Kimdir

Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar Romanı hakkında bilgi

Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar Romanı hakkında bilgi: Tutunamayanlar (1971-72), Türk roman tarihinde anlatım ve biçim bakımından önemli bir yenilik denemesidir, cesur bir atı­lımdır. Dört bölüm ve yirmi bir alt bölümden oluşan Tutunama- yanlar, iki ciltlik bir roman. Sonun Başlangıcı, Yayımlayıcının Açıklaması birinci cildin numaralanmış bölümlerinin önünde, Turgut Özben’in Mektubu da ikinci cildin numaralı bölümlerinin sonunda yer alan özel bölümler.

Tutunamayanlar’m en önemli biçim özelliği, romanın atektonik yapısıdır. Nesir, nazım ve tiyatronun çeşitli türlerinde rastlayabildiğimiz atektonik tarz, açık ya da esnek doku olarak da adlandırılan ve sonuca doğru tutarlı ve sıkı bir konu-olay iler­lemesi yerine konu birimlerine özen gösteren bir yapıdır. Bu nedenle ayrıntıların tadına varma alışkanlığını edinmiş, belli bir edebiyat kültürü olan okuyucuya göredir. Konuyu, olay zinci­rinin sürükleyiciliğiyle eş tutanlar, esnek roman kurgusundan bir şey anlamayacakları gibi bu tür eserleri deli saçması olarak nitelerler.

Tutunamayanlar’ın konusu, Turgut Özben adındaki bir mühendisin, intihar etmiş arkadaşı Selim’in intihar motifini araştırmak için yaptığı görüşmeler ve burada yaşadığı olaylardan sonra İstanbul’dan bir iş takibi için Ankara’ya gitmek üzere ayrılıp bir daha geri dönmeyişi şeklinde özetlenebilir. Romanda bir anlatıcı figür vardır, “yayımlayıcı” olarak karşımıza çıkan anlatıcı, Turgut Özben’in bıraktığı notları düzenleyen kişidir. Romanın anlatım biçimi, sona eklenen Turgut Özben’in mek­tubu dışında genellikle üçüncü tekil kişi anlatım. Anlatım tutu­mu ise çoğunlukla eleştirel, hicivci, alaycı.

Tutunamayanlar’ı incelerken onun içerdiği anlatım birimle­rinden bir iki örneği ele alıp işlemek, romanın esnek yapı özel­liğiyle bağdaşır kanısındayım. Turgut Özben’le Selim’in birlikte kaleme aldıkları bildirilen Turgut Özben’in hayat hikâyesinde çocukluk ve öğrencilik yıllarına değin anlatıda başarılı bir okul hicvi örneğiyle karşı karşıyayız. Okul binalarındaki zevksizliğin, bakımsızlığın ayrıntılarla sergilenmesiyle başlayan hiciv, öğretim yöntemleri, eğitimde okul-aile karşıtlıklarının eleştirilmesiyle dallanıp budaklanıyor:

“Ben okul hayatımda güzel bir sınıf, zevkli bir okul binası, iç açıcı bir bahçe görmedim” sözleriyle başlayan okul tasviri şöyle sürüyor:

Duvarlarda, her yeni müdürün yeni zevksizliğini gösteren renkli badanalar üstüste: son müdür Behçet Beyin sidik sarısı badanasının altında yer yer eski müdür Muhterem Beyin türbe yeşili ve merhum Sami Beyin Çingene pembesi renkleri sırıtıyor. Kara tahtanın karalığı, sözde kalmış. Öğretmen kürsünün ön tahtasında, kadın öğretmenlerin bacaklarına, kalem düşürmek bahanesiyle bakabilmek için açılmış koca bir delik. Perdesiz büyük pencereler, yaldız boyası dökülmüş bir soba, kirli ellerimizden leke olmasın diye tokmağının çevresi siyaha boyanmış kül rengi kapı ve hepsinin varlığını ve neden öyle var olduğunu açıklayan beylik cümle: bu fakir millet bu kadarını verebiliyor, (s. 65)

Deneye dayalı derslerin bile ezbercilikle yürütüldüğü, öğrenciye kavramak ve kendi sözleriyle anlatmak hakkının tanınmadığı bir öğretim yöntemi, hicivci bir anlatım tutumu içinde şöyle dile getiriliyor:

Sizlere fotoğrafometri aletini, laboratuvarımızda olmadığı için gösteremeyeceğim. Şimdi, tahtaya aletin şematik kesitini çiziyorum ve formülünü yazıyorum. İyi öğrenin ha! Anlattı­ğım gibi aynen isterim. Kendi cümlelerinizle uydurma tarif­ler yapmak yok. Bunun için, isterseniz, esaslı noktaları def­terlerimize geçirelim. Yazın bakalım: satır başı önce fotoğrafyanın tarifini yapalım iki nokta üstüste satır başı eski Yunancada foton virgül ışık demektir nokta grafos da… (s. 64-65)

Okulda öğretmenden öğrendiklerinin, babasından öğrendikle­riyle aynı şey olmadıklarını fark eden çocuğun evde babasını eleştirmesi, babasının da öğretmenden aktarılan şeylere karşı dur bakalım helelerle başlayan şüpheci bir tavır takınması, gi­derek o çocuğu okulla ev arasındaki tutarsızlığı ortaya çıkar­maktan tat alır duruma getirir. Yazar, Türk eğitimi için bazı çevrelerde hâlâ geçerliliğini sürdüren bir ikiliği de alaycı bir anlatım tutumu içinde şöyle dile getirir:

‘Öğretmenim! Babam dedi ki, ekoldür dedi öğretmenim!,’ ‘Baba, öğretmenim dedi ki, yeni yetişenler dedi, herkesin anlayacağı’ dedi. ‘Öğretmenim! Babam dedi ki milli müca­deleyi yapanlar dedi, ona milli mücadele demişler dedi; kur­tuluş savaşı sözü sonradan bulunmuş.’ ‘Öğretmenim! Ga­zetede okudum -babam tembih etmişti ikide birde babam dedi ki babam dedi ki deme diye- sizin kahraman dediği­niz…, ‘Baba! Sen, artık çekilsin diyorsun ama, öğretmenim bugün bir şiir okuttu: Atatürk ulu önder, onun izinden gider diyor. Yaa…’ (s. 63)

Keza öğretimde hüküm süren o saf şovenizm, “Tarih, yurt bil­gisi coğrafya … her şey bizden çıkmıştır ve yine bize dönecektir.” (s. 63) ifadesinde özetlenip fotoğrafyanın tarihçesi örneğinde alaycı bir anlatımla somutlaşmaktadır (s. 63-64).

Tutunamayanlar’ın çok başarılı bir başka hicivci epizodu, bürokrasinin işleyişini, devlet dairelerinin çalışma tarzını ele alan 10. alt bölüm. Sabah işe başlama, daha doğrusu işe başlayamama sırasında memurların davranışları, sabah mahmurlukları, çay sohbetleri ve nihayet iş takipçilerine karşı davranışları çok ince bir gözlem yeteneğini ortaya koyan ayrıntılarla eleştirel bir tutum içinde işleniyor:

“Şükrü efendi! Bana bir çay getir.” Evet ne istiyordunuz? Şimdiye kadar söylediklerini dinlemedim; çünkü çay içmemi beklemedin; bu nedenle, yeni baştan anlatman gerekiyor, demek istiyor. Ne kadar özlü konuşuyor değil mi? Ayrıca, öksürmemin yararı dokunmadı: beni genç gördü. İlk sözlerle baştan savmak istiyor. Sanıyor ki ilk sözü bana söyletmekle: “Evrakın sizde olduğunu söylediler” gibi yanlış bir cümle ile başlayacağım ve beni en aşağı, iki oda kadar öteye savuracak. Belirsiz başlangıçlardan yararlanmak istiyor. Bu kanlı savaş, dışardan hiç belli olmuyor değil mi? İşte al sana kesinlik: yazının tarih ve numarası. Yalnız, bu başarıyla sarhoş olma­malısın. Evrakın ona havale edildiğini hemen söylemeyecek­sin. Yazı işlerine gittim zimmetle size gönderdiler diyerek, ilk dakikada onu bunaltmaya gelmez. Kendisini çok çaresiz görürse, ümitsiz hareketler yapabilir. Mesela: “Bir dakika” der, çıkar odadan: bir daha koydunsa bul. Nazlı masal kuşla­rıdır. Ürkütmeyeceksin. Belki de biraz daha beklemeliydim.

Ne dersin? (s. 263- 264)

Tutunamayanlar’ın ana konusu, sınırlı ve tekdüze küçük bur­juva hayatının, sanatçı ruhlu kişiler için nasıl itici olduğudur. Turgut Özben, Selim’in izinde onun intiharı hakkında bilgi toplarken kendisi de günden güne dış dünyadan içine, kendi dünyasına kayar, konuşmaları hep kendi kendine, İçindendir. Birbirine benzeyen, tarih düşülmesi imkânsız günler olarak nitelediği burjuva hayat düzeninin romanda çok çeşitli ve ay­rıntılı tabloları var:

Pazartesi oldu, sonra pazar, sonra yine pazartesi, sonra yine pazar oldu. Yakalamaya, yetişmeye imkân yoktu; sonra yine pazar oldu. Geç kalkıldı. Kahvaltı, büyük kahvaltı geç yapıl­dı. Pazar gazeteleri okundu, bilmeceler çözüldü; geçen hafta çözülen aynı bilmeceler. Evde yemek verildi, başka evlere yemeğe gidildi. İlk bakışta sizin evinize benzemeyen, aslında birbirine benzeyen evlerde yemekler yendi. Son yemeği bizde mi vermiştik? Yoksa Kayalara mı gitmiştik? Yoksa Mehmetler miydi? Ne önemi var? Hep aynı evde yiyoruz, hep aynı telaşla aynı hazırlık, aynı kravatı taktım, bütün beyaz gömleklerim birbirine benziyor. Pantolonum aynı yerden buruşuyor. Yemeği ben mi Kaya’nın üstüne dökmüştüm, Kaya mı benim üstüme dökmüştü? (…) Ne önemi var? (…Biz aynı türün örnekleriyiz. Kayamehmetturgutgillerdeniz. Yaa!) (s. 297- 298)

Oğuz Atay, romanında zaman konusunda da deneylere girişi­yor; soyutlama yeteneğini elde edememiş çoğunluk için zamanın da somut örneklerle anlatılabilirliği üzerinde dururken (s. 30) bu konuda ilginç çeşitlemeler yapıyor. Meselâ burjuva hayatının tekdüze akışı içinde zaman birimlerini şöyle somutlaştırıyor:

Altı parke cilalanması geçti. Yok, o kadar değildi. İki, yıkama-yağlama olacak. Daha fazla, daha fazla, en az dört salon- şeklini değiştirme oldu. Durun bakayım: bir hesap edeyim.

Bir kat satın alma, altı ev değiştirme eder. Ayrıca, iki yatak odası-çalışma odası değiştirmesi daha var. Evet, tam üç perde yıkama ediyor. Çok iyi hatırlıyorum, başladığı zaman, perdeleri yeni almıştım. Alışılmış zaman ölçüleriyle hesap­lanması güç bir süre. Ben o zaman koltukları, pencerenin yanına koymuştum. İnsanın aklında kalmıyor ki: eşya akıp geçiyor. O zamanlar daha debriyaj kaçırmıyordu. Hey gidi günler! Parkelerde en küçük bir çizik yoktu. Yaşlanıyoruz: eşyalar eskiyor. Demek dört hizmetçi kaçması oldu ha! (s. 300-301)

Tutunamayanlar, Türk roman tarihinde yenilikler deneyen, bir dizi anlatım deneylerine girişen ve geleneksel-alışılmış olanın dışına çıkma cesaretini çeşitli yönlerde gösteren roman olarak yer alacaktır. Oğuz Atay, roman figürleri Turgut’la Selim ara­sında geçen bir konuşmada yeni üslûp yaratma konusunda ilginç düşünceler ortaya koyar. Örnek: “edebî değil teknik bir üslûp seçersek kendimize verdiğimiz serbestliği iyi kullanmış oluruz” (s. 53) ilkesinden yola çıkarak matematikçi olan bu figürleri (Oğuz Atay da mühendistir) şöyle konuşturur:

Birinci sınıf matematikçi olmak yolunda bulunan bir iki müs­tesna genç, lisede matematikten belge almış bir edebiyatçının hâkimiyetine boyun eğemez. Napolyon gibi gururla söyleye­biliriz: “Bizim asaletimiz, bizimle başlar.” Anlaşılmamak korkusuna gelince: bir edebiyatçının meseleleri de -günlük yaşantının nakledilmesi dışında- halk için, bir matematikçi­nin denklemleri kadar, belki de daha soyut kalır, (s. 53)

Romanda matematikçi üslûbunun çeşitli belirtileri fantastik deneyler biçiminde karşımıza çıkıyor. Bir örnek, “Hayatın ko­ordinatları’’ kuramıyla ilgili şu sözler:

Hayatın koordinatları deyiminden kısaca şunu anlıyoruz: Bir insanın, belirli bir zamanda, belirli bir yerde ve belirli şartlar altında ne yapmış olduğunu bilirsek bu bilinenlerle, yani hareket ve boyutlarının önceden tesbitiyle bu verilere daya­narak yazılan ve sabit katsayıları, o insanın tayin edilmiş özellikleri ile belirlenen denklemleri, zaman değişkenine göre çizilen eğrileri, bize o insanın ilerde ne gibi şartlar al­tında ne yapacağını gösterir, (s. 59)

Tutunamayanlar’da denenen anlatım tekniklerinin en önemlisi şüphesiz bilinç akımı. Romanda olay zinciri olmadığından, an­latım daha çok figürlerin, özellikle Turgut Özben’in içinden geçirdiklerinde, onun ruh dünyasında yoğunlaşıyor. Herhangi bir konuda, düzgün ve tutarlı düşünceler değil, gerçek hayatta olduğu gibi, insanın aklından geçenler, bazen şaşırtıcı atlamalar ve çağrışımlarla oluşan bir akım halinde tespit ediliyor, yansıtı­lıyor. Onuncu alt bölümden bir örnek, Turgut Özben’in otelde sabah aklından geçenler:

Bugün iş peşinde koşmalıyım. Daire dediklerine göre çevre­sinde dönüp duracaksın. Yumuşak bir dönüş, yavaş yavaş yıpratır insanı. […] Küçük şeylerden memnun olmasını bil­melisin. Küçük sevinçler, büyük atılışlara yardım eder. Ce­nap Şebabettin olsaydı bu sözü kaçırmazdı hemen bir yere yazardı. Bana yazık oluyor. Çorap da temiz olmalı; dünkü düğümün buruşturduğu kravat da değişmeli. Yaman iş kova­lar Turgut Özben. Evlere gidilir. Çok konuşuyorum ken­dimle bugünlerde. Ne yapayım? Başkalarının sohbetinden hoşlanmaz oldum. Müşterileri de kaçırdım sonunda. Hepsi Olric yüzünden. Olric mi? Kafamı durdurmalıyım bir süre. Basit şeylerle oyalamalıyım onu. Matematikle dinlenmeliyim. Efendim? Siz Poincare misiniz? Devamı için alıntı yaptığımız kaynağa müracat ediniz.

Kaynak: Çağdaş Türk Romanı üzerine incelemeler, Gürsel Aytaç, Doğubatı Yayınları, 2012