakımından da değişik
tipler altında sınıflandırılabilirler. Yazarlar bu konuda değişik sınıflama
yolla­rına gitmekle birlikte biz Daniel Katz ve Robert L. Kahn’ın organizasyon
tiplerini belirtmek istiyoruz.

Birinci tip
organizasyon üretim veya eko­nomik organizasyondur. Bu organizasyon servetin
yaratılması, malların üretilmesi, kamuya veya onun bîr bölümüne hizmetle­rin
sağlanması ile ilgilidir. Üretim organi­zasyonları da birincil, ikincil ve
üçüncül alt birimlere bölünebilir. Bu organizasyon toplumun hayati
ihtiyaçlarını karşılayacak mallan ve hizmetleri onun tüketimine sun­mak
amacındadır.

ikinci tip organizasyon
idame organizas­yonudur. Bu organizasyon tipi kişilerin top­lumdaki rollerinin
sosyalizasyonunu sağla­mak amacındadır. Bu organizasyon da alt organizasyon
tiplerine bölünebilir. Bunlar doğrudan idame görevi üstlenmişlerdir. Ca­miler,
okullar, sağlık ve refah kurumlan bu cümledendir. Bu organizasyonlar toplum
lehine normatif bir bütünleşme sağlarlar.

Üçüncü tip
organizasyonlar intibakı sağ­layıcı organizasyonlardır. Bilgiyi üretme

teorileri geliştirme
ve test etme, bir derece­ye kadar, bilgi birikimini mevcut problem­lere
uygulama amacındadirlar. Bunun en belirgin örneğin üniversiteler ve diğer araş­tırma
organizasyonlarıdır. Bazı sanatsal or­ganizasyonları da, insanların anlama,
kabi­liyet ve deneyimlerini zenginleştirme, ufuklarını genişletme özelliği
dolayısıyla bu tipe katmak mümkündür.

Dördüncü tip
organizasyon ise siyasi ve­ya idari organizasyonlardır. Bu organizas­yonlar
hüküm ve karar verme, koordinas­yon, kaynakların, toplumun ve alt sistemle­rin
denetimi amacındadır. Devlet bunun be­lirgin örneğidir. Bu tipe dahil
edilebilecek diğer organizasyonlar hükümetin alt sis­temleri, baskı grupları,
sendikalar, özel çı­kar grupları; doktorlar, eğitimciler ve çiftçi­lerin
organizasyonlarıdır.

Emin ERTÜRK

• 20. yüzyılın en
belirgin özelliklerinden biri, organizasyonlar çağı olmasıdır, özel­likle
sanayi devrimi sonrasında işletmelerin ortaya çıkması, toplumları birer
organizas­yonlar topluluğuna dönüştürmüştür. İnsan­lar doğumla ölüm arasındaki
bütün hayatla­rını organizasyonlarda geçirmektedir. Bir anlamda hastahanede
başlayan hayat okul, işyeri, spor klübü gibi organizasyonlarla devam etmekte ve
nihayet cenaze işleri or­ganizasyonu ile son bulmakkadır. Bu se­beple içinde
yaşadığımız çağı anlayabil­mek, organizasyonları anlayabilmeye bağ­lıdır.

Belirli amaçlan
gerçekleştirmek için oluşturulmuş sosyol gruplara organizasyon adı verilir. Bu
tanım resmi ve bürokratik or­ganizasyonları (devlet, ordu gibi) veya iş­letme
organizasyonlarını diğer sosyal mü­esseselerden (aile, cami) ayırdetmekte kul­lanılabilir.

Organizasyon kavramı
gerçekte iki deği­şik anlamda kullanılmaktadır. Birincisi bir yapı, isleket ve
önceden planlanmış İlişkiler topluluğu anlamına gelen organizasyon (örgüt)dur.
İkincisi, bu yapının oluşturul­ması sürecini, bîr faaliyetler dizisini ve or­ganize
etme (örgütleme) faaliyetlerini ifade eder. Buna göre dinamik ve eylemle ilgili
olan organize etme, sonunda statik bir yapı­ya, yani organizasyona (örgüt)
ulaşılır.

Organizasyonu
oluşturma eylemi (ör­gütleme) belirli bir amacı gerçekleştirebil­mek için
yapılması gereken görev ve faali­yetleri tesbit etmek, bu görev ve faaliyetleri
yerine getirecek insanları temin etmek ve yerleştirmek ve nihayet bu insanların
gö­revlerini yaparken kullanacakları araçları, teknik ve yöntemleri belirlemek
demekür. Bu açıdan organizasyon “maddi ve beşeri unsurların bir amaç
doğrultdusunda düzen­lenmesi” şeklinde tanımlanabilir. Başka bir ifadeyle
organizasyon, grup faaliyetlerinde düzen, intizam, uyum ve usul sağlamaktır.
Bu, maddi faktörlerde onların en verimli olabilecekleri şekilde yerleştirilmesi
anla mına gelirken, beşeri unsurlarda görev yet­ki ve sorumlulukların
belirlenmesi anlamı­nı taşır.

Organizasyon
kurulurken, önce işler te­ker teker belirlenir ve ayrıntılı bir şekilde
tanımlanır. Bu safhada planlanmış İşlerin programlanması sözkonusudur. Bunun
için tanımlanan İşler gruplandırılır ve basamak-landınlır. Bu işlem, bir
kişinin yapabileceği eşbirimicri ortaya çıkıncaya kadar devam eder. Bunun
sonucu olarak işbölümü ve uz­manlaşmaya doğru gidilir. Organize etme­nin İkinci
safhasında tanımlanmış, bölüm-lcndirilmiş ve basamaklandırılmış işlere uygun
elemanlar temin edilir ve ycrleştirilir. Bu işleme, kadrolama adı da verilir.
Böylece önceki safhada belirlenen mevki­ler doldurulmuş olur. Ancak personelin
ba­şarılı bir şekilde çalışmasını sağlamak için yetki ve sorumlulukların açıkça
ve tam ola­rak tanımlanması gerekir. Dolayısıyla her görev ve mevki sahibi ne
iş yapacağını, kimlere emir-kumanda edeceğini, kimden emir alacağını ve işlerin
uyumlu bir şekilde yürütülmesi için gereken zaman ve durum­larda kimlerle
haberleşeceğini bilecektir. Üçüncü ve son safhada ise işlerin görülece­ği yer,
araç ve yöntemlerin tesbit edilmesiy­le organizasyon (örgütlenme) tamamlanmış
olur.

Oluşturulmuş belirli
bir yapı anlamında organizasyon (örgüt) ise; ortak bir amaç, belirlenmiş bir
yapı, bu yapının işleyişinde gözönünde bulundurulacak kaide ve politi­kalar,
haberleşme ve karar alma gibi süreç­lerden meydana gelen bir bütündür.

Bir organizasyonun
varlık sebebi ortak amaçlardır. Birden fazla insan, ya da bir grup insan kendi
başlarına gerçekleştireme­yecekleri amaçlan için bir işbirliği içine gi­rerler.
Böylece ortak amaç etrafında toplan­mış olurlar. Yapı ise organizasyonun bu or­tak
amacı doğrultusunda işbirliği yapmış bu insanların birbirleriyle ilişki
kurmasını sağlayan bir çerçevedir. Dolayısıyla orga­nizasyonun yapısı bu insan
grubunun faali­yetlerini koordine eden, birbiriyle uyumlu hale getiren bir
mekanizma oluşturur. Ayrı­ca bu ilişkiler sisteminin etkili ve verimli bir
şekilde çalışabilmesi için ortak kaide, norm ve politikalara da ihtiyaç vardır.
Bu kaide ve politikalar organizasyon içinde herkesin belirli bir durum
karşısında nasıl davranacağını gösterir. Böylece davranış­lar standarüaşünlır,
objektif hale getirilir

ve sadece amaca
yönelmeyi sağlar. Başka bir ifadeyle organizasyonun yapısı ve normları, ortak
amacın gerçekleştirilmesi için bir araçtır. Yalnız bu aracın en önemli özelliği
insan unsuru ile ilgili olmasıdır. Bunun sonucu olarak, sadece aracın yapısı
üzerinde durmak, bu aracı başarılı bir şekil­de kullanmak için yeterli
değildir. Nasıl iyi bir anayasaya sahip olmak, iyi kanunlara, başarılı
yöneticilere ve adil bir topluma sa­hip olmaya yetmezse, iyi bir organizasyon
yapısı da tek başına başarılı sonuçlar alma­ya yetmez. Bunun için yönetim
tarzı, karar alma ve haberleşme usulleri gibi süreçler de etkili ve verimli
olacak şekilde düzenlen­melidir. Bu süreçler; faaliyetleri koordine edecek
kişilerin özelliklerine, yapılacak işin niteliğine, içinde bulunulan durum ve
çevre şartlarına göre ayarlanmalıdır.

Yukarıda tanımlanan
ortak amaca yöne­lik olan kural ve kaidelerle önceden tasarla­narak oluşturulan
yapıya resmi (formel-bi-çimsel) organizasyon adı verilir. Ancak or­ganize
edilmiş bir yapı içinde bir de gayr-ı resmi (informel-biçimsel olmayan) organi­zasyondan
bahsedilebilir. Gayr-ı resmi or­ganizasyon, resmi organizasyonun aksine
kendiliğinden ve tabii olarak meydana ge­lir. Ortak amaç için çalışan insanlar,
her­hangi bir kaide ve kural olmadan, önceden düşünülmüş bir yapı ve ilişki
sistemine gir­meden, kendiliklerinden bir organizasyon oluştururlar.

Bir bakıma gayr-ı
resmi organizasyon “gölge” bir organizasyondur. Resmi orga­nizasyon
İçinde oluşur ve resmi organizas­yon yoksa, o da var olmaz. Ancak gayr-ı resmi
organizasyon bir çok farklı özellikle­re sahiptir. Herşeyden önce gayr-ı resmi
or­ganizasyon, kişinin tek başına başaramayacağı için başkalarıyla işbirliği
yapma ihti­yacından dolayı değil, sosyal bir varlık ola­rak arkadaşlık etme,
ait olma ihtiyacından kaynaklanır. Bir araya gelen insanlar ara­sında ilişkiler
belirlenmiş bir amaca dayan­maksızın ortaya çıkar. Bu sebeple ilişkile­rin
kurulmasını düzenleyen belirli bir sis­tem yoktur. Yapı gevşek ve esnektir.
Gayr-ı resmi organizasyonda üyelik, önceden be­lirlenmiş kurallara göre
gerçekleşmez.

Organizasyonlar
mekanik bir araç değil, sosyal birer varlıktır. însan-görev, insan-makina
arasındaki ilişkilere ek olarak in-san-insan ilişkilerinin de yer aldığı organi­zasyonlar
amaçlar, inançlar, fikirler, hisler, davranışlar, korku ve endişeler, sevgi ve
en­geller vs.’den oluşan karmaşık ve sosyal ni­telikli bir varlık haline
gelmektedir. Orga­nizasyonu oluşturan bu insanların amaçlan, inançları,
yargılan, zaman ve mekan anla­yışları, çalışma ve işe bakışları, her organi­zasyona,
diğerlerinden ayıran bir nitelik ka­zandırır.

Bir organizasyonun
yapısının nasıl ku­rulması gerektiği, etkili ve verimli hale ge­tirecek ilke ve
özelliklerin neler olduğu ko­nusunda birçok araştırma yapılmış, çeşitti teori
ve yaklaşımlar geliştirilmiştir. Ancak modern toplumlarda organizasyonların
önemi çok artmış olmasına rağmen bu araş­tırmalar, teori ve yaklaşımlar oldukça
yeni­dir. Sistematik olarak organizasyonların in­celenmesi 20. yüzyıldan
itibaren gerçekleş­miştir.

Gerçekte
organizasyonların insanlık ta­rihi kadar eski olduğu söylenebilir, özellik­le
aile, aşiret, devlet ve ordular buna birer örnek olarak gösterilebilir. Düşünce
itiba­riyle organizasyon (örgütleme) faaliyetinin kurumlaştı n iması Hz.
Musa’ya kadar götürülebilir. Hz. Musa, kayınpederi Hz. Şu-ayb’ın tavsiyesiyle
îsrailoğullarını onar, yü­zer, biner kişilik gruplar halinde organize etmişti.
Sanayi devriminden sonra kâr amaçlı işletmelerin ortaya çıkması, organi­zasyonların
daha bilinçli ve sistematik ola­rak incelenmesini sağladı. 19. yy. boyunca bazı
sanayiciler konuyla ilgili kendi düşün­ce ve tecrübelerini yayınladılar. Bunlar
ya kendi fabrikalarının organizasyonunu ta­nımlıyor, ya da kendi işgücü
ilişkilerini açıklıyordu. Yine de bu dönemde organi­zasyon yapısı ve
süreçleriyle ilgili bazı ge­nel varsayımlar şekillendirilmişti. Organi­zasyonu
gerçekten anlamaya yönelik araş­tırmalar 20. yy. başından itibaren gerçek­leşti
ve üç değişik alanda yoğunlaştı; klasik, neo-klasik ve modern organizasyon
teorile­ri.

Klasik Organizasyon
teorisi, gerçekte “klasik yönetim düşüncesi”nin organizas­yonla
ilgili ilkelerinin, teoriler şeklinde sis­tem leş tirilmesiyle ortaya
çıkmıştır. Klasik yönetim düşüncesi adı alanda üç ayn yakla­şım bulunmaktadır:
Bu üç yaklaşım, öncü­lüğünü F. Taylor’un yaptığı “Bilimsel Yö­netim”
(Scientific Management), öncülü­ğünü H. Faylol’un yaptığı “Yönetim Teori­si”
(Administrative Theory) ve öncülüğünü M. Webcr’in yaptığı “îdcal
Bürokrasi”dir.

Klasik organizasyon
teorisi, en iyi orga­nizasyon yapısının nasıl oluşturulacağı üzerinde durur.
“Organizasyonun etkili ve verimli bir şekilde işlemesi için davranışlar
nasıl kontrol edilmeli ve yapı nasıl düzen­lenmelidir?” sorusuna cevap
ararken iki ana fikir etrafında toplanır; akılcı-iktisadi in­san, resmi ve
kapalı örgüt. Akılcı-iktisadi insan; kendi çıkarlarını düşünen, kendisine zevk
veren davranışlan tekrarlayan, acı veren davranıştan terkeden bir insan modeli­dir.
Klasik yönetim düşüncesinin insan mo­deli bu varsayımlara dayanınca; paraya da­yalı
ödüllendirme ve prime göre bir moti­vasyon sisteminin uygulanması; hiyerarşik
kontrolün sağlanması, yönetim alanının dar tutulması, merkezi yapı ve
kararların üst kademelerde alınması ve işlerin bütün ay­rıntılarıyla
planlanması zorunlu hale gelir. Klasik yönetim düşüncesinde insan, tıpkı
makinada olduğu gibi kendisini harekete geçirecek saiklere (güdü) sahip olunca
çalı­şan, aksi halde çalışmayan bir yapıdadır. Standartlaştmİmıştır ve kişiler
arasındaki farklılık gözetilmeden biri diğerinin yerine ikame edilebilir. Diğer
taraftan klasik teori sürekli olarak açık ve seçik şekilde belirlen­miş (resmi)
bir organizasyon yapısı ve oto­rite ilişkileri ile verimliliğin nasıl
arttınla-biteceğini araştırmıştır. Verimliliği sağla­yacak evrensel
organizasyon ilkelerini bul­maya çalışmıştır. Ayrıca klasiklerin öngör­düğü
organizasyon, çevre ilişkilerini ve teknolojinin etkilerini gözönüne almaz (ka­palı).
Kararlan sadece kendi düşüncesi ve çıkarları doğrultusunda verir.

Neo-Klasik
organizasyon teorisi, klasik teorinin aksine insan unsurunu ön plana çı­karmıştır.
Üzerinde durduğu temel konu, sosyal insan ve gayr-ı resmi organizasyon­dur.
Teorinin odak noktası, bir organizas­yon yapısı içinde çalışan insan unsurunu
anlamak, yapı ile insan unsuru arasındaki ilişkileri incelemek, organizasyon
içinde ortaya çıkan sosyar grupları ve özelliklerini tanımak üzerinedir. Ancak
yine de Neo-Klasik teori, klasik teorinin ekonomik ras­yonellik anlayışını ve
temel organizasyon ilkelerini esas alır. Ne var ki, bu anlayış ve ilkelere
sosyal insanı dahil ederek yumuşatmış ve böylece daha iyi işleyen bir mekanik
organizasyon modeli oluşturmuştur. Buna göre bir organizasyon içinde idari
kararlarla oluşturulmuş resmi yapı içinde, kendiliğin­den oluşan sosyal
gruplaşmalar da mevcut­tur. Bu gruplaşmalara, gayn resmi organi­zasyon adı
verilir. Organizasyon üyeleri bu gruplar içinde yer alırlar ve grubun geliştir­diği
üyelik norm ve standartlarına göre ha­reket ederler. Dolayısıyla insanlann bütü­nüyle
kendi çıkarlannı ön planda tutmaları sözkonusu olamaz. Diğer taraftan Neo-Kla­sik
teori yine insanlarla ilgili olarak davra­nış, motivasyon, tatmin, kararlara
katılma kavranılan üzerinde durmuştur. Buna bağlı olarak Neo-Klasik teorinin,
astlann karar­lara katılmasını düşündükleri için, yetki devrimi esas olan
adem-i merkezi bir orga­nizasyon yapısı üzerinde durdukları belirti­lebilir.
Ancak adem-i merkeziyetçi yakla­şım, yapısal olmaktan ziyade fonksiyonel­dir.
Yani insanların daha etkili ve verimli çalışmalarını sağlayacak bir yönetim
tarzı­dır.

Modern organizasyon
teorileri ise sis­tem yaklaşımı ve durumsallık yaklaşımı üzerine
temellenmektedir. Sistem yaklaşı­mı, organizasyonu bir bütün olarak ona kar­şılıklı
etkileşim halindeki parçalardan oluş­muş bir bütün olarak ele alırken, durumsal­lık
yaklaşımı belirli bir yapıyı değil, İçinde bulunulan duruma uygun yapı ve
davranış­ları teklif etmektedir. Durumsallık yaklaşı­mına göre, değişik
durumlar ve şartlar yö­netimde başarılı olmak için değişik teknik davranış ve
uygulamaları gerektirir. Bu se­beple örgüt yapısı ve süreçleri için en uygun ve
en iyi bir tek yol yoktur. Dolayısıyla or­ganizasyonların etkili olması belirli
ilke ve kuralların uygulanmasından değil, fakat bu ilkelerle iç ve dış şartlar
arasında uygunlu­ğun sağlanmasıyla gerçekleşecektir. Kısa­ca modern
organizasyon teorisi, karmaşık insan ve karmaşık organizasyon modelleri­ni esas
almaktadır. Aynca değişen şartlara uygun olarak organizasyon içinde oluştu­rulmuş
geçici görev grupları proje ve mat-rix organizasyonlar gibi tali organizasyon­lara
da önemle yer vermektedir. Bu organi­zasyonlar, resmi yapı içinde yine idari ka­rarlarla
geçici veya sürekli olmak üzere, be­lirli bir veya birkaç görevi yerine
getirmek için konuyla ilgili değişik bölümlerdeki uz­man elemanların bir araya
getirilmesiyle meydana gelmektedir. Böylece organizas­yonlar sürekli dinamik ve
değişen şartlar karşısında denge durumunu koruyabilen bir yapıya kavuşmaktadır.
Başka bir ifadeyle modern organizasyon teorisinin ele aldığı model, dinamik ve
organik organizasyon­lardır. (Organizasyonlar, sanayi toplumu­nun en önemli
unsurlarından biridir ve ge­lişmiş kapitalist ekonomilerin temel taşlan­dır.)

Organizasyonların
amacı kâr elde etmek ve kârlılığı arttırmaktır. Bu sebeple organi­zasyonlar
hakkında yapılan bütün bilimsel çalışmalar kâr ve kârlılık amacına hizmet
etmektedir. Bu durum ise iki önemli sonuç doğurmuştur. Birincisi insanın fıtrî
denge­sinin bozulmuş olmasıdır Organizasyonlar günümüz insanım sadece kendi
çıkarları doğrultusunda hareket etmeye zorlamakta ve buna engel olabilecek
hiçbir inanç ve de­ğeri kabul etmemektedir. Böylece manevi inanç, değer ve
erdemlerden bütünüyle so­yutlanan insan, maddi olarak vardır ve sa­dece maddi
olanlarla uyum sağlamanın yol­larını araştırır. İkinci önemli sonuç ise, tabi­atın
dengesinin bozulmuş olmasıdır: Maddileşmiş insan için, tabiat sadece kendi çı­karlarına
hizmet etmesi gereken bir öğedir. Bu öğenin hakimi olarak insan, onu istediği
gibi tasarruf edebileceğine inanır. Özellikle birbirinin hem sebebi, hem de
sonucu olan teknoloji ve bilgi ile sürekli değişme ve ge­lişme, bu dengelerin
bozulmasında (kay­nakların israf edilerek kullanılması ve den­gesiz dağılımı,
çevre kirliliği vs.) Önemli bi­rer faktör olmuştur. Organizasyonlar ise bu
faktörlerin en etkili ve verimli kullanılması­nı sağlayacak zemini
oluşturmuştur. Diğer taraftan organizasyonlar ve onlarla ilgili bi­limsel
teoriler sadece mevcut durumla ilgi­lenmişler, “olması gereken”
üzerinde dur­mamışlardır. Olması gereken (ideal) du­rumdan kopuk araştırmalar,
organizasyon­larda ve insanlarda, kendi kendilerini kont­rol edebilecekleri
standart ve değerlerden uzaklaşmaya sebep olmuştur. Bu ise yine bir taraftan
sürekli değişmeye ve gelişme­ye, diğer taraftan maddileşmeye yol açmış­tır.
Ayrıca bu durum insanın anlaşılması konusunda birbirinden çok farklı tanımla­malar
ve modelleri ortaya çıkarmıştır. Akıl­cı insan, sosyal insan, yaratıcı insan ve
kar­maşık insan gibi, bu modellerden her biri insanın bir yönü üzerinde durmuş,
onunla ilgili gerçeğin sadece bir ucunu yakalaya­bilmiştir. Halbuki insan
bütünüyle bu mo­dellerin hiçbirisine uymaz ve bu modellerin hepsinin toplamı da
değildir. Dolayısıyla mevcud insanı tanımlamakta aciz kalınma­sına rağmen, onun
yaratıcısının tanımlama­sı göz önüne alınmamaktadır. Gerçekte ya­ratıcısı olan
Allah’ın tanımlamasıyla insan melekten üstün, hayvandan aşağı iki geniş çizgi
arasında yer alır. Onun için insanın ne olduğunu değil, nasıl olması
gerektiğini ta­nımlamak daha anlamlıdır. Bu açıdan orga-

nizasyon teorilerinin
insanla ilgili çalışma­ları şimdilik kısır bir çaba olarak değerlen­dirilebilir.
Nihayet bütün organizasyonla­rın ve bu konuyla ilgili teorilerin insanı bir
veri olarak kabul etmeleri, verimlilik ve kârlılık amacı için organizasyon
faktörle­rinden biri olarak ele almaları, mevcud du­rumun ne olduğunun
tanımlanmasında bile önemli bir yetersizlik kaynağı olarak görü­lebilir.

Ömer DİNÇER Bk. Grup,
Kurum

 

İlgili Makaleler