Sosyoloji

Neşe Işık – Doğu Karadeniz Efsaneleri – Derleme ve Araştırma

DOĞU KARADENİZ EFSANELERİNİ DERLEME VE
ARAŞTIRMA

(TRABZON, RİZE VE ARTVİN EFSANELERİ)

Doğu Karadeniz efsaneleri üzerine yapılan bu
çalışmanın derleme sahası Trabzon, Rize ve Artvin illeridir.

Çalışmanın giriş bölümünde önce, efsane
bütün yönleriyle tanıtılmış, sonra da diğer halk anlatılarıyla
karşılaştırılmıştır.

…çalışma da derlenen 160 efsaneden sadece
101 tanesi alınmıştır, geriye kalan eksik veya çok az farklı olan diğer
varyantlar ise dipnotlar şeklinde gösterilmiştir.

Çalışma alanıyla ilgili yazılı kaynaklardan,
yalnız 5 efsane metni alınmıştır. Diğer efsaneler ise çalışmacı tarafından
derlenmiştir. Efsaneler, kaynak kişilerden alındığı şekliyle değil, anlamı
değiştirmemeye özen göstererek, çalışmacının kendi üslubuyla yeniden kaleme
alınmıştır.

Birinci bölümde, efsaneler epizotlarına
ayrılmış ve şu ana başlıklar altında toplanmıştır.

1. Taş Kesilme ile ilgili Efsaneler

2. Velilerle ilgili efsaneler

3. Hızır ile ilgili Efsaneler

4. Yer Adlan ile ilgili Efsaneler

5. Çeşitli işaretlerle ilgili Efsaneler

6. Dağ, Göl, Pınar ve Mağaralarla ilgili
Efsaneler

7. Çeşitli Hastalıklarla ilgili Efsaneler

8. Tabiat Hadiseleriyle ilgili Efsane

9. Olağanüstü Varlıklarla ilgili Efsaneler

10. Şehitlerle ilgili Efsaneler

11. Hayvanlarla ilgili Efsaneler

12. Bitkiyle ilgili Efsane

13. Hazineyle ilgili Efsane

14. Kesik Baş ile ilgili Efsane

15. Çeşitli Yapılarla ilgili Efsaneler

16. Diğerleri

İkinci bölümde (…) efsaneler kısaca
incelenmiştir.

Üçüncü bölümde sonuç ve öneriler yer
almaktadır.

Özet

Destanlar gibi milli olmamalarına rağmen,
toplumun kültür düzeyini, yaşayış şek1ini yansıtırlar.

Giriş

Efsanelerin
Diğer Dillerdeki Karşılıkları ve Efsane Tanımları

“Efsane” terimi dilimize Farsçadan
girmiştir. Farsçada “efsane” ile birlikte “fesane” kelimesi de kullanılmaktadır.
Arapça’da, dini niteliklere sahip olan efsanelere, “menkabe” de denilmektedir.
Türkçede, efsane karşılığı olarak “söylence” kelimesi önerilmiştir.

Şemseddin Sami, Kamus-ı Türki’de efsaneyi:
“Masal, asılsız hikâye, hurafat, şöhret bulup, dillere düşen vak’a ve hal,
destan” olarak tanımlamaktadır.

Türkçe Sözlük’te efsane maddesi şu şekilde
verilmiştir: “Halkın imgesinde doğarak, ağızdan ağıza dolaşan ve konusu çok
defa olağanüstü nitelikte olan hikâye.”

İslam Ansiklopedisi’nde efsane: Efsanelerde yer
alan olayların gerçeğe dayandığı kabul edilir. Fıkralar gibi bunlar da süsten
uzaktır.

Saim Sakaoğlu (…) efsanenin özelliklerini şu
üç maddede toplar:

I-Şahıs, yer ve hadiseler hakkında
anlatılırlar.

2-Anlatılanların inandırıcılık vasıfları
vardır. Umumiyetle şahıs ve hadiselerde, tabiatüstü olma vasfı görülür.

3-Efsanelerin belirli bir şekli yoktur. Kısa
ve konuşma diline yer veren anlatımlardır.

Belli bir mekâna, şahsa ve zamana bağlı olan, halk tarafından
gerçek olarak kabul edilen, ama içinde olağanüstü unsurlar da bulunduran;
toplumun örf, adet ve geleneklerinin devamını sağlayan anlatmalardır. İnsan
zekâsının ürünü olan efsaneler, taşıdıkları önemli özellikler nedeniyle de
toplumu yansıtırlar.

Maziyi bugünle birleştiren halk kültürü,
toplumu meydana getiren fertler arasında duygu, düşüncede, davranışta birliği
sağlamak konusunda da başvurulacak önemli bir müessesedir.

Halk kültürünün önemli ürünlerinden biri
olan efsanelerle, toplum hayatı arasında çok yakın bağlar vardır. Efsaneler bir
nevi halkın inanç, duyuş ve düşüncesinin aynasıdırlar. Bir milletin kültürünü
öğrenmek için, o milletin sözlü ürünlerine bakmak yeterli olacaktır.

Efsanelerde önemli olan anlatılan olayın
sergilenmesi değil, olayın içinde yer alan ve yaşatılmak istenen düşüncedir.
Efsaneyi dinleyen, sonunda bundan bir ders alır.

Efsaneler sahip oldukları inanç unsuru
nedeniyle, insanları telkin edici ve yönlendirici özelliğe de sahiptirler.

Sakaoğlu (…) teşekkülleri bakımından
efsaneleri üç gruba ayırır:

1. Menşelerle ilgili Kaide: Aynı akli
kapasiteye sahip bütün milletlerde muhayyile aynı şekilde tezahür eder. Böylece
benzer efsanelerin yaratılışına sebep olur.

2.         Birinin
Yerine Diğerinin Geçmesi Kaidesi: Bir kahramanın hatırası zayıfladıkça onun
şerefine yaratılmış olan efsane bu kahramanı terk eder ve daha meşhur birine
mal olur.

3.         Adapte
Olabilme Kaidesi: Çevre değiştiren her efsane yeni çevrenin sosyal ve
etnografik şartlarına kendini adapte eder.

Efsaneleri besleyen kökleri dört grup
halinde incelemek mümkündür:

1-    Mitolojik Kökler

İnsanlar, varlığını ve oluş sebebini
açıklayamadığı cisim ve olayları izah etme ihtiyacı hissetmiştir.

İlk dönem insanlarının izahları, zamanla
halkın muhayyilesinden katılmış yeni hayali unsurlarla birlikte bütünleşerek,
inanç sistemi haline gelmiştir. Bu inanç sisteminin kimi unsurları, bazı
efsanelerin kökünü oluşturmuştur.

Özellikle gök cisimleriyle ve hadiseleriyle
ilgili olan efsanelerde, bu türden mitolojik kökler aramak gerekir. Bu izah ve
anlatmalar, efsaneleştikten sonra inanç sisteminin dışına çıkmıştır.

Bu anlatmalar inanç olmaktan çıktığında,
terbiyevi bir karaktere bürünmüşler, bu nedenle de inanılıp ders alınması
gereken bir anlatmaya dönüşmüşlerdir.

2-    Tarihi Kökler

Halk, efsanelerde tarihi olayı olmasını
istediği gibi ve tarihi şahsı da görmek istediği şekilde gösterir.

3-    Hayali Kökler

Geçmişte olmuş bir olay dilden dile
aktarılırken birtakım değişmelere uğrar. Sonradan halk tarafından ilave edilen
bu unsurlar, efsanelerin hayali fantastik kökleridir.

4-    Dini Kökler

Eski anlatmalar, yeni dinin çevresinde
birikerek geniş kitlelere yeni dini tebliğ etme fonksiyonunu yüklenir.

…efsanelerin arkasında bir hayat gerçeği, en
önemlisi bir inanç sistemi vardır.

Efsane
Konusunda Yapılan Çalışmalar ve Efsane Tasnifleri

Efsaneler üzerinde yapılan çalışmalar, 19.
yüzyılın başlarından itibaren, Avrupa’da başlamıştır.

İslam dünyasında evliya tezkireleri şeklinde
ortaya konulan menkıbe külliyatlarının benzerleri Hıristiyan âleminde de
görülür.

Türk dünyası için Evliya Çelebi
Seyahatnamesi mühim bir kaynaktır.

Efsane üzerinde yapılan ilk çalışmaların en
kayda değeri, J. Ludwig Karl Grimm ve Kardeşi Wilhelm Grimm’in çalışmalarıdır.

Efsane
Tasnifleri

Budapeşte Kongresi’nin başkanı, Kurt
Ranke’nin çalışmaları (sonucunda) efsanelerin uluslararası ölçüde sınıflandırılması
üzerinde ortak kararlara varılmıştır. Buna göre efsaneler, dört ana gruba ve
bunlar da alt gruplara ayrılmıştır.

1.Dunyanm yaratılışı ve sonu (Kıyamet) ile
ilgili efsaneler

2.Tarihi efsaneler ve medeniyet tarihi ile
ilgili efsaneler

A Medeniyet ile ilgili yer ve eşyanın menşei

B. Bazı yerler ile ilgili efsaneler

C. Dip tarihi (prehistorya) ve ilk zamanlar
ile ilgili efsaneler

D. Harpler ve felaketler

E. Temayüz etmiş kişiler

F. Bir düzenin bozuluşu

3.Tabiatustu varlıklar ve kuvvetler / mitik
efsaneler

A. Kader

D. Ölüm ve Ölüler

E. Tekin olmayan yerler ve hayaletler

F. Hayaletlerin resmi geçidi

G. Öbür dünyada ikamet

H. Cinler, periler, ruhlar

L Medeniyetle ilgili yerlerdeki hayaletler

J. Değişmiş varlıklar

K. Şeytan

L. Hastalık yapan kötü ruhlar (cinler) ve
hastalıkları

M. Tabiatüstü (sıhri) kuvvetlere sahip
kimseler

N. Efsanevi (mitik) hayvanlar ve bitkiler

O. Hazineler

4.Dini efsaneler / Tanrı ve kahramanlarla
ilgili efsaneler

Boratav, International Society for F.-N.
Research’ın, Budapeşte’de kabul ettiği geçici sınıflandırmanın, Türk
Efsanelerine uygun olmadığını belirtmiştir.

1. Dünyanın yaratılışı ve sonu ile ilgili
efsaneler

2. Tarihi efsaneler

A Sınırlandırılmış tabii yerlerin menşeleri
(dağlar, göller)

B. Meskûn yerlerin menşeleri (şehirler,
köyler)

C. Büyük binaların menşeleri (kiliseler,
camiler, köprüler…)

D. Hazineler

E. Milletlerin, hükümdar sülalelerinin ve
içtimai sınıfların menşeleri

F. Felaketler

G. Tarihi olarak bilinen kahramanların
yendikleri tabiatüstü güce sahip canavarlar

H. Savaşlar, fetihler, istilalar

L Kurulu düzene başkaldırmalar

J. Diğer hadiseler ve üstün kişiler;
medeniyet getiren kahramanlar, bilginler, şairler

K. Aşk ve aile hayatı

L. Küçük bir cemiyetin tarihinin bir
parçasını meydana getirdikleri ölçüde bilinen ortak veya ferdi karakterde
çeşitli diğer kişilerle ilgili anlatmalar

3. Tabiatüstü şahıslar ve varlıklar üzerine
efsaneler

A Alın yazısı

B. Ölüm ve ötesi

C. Tekin olmayan yerler

D. Tabiatın bir parçası olan yerler (orman,
gol, vs.) ile hayvanların sahipleri

(koruyucuları)

E. Cinler, periler, ejderhalar vb.
tabiatüstü güçte yaratıklar

F. Şeytan

G. Hastalık ve sakatlık getiren varlıklar
(albastı gibi)

H. Tabiatüstü güçleri olan kişiler (büyücü,
üfürükçü, afsuncu gibi)

I. “Mythique” nitelikte hayvan ve
bitkiler (adamotu gibi) üzerine anlatmalar

4. Dini efsaneler.

Efsaneler mitlerin modernleşmiş şekli olarak
kabul edilir.

Mit ve efsanenin ortak olan tarafı, her
ikisinin de inanma yönünden gerçek olarak kabul edilmesidir.

Masal hayali bir dünyada geçerken, efsane
yaşadığımız dünyada meydana gelir.

Destanlar milli oldukları için, yalnızca bir
millete aittir, fakat efsanelerin benzerlerine başka milletlerde rastlamak
mümkündür.

Efsanelerin, halk hikâyeleriyle de yakından
ilgisi vardır. Hemen hemen her hikâyede efsane özelliği gösteren paryalar
vardır.

Birinci Bölüm

Efsaneler

Taş Kesilmeyle İlgili Efsaneler

Şekil değiştirme motifleri içinde
değerlendirilen taş kesilme Anadolu-Türk efsanelerinde çok sık görülen bir
motiftir. Taş kesilme motifi ağırlıkla ibret ve ders verme gayesi güder. Anadolu-Türk
efsanelerinde taş kesilme motifini inceleyen ve tip kataloğunu hazırlayan Sakaoğlu,
taş kesilmenin sebebini yedi gurupta toplamıştır, temel olarak beş farklı neden
tespit etmiştir. Bunlar; (1) aşk, (2) zor durumdan kurtulma, (3) saygısızlıklar,
(4) kötü huylar, (5) Hızır ve insanlar şeklinde sıralanır.[1]

Nedeni aşk olan taş kesilme efsanelerinde
genellikle birbirini seven ancak bir nedenle kavuşamayan kadın-erkekten biri
diğerine beddua eder ve bedduayı alan kişi taş kesilir.

Yoluna çıkan bir engel karşısında çareyi
Allah’tan taşa döndürülmesini istemekte bulan kişiler de, zor durumdan
kurtulmaktan bahane taş kesilmenin örnekleri olarak karşımıza çıkar.

Özellikle aile büyüklerinin sözünü
dinlememek en sık görülen saygısızlık örnekleridir. Pek çok efsanede
gelin-kaynana arasındaki sürtüşmenin sonu taş kesilmeyle sonuçlanır.  

Kibirlenmek, cimrilik ve hilekârlık
efsanelerde akıbeti taş kesilmek olan kötü huylar olarak karşımıza çıkar.

Kötü pek çok davranış, insanlara daha çok
dilenci kılığında görünen Hz. Hızır tarafından cezalandırılır.

1-  Gelincik
Kayası

Of’un Erenköy köyünde, iki genç birbirlerini
severler. Fakat kızın ailesi (…) evlenmesine müsaade etmez ve kızı istemediği
birisiyle nişanlarlar.

Kazankıran Tepesi’ne geldikleri sırada,
kızın sevdiği;

“Bana yar olmadı, başkasına da yar olmasın,
taş olsun!” diye beddua eder.

Telli duvaklı gelin, oracıkta taş kesilir.

Bugün hâlâ gelini andıran beyaz bir taş,
köyün orta yerinde durmaktadır.

2-  Gelin
Kayası

Koyun güzel kızını sevdiği gence vermezler.
Genç kız bir başkasıyla evlenir, çocuğu olur.

Yayla yolundayken çocuğu ağlamaya başlar.
Sinirlenen kadın;

“Taş olsam da kurtulsam diye beddua eder.”

Anne ve çocuk orada taş kesilir.

3-  Gelin
Kayası

Oğulağaç köyünde
bir gen
ç babasının
rızası olmadığı halde sevdiği kızla evlenir.

Düğün alayı kapıya yaklaştığı sırada, gencin
babası:

“Eğer bu gelin hayırlıysa gelinim olsun,
hayırlı olmayacaksa taş kesilsin,” der.

Gelin alayı, orada taş kesilir.

4-  Gelin Taşı

Akçaabat’ın Akyazı köyünde, düğün
kervanındaki genç kız, evde unuttuğu iğnesini almak için kervanı geri çevirir.

İğnesini alıp, yoluna devam ederken, kızgın
ve şaşkın olan anne, babası:

“Allah seni taş kessin” diye beddua ederler.

Gelin ve kervanı orada taş kesilir.

5-  Dodopallar

Dodopallar, gelin anlamına gelmektedir.

Savşat’ın Şalcı köyünde, ormanın içinde
düğün alayını andıran taşlar vardır. Efsaneye göre ailesinin rızasını almadan
evlenen kızın ardından ailesi beddua etmiş ve düğün alayı ormandan geçerken taş
kesilmiş.

6-  Taş Kesilen
Gelin

Biri zengin diğeri fakir iki kardeş varmış.
Fakir olan zenginin işlerini yaparmış. Zengin olan da fakire yardım edermiş.

Zengin olan altı kül, üstü un dolu bir got
vermiş kardeşine. Fakir kız un dolu sandığı gotu omzuna almış yola koyulmuş. Kız
yolda yaşlı bir adama rast gelmiş.

Yaşlı adam kıza:

“Kızım ne elindekine bak ne de dön geri bak!”
demiş.

Kız merakını yenemeyerek ardına bakmış. …kız
kardeşinin evi yerle bir olmuş. Evin bulunduğu yerde göl oluşmuş.

Kadın da, oracıkta taş kesilmiş.

Trabzon’da merkeze bağ]ı Dolaylı köyünde yaşanan
bu olayın geçtiği yere “Got

Kaya,” evin yerinde oluşan göle de “Limli Gölü”
denilmektedir. Burası Hıdırellez’de ziyaretçi akınına uğramaktadır.

7-  Gelin
Kayası

Şalpazarı’nda Sisdağı Yaylasında birbiriyle
geçinemez gelin ile kaynana.

Gelin suya giderken kaynana beddua eder:

“Allah seni bu eve bir daha getirmesin, taş
yapsın bıraksın!” der.

Gelin suya giderken yolda taş kesilir.

Gelin Kayası denilen yerde üç tane taş vardır.

8-  Taş Kesilen
Gelin

Artvin Şavşat yolunda İki Gözlü Köyü vardır.
Köydeki yeni gelin kayınpederine yemek götürmek üzere yola çıkmış, Dereyi
geçerken karşı tepede ejderha görmüş.
Ejderhadan kurtulmak için:

“Allah’ım,
ejderhaya yem olmaktansa beni ta
ş kes!”
demiş.

…başındaki
sofrayla birlikte orada taş kesilir.

9-  Gelin Taşı

Ardeşen’in Duygulu Köyüne gelin gelecektir.
Aşçılar yemek yaparlar. Gelin alayı gecikir.

…yaptığı yemekleri soğuyan aşçı kadın (…)
sinirli sinirli ortalıkta dolaşırken ayağı kayar, yemek kazanı devrilir, canı
yanar.

“Neredesiniz bu saate kadar, sizin yüzünüzden
ayağım yandı. Taş üstünde taş kalasınız inşallah!” diye beddua eder.

T
kesilen gelin ve düğün alayının bulunduğu bölgeye yörede, Gelin Taşı
denilmektedir.

10-          
 Gelin
Alayı

Gelin alayına rast gelen yaşlı kadın,
yürümeye hali kalmadığını söyleyip gelinden eşeğini ister. Düğüncüler kabul
etmeyince beddua eder.

Bedduadan dolayı gelin ve gelin alayı taş
kesilir.

11-          
 Taş
Kesilen Köylüler

Maçka’nın Kadırga Yaylasına gelen aksakallı
yabancı bir adam aç olduğu için gördüğü ilk kapıyı çalmış. Süt istemiş. Kapıyı
açan adam yaşlıya bir şey vermemiş. Yaşlı adam başka bir kapıyı çalmış. Bu defa
yağ istemiş. Kapıyı açan adam o sırada yağ yaptığı halde yabancıya bir şey
vermemiş. Yaşlı adam bu defa çobandan koyun istemiş, o da bir şey vermemiş.

Bunun üzerine Hızır:

“Allah hepinizi, sizden daha hayırlı olan taş
gibi yapsın!” diye beddua etmiş. Köyde bulunan her şey taş kesilmiş.

12-          
 Taş
Kesilen Gelin

Yeni gelin Araklı Yoncalı köyündeki kaynanasına
şöyle bir haber gönderir:

“Kaynanam anahtarı bana göndersin kendisi de
evden çıksın!”

Bu haberi alan yaşlı kadın, geline beddua
eder. Gelin, Yoncalı Köyü yakınlarında taş kesilir.

Aynı
efsane, Rize-Hemşin ilçesinin Karameşe köyünden de derlenmiştir.

13-          
 Kötü
Evlat

Kaynanasına bakmak istemeyen gelin, eşinden
annesini öldürmesini ister.

(Çaresiz kalan adam) Annesini alıp ormana götürür,
fakat öldürmeğe kıyamaz.

Eşi, her gün isteğini tekrarlar. Adam da,
annesini alarak ıssız bir yere götürür.

Yaşlı kadın, oğlunun niyetini anlar ve ondan
namaz kılmak için biraz vakit ister.
Kadın
namazını bitirir, arkasını döner ki, oğlu elindeki baltasıyla birlikte taş kesilmiştir.

14-          
 Taş
Kesilen Kadın

Araklı’nın Ağaçbaşı köyünde bir kadın, mart
ayı çıkar çıkmaz yaylaya gitmeye karar verir.

Komşusu, bu ayda yaylaya çıkılmayacağını, Garıcık
Fırtınası olduğunu söyler. O da;

“Martı arkama attım, aprili önüme kattım.
Allah izin verse de çıkacağım, vermese de” der ve yola koyulur.

Kadın yayla yolundayken bir fırtına kopar. Öleceğini
anlayan kadın, kazanı başına geçirir geçirmez taş kesilir.

15-          
 Esrarengiz Pusula

Borçkalı yaşlı bir adam mısır satmak için
Maradit Köyüne gider. Yıllar önce Tiflis’teyken bir Ermeni ona bir pusula
vermiş ve:

“Ölülerin ruhları için bu pusulayı Maradit
Kalesi’nden aşağıya at.” demiştir.

Yaşlı adam söyleneni yapar. Pusulayı atar
atmaz korkunç bir ses duyar. Ardından sinek vızıltıları duyar. Elleriyle
sinekleri kovalamaya çalışır. Eline değen sinekler yere düşer ve altına
dönüşür.

Velilerle İlgili Efsaneler

Veliler, din büyükleri Anadolu insanının her
daim saygısına mazhar olmuşlardır. Bu kimselerle ilgili olarak anlatılanlar da
yine saygıyla dinlenir. Velilerde görülen kerametler, o kimseye karşı duyulan
saygıdan mütevellit dillerden düşmez. Tayyi mekân,  tayyi zaman, su üstünde yürüme, insanların
içlerinden geçirdiklerini, düşündüklerini anlamak gibi olağanüstü haller
velilerle ilgili anlatılarda sık görülen kerametlerdir. Velilere duyulan
saygıdan, onların anısına ve özellikle kabirlerine yapılacak bir saygısızlığın
çok kötü biçimde cezalandırılacağına inanılır. Pek çok efsanede veliyullahtan
olduğuna inanılan biri hastalıklara şifa, dertlere deva getirir. Bazı
insanlarda görülen olağanüstü haller o kimsenin veli olduğu inancını doğurur ve
olayla ilgili anlatı efsaneye dönüşür.

16-          
 Rızık

Velilerden biri yaşlı kadınla, torununa
senenin kurak geçeceğini söyler. Yaşlı kadın da, o sene hiçbir şey ekmez. Köy
halkı mahsulünü alırken, onlar dilenmeye başlarlar.

Bunun üzerine veli, yaşlı kadına, fırını yakıp
içine biraz arpa atmasını söyler. O da, isteneni yapar. Sabah olunca fırını açıp
bakarlar ki, arpalar büyümüş, başları aşağıya doğru dönmüş.

Kurak olsun, sel olsun çalışacaksın, Allah
da verecek…

17-          
 Mezarlık

Şavşat’ın Ciritdüzü köyünde anne ile kızı,
cuma günü mezar ziyaretine gider.
Kur’
an okuyan kadın garip bir ses duyar.
Duyduğu
ses, kendisine de Kur’an bağışlamasını istemektedir.

Annesi ise hiçbir şey duymamıştır.

Mezarlıktan çıktıklarında anne, o sesin mezarlıkta
yatan veliye ait olduğunu söyler.

Köy halkından bazıları, cuma sabahları mezarlıkta
ezan okunurken, mum yandığını görmektedirler.

18-          
 Cami

Aşağı Koyunlu köyünün camisinde, bazı günler
birtakım gariplikler olur. Sabah
ezanına
yakın vakitlerde, camide gürültüyle namaz kılındığı duyulur.

Köyün yaşlılarından biri, komşusunun kapısını
çalarak onu namaza çağırır.

Çağrılan kişi namaza gitmez. Yaşlı adam
camiye girince ses kesilir. Birkaç ay sonra yaşlı adam ölür. Ölümünden soma,
birçok kişi mezarı başında mum yandığını görür.

19-          
 Dilenci

Çamlıhemşinli bir adam, evini yaptırmak için
ustanın yanına gitmiş.

Usta: “Evini yaparım ama bana veli gösterirsen”
demiş.

Bir gün usta ve konak sahibi yemek yerken,
bir dilenci gelmiş.

Aç olduğunu söyleyince, konak sahibi onu
sofraya davet etmiş. Dilenciyi, ustanın yanına oturtunca, adam yanına oturan
dilenciden hoşnut olmamış ve kalkmış.

Evin yapımı bitmiş.

“Hani bana veliyi gösterecektin.” demiş.

O da:

“Sana veliyi gösterdim, üstelik de yanına
oturttum.” deyince, usta yaptığı büyük hatayı anlamış.

20-          
 Mukule
Hoca

Mukule Hoca, medrese tahsili görmüş, âlim
bir kişiymiş.

Karlı bir cuma günü, hoca uzak bir yerden köyüne
dönüyormuş. Yolda, köyün gençleriyle karşılaşınca, hep birlikte yürümeye başlamışlar.
Gençler, hocaya:

“Geri dönelim, bu fırtınada yolda kalır, ölürüz”
demişler.

Ancak, hoca yoluna devam etmekte kararlıymış.
Gençler geri döndüğü halde, o yoluna devam etmiş.

Akşama doğru hocanın arkasından gitmişler.

Gençler, hocanın bir yerde donmuş olabileceğini
düşünmüşler.

Ertesi gün köye ulaşan gençler hocayı
sormuşlar.

Sordukları kişi, hocanın cuma günü cemaate
namaz kıldırdığını söyleyince, hocanın ermiş olduğu anl
aşılmış.

21-          
 Numan
Efendi

Numan Efendi, çevresinde dindarlığıyla
tanınan bir kişidir.

Arkadaşları da,
onun hiç çaba göstermeden, Kur’an’ı öğrendiğini gördüklerinde hayret ederler.
Bir gün hocası ona, nasıl çalı
ştığını sorar. O da hiç çalışmadığını,
sabah kalktığında hepsini ezberlemiş olduğunu söyler. Sırrı öğrenilen, Numan
Efendi bir daha Kur’an’ı çalışmadan ezberleyemez.

22-          
 Hasan
Dede Türbesi

Ardeşen’in
Seslikaya köyünde yaşayan Hasan dede ölmeden önce kendi mezarını kazdırmaya
karar verir. Yeğeni mezarı kazmaya başlar. Çalışırken aklından yayladaki soğuk
sulardan içmek geçer. Bu sırada dede yeğenine dönerek, yaylaya çıkabileceğini
söyler. Yeğen yaylaya çıkar, döndükten sonra da mezarı kazmayı tamamlar.

Hasan dede çocuklarını çevresine toplayarak,
şöyle der:

“Ben ölünce, beni bu mezara gömün. Dört sene
sonra mezarımı açın. Eğer, vücudum çürüyüp toprak olmuşsa, mezarı tekrar kapatırsınız.
Ama vücudum çürümemişse o zaman türbemi yaparsınız.

Hasan dede ölür, aradan beş-altı sene geçer.

Çocuklan babalarının vasiyetini unutunca,
babalarını rüyalarında görürler.

Çocukları önce din adamlarına danışırlar,
daha sonra Hasan dedenin mezarını açarlar. Hasan dedenin çürümemiş olduğunu görünce
adına türbe yaptırırlar.

Hasan dedenin, Hüseyin adında bir ikizi vardır.
Hüseyin dede veli olmadığı halde, onun mezarı da türbenin yanına yaptırılır.
Hasan dede bir nedenden dolayı seksen yaşında evlenmiş, bu evliliğinden Süleyman
adında bir oğlu olmuştur. Süleyman dedenin mezarı da türbenin yanındadır (Süleyman
dedenin de veli olduğu söylenmektedir).

Hasan dedenin türbesi ziyaret yeridir. Burayı
çocuğu olmayanlar, hastalar ziyaret etmektedir. İnsanlar, şifalı olduğuna inandıkları
için, mezardan aldıkları toprağın suyunu içerler.

Rize’den
derlenen diğer varyantta; Seslikaya köyündeki bu türbe, I. Dünya Savaşı
yıllarında şehit düşen baba ve oğulun türbesidir.

23-          
 Kalamozlu Mehmet Efendi

Rizeli saatçi Kalamozlu Mehmet Efendinin,
namaz kılarken titrediği söylenir. Mehmet Efendinin, mezar ziyaretleri sırasında,
kabirde azap çekenleri anladığı ve bu nedenle ürperdiği anlatılmaktadır.

Mehmet Efendi, ziyaretine gelen Halil
Kahveci’ye, babasının çok az ömrü kaldığını söyler. Bu ziyaretten kısa süre
sonra Halil Kahveci’nin babası vefat eder.

İnançsız birinin şikâyeti üzerine askerler,
Kalamozlu Mehmet Efendinin ellerini kelepçeleyerek, Trabzon’a götürmek üzere
arabaya bindirirler.

Kalamozlu Mehmet Efendinin ellerindeki
kelepçeler birden bire çözülünce, askerler hayretler içinde kalır.

24-          
 Kuraklık

Şavşat’ın Ziyaret köyü ve civarında şiddetli
bir kuraklık olmuş. Halk yaylalara göç etmek zorunda kalmış. Kuraklık yedi sene
sürmüş.

Yedi senenin sonunda bir veli ortaya çıkmış ve
kuraklığın sona ereceğini müjdelemiş. Topkulu denilen dağın ardından çıkacak
kara bulutun, sel felaketine yol açacağını da eklemiş. Velinin uyarısını
dinleyenler, yayladan köye inmişler. Birkaç gün sonra felaket gerçekleşmiş.
Velinin dediği gibi olmuş ve o kadar çok yağmur yağmış ki, yaylada kalan insanların
hepsi yok olmuş.

25-          
 Eyüboğlu Dede

Ardeşen’in
Yeniyol köyünde Eyüboğlu dede isimli kişinin veli olduğuna inanılmaktadır. Eyüboğlu
dedenin yaşadığı yıllarda, aynı anda iki ayrı yerde görüldüğü söylenir. Köyün
camisinde Kırklarla namaz kıldığına inanılmaktadır.

Dedenin ölümünden yıllar sonra iki balıkçı fırtınalı
bir havada, Eyüboğlu dedenin yön göstermesi sayesinde karaya çıkar.

26-          
 Ziyaret

Şavşat’ın Kirazlı köyünde, adamın biri ulu çınarı
kesmek ister.

Adam, yaşlı çınara bir balta vurur, çınardan
kıpkırmızı kanlar akmaya başlar.

Aradan kısa bir süre geçer, yaşlı adam oğlunu
kaybeder. Bu olaydan sonra, birçok kişi ağacın olduğu yerde mumların yandığını
görür. Köy halkı, burada bir velinin yattığını anlar.

Daha sonra burası ziyaret yeri olmuştur. Perşembe
ve cuma günleri dileği olanlar veya hastalıklarına çare arayanlar, burayı
ziyaret ederler.

Hızırla İlgili Efsaneler

Hz. Hızır, halk inancına göre ölümsüzlük
sırrına ermiş bir kişidir. “Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez” atasözünün de
işaret ettiği gibi darda kalanların yardımına koşar. Halk inancında bahar
merasimlerinde de Hz. Hızır çıkar karşımıza: Anadolu’da yaygın şekilde görülen
Hızır Nebi Günü / Hıdırellez, Hızır ile İlyas peygamberlerin bir araya geldiği
6 Mayıs’ta kutlanır. Hızır nasıl karada imdada yetişiyorsa, denizlerde dara
düşenlere de İlyas yardım eder. Hızır toprağın, İlyas ise suyun temsilcisidir.
Hızır ile İlyas’ın bir araya gelmesi, toprak ile suyun kavuşmasıdır. Bu da
doğrudan doğruya bereketle ilgilidir. Bu ikisi birleşince o yılın bereketli
olacağına inanılır. Hızır Nebi törenleri bu nedenle âdet haline gelmiş,
geleneksel kutlamalardır.

27-          
 Hızır

Ağır kış nedeniyle Geyiklinin yolları
kapanır.

…köye yaşlı bir dilenci gelir. Kapısını çaldığı
insanlardan yiyecek bir
şeyler ister, ancak kimse bir
şey vermez.

Akşam namazı vakti yaşlı adam, Bayram Özsoy’un
kapısını çalar. Bayram Özsoy, yabancıya bir ibrik su verir. Yabancı, suyu
alarak dışarı çıkar.

Ertesi gün köye çığ düşer, Öküzlü Mahallesi’ni
alıp götürür. Bu mahallede oturan Bayram Özsoy’un evine ise hiçbir şey olmaz.

28-          
 Cimri
Kocakarı

Köprübaşı ilçesinin Akpınar Köyünde cimri
bir kadın yaşarmış. Kapısına gelen yaşlı bir adam ondan bir parça ekmek ister. Kadın,
ihtiyar adama ağlayan çocuğunu susturursa ekmek vereceğini söyler. Yaşlı adam
el açıp dua etmiş, ağlayan çocuk susmuş.

Cimri kadın, fırından çıkardığı ekmeği
ihtiyara uzatınca, elindeki ekmek büyümeğe başlamış. Ekmeği ikiye bölmüş.
Böldüğü parçayı adama uzattığında ekmek yine büyümeğe bağlayınca kadın ekmeği
vermekten vazgeçmiş.  

Yaşlı adamın gitmesiyle, çocuğun ağlaması aynı
anda olmu
ş.

Aynı gün köyde sel felaketi yaşanmış Köyde hiç
kimseye bir şey olmamış, sadece cimri kadının evini sel almış. Halk bu olayı,
cimri kadının Hızır’a ekmek vermeyişine bağlamış.

Yer Adlarına İlişkin Efsaneler

Belli bir mekâna ilişkin efsaneler o yerin
adının efsane ilişkilenmesi sonucunu doğurur.

29-          
 Şehitler Tepesi

Sultan Murat yaylasının Şehitler Tepesinde
her yıl 23 Haziran’da şehitleri anma törenleri yapılır.

I. Dünya Savaşı sırasında Seyfettin yüzbaşı
rüyasında erleriyle birlikte şehit olacağını görür. Ertesi gün, arkadaşlarına rüyasını
anlatır. Birkaç gün sonra da subay ve onunla birlikte zafere koşan 70 er şehit
olur.

30-          
 Akkase

Beşikdüzü’nde, Kilise Kıranı denilen yerde,
yıkık bir kilise vardır. Kilisenin taşları beyaz renkte olduğu için köyün adına
da Ak Kilise denilmiştir. Ak Kilise zamanla, “Akise” daha sonra da bugün köye
ad olan “Akkese” şeklini almıştır.

31-          
 Çadırağacı

Rus işgali nedeniyle Akçaabat’ın Işıklar köyünden
kaçan köylülerin bir kısmı yüksek bir tepeye çıkarak çadır kurar. Bu tepede uzun
sure kaldıkları için tepenin adı Çadırdağı olur.

32-          
 Duakıranı

Akçaabat’ın Ortaalan köyünde, kıtlık yaşanmaktadır.
Köy sakinleri toplanarak, akıl danışmak için Molla Temel’e giderler. Molla
Temel, köylüye yağmur duasına çıkmayı önerir.

…dualar günlerce devam eder, sonunda
beklenen yağmurlar gelir. Köylü de kıtlıktan kurtulur.

O günden sonra bu yerin adı “Duakıranı”
olarak kalır.

33-          
 Geyikli

Şalpazarı’nın Geyikli Beldesinde yıllar önce,
mutsuz bir aile yaşamaktadır. Ailenin çocukları doğumdan kısa süre sonra ölür.

Ailenin iki tane oğlu olur. Bu defa
çocukların babaları ölür. Ardından da oğlunun biri olur. Buna çok üzülen kadın,
diğer oğlunun ölümünü görmemek için, çocuğunu bir ağaç kovuğuna bırakır.

Bir süre sonra kadın, öldüğünü düşündüğü
oğlunu gömmek üzere ağaç kovuğunun olduğu yere gider.

Ağacın yanına gelen kadın bir de ne görsün;
elik keçisi (geyik) çocuğuna süt emzirmekte… Geyik, kadını görünce kaçarak gözden
kaybolur. O da, oğlunu alarak köyüne döner. Bu olaydan sonra, köyün adı “Geyikli”
olmuştur.

Geyikli’de yaşayan Bayraktaroğlu sülalesi de
işte bu çocuktan türemiş. Bugün Bayraktaroğlu sülalesi, geyik eti yememektedir.

34-          
 Güneşara

Sürmene’ye gelip yerleşen üç kardeş
çiftçilik yapmağa başlar. Tahıllarını kurutmak istedikleri zaman ardı sıra
yağan yağmur onlara göz açtırmaz. Tahılları ziyan olur.

Bir gün küçük kardeşine:

“Git güneşi ara” der.

Küçük kardeş yollara düşer. Köprübaşı’na
geldiğinde burayı günlük güneşlik görür. Hemen Sürmene’ye dönüp ağabeyine haber
verir. İkisi bu güneşli yere yerleşirler.

Bu olaydan soma, bugün Köprübaşı olarak
bilinen ilçeye, “Güneşara” adı verilir.

35-          
 Hızırnebi

Akçaabat’ta Argo adında zalim bir toprak
ağası varmış. Köylüye göz açtırmaz, bütün işlere onları koşarmış. Söz
dinlemeyenleri uçurumdan aşağıya atarmış.

Ağanın zulmünden bıkan köylüler Ziyaret Kaya
dedikleri yere gidip dualar eder adaklar adarlar.

Bir gün köye at sırtında bir yabancı gelir.
Köylülere, yakında kurtulacaklarını, Argo’nun yakında öleceğini müjdeler. Bu
yabancı Ziyaret Kaya denen yerden atıyla birlikte aşağıya atlar ve gözden
kaybolur.

Köylüler bu kişinin Hızır Nebi olduğunu
düşünürler.

Yabancının söylediği gibi, Argo ağa yakın
zamanda dengesini kaybeder, uçurumdan aşağıya düşerek ölür. Zulümden kurtulan
halk Argoli Çimeni diye anılan yerde şenlikler yapmaya başlar. Bu şenliğe
günümüzde Hızır Nebi denilmektedir.

36-          
 Kanlı
Kaya

Sis Dağı yaylasının Pazarsuluk mevkiine “Kanlı
Kaya”adlı kayalıklarda kırmızı renkli taşlar vardır.

Rus işgali sırasında düşmana esir olmaktansa
ölmeyi yeğleyen 40 kız, el ele tutuşarak buradan aşağıya atlamış. O günden beri
de kayalıklara Kanlı Kaya denmiş.

37-          
 Murat
Suyu

Yomra’nın Kasabuğun yaylasında yanında mezar
bulunan suyu soğuk bir pınar vardır.

Çakılgölün tepesinde yapılan bir savaş
sırasında çok susayan bir asker:

“Bir su içsem de ölsem” demiş.

Biraz ilerisine akan sudan içtikten sonra da
ölmüş. Askeri suyun yanına gömmüşler. İsmi “Murat” olduğu için pınarın adı
“Murat Suyu” olmuş.

38-          
 Tonya

Tonya, güzelliği dillere destan Rum Kralının
kızıdır.
Kız bir gün çok hastalanır, hastalığına
çare bulunamaz.

Doktorlardan biri çamlık, havadar bir yerde
yaşarsa, düzelebileceğini söyler.

Tonya’da bir konak yaptırmaya karar
verirler. Kral, kızı için yaptırdığı konağa taşınır. Kız ölür, yaşadığı ilçenin
adı “Tonya,” konağın bulunduğu yer de “Konakyanı” diye anılır.

Çeşitli İşaretlerle İlgili Efsaneler

Şekli dikkat çeken taşlar, kayalıklar
insanların ilgisini çeker ve bu ilgi zamanla efsanelere kaynaklık eder. Etrafında
efsane anlatılan bu gibi taşlar zamanla dilek ve adak yeri haline gelebilir.

39-          
 Hz.
Ali’nin Ayak İzi

Akçaabat’ta Hıdırnebi kayalıklarında Hz.
Ali’nin ayak izleri olduğuna inanılan oyuklar vardır.

Sevdiklerine kavuşamayanlar Hıdırellez’de
burayı ziyaret ederler. Ziyaretçiler: “Her ne derdim varsa burada kalsın”
dedikten sonra oyukta biriken sudan içip üzerlerine sürerler. Daha sonra kendi
üst-başlarından kopardıkları kumaş parçalarını buradaki ağaçların dallarına
bağlarlar.

Trabzon-Köprübaşı
Gündoğan köyünün Kocalak mevkiinde, Trabzon- Maçka’nın Oğulağaç köyünde ve
Trabzon-Tonya’da bir kaya üzerinde, Hz. Ali’nin atının ayak izi vardır. Bu
oyuklarda biriken sulardan içen halk, hastalıklarının geçeceğine inanır.
Maçka’nın Oğulağaç köyündeki sudan içen insanlar, Hıdırnebi varyantında olduğu
gibi, “Her ne derdim varsa burada kalsın” dedikten sonra, üzerlerinden
kopardıkları ipi kayaya bırakır. Oğulağaç’tan derlenen bir başka varyantta da,
dilek dileyen kişinin üzerinden ip atıldığı söylenmektedir.

Sürmene-Çavuşlu
köyünün yaylasında ve Araklı-Alçakdere’de ise Hz. Ali’nin Çeşmesi denilen bir
su vardır. Hz. Ali askerleriyle beraber, bir seferden dönerken su içmek ister
fakat su bulamaz. Hz. Ali bir kayanın üzerine çıkar, dua ederek kılıcını kayaya
vurur. O anda kayadan sular akmaya başlar. Bu su, günümüzde de ziyaret yeridir.

40-          
 Musa
AS.

Ardeşen’in yeni yol köyünde iki vadi
arasında kalan düzlükteki bir ayak izinin Hz. Musa’ya ait olduğuna inanılır. İnsanlar
buraya ellerini sürmeden geçmezler. İzin bulunduğu yere “Mosorut” yani
“Musa’nın yolu” derler. Hemen yakındaki bir ağaca da çaput bağlayıp dilek
tutarlar.

Ardeşen’in Güneyköy varyantında; Dua Tepesi
olarak bilinen tepede, halk cuma günleri namaz kılar. Bu tepeye yakın bir yerde
Musa peygamberin ayak izi vardır. Bu ayak izinin yanından geçenler, eğilip bu
izi öperler. İzin yakınında bulunan göl, Hz. Musa’nın karşı kıyıya geçerken boğulduğu
göl olarak bilinir.

Dağ, Göl, Pınar ve Mağaralarla İlgili
Efsaneler

Bu konudaki efsanelerde dağ, göl gibi doğal
varlıkların daha çok nasıl oluştukları ve bu yerlerde ne gibi olayların
yaşandığına yer verilir.

41-          
 Hz.
Ali Gölü

Maçka’nın, Pazarçiftlik ile Örenler yaylası
yolu üzerindeki kalan kayalıkta bir göl vardır. Gölde halka korku veren bir
ejderha vardır. Hz. Ali buraya gelip ejderha ile savaşır. Ejderhayı gölün
dibine bağlar. Ejderha orada çürür, köylüler de böylece canavardan kurtulmuş
olur. Bu olaydan sonra gölün adı “Hz. Ali Gölü” olarak anılır. Gölün
çevresindeki kayalarda at nalı izleri vardır.

Gölün biraz yukarısında dik bir kayadan
aşağıya bal akar. Buraya da “Bal Kayası” denir. Her iki yer de ziyaretgâhtır.

42-          
 Güngörmez
Dağı ve Güngörmez Gölü

Yusufeli’nin Tekkale bölgesinde, Güngörmez
Dağı’nda bir pınar ve pınarın çevresinde irili ufaklı göller bulunmaktadır. Bu
pınar gece akar gündüz su vermez. Bu nedenle dağa “Güngörmez Dağı” denilmiştir.

Bu dağdaki küçük göllere taş atılınca veya “Bu
da göl mü?” gibi küçümseyen sözler söylenince, gölün etrafa su ve ateş saçtığı
söylenmektedir.

Rize-Ardeşen’in
Aşağı Durak yaylasında, “Peygamber Suyu,” adıyla anılan bir su vardır. Yayla
göçü sırasında su akmaya başlar, insanlar köylerine döndüklerinde su kesilir.
İnsanlar, bu suyun kimse olmadığı zamanlarda boş yere akmayarak, kendiliğinden
kesildiğine inanır
.

43-          
 Pamuğun Gölü

Pamuğun Gölü adlı şelale Pınarcık yolu
üzerindedir.

Köyün güzel kızlarından Pamuk, sevgilisine
kaçamayınca kendisini suyun akıntısına bırakır. O gün bugündür, şelale bembeyaz
köpüklü akmaktadır. Oluşturduğu küçük göle de “Pamuğun Gölü” denilmektedir.

Aynı
yöreden derlenen başka bir varyantta; Pamuk, köyün ağasının kızıdır. Pamuk, hizmetçilerden
biriyle, düşüp kalkınca, kardeşleri onu göle atar. O günden sonra, gölün adı, “Pamuğun
Gölü” olarak anılır.

44-          
 Çağırankaya

Ardeşen’de bulunan bu kaya, kimsesizlerin,
yoksulların karınlarını doyurdukları mucizevi bir yerdir. Yiyecek, giyecek bir şeyleri
olmayan iyi kalpli insanlar, bu büyük taşa gelince, kayanın ortasından bir kapı
açılır. İçeriye giren insanlar istedikleri her şeyi alıp, giderler.

45-          
 Kocakarı Tepesi

Kocakarı Taşları, Pazar ilçesinin Ortalan ve
Gündoğan köylerine giden uç yolun kesiştiği tepenin üstündeki, piramit şeklindeki
taşlardır.

Efsaneye göre karlı bir günde torunuyla
buradan geçmekte olan yaşlı kadın, gücü tükenip yere uzanır. Torununa vasiyet
eder; mezar yerine, buradan geçenlerin üzerine rahmet duası okuyarak küçük taşlar
atmasını ister. Gelip geçenlerin attığı taşlarla bu mezar oluşmuştur.

Rize-Pazar’ın
Handağı varyantına göre; Ermeniler göre sırasında yanlarında götüremedikleri
değerli eşyaları bir yerlere gömerler. Daha sonra kolayca bulabilmek amacıyla,
gömdükleri yerlere çeşitli işaretler koyarlar. Kocakarı Tepesi olarak bilinen
tepede, bu hazinelerden birinin saklı olduğuna inanılmaktadır.

46-          
 Dağlar Anası

Maçka’nın Karabakan yaylasında anlatılan
efsaneye göre yayla zamanı insanlar yaylaya çıktığında Dağlar Anası sevinir,
insanlar yayladan köylerine döndüklerinde de üzülürmüş.

Bu anlatılana inanmayan bir hoca, kışı
yaylada geçirmeye karar verir. Ortalık ıssızlaştığında dağlardan garip sesler
duymaya başlar. Hoca dağlardan gelen bu seslere dayanamayarak ölür. Ölmeden
evvel bir kâğıda; “Ben ne açlıktan ne susuzluktan, Dağlar Anasının sesinden
öldüm” diye yazar.

47-          
 Hisli
Mağara

Bugün Ziyaret Köyü’nün yaylasının olduğu
yerde, yıllar önce bir krallık varmış.

Kral, çocuğu olmadığı için mutsuzmuş.
Hazinesinin başkalarının eline geçmesini de hiç istemezmiş. Hazinesini kimsenin
bilmediği bir mağaraya saklamaları için muhafızlarını görevlendirmiş. Daha
sonra muhafızları mağaranın önünde yaktırdığı ateşe atmış. Mağaranın içine
dolan dumanın isi silinmeden kalmış. Duvarları isli olduğu için yöre halkı bu
mağaraya “Hisli Mağara” demiş.

48-          
 Üç
Kardeş Taşı

Karçal dağlarının
eteklerinde “Üç Kardeşler” ismiyle anılan, yan yana dizilmiş üç tane taş vardır.

Nuh Tufanı sırasında Nuh’un gemisinin bu taşlardan
en büyüğüne altın bir zincirle demir attığı söylenir.

Rize-Ardeşen’in
Yeniyol köyü varyantında; tufandan sonra Nuh’un gemisi, Yeniyol köyündeki
kayanın tepesine oturmuştur. Kayalığın üzerinde bulunan zincirlerden dolayı
buranın ismi, Zincirli Kaya’dır.

Rize-Çamlıhemşin’in
Topluca köyü varyantında; köyün güney yamacına bakan kaya üzerinde bulunan
halkaların olduğu kayalık için de aynı efsane anlatılmaktadır. Bu kayanın
olduğu yere, “Halkalı Kaya” denilmektedir.

49-          
 Kırklar Mağarası

Çaykara yaylasında, ulaşılması güç bir
tepedeki Kırklar Mağarası’nda yıllar önce kırk ermiş yaşarmış. Ermişler sır
olur ortadan kaybolduktan sonra mağara ziyaret yeri olmuştur.

Çeşitli Hastalıklarla İlgili Efsaneler

Hastalıklarla ilgili efsanelerde genellikle,
anlatılan hastalığa iyi gelen bir bitkiden ya da başka bir nesneden söz edilir.

50-          
 Avad
Dikenleri

Efsaneye göre Hz. Ali düşmanların elinden kaçarken,
bir mağaraya sığınır. Allah’a dua eder. Yüce Allah, mağaranın önüne avad
dikenlerini gönderir. Mağaranın ağzı bütünüyle kapanır. Düşmanlarından kurtulan
Hz. Ali;

“Allah size çok ön versin” diye dua eder.

Bu duadandır ki avad dikenleri çok uzamış, her
yöne yayılmıştır.

Söylentiye göre akan kanı durdurmak için
avad dikenlerini çiğneyip, kanayan yere yapıştırmak yeterlidir.

51-          
 Altın
Beşik

Efsaneye göre Meryem Ana’da altın bir beşik
varmış. Kadınlar buraya gidip beşiğe dokunur; beşik sallanırsa çocuğu
olacağına, sallanmazsa çocuğu olmayacağına inanırmış.

52-          
 Çam
Sakızı

İnanışa göre Hz. Muhammet terleyince
alnındaki teri sıyırıp çam ağacına doğru atmıştır. Bundan sonra çam ağacından
sakız akmaya başlamış.

Çam sakızı, Peygamberin alın terinden
oluştuğu için her derde deva kabul edilir.

Tabiat Hadiseleriyle İlgili Efsane

53-          
 Denizin Çekilmesi

Trabzon sahili yıllar önce Erdoğdu
Mahallesine kadarmış. Allah kullarına; deniz eğer bir arpa boyu şehre doğru
ilerlerse sahile altın bırakacak, şayet sahilden içeriye doğru çekilirse sahile
kum bırakacak, demiş.

İnsanlar da, sahilden içeriye doğru çekilmesi
için Allah’a dua ederler. Dua kabul olur ve şehir bugünkü halini alır.

Olağanüstü Varlıklarla İlgili Efsaneler

Bölgeden derlenen efsanelerde anlatılan
olağanüstü varlıklar Cazı, Dağ Adamı, Hobur, Arap, Mayısa, Albastı, Koncoloz,
Davaro (bu varlık Artvin’de Ağırbasan adıyla anlatılır), Cika, Cin ve Perilerdir.
Trabzon ve Rize illerinde bu varlıklarla ilgili anlatılar birbirleriyle
benzerlikler gösterir. Artvin yöresinde bu varlıklarla ilgili farklı
efsanelerin yanı sıra başka yerlerde anlatılmayan “Rom Rom Ana,” “Kafraküski”
gibi başka varlıklarla ilgili efsaneler de anlatılmaktadır.

54-          
 Kırım
Cazıları

“Kırım Cazıları” Kırım’a gider, insanların yüreklerini
koparır, kavanoza koyup saklarlar, daha sonra da, çoluk çocuk toplanıp yerlermiş.

Kırım Cazılarından bir kız, insanoğluyla
evlenir. Bir süre sonra bu kız, yemek yememeğe başlar, canı yürek yemek ister.

“Ey gidi annemin yemekleri, ey gidi annemin
yemekleri” der.

Eşi de dayanamaz karısını alarak, annesine götürür.
Adam;

“Bakalım annenin yemekleri nasıldır?” der.

Yerler, içerler, adam uyuduktan sonra kız
ile annesi evin gizli bölmesine girerler.

Fakat adam onları izlemektedir. Bir de bakar
ki, anne ve kız kavanozun içinden et parçalarının çıkartıp yemekteler. Bir süre
sonra ışıkları söndürürler, kapıya yöneldiklerinde:

“Püsdi handa” derler.

Aniden ikisi de kaybolur. Adam onları arar,
bulamaz. Gizli bölmeye girdiğinde, kavanozdaki et parçalarının, insan yüreği
olduğunu görür. Odadan çıkar, eşinin dönmesini bekler. Kadın sabaha yakın
gelir. Eşine gördüklerinin ne anlama geldiğini sorar. Kadın da kendisinin Kırım
Cazısı olduğunu, akşam olduğu zaman deniz kıyısına çekilmiş olan kayıklara
binip, “Püsdi handa” diyerek Kırım’a gittiklerini söyler. Orada, insanların yüreklerini
toplayıp, geri döndüklerini anlatır.

Adam bir süre sonra eşinden boşanır.

Kırım
Cazıları; Kırımdaki pirlerinin buyruğuna girerek, tarlalardaki ürünlerin
bereketini çalan, beşikteki bebeklerin canın alan kötü ruhlu kadınlardır.
Akçaabat’ta, “Kırım Kocakarısı” ya da “cazi” olarak bilinir.

Kırım
Cazıları 13 Mayıs gecesi Kırım’a giderek “Got Dövüşü” yaparlar. Dövüşü hangi
köyün cazısı kazanırsa, o köyde bereket olur.

Kırım
Cazıları tarlalardaki ürünlere de zarar verir. Trabzon ve çevresinde halk bu
varlıkların kötülüklerinden korunmak için Mayıs ayının birinci gecesinde
(Miladi takvime göre 13 Mayıs’ta) “Cazı Gecesi” dedikleri gecede bir takım
önlemler alırlar.

55-          
 Cazı

İkizdere – Güneyce’de, adamın biri bir
kadına âşık olur. Âşık oldu, insan kılığına girmiş bir cazıdır. Adam kadına
evlenme teklif eder. Kadın bu teklifi üç şartla kabul eder:

“Tavuğa “pişt,” kediye “pist” demeyeceksin,
ekmeği yoğuracaksın fakat yoğurduğun tekneyi yıkamayacaksın.” der.

Evlenirler.

Adam, verdiği sözü unutarak hamur yoğurduğu
tekneyi yıkar. Bunun üzerine kadın ortadan kaybolur. Adam nerede aradıysa da
bir daha karısını bulamamış.

56-          
 Cazı

Adamın çocukları, doğumdan kısa süre sonra ölüyormuş.
Beşinci çocuğu doğunca, adam çocuğun başında nöbet beklemeye başlamış. Nöbet
beklediği bir gece bacadan aşağıya inen birinin odadan içeriye girdiğini
görmüş. Bacadan inen yaratık beşiğin yanına gelmiş.

“Torunumsun sana kıyamıyorum, ama mesleğimden
de vazgeçemiyorum.” demiş.

Adam saklandığı yerden çıkıp yaratığı
dövmüş. Kolu bacağı kırılan yaratık güçlükle kaçabilmiş.

Sabah olmuş, evde büyükanne hariç herkes
kalkmış. Adam, annesinin yanına gidip onu kaldırmaya çalışmış.

Annesi:

“Oğlum nasıl kalkayım, akşam evire çevire
beni dövdün, kolumu bacağımı kırdın.” demiş.

Trabzon-Sürmene’den
derlenen diğer varyantta; bacadan aşağıya inen örümcek, çocuğun başına doğru
gelirken, baba örümceği yakalayarak, bacaklarını koparır.

Sürmene’den
derlenen bir diğer varyantta; annesinin yataktan kalkmadığını fark eden oğlu,
yorganı kaldırdığında, annesinin bacaklarının kesik olduğunu görür.
Trabzon-Akçaabat Düzköy varyantında; adamın çocuklarını öldüren kendi
kardeşidir. Adam, cazı kılığına girmiş yaratığı yakaladığında, kulağını keser.
Adam, sabah kalktığında, kardeşinin bir kulağının kesik olduğunu görür.

57-          
 Mayısa

Mayısalardan yağ aldığının farkında olmayan
bir adam, yedi tane dere geçtikten sonra, bidonlardan kötü koku geldiğini fark
eder. Bidonları açıp baktığında, yağların insan dışkısı olduğunu görür.

Mayısalar,
dişidir, alevden saçları vardır. Çaykara’da “cazu” olarak da bilinirler.
Mayısalar ıssız yerlerde olurlar. Yaylalarda yapılan ilk yağın bereketini
alırlar.

58-          
 Mayısa

Sürmene’nin yaylasında çobanın hayvanları
birden bire yanından uzaklaşır. Çoban, hayvanların ardından gider. İneklerinden
birini bulamaz. Uzakta, ineğe ters binmiş bir mayısa görür. Mayısanın başındaki
eşarp yere düşer. Çoban onlara yetişip eşarbı yerden alır. Mayısa eşarbını
ister. Eşarbı geri alabilirse mayısalığı bırakacağına söz verir. Mayısa sözünü
tutar, eşarbı alıp oradan uzaklaşır, bir daha da görünmez.

59-          
 Cadi
Cemile

Maçka’nın Yeşilyurt köyünde Cadi Cemile diye
tanınan bir kadın varmış. Yayla zamanlarında Cadi Cemile herkesten daha çok
ürün alırmış. Bu durum komşuların merakını cezbedermiş. Komşularından biri onu
izlemeye başlamış.

Cadi Cemile, sabah namazı olmadan kalkıp
yakındaki suyu az akan çeşmeden su almış. Eve dönüp bu suyu yayığa dökerek yağ
yapmaya başlamış. Komşusu yanına gittiğinde Cadi Cemile yağı çıkarmaya başlamış.
Yayıktan kilo kilo yağ çıkardığı halde yayık boşalmamış.

Ertesi
sabah Cadi Cemile elindeki güğümü çeşmenin altına bırakıp evine dönmüş. Onu
izleyen komşusu Cadi Cemile gittikten sonra güğümü alıp kendi evine gidip
yayığa dökmüş. Yayıktan bol bol yağ almış. Böylece Cadi Cemile’nin hilesi
ortaya çıkmış.

Cadi
Cemile aslında Mayısaymış. Çeşmeden sabahları ilk önce Cadi Cemile su aldığı
için suyun bereketini de o alırmış.

Cadi
Cemile’nin bacalardan aşağıya inerek kaşıkları çizdiğine inanılır. Bu nedenle
Mayısın 6’sında herkes kaşıklarını saklarmış. Cadi Cemile her kimin kaşıklarını
çizerse o yıl o evin bereketi olmazmış.

60-          
 Arap

Eskiden
Maçka ve çevresinde insanlar Şeytan, Peri ve Arap taşlarlarmış.

Bunların
her üçü de insanlara farklı suretlerde görünebilirler.

Bir gece yolda yürüyen beş altı kişilik
gurubun en önündeki kadın bir köpek görür. Kadın köpeği azarlayarak yanından
uzaklaştırır. Gurubun diğer üyeleri daha sonra kadına dönerek: Azarladığının
köpek olmadığını Arap olduğunu, köpeği azarlarken dua ettikleri için canını
kurtardığını söylerler.

61-          
 Arap

Rumlarla Türklerin bir arada yaşadığı
dönemde Özdemir ailesi ev inşaatını yapmaktadır. İnşaat alanına bir Rum gelir
yere oturur.

“Kalk oradan ezilirsin” derler, adam kalkmaz
oturduğu yerden.

Çalışanlardan biri elindeki taşı düşürür,
adam ölür.

İnşaat biter ama ev hiç kimseyi güldürmez.

Eve Arap musallat olur. Ev sahipleri evde
yemeklerin ortadan kaybolduğunu görürler. Geceleri gürültüler duyarlar.

Maçka ve
çevresinde “Arap” inancı oldukça yaygındır.

62-          
 Arabın Taşı

Maçka’nın Yeşilyurt köyünde Arabın Taşı
olarak bilinen oyuk bir taş vardır. Arabın sahiplendiğine inanılan bu taşın
yanından geçenlerin dua okuduğu bilinir.

Köyün hocası buna inanmadığı için taşın
yanından dua okumadan geçer. Evine vardığında eşinin uyuduğunu görür. Bir
kenarda oturup bekleyen hoca bir anda kendini perilerle horon oynarken bulmuş.
Daha sonra dışarıya çıkıp bir avuç toprak alıp yemeğe başlamış. Periler hocayı
alıp göğün yedinci katına çıkarmışlar. Hoca durumu karısına anlattıysa da onu
inandıramamış. Bu durum günlerce devam etmiş.

Hoca, perilerle horon oynadığı gecelerden
birinde, bir perinin üzerinde eşinin gelinliğini görmüş. Gelinliğin bir
düğmesini koparıp almış. Eve dönünce eşinden gelinliği getirmesini istemiş. Kadın
gelinliği getirmiş, bakmışlar bir düğmesi eksik. Anlamışlar ki kadın
“Bismillah” demeden gelinliği dolaba astığı için periler gelinliği almış. Böylece
eşi de hocanın başına gelenlere inanmış. Periler bundan sonra hocaya kötülük
etmeye başlamışlar. Bu durum aylarca devam etmiş…

63-          
 Obur

Rize’nin Pehlivan mahallesinden kötü bilinen
bir adam ölür. Cenaze zamanı hocanın kulağına garip sesler gelir.

“Kalkayım mı, kalkmayayım mı” diyen seslerin
ölüden geldiğini anlayan hoca:

“Kalkarsan kalk” der.

Obur ayağa kalkar. Hoca minarenin
merdivenlerinden yukarıya tırmanır.

Obur da peşinden koşar. Obur ancak sabah
olunca hocanın peşini bırakır. Obur tekrar ölü gibi yerine uzanınca hoca, pelit
ağacından bir kazığı ölünün göbeğine çakar. Obur bu halde mezardan çıkamaz.

64-          
 Dağ
Adamı

Akçaabat’ta kış günü iki kafadar oyun olsun
diye, akşam karanlığında mezara gidip kuyu kazmak üzere iddialaşırlar. Hava
kararında mezara giden adam, çukur kazmaya başladığı sırada iri yarı biriyle
karşılaşır. Garip sesler çıkaran adam ona saldırır. Cebinden çakmağı çıkarıp
iri yarı adamın tüylerini yakarak canını kurtarıp mezardan kaçar.

Dağa adamı,
iri yarı, bütün vücudu uzun kıllarla kaplı bir yaratıktır. Kuytu yerlerde
yaşar. Onunla karşılaşan insan ne yaparsa o da aynısını yapar. İnsanlar ondan
kurtulmak için bu özelliğinden faydalanırlar.

65-          
 Albastı

Loğusa evde yalnızken beşiğin taam
karşısındaki duvardan garip görünüşlü bir adam çıkar. Kısa boylu bu adam
yavaşça büyümeye başlar. Kadın çığlıklar atarak odadan kaçar. Geri döndüğünde
içeride kimse görünmez.

Bütün Türk boylarında anlatılan Al Karısı;
Albastı, Albıs, Albis, Almiş gibi adlarla anılır. Albastı, Yakut Türklerinde ak
saçlı bir kadın, Buryat Moğollarında kırmızılar giyinmiş yaşlı bir kadın,
Teleüt Türklerinde kırmızı ipekten kaftan giyinmiş dalgalanan alevler yahut
yeşil ipekten kaftan giyinmiş dalgalanan alevler şeklinde tasvir edilir.

Kırgız-Kazak Türklerinde Kara Albastı, ciddi
ve ağırbaşlıdır. Sarı Albastı, doğum yapan kadının ve çocuğun ciğerini söküp
suya atar. Genellikle sarışın bir kadın suretindedir ancak keçi ve tilki olarak
da görünebilir.

66-          
 Albastı

Albastı, loğusa kadına üç kanatlı yaratık
şeklinde görünür. Kadının üzerine eğilerek ona:

“Kimin ümmetindensin?” diye sorar.

Kadın Hanefi mezhebi cevabını verir. Yaratık
bu defa kol kalınlığında kalem uzatarak yazı yazmasını ister. Kadın, okuma-yazma
bilmediğini söyleyince albastı, eğer yazmazsa onu ahıra götüreceğini söyleyerek
ortadan kaybolur.

67-          
 Flenzoğun Ahmet’in Perisi

Çamlıdere köyünce, Kısık denilen yerde
yaşayan Ahmet Zurnacı adında biri vardır. Öğle vakti yorulup bir ağacın
gölgesinde uyur. Akşam evine döner. Gece yarısı uyanınca eşiyle arasında bir
boşluk olduğunu fark eder. Boşluğa doğru hareket etmek ister ama kımıldayamaz. Birkaç
gece aynı olay tekrar eder. Daha sonra adama bir kadın cin görünmeye başlar. Zamanla
aralarında muhabbet başlar. Cinle evlenir, çocukları olur. Bu durum birkaç yıl
devam eder. Daha sonra hocalara götürülür, okutulur ve cinlerden kurtulur.

68-          
 Cin

Maçka’nın Esiroğlu köyünden Rafet Hanım şöyle
anlatıyor:

“Bizim köyde okula giden bir çocuğu, ıssız
yerden geçerken, periler kaçırır ve taşın altında saklar. Anne, babası onu arar
fakat bulamaz. Üç çocuk, dört gün boyunca, taşın altında perilerle beraber yaşar.

Anne ve babası çocuğu, taşın altında
bulduklarında, hiçbir şey yemediği halde gayet sağlıklı olduğunu görünce, çok şaşırırlar.
Çocuk, yaşadıklarından dolay bir hafta konuşamaz, ailesi onu okutur. Birkaç gün
sonra, çocuk kendine gelir.

Akçaabat varyantında cinlerin kaçırdığı adam
cinlerle birlikte hiçbir şey yemeden yaşar.

Akçaabat’tan derlenen başka bir varyantta
cinler pislikle beslendikleri için, onlarla birlikte yaşayan adam yedi sene
hiçbir şey yememiştir.

Tonya varyantında cinlerin kaçırdığı çocuk
çarpılmış, kambur olmuştur.

Cinler
Kur’an’ı Kerim’de de adı geçen gerçek varlıklardır. Cin sözcüğü, “örtmek,
örtünmek, gizli kalmak” anlamlarına gelen “cenn” kökünden türemiştir. Cinlerle
ilgili ayetlere göre (Hicr Suresinin 26 ve 27. ayetleri, İsra Suresinin 94 ve
95. ayetleri En’am Suresinin 130 ve Bakara Suresinin 129 ve 151. ayetleri). Cinler
ateşten yaratılmıştır. İnsanlar gibi onlar da Allah’a kulluk etmekle
mükelleftirler.

Halk
anlatılarında cinlerin daha çok ırmak yakınlarında, ıssız yerlerde ve terk
edilmiş evlerde yaşadıkları anlatılır. En çok şekil değiştirme özelliğine atıf
yapılan cinlerin ayakları geriye dönüktür. İnsanlar onları en çok bu
özelliklerine bakarak tanırlar. Cinler insanlarla ilişkiyi girebilir hatta
insanlarla evlenip çocuk sahibi olabilirler.

69-          
 Cin

Şavşat’ın Koyunlu köyünde hasta çocuğuna
doktorlardan şifa bulamayan adam Kektavur denilen yerde muska yazan Cevri
Hoca’ya gider.

Cevri Hoca adam muska yazıp:

“Bu muskayı alıp, Mansurat suyuna
gideceksin. Orada bir gece bekleyeceksin. Cinlerin düğünleri akşamları olur, eğer
korkmaz da şu yazdığım kâğıdı onların padişahına verirsen çocuğun kurtulur.”
der.

Adam hocanın dediğini yapar, kâğıdı cinlerin
padişahına verir.

Padişah:

Hocadan haber geldi, çocuğa kim kötülük
yaptıysa onu bıraksın” der.

Topal biri öne çıkarak:

“Çocuk üzerime taş düşürdü, ayağımı topal
etti” der.

Padişah, çocuğu bırakmasını tekrarlayınca,
topal cin çocuğa kötülük yapmayı bırakır, çocuk da sağlığına kavuşur.

70-          
 Cin

Mehmet Efendi atıyla giderken horon oynayan
bir gurup görür. Atından inip onlara katılır. Horon oynayanların ayaklarının
ters olduğunu fark edince onların cin olduğunu anlar. İçlerinden biri Mehmet
Efendi’ye:

“Burada beğendiğin kızın koluna gir. “Garauş
garayı” diye bağır. Herkes yok olur, o kız senin kolunda kalır.” der.

Adam, beğendiği kızın koluna girerek, “Garauş
garayı” der ve kız dışındakiler ortadan kaybolur.

Kızı alır, eve götürür. O günden sonra,
adamın tarlaları bir gecede bellenir, bir gecede ekilir. Her şey kısa bir sürede
hallolur.

Kız bir gün adama;

“Eve gelirken uzaktan seslen,” diye tembih
eder. Adam söyleneni yapar. Fakat bir gün gizlice kızı izler. Ne görsün: kız
kafatasını çıkarmış, dizine geçirmiş, saçlarını karıştırıyor. Kız, izlendiğini
anlayınca utanır, kaçıp bir kayaya girer, daha da geri dönmez. O günden sonra
kayada bir kapı açılır, adam kirli çamaşırlarını bu kapıya koyar, kadın da çamaşırları
buradan alır, yıkar, bohçalar.

Bir gün adam yine kayaya gider, Eşine
seslenir. Cinler, ona eşinin öldüğünü söyler. Adam, bir daha cin eşini göremez.

71-          
 Cin

Cinler, Rizeli Osman Dayıyı kaçırarak, padişahlarının
olduğu saraya götürürler. Sarayda cinler haksızlık yapan bir cini
yargılamaktadırlar. Cin suçlu bulunur ve idam edilir. Osman Dayı bundan sonra
kendini dikenliğin içinde bulur. Etrafına bakarken yakındaki ağacın dalından aşağıya
asılmış bir örümcek görür. Anlar ki idam edilen cin, örümcek şeklinde
dönüşmüştür.

72-          
 Cin

Akçaabat’ın Pazarcık Köyünde Ayşe Yazıcı
adlı kadın bir gece bahçeyi sularken uzaklardan “Ayşe Teyze” diye çağıran bir
ses duyar. Kalabalık bir gurubun kendisine doğru geldiğini görür. “Ayşe, haydi
düğüne gidelim” derler. Hepsinin ellerinde birer kutu helva ve ekmek vardır. Karşı
yoldan arkadaşlarının geldiğini görür. Onlara katılır. Irmağa kadar yürürler. Arkadaşları
burada bir kapıdan içeriye girerler. En sona Ayşe Yazıcı kalır. Korktuğu için
kapıdan geçemez ve koşarak evine döner. Gördüklerinin cinler olduğunu anlar. Bu
olaydan çok etkilenen Ayşe Yazıcı hastalanır. Hocalara okutulduktan sonra
iyileşebilir.

73-          
 Cin /
Peri Ebe

Yeni gelin suya gider. Yanına bir kadın
gelir:

“Hamile kalacaksın, seni ben kurtaracağım,”
der.

Doğumdan sonra cin, kadının çocuğunu boğar.

İkinci hamileliğinde de cin gelir, aynı
şeyleri söyler. Doğumda, çocuk yine boğulur.

Kadın üçüncü defa hamile kalır. Cin yine
gelir. Kadın bu defa:

“Sen çocuklarımı öldürüyorsun, seni bir daha
doğumda istemiyorum” der.

Cin:

“Yok, seni benden başka kimse kurtaramaz”
der.

Doğum vakti gelir ama kadın bir türlü doğuramaz.
Gelenlerin yardımları da fayda etmez. Kadın mecbur kalıp periyi çağırır. Peri,
yanında süslü altın bir beşikle gelir. Doğumu yaptırır. Çocuğu yıkayıp, beşiğe
yatırır. Şaşkına dönen gelin, diğer bebeklerinin niçin öldüğünü sorar.

Cin cevap verir:

Onların biri yanıp ölecekti, diğeri boğulacaktı.
Onun için onları öldürdüm. Uzun yaşayacak olan bu çocuktur. Bunu da kurtardım.
Beşiğimi aldım geldim” der.

74-          
 Cinlerin Mahkemesi

Atıyla köyüne dönmekte olan adamın yoluna
bir kütük çıkar. Adam kütüğü geçemeyince bunun cin olduğunu anlar.

“Kalk buradan, sana bir şey yapmadım,
yolumdan çekil” der.

Fakat cin yoldan kalkmaz. Yaşlı adam hızarla
kütüğü keser. Yolu açıp evine gider.

Kısa süre sonra kapısı çalınır. Karşısında
polisler:

“Bugün adam öldürdün, bizimle geleceksin” derler.

Polisler yaşlı adamı dağa götürürler. Yaşlı
adam yolda, başından geçenleri anlatır. Polisler cini ağaca asarlar. Yaşlı
adamı da evine geri gönderirler.

Yaşlı adam ertesi sabah götürüldüğü dağa
gider. Yerde, otların üzerinde çarpı işareti görür. İşaretin üzerinde de bir
farenin asılı olduğunu görür.

Trabzon-Of
varyantında; adamın önüne yılan, Trabzon-Şalpazarı varyantında; üç tane taş.
Trabzon- Araklı varyantında; kurbağa, Trabzon-Maçka varyantında; iki jandarma
çıkar.

Şalpazarı
varyantında, adam yolundan çekilmeyen taş suretindeki cine, Maçka varyantında;
jandarma Of varyantında ise yılan suretindeki cine ateş eder (Araklı
varyantında; adam, yoluna çıkan kurbağayı anlamadan ezmiştir).

Of
varyantında; askerler adamı alarak mahkemeye çıkarırlar. Mahkeme salonunun
ortasında bir tabut durmaktadır. Hâkim, adama cinayeti neden işlediğini sorar.
Adam, bir insan değil, yoluna çıkan bir yılanı öldürdüğünü söyler. Hâkim de,
cinlere dönerek, ikindi vaktinden sonra, başka suretlere girip, insanların karşısına
çıkmamaları gerektiğini söyler.

Of
varyantında; askerler, adamın gözlerini yumdururlar. Adam, gözlerini açtığında,
evine gelmiştir.

75-          
 Cinlerin Yemeği

Süreyya Dede odun kesmek üzere ormana gider.
Dönüş yolunda değirmene uğrar. İçeriye girdiğini insan kalabalığıyla
karşılaşır. İçeridekiler dedeyi ziyafete davet ederler. Çekinerek sofraya
oturur. Masada çeşitli yemekler vardır. Adam gizlice yiyeceklerden cebine
koyar. Oradan ayrılıp evine gider. Başından geçenleri evdekilere anlattıktan
sonra cebine koyduğu yiyecekleri çıkarır; yiyeceklerin at pisliğine dönüştüğünü
görürler.

76-          
 Ebe

Tarladan evine dönen kadın yol kenarında
gebe bir kurbağa görür. Kurbağanın ebesi olsam diye geçirir içinden.

Kadın evine vardığında kapısında iki
jandarmanın beklediğini görür.

Jandarmalardan biri:

“Sen neden kurbağanın ebesi olmak istedin,
seni ebeliğe istiyorlar” der.

Kadını alıp götürürler. Bir kayanın önüne
varırlar. Orada bir kapı açılır. İçeride göz kamaştıran bir odaya geçerler. Ebe
kadına kurbağa olarak görünen güzel bir kadın doğum yapmak üzere burada yatmaktadır.

Dışarıda bekleyen diğer cinler horon
oynamaktadırlar.

“Kız olursa vah ebeye, oğlan olursa oh
ebeye” demektedirler.

Kadın, doğacak çocuk kız olursa ne yaparım
diye endişelenmeye başlar. Bebek kız doğar. Kadın, bulduğu bir mumu bebeğe pipi
olarak yerleştirir.

Dışarıda bekleyen cinler, kadın evine
dönerken eteğini soğan kabuğuyla doldururlar. Kadın soğan kabuklarının işine
yaramayacağını düşünerek eteğini silkeler. Eve vardığında eteğinde kalan soğan
kabuklarından birinin altın liraya dönüştüğünü görür. Kadın geri dönüp yere
silkelediği soğan kabuklarını arar fakat bulamaz.

77-          
 Ebe

Köy ebesi Fatma Hanımın kapısı çalınır. Kapıya
gelen jandarmalar Fatma Hanımı komutanın eşinin doğumuna yardımcı olması için
götürmek isterler. Kadın hazırlanıp evden çıkar. Bilmediği bir yere
vardıklarında nereye gittiklerini sorar. Askerler, kadının kollarından tutup,
iki ırmak arasında kalan Dolopyanı olarak bilinen yere götürürler. Kadın çok
korkar. Askerlerden teğmen olan:

“Korkma, kılına bile zarar gelmeyecek” der.

Fatma Hanımı genç bir kadının yanına
götürürler. Doğum gerçekleşir. Bir erkek bebek doğar. Bunun üzerine komutan,
ateşten aldığı kor parçalarını kadının eteğine döker.

“Korkma, anmayacaksın, evine dönene kadar
eteğini açıp bakma” der.

Askerler kadını kollarından tutup
Dolapyanı’na götürürler. Kadın koşarak evine gider. Yolda, eteğindekileri
silkeler. Başından geçenleri anlatır ev halkına. Bu sırada eteğinden yere bir
altın düşer. Sabah olunca eteğini silkelediği yerleri arar ama bir şey bulamaz.

Rize
varyantında kadının kapısını tanımadığı bir kadın çalar ve doğum için yardım
ister.

Rize
varyantında kadınla birlikte bir mağaranın önüne gelirler. Açılan kapıdan
içeriye girdiklerinde kalabalıkla karşılaşırlar. Kalabalık: “gelin doğum
yapacak, kız olursa viçi viçi, erkek olursa riçi riçi” derler.

Rize
varyantında cinler ebe kadının eline bir torba kömür tutuştururlar.

Trabzon-Tonya
varyantında cinler ebe kadına, kız çocuk doğarsa onu öldüreceklerini söylerler.
Çocuk kız olunca ebe kadın bebeğe mumdan bir pipi takar. Mum eriyince kadının
hilesi ortaya çıkar.

Trabzon-Şalpazarı
varyantında doğumdan sonra cinler ateşe bir kazan su koyarlar. “Yok diyenin
kerameti çok, çok diyenin kerameti yok” tekerlemesini tekrar ederek kaynayan
kazanda yemek pişirirler.

78-          
 Kireçli Konak

Hüseyin Dede hava almak için dışarıya çıkar.
“Kireçli Konak” diye bilinen ıssız eve gider. Dinlenmek için eve girip yere
uzanır. Bir süre sonra horon tepen bir gurubun ayak sesleriyle irkilir.
Dikkatlice bakınca, horon oynayanların ayaklarının geriye dönük olduğunu görür;
bunların cin olduğunu anlar. İçlerinden biri Hüseyin Dedeyi evlendirmek ister.
Dede evli olduğunu söyleyerek teklifi geri çevirir. Saatler sonra Dede, dili
tutulmuş bir halde kendine gelir. Hocalara okutulduktan sonra eski haline
dönebilir.

79-          
 Peri
Kızı

Şavşat’ın Koyunlu Köyünde yeşillikler içinde
bir göl vardır. Göl yakınlarındaki evin sahipleri bir sabah gölde peri kızı
görürler. Peri kızı, gölün kıyısında taşların üzerinde, parıldayan saçlarını
taramaktadır.

Peri kızını merak eden başka insanlar göle
dinamit atarlar. Böylece gölde ne peri kızı ne renk ne de balık kalmıştır…

80-          
 İyi
ve Kötü Periler

Zangar Mahallesinde Külse denilen yerde inek
otlatan biri Külse taşlarına oturup uyuya kalır. İneğin sesiyle uyanır. Bakar
ki kalçalarının ağrısından yerinden kımıldayamıyor. Külçe taşları vurmuştur onu
oturduğu yerde. Bu kişiyi hocalara götürüp okuturlar. Okuyan kadınlar biri bunu
okurken bayılır. Hocanın dediğine göre, Külse taşlarında uyurken iki gâvur
perisi kadının ayaklarının koparmaya çalışmıştır. Başka bir peri ise kadının
hayatını kurtarmıştır. Ağrıların nedeni buymuş.

Yöre halkı halen Külse’nin perili bir yer
olduğuna inanır. Nedenini ise buradaki gâvur mezarlığına bağlarlar.

81-          
 Kambur

Kambur adam gece vakti buğday öğütmek için
değirmene gider. Değirmen başına geçtiğinde kalabalık bir gurup içeriye girer.
Gelenler horon oynamaya başlar. Kambur adam da onlara katılır ancak hiç
konuşmaz.

Cinler der ki:

“Bu acıktı, bizimle konuşmuyor da… Gelin
buna yemek yapalım. Bismillah demeyen için, Bismillah demeyen için” derler.

Bir tava yemeği yere sererler. İçlerinden
biri adam iyilik olsun diye kamburunu düzeltmeyi teklif eder. Başka biri, bu
olanları kimseye anlatmaması için adamı uyarır. Sonra da adamın kamburunu
alırlar.

Kambur adam daha sonra kendisi gibi kambur bir
arkadaşına rastlar. Arkadaşı sorar:

“Sen ne yaptın da kamburundan kurtuldun”

Israrla devam eden sorulara dayanamayan adam
başından geçenleri anlatır.

Arkadaşı da o değirmene gider. Horon oynayan
gurup yine gelir. Adam onlara katılır. Gelen yemeğe oturur, cinlerle birlikte
yemek yer.

Cinler ayrılmadan evvel:

“Buna ne iyilik yapalım” diye kendi aralarında
konuşurlar. İçlerinden biri:

“Diğerinden aldığımız kamburu bunun sırtına
yükleyelim.” derler ve diğerinden aldıkları kamburu bunun sırtına yüklerler.

Artvin
varyantında; horon oynarken. “Çarşambadır, Çarşamba” diyen cinlerin sözlerini,
kambur adam da aynen tekrar eder.

İkinci
kambur adam ise bu sözleri: “Perşembedir, Perşembe” diye tekrar ettiği için
sırtına kambur yüklenir.

Şehitlerle İlgili Efsaneler

Türk halkı Trabzon ve çevresindeki illerde
I. Dünya Savaşı yıllarında vatan müdafaası uğruna çok sayıda şehit vermiştir.
Halk, şehitlere olan minnet borcunu unutmaz, şehitler ve şehitliklerle ilgili
efsaneler anlatarak onların anısını canlı tutmaktadır.

Şehitlerle ilgili efsanelerde dikkat çeken
ilk husus, şehide saygısızlık yapanın cezalandırılmasıdır. Efsanelerde şehit
bedenleri, uzun yıllar geçse de üzerinden asla çürümez. Bazı efsanelerde şehit
mezarı şifa kaynağı olarak anlatılır. Yine birçok efsanede şehit mezarında
geceleri ışık görülür.  

82-          
 Rüya

Çamlıdere Köyünün Pevki Çimeni mevkiinde
yaşayan Emine Zurnacı adlı kadın akşam namazı vaktinde odun kırmaktadır. Bir
ses duyar, döner bakar. At sırtında beyaz elbiseli, tüfekli bir adam görürü. Kadın
yabancıyı tanıyamadığı için aynı yöne tekrar bakar, bu defa kimseyi göremez.

Aynı yerde başka biri, yol üzerinde beyaz
elbiseli birini yatarken görür. Yanına gittiğinde tabut içinde, omzunda tüfekli
genç bir askerin uzanmış olduğunu görür. Korkup dua etmeye başlar. Asker ayağa
kalkar, hendeğe girip siper alır. Adam korkarak oradan uzaklaşır.

Aynı gece adam, rüyasında genç adamı şehit
olarak görür. Şehit:

“Sana ölü göründüm, korktun, asker göründüm
yine korktun. Ne yapmam lazımdı” diye sorar.

Bu olaydan çok etkilenen adam kısa süre
sonra ölür.

83-          
 Asker
  

Sürmene’nin Çavuşlu Köyünde bir şehit
mezarlığı vardır. Darda kalanlara şehitlerin yardım ettiğine inanılır.

Bir akşam, hastalanan sığırı için yola düşen
adamların karşısına bir asker çıkar. Asker, onların yoluna elindeki fenerle
ışık eder. Neden sonra bu askerin şehit olabileceğini düşünüp geri dönerler.
Vardıklarında mezarlıktan başka şey göremezler.

84-          
 Çürümeyen Askerler

Araklı’nın Oftinkaya Yaylasındaki şehitlikte
halk, yıkık olan mezarlıkları onarmak ister. Mezarları açanlar şehitlerin hiç
çürümemiş bedenleriyle karşılaşırlar. İçlerinden biri, tüfeğine sarılmış
askerin tüfeğini almak ister. Tüfeği alamayınca komutanı çağırırlar. Komutan şehide:

“Evladım, devletten aldığın emaneti teslim
et” der.

Bu söz üzerine şehit asker tüfeği bırakır.

85-          
 Yağmur

Akçaabat – Karadağ’da şehit mezarlarından
birinde hazine olduğu söylentisi yayılır. Birileri mezarı açmaya karar verir.
Mezarı açmaya kalktıkları anda hava birden bire bozar, şiddetli bir fırtına
çıkar. Köylüler neye uğradıklarını şaşırıp kaçarlar. Gece rüyalarında şehidi
görürler. Şehit onlara:

“Mezarı kapatırsanız yağmur kesilir” der.

Mezarı kazanlar yeniden yaylaya çıkıp mezarı
kapatırlar. O anda hava yeniden açar.

86-          
 Şehit
Mezarı

Ciritdüzü Köyünde Züleyha Kara adlı kadın,
bir gece rüyasında yorganın geriye doğru katlandığını görür. Uyandığında
yorganın geriye katlandığını görür. Olaya anlam veremez. Aynı olay birkaç gece
tekrar edilir. Yine bir gece rüyasında ses işitir:

“Ayaklarını üzerime uzatıyorsun, geriye çek”

Bu olaydan sonra dünyaya gelen torununun
kırklı suyunu bahçeye dökerler. Birkaç ay sonra çocuk sakatlanır. Ailede daha
sonra da doğan çocuklar iki üç aylıkken sakatlanır. Danıştıkları bir hoca
evlerinin şehit mezarı üzerinde inşa edildiğini, kötü akıbetin nedenini bu
olduğunu söyler.

87-          
 Şehitlik

I. Dünya Savaşı sırasında Rus işgalini
engellemek için Çamlıhemşin’in Dikkaya Köyünde bulunan bir taş köprünün
yıkılması gerekir. Kolay olmayan bu işi, ölümü pahasına bir asker başarır.
Yıllar sonra bölgedeki yol yapım çalışması sırasında garip olaylar yaşanır.
Nedensiz yere dozerler arızalanır. Tamir edilenin kepçesi kırılır. Halktan bazı
insanlar bu olayların nedenini şehit mezarına bağlar. Kürekle çalışmaya devam
eden köylüler şehit cesediyle karşılaşırlar. Vücudunda yara izi olmayan askerin
köprüyü havaya uçururken dereye düşen asker olduğu anlaşılır. Halk, minnet
duyduğu bu askerin mezarını ziyaret yeri yapar. Yoldan geçenler müzik dinliyorlarsa
müziğin sesini kapatırlar. Şehidin yanından geçerken saygısızlık eden
şoförlerin kaza geçirip öldükleri anlatılır.

Yine aynı
bölgeden derlenen bir varyantta; şehitliğe akşamdan konulan su dolu kabın,
sabah boş bulunduğu söylenir. Bunun nedeni de şehidin bu su ile abdest
almasıdır.

Bu
şehitlikle ilgili olarak, hastalanan bir kadının şehitlikte iki rekât namaz
kıldıktan sonra iyileştiği de anlatılmaktadır.

88-          
 Şehit

Yomra Çakırgöl’deki şehit mezarının
yakınındaki kayalıklarda sarkıtlardan su akmaktadır. İyi insanlar sarkıtlara
yaklaştığında suyun damladığında, kötü insanlar yaklaştığındaysa suyun
damlamadığına inanılmaktadır.

Cuma güleri mezarı ziyarete gidenler, mezar
çevresini yedi kez dolanıp namaz kılarlar. Üzerlerinden kopardıkları elbise
parçalarını ve bozuk paraları dilek tutarak mezara bırakırlar.

89-          
 Ziyaret Tepesi

Pınarlı Köyü yakınlarındaki Ziyaret
Tepesi’nde Ermeniler tarafından şehit edilen Müslümanların mezarları vardır.
Burayı ziyaret edenler de dilek tutar, dileklerinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini
anlamak için dilek tuttuktan sonra uyurlar.

Hayvanlarla İlgili Efsaneler

Canlı ve cansız varlıkların oluşumunu
açıklamaya yönelik efsanelere etiyolojik efsaneler denir. Hayvanlarla ilgili
olarak anlatılan efsanelerde de etiyolojik unsurlar göze çarpar. Gukku ile
Durdura efsanesinde ve bu efsanenin varyantlarında iki yaramaz çocuk bu kuşların
varoluş nedeni olarak gösterilir.

90-          
 Canavar Yılan

Zaman zaman su sıkıntısı yaşayan köy bunun
nedeni olarak Canavar Yılan’ın köyün su kaynağına ağzını dayayıp su içtiğine
inanır. Köylü Canavarı öldürmeye cesaret edemez, su sıkıntısına karşı da başka
çare bulamaz.

Günün birinde Canavar Yılanı öldüreceğini
söyleyen bir adam çıkar gelir. Köylülerden bu iş için çokça keçi kılı ister. Adam,
getirilen kıllardan iplik yapar. Büyük bir iplik yumağıyla birlikte derenin
kenarına giderler. İpin bir ucunu ağaca bağlayıp Canavarı beklemeye başlarlar. Canavar
Yılan gelince yumağı suya atarlar. Canavar yumağı yutunca, köylü ipi çekmeye
başlar. Koca yumak çekiştirildikçe Canavarın midesi parçalanır ve ölür.

91-          
 Ayı

Yün kurutan adam kendisine yaklaşan
dilenciyi görür. Kendisinden yün isteneceğini düşünerek yünlerin arasına
saklanır. Gelen, dilenci kılığında Hz. Hızır’dır. Adamın halini görünce:

“Sen kıllı ayı olup dağa düşesin” der.

Adam ayağa kalktığında her yanının yünlerle
kaplanmış olduğunu görür.

92-          
 Gukku
ile Durdura

Gukku ile Durdura çok yaramaz iki kardeştir.
Annelerini çok üzdükleri için anneleri onlara beddua eder. Annelerinin
ölümünden sonra kardeşler kuşa dönüşerek birbirlerini kaybeder. O günden sonra
birbirlerini arayıp dururlar. Gürgen ağacı açtığı zaman Gukku, kestane ağacı
açtığı zaman ise Durdura kardeşine seslenirmiş.

İnanışa göre bunlar ancak bir akşam ezanında
birbirlerine kavuşacaklar. O zaman da kıyamet kopacaktır.

Trabzon-Tonya
varyantında; Kukku ile Sansar, her yıl Aprilin on beşinde birbirlerini kaybeden
iki kuştur. Sansar bütün bir yıl Tonya’da kalır ve “kukku, kukku” diye öterek,
başka diyarlara giden Kukku’yu arar. Kirez ayının on beşi geldiğinde Sansar ile
Kukku birbirlerini bulurlar.

Bu
efsanenin diğer varyantı da Trabzon-Şalpazarı ilçesi Geyikli Beldesinden
derlenmiştir. Geyikli varyantında; kuşların adı, Samsuk ile Guguk’tur.

Tonya
varyantında; Gukku ile Sansar ayrılmamak üzere birbirlerine kavuştuklarında
kıyamet kopacaktır.

Bitkiyle İlgili Efsane

93-          
 Kendir Otu

Kaynanasını sevmeyen kadın hastalanır,
yemekten içmekten kesilir. Eşine, kaynanasının yüreğini getirirse
iyileşebileceğini söyler. Adam ne eşinden ne de annesinden vazgeçebilir. Karısının
ısrarları bitmeyince annesini ıssız bir yere götürüp öldürür. Elinde annesinin
yüreğiyle eve dönerken ayağı kayıp düşer. O anda, oğluna acıyan annesinin
“eyvah” diyen sesini duyar. Adam yaptığına çok pişman olur. Allah’tan hak ettiği
cezayı ister. Adam oracıkta ölür. Öldüğü yerde kendir otu biter. O günden beri
kendir otunun başından tokmak hiç eksik olmaz.

Hazineyle İlgili Efsane

94-          
 Ayak
İzi

Maçka’nın yükseklerindeki bir dağda mağaraya
saklanmış bir hazine efsanesi vardır. Hazineyi herkes bilir ancak kimse
mağaradan çıkaramazmış. Altınların olduğu yerde ayak izleri bulunmaktadır.
Hazineyi alabilmenin yolu, ayak izlerinin olduğu yerde bir insan kurban
etmektir.

Kesik Baş İle İlgili Efsane

Kesik baş efsaneleri Türk topluluklarında,
Balkanlardan Orta Asya’ya kadar yayılan bir alanda anlatılmaktadır.

95-          
 Kesik
Baş

Rus işgali sırasında birbirinden hiç
ayrılmayan iki arkadaş aynı cephede savaşmaktadır. Çarpışmalar sırasında
düşman, birinin başını kılıçla keser. Düşman askeri kestiği başı kılıcına takıp
koşmaya başlar. Arkadaşının öldüğünü gören diğeri bu duruma dayanamaz.

“Canını verdin yetmedi mi, kelleni niye
veriyorsun” diye haykırır.

Bunun üzerine, başını kaybetmiş olan gövde
ayağa kalkarak düşmanın elinden başını alarak savaşmaya devam eder.

Çeşitli Yapılarla İlgili Efsaneler

96-          
 İslam
Paşa – Kurşunlu Cami

İslam Paşa halkı mahalleye bir cami yapmaya
başlar. Sıra kubbeye geldiğinde yağmur yağar. Çalışmaya ara verip evlerine
giderler. Sabah iş başına döndüklerinde kubbeyi yapılmış görürler.

Kubbe siyah kurşundandır, bu nedenle camiye
“Kurşunlu” denilmiştir.

Yol yapım çalışmaları sırasında camiyi yıkma
girişimleri defalarca başarısızlığa uğramıştır.

97-          
 Taş
Köprü

Çamlıhemşin’in Koçdüzü yaylasındaki taş
köprünün olduğu yerdeki tahta köprüyü yıllar önce sel suları alır. Halk köprüyü
yeniden yapmış ancak yağan yağmur köprüyü yine bozmuş. Köylüler bu defa taş
köprü yapmaya kara vermiş. Sağlam olsun diye çok büyük taşlar getirmek
istemişler ancak büyük kayaları yerinden oynatamamışlar.

Tulum çalan bir çoban, yardım ederlerse
kayayı kaldırabileceğini söylemiş. Çoğu inanmasa da bazıları çoban ayardım
etmek istemiş. Birlikte, taşların yanına gitmişler. Köylüler kalasları
uçlarından tutmuş. Çoban da yanık havalar çalmaya başlamış. Müziği duyan
köylüler taşları kolayca yerinden taşıyıp derenin kenarına götürmüşler.

Köylülerin hayret içindeki bakışları
arasında köprü kısa sürede inşa edilmiş. Köprü inşa edildikten sonra çoban yine
tulum çalmış köylüler de horon tepmiş. Bugün hâlâ aynı köprünün yakınında
şenlikler, eğlenceler düzenlenmektedir.

98-          
 Değirmen

Çamlıhemşin’in Çayırdüzü Köyündeki ahşap
değirmene tahıl öğütmeye gelen kişi, işinin başında beklemezse değirmen durur,
tahıl öğütmezmiş.

Değirmene çalıntı mal götürülürse, değirmen
hiç çalışmazmış. Değirmen ayrıca tuzu öğütmezmiş. Değirmene giden kişi iyi
biriyse işi çabucak bitermiş. Bazı zamanlar köylüler hiç tanımadıkları
kişilerin değirmene girip tahıl öğüttüğünü görürlermiş.

Çeşitli Efsaneler

99-          
 İşaret

Eşinin askere gideceğini öğrenen kadın
üzüntüsünden düşüp bayılır. Yer düşünce alnı yarılır. Alnındaki yarada Arapça
bir yazı belirir. Kocası yazıyı okur, annesine dönüp der ki;

“Kırk gün kıra çıkacak, kırk günün sonunda
kucağında çalıyla eve dönecek. Eğer kırk gün sonra eve dönerse onu eve al. Kırk
bir gün sonra dönerse onu eve alma.”

Kadın kırda kırk gün gezer. Kırk gün sonra
kucağında çalılarla eve döner.

100-        
Kurban

Hıdırnebi’deki kilisenin papazı halka
zulmeder. Bu zulüm döneminde halk papaza her gün bir bakire vermektedir.

Günün birinde düğününe sayılı gün kalan nişanlı
bir kıza sıra gelir.

Nişanlısı kadın kılığına girerek papaza
gider ve onu öldürür. Zulüm böylece sona erer.

101-        
Lanet Taşı

Yomra’da Karabakan denilen yerde yüksek bir
taş yığını vardır. Burası, hırsızlık yapmış bir adamın mezarıdır. Üzerindeki
taşlar ise gelen geçenin onu lanetlemek için attığı taşlardan meydana
gelmiştir. Buraya taş atanın yolunun tez tükeneceğine dair bir inanç vardır.

İkinci Bölüm

Değerlendirme

Üçüncü Bölüm

Sonuç
ve Öneriler

Efsaneler toplumun örf ve adetlerini
muhafaza ettikleri gibi insanları her zaman iyiye ve güzele yönlendirmeye
çalışırlar.

Efsaneleri yeni nesle aktarmak için çizgi
filmlere, tiyatrolara malzeme olarak kullanmak mümkündür.

Neşe Işık

Yüksek Lisans Tezi

KTÜ, 1998


[1]
Sakaoğlu, Saim. Türk Efsanelerinde Taş Kesilme Motifi ve Bu Efsanelerin Tip
Kataloğu. S. 65