Sosyologlar

NİYAZİ BERKES HAYATI ESERLERİ VE SOSYOLOJİSİ

Niyazi Berkes 1908 yılında Kıbrıs’ta doğdu. istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. Aynı fakültenin Tarih Bölümünden sertifika aldı. istanbul Üniversitesi ve Chicago Üniversitesi’nde sosyoloji üzerine çalıştı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde ve McGill Üniversitesi Graduate Studies and Research fakültesinde öğretim üyeliği yaptı. 1945 yılına kadar DTCF’nde çalıştı. 1952’de yurtdışına gitti. Kanada McGill Üniversitesi islam Araştırmaları Enstitüsü’nde profesör oldu. 1958-1959 yıllarında Hindistan’da Aligarh Üniversitesi’nde de ders verdi Pakistan, Endonezya ve Japonya’yı ziyaret etti. Emekli olduktan sonra ingiltere’ye yerleşen Niyazi Berkes, 18 Aralık 1988’de ingiltere’de Hythe’da öldü.

Niyazi Berkes’in Eserleri

Niyazi Berkes’in ilk çalışmalarından birisi, Bazı Ankara Köyleri Üzerine Bir Araştırma kitabıdır. Bu eser Türk sosyolojisinde ilk monografiler arasında yer alır. Berkes’in en önemli eseri “The Development of Secularism in Turkey” ismiyle 1964 yı- lında ingilizce olarak basıldı. Kitabın Türkçesi 1973 yılında “Türkiye’de Çağdaşlaşma” ismiyle yayınlandı. Berkes çok yönlü bir düşünür ve yazardı. Tarihten sosyolojiye, felsefeden gezi yazılarına kadar geniş bir alanda kitaplar yayınladı. Ağırlıklı olarak Türkiye’nin geçirmekte olduğu sosyal değişimi analiz etmeye çalıştı. Batılılaşma veya çağdaşlaşma serüveni olarak kabul edilen bu değişim sürecini kavramsal çerçevede tartıştı. Batıcılık, laiklik, teokrasi, sosyalizm, ulusçuluk, toplumsal devrimler gibi kavramları kullandığı kitap başlıkları buna örnektir. “Türk iktisat Tarihi” adlı eserinde Osmanlı Türk toplum yapısını, ekonomik özelliklerini ve meydana gelen yapısal değişimleri ayrıntılı olarak ele aldı. Suriye, Lübnan, Mısır, Tunus ve Cezayir’e yapmış olduğu gezilerden elde ettigi izlenimlerini islamlık, Ulusçuluk, Sosyalizm adlı kitabında topladı. Türkiye 18. yüzyılın başlarından Cumhuriyet rejiminin kuruluşuna kadar çok yoğun bir sosyal değişme yaşamıştır. Türk sosyolojisi bu bunalımlı dönemde gelişmiştir. Gökalp Türkiye’de sosyolojinin kurucusu olmakla beraber bu değişmeyi yorumlamaya ve yönlendirmeye çalışan bir düşünürdür. Niyazi Berkes de bu sosyoloji çalışmalarına katılmış ve Türkiye’nin çağdaşlaşma serüvenini açıklamaya ve analiz etmeye uğraşmıştır. Berkes’i Türkiye’nin Cumhuriyet ile birlikte yaşadığı çağdaşlaşma süreci içinde anlamak gerekir.

Niyazi Berkes Niyazi Berkes Türkiye’nin Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişte yaşadığı dönüşüm sürecinde yaşamıştır. ilgi alanı bu değişim üzerinde odaklanır. Değişimin genel bir çerçevesini çizmek gerekirse, Osmanlının yenileşme hareketleri başlangıç olarak alınabilir. Türkiye’nin Çağdaşlaşması adlı temel eserinde ele aldığı gibi 18. yüzyılda 3. Selim’in yenileşme adımlarıyla başlayan ve imparatorluğun yıkılmasına kadar uzanan süreç Cumhuriyet devrimleriyle devam etmiştir.


Türkiye’de Çağdaşlaşma adlı eserinde konuyu 1700’lü yıllardan itibaren ele alır. 1699 yılının başında yapılan Karlofça Antlaşması ile Osmanlı Devleti resmen toprak kaybetmiştir. Kaybetme duygusu yenileşme hareketlerinin temel hareket noktası olmuştur. Bu nedenle Berkes Osmanlı’nın yenileşme adına ilk adımlarını bası mcılık ve askerlik alanlarında görür. Kitabın ikinci kesiminde Mutlakiyetten Meşrutiyete başlığı altında II. Mahmut’un öncülüğünü, Tanzimatın ilanını, Meşrutiyetin ilanını ve Türkiye’ye getirdiği yenilikleri anlatır. Üçüncü kesimde ise Cumhuriyete giden gelişmeler babından Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nı ve Cumhuriyet Devrimlerini işlemektedir. Zaten bu konuyla ilgili Atatürk ve Devrimler (1982) konusunda ayrı bir kitap daha yayınlamıştır. Niyazi Berkes’in sosyolojisi, toplumu tarihsel süreç içinde anlamaya ve geçirdiği sosyal değişme evrelerini tespit etmeye çalışan bir özellik taşır. Batı sosyolojisindeki ilerlemeci ve evrenselci teorilere uygun şekilde toplumun geri kalmışlıktan modernliğ e doğru nasıl geliştiğini göstermeye çalışır. Analizlerini bu çerçeve içinde modernleşme anlamında çağdaşlaşma, sosyal değişme, yenileşme, Batılılaşma, uluslaşma, ulusculuk, sekülerleşme, laiklik gibi kavramlar üzerinde yoğunlaştırır. Bu kavramlar Niyazi Berkes’in sosyolojisini anlamakta önemli anahtarlar durumundadır.

Niyazi Berkes’te Çağdaşlaşma

Çağdaşlaşma dilimizde modernleşme anlamında yeni bir toplumsal merhaleyi açıklamak için kullanılmaktadır. Batı sosyolojisindeki evrimci ve ilerlemeci teorilerin temel varsayımlarından birisi toplumların sürekli daha iyiye ve olumluya doğru geliştiğ i düşüncesidir. Buna göre çağdaş olan yeniler olumlu özellik taşır ve her toplum gelişmek için bunları benimsemek durumdadır. Bu anlamda modernleşmeyi Kongar şöyle tanımlar: “Modernleşme, insanoğlunun genel evrim çizgisi bakımından geri kalmış toplumların, zamanımızda bu çizginin son noktasına gelmiş olan toplumlara yetişmesi demektir.” (Kongar, 1985: 304) Berkes özellikle modernleşme yerine çağdaşlaşma kavramını kullanır. Bunu eserlerinde yaptığı kavram analizlerinde gösterir. Çağdaşlaşma bir süreci ifade eder. Bu süreçte geleneksel ve kalıplaşmış yapılar yeni biçimlere dönüşmektedir. Bu yeni biçimler batı medeniyetinin son merhalesi olarak karşımıza çıkmakta ve bizi iki yüzyıldır meşgul etmektedir. Bunun için Osmanlı döneminde önemli adımlar atılmış, Islahat ve Tanzimat Fermanları yayınlanmış, I. ve II. Meşrutiyet girişimleri ile sistem değişikliğine gidilmiş, eğitim ve askerlik alanında köklü reformlar gerçekleştirilmiştir. Özet olarak bizim tarihimizin son yüzyılları geri kalmışlıktan kurtulmak için alınan radikal kararlarla ilerlemeye çalışmakla geçmiştir. Buna cumhuriyet devrimlerini de ilave etmek gerekir. Berkes içinde yaşadığı Türk toplumunun son iki yüzyıllık macerasından yola çı- karak çağdaşlaşmayı açıklar. Batı dünyası çağdaş bir medeniyet kurmuştur. Bu medeniyeti kuruncaya kadar verdiği büyük mücadeleler olmuştur. Feodal bir sosyal yapıdan, modern bir yapıya geçerek dünyayı etkileyecek büyük başarılar elde etmiştir. Osmanlı Türkleri de başarısızlığını anladığı günden beri ilerlemek için çaba sarfetmeye başlamıştır. Türkiye’nin çağdaşlaşmasını bu çerçeve içinde tahlil etmek gerekir. Çünkü Türkiye çağdaşlaşma yolunda büyük mücadeleler vermiştir. Bu mücadelelerin çok iyi anlaşılması gerekir. Berkes sosyolojik olarak bunu yapmaya çalışır. Berkes Türkiye’de Çağdaşlaşma adlı kitabında, son iki yüz yıl boyunca ülkemizde meydana gelen sosyal değişmeleri ve sosyal yapımıza bağlı temel sorunları çözümlemeye çalışmıştır. Bunu yaparken içinde yer aldığı toplumun farklılığını görerek özgün analizlere girişti. Batı toplumlarının geçirdiği değişme merhalelerini aynen uygulama çalışmadı. Osmanlı’nın sosyal yapısı ile Batı feodalitesinin yapı farklılığını görerek kavramsallaştırmaya özen gösterdi. Türkiye’nin özgün kültürel yapısı ve farklılıkları üzerinde odaklandı. Hayatında karşılaştığı bütün olumsuzluklara rağmen kendisini içinde yaşadığı toplumdan uzaklaştırmamaya dikkat etti. Mekan olarak uzaklaşsa bile Türkiye’nin sorunlarını çözümleme kararlılığından vazgeçmedi.

Niyazi Berkes’te Laiklik ve Sekularizm Kavramları

Berkes Türk toplumunda çağdaşlaşma serüvenini incelerken, toplumdaki sekülerleşmeye ve laikliğe özel bir önem verir. Bir toplumun çağdaşlaşması için, ilerlemesini engelleyen her türlü eski kalıplardan kurtulması gerekir. Batı toplumları skolastik bir yapı oluşturan dinî taasuptan modernleşme sayesinde kurtulmuşlardır. Modernleşmenin en önemli özelliklerinden birisi insan aklının öne çıkartılması ve toplumsal hayatın sekülerleştirilmesidir. Bu anlamda laiklik bir siyasi sistem olarak Batı toplumlarını Kilise ve incil baskısından kurtarmış ve rahatlatmıştır. Berkes bu süreci önemser ve Türkiye’nin çağdaşlaşmasında laiklik ve sekülerleşmenin önemini vurgular. Laiklik Berkes’e göre sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması değildir. Bu tarz bir anlayış zaten çok yüzeysel bir yaklaşımı gösterir. Hâlbuki mesele geri kalan bir toplumun ilerleyebilmesi için yapılanları ve yapılması gerekenleri anlayabilmektir. Bu yüzden Berkes bir düşünür olarak meseleye yaklaşır. Almış olduğ u akademik eğitimin birikimini kullanır. Meseleyi tarihi süreç ve felsefi anlam bütünlüğü içinde değerlendirir. Kavramın ortaya çıktığı ve geliştiği tarihsel ve toplumsal şartlar ile bizim şartlarımızın farklılığına dikkat çeker. Türk modernleşmesinde laiklik ilkesinin önemli bir merhale olduğunu düşünür. Sonuçta Berkes için laiklik toplumun çağdaşlaşması için bir temel değer olarak anlam kazanır. Türkçe’ye Fransızca laicisme teriminden geçen bu sözcük, islam, Osmanlı, Türk din ve siyaset geleneğine yabancı bir terimdir. Türkiye’de bir anlam karşılığı olmayan bu terim, birçok yanlış anlamaya ve anlam karmaşasına yol açmıştır. Bu yanlış tutumlardan birisi, terimin geldiği din geleneğindeki (Hristiyanlık) durumun islam geleneğinde de bulunduğu varsayımıdır. Öteki, bunun tersi olarak, islam geleneğ inde böyle bir durum olmadığı için laiklik davasının islam dinindeki toplumlarda yersiz ve anlamsız olduğu inancıdır. (Berkes, 2010: 17) Berkes her iki yaklaşı mın da yanlış olduğu için laiklik ilkesinin doğru kavranamadığını düşünür.


Laiklik kavramı Hristiyanlık’taki anlamında bize tam olarak uymaz. Konu sadece din-devlet ayırımı davası olmaktan daha geniş olduğu için, Berkes’e göre tek başına kullanılması uygun değildir. Batı’nın bir kesiminde laicism terimine eş olarak kullanılan secularism sözcüğü meseleyi anlatmakta daha kapsamlıdır. Çünkü burada anlatılmak istenen bir toplumun eski engellerinden kurtularak çağdaşlaşması nda esas olan unsurlardır. Laiklik veya sekülerlik bu çağdaşlaşma sürecinde son derece önemli ilke olarak kabul edilmelidir. Bu iki terim doğrudan çağdaşlaşma ile birlikte anlam kazanmaktadır. Bu çağdaşlaşma ise Türk toplumunun kendisine özgü şartları içinde çağdaşlaşmasıdır. Berkes’e göre laicisme sözcügü Katolik Hristiyanlığın yayıldığı halkların dilinde, özellikle Fransızca’da kullanılır ve kökenine bakılırsa ‘halksallaştırma’ demektir. Çünkü kaynağı olan eski ve Hristiyanlık öncesi Grekçedeki laos (halk), laikos (halksal) sözcükleri Hristiyanlık döneminde klericus, yani din adamları dışında olan kişiler için kullanılırdı. Modern Fransızca’da laicisme, din adamlarından, rahiplerden başka kişilere, kurullara, yetkililere, dünya işlerinde, hatta din işlerinde üstün bir yer verme anlamını taşır. (Berkes, 2010: 18) Bu anlamda Osmanlı Türk toplumunda laiklik kavramının dayanacağı bir sosyal gerçeklik yoktur. Çünkü bu toplumsal yapıda Ortaçağ Hristiyan toplumlarındaki gibi bir din-devlet ikilemi yer almamıştır. Batıdaki laikliğe dayalı çağdaşlaşma süreci bizde daha farklı olmak zorundadı r. Bu süreci en iyi açıklayacak kavram ise sekülarizm olmalıdır. Sekülarizm terimi Latinceden gelir ve daha çok Protestanlığın etkisi altında olan dillerde, ingilizce ve Almanca’da kullanılır. Aslındaki sözcük, çağ anlamına gelen

saeculum sözcüğünden türemiştir. Bunun karşılığı Türkçe’ye çağ anlamında asır olarak yerleşmiş olan Arapça asr sözcüğüdür. Bu sebepten Türkiye’nin çağdaşlaşma serüveninde bir dönem asrilik kavramı kullanılmıştır. Fakat bazı kesimler tarafı ndan olumsuz anlam yüklemelerinden dolayı çabuk terk edildi. Bu anlamda asrîlik züppelik, köksüzlük, sathilik, dinsizlik anlamları çağrıştırmaya başladığı için mesela bu kavramın yerine Ziya Gökalp “muasırlaşmak” ifadesini kullandı. (Berkes, 2010: 18) Fakat yine de olumsuz çağrışımlardan kurtulunamadığı için laiklik kavramı tercih edildi. Ancak bu kavramın sekülarizmin ve asrileşmenin anlamını vermesi mümkün değildi.

İlerlemenin Anahtarı Sekülerleşme ve Çağdaşlaşma

Laiklik kavramının meydana gelen ve olması gereken değişmeyi izah etmekte yetersiz kaldığını tespit eden Berkes, sekülerleşme ve çağdaşlaşma kavramlarını kullanmayı tercih eder. Sosyolojik olarak incelemeye çalıştığı toplumsal değişme sürecini anlayabilmek için bu kavramlar arasındaki farkların ortaya konmasını önemli görür. Konunun asıl özünü aydınlatacak ipucunun burada saklı olduğunu ima eder. Sorunun laiklik kavramına yüklenen dar anlamda din-devlet ya da devlet-kilise ayırımı noktasında olmadığını, daha geniş anlamda “kutsallaşmış gelenek boyunduruğ undan kurtulma” noktasında düğümlendiğini belirtir. Ona göre birincisi ikincisinin birçok görüntüsünden yalnız biridir. (Berkes, 2010: 19) Sekülerleşme laikliği de içine alan ve ona göre daha geniş bir anlam içeren bir yaklaşımdır. Protestanlığın etkisi altındaki ulusal kültürlerin dilinde kullanılan sekularizm kavramı, geleneksel katılaşmış kurum ve kurallar karşısında zamanın gereklerine uyan kurum ve kuralları geliştirme anlamını içinde taşır. (Berkes, 2010: 19) Bu anlamda Protestanlık, Katoliklikten daha esnek bir yapı sergilemiş ve sekülerleşmeye önemli uygulama örnekleri çıkmıştır. Bu bakımdan Batı toplumları içinde Protestan topluluklar kendilerini daha kolay yenilemişlerdir. Zamanın gerekle- 78 Türk Sosyologları Protestanlığın etkisi altındaki ulusal kültürlerin dilinde kullanılan sekularizm kavramı, geleneksel katılaşmış kurum ve kurallar karşısında zamanın gereklerine uyan kurum ve kuralları geliştirme anlamını içinde taşır. ri doğrultusunda kurumlarını ve kurallarını değiştirmişlerdir. Bunu yaparken zaman içinde kendilerine zarar verecek boyutta katılaşma ve kireçleşme eğilimi gösteren değerlerini sekülerleşme ile ayıklayabilmişlerdir. Her toplumda değişmez kurallar ve değerler bireylere büyük kolaylık sağlar. Bireyler bunların toplumsal fonksiyonu kalmasa da bırakmak istemezler. Fakat bu durum yaşlanan kişilerin damarlarının sertleşmesi gibi engelleyici ve zarar vericidir. Böyle zamanlarda kalıplaşmış ve donma eğilimine girmiş değerler dini değer kılığına girmeye başlar. Dinden güç alarak varlıklarını toplum nazarında kutsallaştı rmaya ve dokunulmazlık kazanmaya yönelirler. Toplumun eski yaşayışından veya zaman içinde gelişen benzeri birçok değer ve kurum bu eğilimdedir. Bunlar dini olmasa da dini imiş gibi etkili olmak isterler. (Berkes, 2010: 19) işte bu durumda mutlaka laiklik ilkesiyle bu değerleri askıya alıp çağın şartlarına uygun hale getirmek gerekir. Laisizm ve sekularizm böyle bir görev üstlenir. Bir toplumda değişme zorlukları ortaya çıkınca, çağdaşlaşmaya doğru bir yönelme başlayınca o zamana dek açıkça din şemsiyesi altına girmemiş kişiler, kurumlar ve kurallar yok olmamak için din kutsal sığınağına yönelirler. Berkes Türkiye’de Çağdaşlaşma isimli kitabında buna çok sayıda örnek verir. Osmanlı Türk toplumunda geri kalmışlığın bilinci ortaya çıkınca tedbirler alınmak istenir. Bu tedbirler babı ndan yapılmak istenen her yenilik ve değişiklik büyük bir dirençle karşılaşır. Bu direncin en önemli dayanağı ise din kisvesidir. Örnek olarak bizde matbaanın getirilmesine gösterilen direnç için “gavur icadı” gerekçesinin kullanılması gibi. Berkes çağdaşlaşma ile birlikte dinselleşme eğiliminin devreye girdiğini düşünür.

Dinselleşme, çağdaşlaşmaya karşı kaplumbağanın kabuğuna çekilmesi gibi bir korunma çabasıdır. Her çağdaşlaşma döneminin arkasından bir dinselleşme humması başlar. (Berkes, 2010: 20) Bu dinselleşme eğilimi gerçek anlamda dini bir gelişme değil, yenileşmeye karşı bir zırh ve bir dirençtir. Hristiyan batı dünyasında bu direncin merkezi ruhani bir yapıya sahip olan kilisedir. Fakat bu durum, kiliseler ve toplumların yaklaşımlarına göre farklılıklar gösterir. Aynı şekilde islam dini ve Müslüman toplumlar için de farklı yansımalar vardır. Bu farklı yansımalar tarihi sürece göre de değişik boyutlarda ortaya çıkar. Berkes çağdaşlaşma konusunda asıl sorunu, kutsal sayılan alanın ekonomik, teknolojik, siyasal, eğitsel, cinsel, bilgisel yaşam alanlarında daralması, etkisizleşmesi olarak görür. (Berkes, 2010: 23) Bu alanın kendini yenilemesi ve çağa uygun hale gelmesi zaten olumlu bir gelişmedir. Problem olan bu gelişmelere direncin kuvvetli olması ve alanı daraltmasıdır. Bu direncin dinî boyut kazanarak dinselleşmesi sadece olumlu gelişmeleri engellemeye yöneliktir. Gelenekselleşmiş bir siyasal ve toplumsal sistemde dinin ne ölçüde kutsal gelenekle ya da kutsal geleneğin ne ölçüde dinle bir tutulma haline gelmiş olduğu önemli bir problemdir. Berkes Türkiye’de Çağdaşlaşma isimli kitabında bunu belirlemeye çalışmaktadır.

Türk Toplumunda Batıcılık ve Çağdaşlaşma

Türk toplumunda çağdaşlaşma çabası Osmanlı Devletinde geri kalmışlığın fark edilmesiyle birlikte başlamıştır. Osmanlı Avrupa içlerine kadar ilerleyen ve dünyada önemli bir güç olarak yerini alan büyük bir devletti. Kuruluş yıllarından itibaren sürekli büyümüş ve başarılı olmuştu. Fakat 18. yüzyıla gelindiğinde artık yükselme bir tarafa mevcut halini muhafaza etmek bile zorlaşmaya başlamıştı. 1699 Karlofça ve Pasarofça Anlaşmalarıyla bu gerileme belgelenmiş oldu. Buna karşılık Batı toplumları nda önemli gelişmeler yaşanmaktaydı. Batı artık eski Batı olmaktan çıkmaya ve hızla ilerlemeye başlamıştı. Bu durum Osmanlı yöneticilerini ve aydınlarını   Berkes çağdaşlaşma ile birlikte dinselleşme eğiliminin devreye girdiğini düşünür. Dinselleşme, çağdaşlaşmaya karşı kaplumbağanın kabuğuna çekilmesi gibi bir korunma çabasıdır. Batılılar kendi dışındaki toplumları ilerletmek bir tarafa kendilerine peyk haline getirmek isterler. Batı’nın emperyalist yönü burada devreye girer ve bizi esir almaya çalışır. Bunun için Berkes’e göre Batılılaşmak yerine Batılılaşmamak esastır. etkiledi. Artık eski usullerle şimdiye kadar üstün geldikleri Batılı toplumlarla başa çıkamayacaklarını görmeye başladılar. Yeni bir durum karşısında kendilerini yenileme mecburiyetinde olduklarını anladılar. Esas problem bundan sonra başladı. Türkiye’nin çağdaşlaşma serüveni adını verebileceğimiz mücadele yenileşme adına atılan adımlara karşı geleneksel ve kalıplaşmış yapıların direnci arasında devam etti. Bu arada Batılı toplumlar bütün farklılıklarına rağmen ilerlemeye devam ettiler. Avrupa çağdaş kuralları ve kurumlarıyla medeniyetin öncüsü konumuna yerleşti. Herkesin kabul etmek zorunda kaldığı bir ilerleme yaşandı. Bilimde, felsefede, teknolojide, sanatta ve kurumsal yapılarda ortaya çıkan gelişmeler yeni sorunlar ortaya çıkarsa da, en yakın rakipleri olan Osmanlılar karşısında büyük üstünlük kazandırdı. Dolayısıyla Osmanlı Türk toplumunda meydana gelen yenileşme hareketleri bu gelişmelerden bağımsız düşünülemez. “Batı’da başlamış olan gelişmelerin Osmanlı ülkeleri üzerindeki etkileri, 18. yüzyılın geri kalan parçasında ve 19. yüzyılın ilk çeyreğinde kendini gösterecektir. Osmanlı devleti bu gelişmelere ayak uyduramadığı ölçüde arkadan sürüklenmeye, nihayet Tanzimat Döneminde o selin içine kendini kapıp koyuvermeye zorlanacaktır.” (Berkes, 2010, s. 43) Osmanlı devletinin ve toplumunun geri kalmışlığını aşmak için başlatılan çabalar oldukça zorluk içinde olmuştur. Avrupa’nın ilerlediğini gören aydınların bir kısmı bunun gerçek boyutlarını anlamak yerine taklit ederek aşabileceğimiz gibi bir yanılmaya düşmüşlerdir. Bu yanılmadan dolayı Osmanlı’da çağdaşlaşma yerine Batılılaşma kavramı ön plana çıkmıştır. Berkes’e göre bu son derece yanlış bir yaklaşı mdır. Batı dünyasındaki gelişmeler ve Batı’nın genel yapısı iyi anlaşılırsa zaten bu yanlışlık ortaya çıkacaktır. Bu bakımdan berkes sorunun Batılılaşmak ile değil, Batılılaşmamak ile çözüleceğini düşünür. Çünkü kapitalist batı ikiyüzlüdür ve kendi dışındaki toplumların gelişmesini istemez. “Batı’dan bağımsız olmayan hiçbir geri kalmış toplum batılılaşamaz, ilerleyemez; ister reform ister devrim yoluyla kendine yeni düzen veremez; sele kapılmış bir saman çöpü gibi sürüklenir durur… Geri kalmış toplumların Batılılaşmasını isteyen Batılılar aynı zamanda bunlara karsı gelmekle çelişikliğe düşmektedirler” (Berkes, 1975: 69) Batıcılık veya Batılılaşma kavramına Berkes olumlu anlam yüklemez. Batıcılık Ulusculuk ve Toplumsal Devrimler isimli kitabında Tanzimat Batıcılığı hakkında bilgi verir ve buna karşı gelişen tepkileri anlatır. Namık Kemal’in ülkenin ilerlemesini çok isteyen bir aydın olmasına karşın Batıcılığı nasıl sorguladığını örnek gösterir. (Berkes, 2002: 53) Berkes de Namık Kemal gibi Batı peykçiliğine şiddetle karşı çıkar. Berkes’e göre Batı medeniyeti ve Batılılık aldatıcı bir kavramdır. Ortak bir tanı mlama yapmak mümkün değildir. Dolayısıyla bizim geri kalmışlığımızı Batılılaşarak aşmamız söz konusu olmaz. Her toplum kendi devrimlerini gerçekleştirmedikçe ilerleme sağlayamaz. Batılılar kendi dışındaki toplumları ilerletmek bir tarafa kendilerine peyk haline getirmek isterler. Batı’nın emperyalist yönü burada devreye girer ve bizi esir almaya çalışır. Bunun için Berkes’e göre Batılılaşmak yerine Batılılaşmamak esastır. Batılılığın ve Batılılaşmanın bugün bir anlamı kalmıştır. O da şudur: “Batıcılık geri kalmış toplumların aydınlarının, kendi toplumlarının kalkı namaması gerçeğinin karşısında, ilerlemiş toplumları görmekten gelen aşağılık duygusunu hafişetmek için yapıştıkları bir hayal, bir toplumsal sakatlığın aydınlar arasında nükseden bir görüntüsüdür.” (Berkes, 2002: 161)


Batıcılık geri kalmış toplumların aydınlarının, kendi toplumlarının kalkınamaması gerçeğinin karşısında, ilerlemiş toplumları görmekten gelen aşağılık duygusunu hafişetmek için yapıştıkları bir hayal, bir toplumsal sakatlığın aydınlar arasında nükseden bir görüntüsüdür. Berkes, Osmanlı’da başlayan çağdaşlaşma ve Batılılaşma tartışmasının Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve Atatürk devrimleri ile yeni bir boyut kazandığını düşünür. Atatürk Millî Kurtuluş Savaşı biter bitmez hemen bir toplumsal devrim savaşı na girişmiştir. Türkiye’nin çağdaşlaşması bu girişime dayanır. Batı karşısında yaşadığı mız ikilemin çözümü de Atatürk’ün önderliğinde yapılan çağdaşlaşma girişi olan devrimlerde ortaya çıkmaktadır. Batı bir yönüyle çağdaş medeniyeti yaratmış, bir yönüyle de vahşi emperyalizme yönelmiştir. Kurtuluş Savaşında Batının tek dişi kalmış canavarıyla mücadele eden Türk milleti, Batıya arkasını dönerek kalkınamaz ve çağdaşlaşamazdı. Bunun için Atatürk “onunla savaşırken ona dönmek” ve “ona değişik gözle bakabilmek” maharetini göstermiştir. (Berkes, 2002: 105) Bu çerçevede olması gereken ne Batı peykçiliği, ne de Batı düşmanlığıdır.

 

Atatürk Devrimleri ve Türk Ulusculuğu

Çağdaş dünyanın ortaya çıkardığı gelişmelerden birisi milliyetçiliktir. Fransız Devriminden sonra siyasal bir akım haline gelen milliyetçilik Osmanlı imparatorluğunun milletler üzerindeki egemenliğini sarsmış ve imparatorluğun yıkılmasına yol açmıştır. Dolayısıyla milliyetçilik Türkleri doğrudan etkileyen bir siyasal güçtür. En sonunda Türkler emperyalist devletlere karşı büyük bir millî mücadele vererek, sonunda kendi millî devletlerini kurma imkânı bulmuşlardır. Millî devlet çağdaşlaşmanı n toplumların gelişmesine bir fırsat olarak getirmiş olduğu önemli bir kurumdur. Türk millî devleti ikiyüzlü Batı uygarlığı karşısında emperyalist Batı’ya rağmen Batılılaşmamayı başaran ama diğer taraftan çağdaşlaşmaya devam eden bir yapı olarak ortaya çıkmıştır. Bu önemli bir başarıdır. Osmanlı’nın kalıplaşmış kurumları içinde başarılamayan yenileşme ancak bu yapısal değişikle gerçekleşebilecektir. Berkes bu değişimi çağdaşlaşma yolunda önemli bir merhale olarak görür. Batı karşısında geri kalmışlığımızın çözüm yollarını yine Batı’nın geliştirmiş olduğ u çağdaşlaşma başarısıyla aşabileceğimizi düşünen Berkes, Cumhuriyet devrimleriyle bu imkânı yakaladığımızı düşünür. Buna bağlı olarak Türk ulusculuğu olarak adlandırdığı milliyetçilik kavramını hem çağdaşlaşmanın kendisine, hem de Batı karşısındaki farklılığımıza bağlar. Ulusçuluk Batı’da ortaya çıkan bir olgu olması na karşın Berkes, Türk ulusçuluğunu, kendine özgü yönlerine ve Batı toplumları nın uygarlık alanına girmeye çalışan toplumların özelliklerine vurgu yaparak açıklamaya çalışır. Türk ulusçuluğunun temel nitelikleri ona göre, “Batı ve Biz” sorunsalı na dayalı olarak biçimlenmektedir. (Azman, 2008: 44) Milli Kurtuluş Savaşı Türklerin hem çağdaşlaşmasında, hem de milliyetçi olması nda önemli bir dönüm noktasıdır. Kurtuluş Savaşı ile Türkler millet bilincini kazanmı şlardır. Atatürk devrimleri bu ortamın tamamlayıcısı durumundadır. Toplumlarda geri kalmaya sebep olan kalıplaşmış ve çürümüş yapılar gelişme için önemli engellerdir. Bunu laiklik, sekülerlik ve çağdaşlık tartışmalarında gördük. Batılı toplumlar da bu sıkıntıları fazlasıyla yaşamışlardır. Teokrasinin ve feodalitenin yol açtığı skolâstik kalıplaşmadan ancak devrimlerle kurtulmuşlardır. Kurtuluş Savaşı Türkler için bu bakımdan bir devrim ortamı yaratmıştır. Osmanlı Devleti içinde ilerleme ve yenileşme için düşünülen fakat başarılı olunamayan birçok adım bu sayede atılmıştır. Gelenekleri güçlü bir imparatorluk içinde dirençler kırılamamış ve çağdaşlaşma başarılı olamamıştır. Artık Cumhuriyetle birlikte eski toplumsal yapı- nın dayanakları kalmamış, çağdaşlaşma için devrim niteliğinde adımlar atılabilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk Türkiye’nin gelişmesi için elzem olan yapısal değişiklikleri yapmış ve çağdaşlaşma bağlamında önemli bir gelişme meydana getirmiştir. Çağın gereği olan ulus devletin kurulmasından sonra eski düzenin tamamen değiştirilmesi için bir dizi reformun kapısı açılmıştır. Bunların başlıcaları Atatürk ve Devrimler kitabında detaylı bir şekilde anlatılan, hukuk, eğitim, yazı, dil ve genel olarak yaşam ve kültür alanındaki değişmeler olmuştur. Bunlar yeni perspektif içinde Cumhuriyet devrimleri olarak tanımlanırlar. Bu devrimlerin gerçekleşmesinde Atatürk sıfatını kazanan Kurtuluş Savaşının önderi Mustafa Kemal Paşanın kararlı tutumu önemli rol oynamıştır. (Berkes, 2010: 521) Cumhuriyet döneminin en önemli özelliği, geleneksel islam-Osmanlı temeli yerine ulus devlet egemenliğini ve bağımsızlık ilkesini benimsemesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu özellikten dolayı Türkiye’nin çağdaşlaşmasında topluma önemli kazanımlar sunmuştur. Milliyetçilik Berkes’te, Milli Kurtuluş Savaşı, Atatürk devrimleri ve çağdaşlaşma bağlamında anlam kazanır. Bu anlamın mimarı ise bizzat Atatürk’tür. Türk ulusçuluğ u Atatürk’ün verdiği mücadelede şekillenmiştir ve Kemalizm adıyla da ifade edilebilir. Bu anlamda Kemalizm veya Türk ulusçuluğu geçmişin kalıplaşmış geleneklerine bağlı olmayan, geleceği dönüştürecek devrimci atı- lımların gücünü taşıyan ilerlemeci bir akımdı r. Aksi taktirde çağdaşlaşma için ihtiyaç duyulan adımları atma imkanı olmaz. Bu arada Türk ulusçuluğu taklitçi bir Batıcılığa da karşı dır. Çünkü Osmanlı’da gözlemlenen hayranlı k derecesindeki Batı taklitçiliği bu milletin gelişmesinde hiçbir katkı sağlamamıştır. Dolayısıyla Türk ulusçuluğu bağımsızlığa önem veren, ulus devlet modelinde millet egemenliğine dayanan, toplumun gelişmesi için gerekli radikal kararları devrim niteliğinde alabilen bir anlayıştır.

Türkiye’de Çağdaşlaşma Berkes’e göre Kemalizm adı verilebilecek Türk Ulusçuluğu, geçmişin kalıplaşmış geleneklerine bağlı olmayan, geleceği dönüştürecek devrimci atılımların gücünü taşıyan ilerlemeci bir akımdır. Üç çeşit milliyetçilik anlayışından bahsedilebilir: “1) Varolmayan bir ulus olma özlemi. 2) Var olan ulusu yok ettirmeme azmine dayanan devrimcilik. 3) Ulusal varoluş yerine kan ya da din birliği gibi ulusdışı bir birlik olma özlemi.”

Resim 4.7

Atatürk ve Devrimler  

Hilmi Ziya Ülken’in eserlerini, çeşitli sorunlara

karşı geliştirdiği düşüncelerini ve sosyolojik yaklaşı

mlarını değerlendirebilmek.

Ülken Türk düşünce tarihinde önemli bir yere sahiptir. Çalışmaları felsefe, sosyoloji ve psikoloji alanlarını kapsayacak genişliktedir. 19. yüzyılda bağımsızlıklarını kazanan sosyal bilimlerin ayrı şma ve kesişme noktalarını çok iyi takip edebilen bir düşünürdür. Sosyolojinin konusu ve yöntemi üzerine yaptığı analizler bilim camiasına ışık tutacak niteliktedir. Sosyolojinin gelişimindeki önemli tartışmaları Ülken yardımıyla takip etmek ve anlamak mümkündür. Bu özelliği sosyolojinin Türkiye’deki serüveni bakımından da son derece önemlidir. Türkiye’de sosyolojinin kurucusu olarak kabul edilen Ziya Gökalp’i yakından takip eden Ülken, hem bilim hem de düşünce çizgisini bu hesaplaşmayla geliştirmiştir. Pozitivist bilim anlayışının sosyal alanda yetersizliğini Dilthey’a dayanarak gösteren Ülken, doğru yöntemin her ikisi arasında denge kurmaktan geçti- ğini gösterir. Tek faktörlü yaklaşımların eksikliğine işaret eder. Gökalp gibi O da sosyoloji bilimi ile içinde yaşadığımız toplumun özelliklerini öğ- renebileceğimizi ve gerçekliğin bilgisine ulaşabileceğ imizi düşünür. Bunun için meydana gelen olayları iyi tahlil etmemiz gerekir. Ülken bu tahlil sonucunda Gökalp’in Turancılığının gerçeklere uymadığını ve bunun yerine Anadolucu görüşün geliştirilmesi gerektiğini savunur. Anadoluculuğ un önemli isimlerinden birisi olarak, belli bir tarihe, belli bir vatana bağlı bireylerin yoğrulması yla millet haline geldiğimizi belirtir. Hayali millet tanımlarının gerçekliğe uymadığını ve bunları n yerine sosyolojik bulgulara dayalı hakiki millet varlığına dayanmak gerektiğini düşünür. Dünya görüşünü tarihteki ve sosyolojideki son gelişmeler ışığında bilimsel verilerle geliştirir.

Niyazi Berkes’in eserlerini, çeşitli sorunlara karşı

geliştirdiği düşüncelerini ve sosyolojik yaklaşı

mlarını sıralayabilmek.

Niyazi Berkes’in sosyolojisi, toplumu tarihsel süreç içinde anlamaya ve geçirdiği sosyal değişme evrelerini tespit etmeye çalışan bir özellik taşır. Felsefe ve sosyoloji eğitimi alan Niyazi Berkes, Türkiye’nin çağdaşlaşma serüveni üzerinde çalışmalar yaptı, düşünceler geliştirdi. Son iki yüzyılı- mızda en çok tartıştığımız ve gerçekleştirmeye çalıştığımız yenileşme hareketlerini analiz etti. Bu süreçte kullanılan temel kavramlar olarak laiklik, sekülerlik, asrilik, çağdaşlık, Batıcılık, milliyetçilik ve devrimler üzerine analizler yaptı. Türkiye’nin çağdaşlaşmasını eski kalplardan kurtulması nda ve çağdaş gelişmelere uyum sağlaması nda gördü. Bunun en önemli merhalesi olarak Cumhuriyet devrimlerini gösterdi. Berkes, Batı sosyolojisindeki ilerlemeci ve evrenselci teorilere uygun şekilde toplumun geri kalmışlıktan modernliğ e doğru nasıl gelişmesi gerektiğini göstermeye çalıştı. Analizlerini bu çerçeve içinde yaptı. Batı karşısında taklitçilik ve peykçilikten uzak durmaya çalıştı. Batı’nın emperyalist tavrı ile modern tavrını iki yüzlülük olarak gördü ve dikkatli olmak gerektiğini vurguladı. Bu ikiyüzlülüğü en başarılı şekilde aşmaya örnek olarak Atatürk devrimlerini gösterdi. Berkes Batı’cı olamayan bir modernleşmeci aydın olarak, ülkesinin ilerlemesi önündeki engellerle mücadele etti. Ülkenin ilerlemesi için kendi dinamikleriyle yenileşme adımları atmasının önemini gösterdi.