33Sosyoloji Sözlüğü

NEDEN

 

NEDEN

 

Herhangi bir şeyi, bir
olguyu veya bir hadiseyi meydana getiren şey. Böyle ol­makla birlikte neden
terimi “illet” ve “se-beb” kavramlarını kapsayıcı şekilde
kulla­nılır ve arada belli bir farkın bulunduğu an­laşılır, “illet”
bir şeyi etkileyen, oluşturan ve doğuran, başka bir söyleyişle gerçek et­kilere
ve değişmelere meydan veren etkile­medir. Sözgelimi “A”,
“B” nin nedeni (ille­ti) dediğimizde “A” nın varoluşu
“B” nin varoluşunun nedeni anlaşılır. Bir özün, bir varlığın
imkanının varlık şartı olarak varlık nedeni (sebebi, ratio) söz konusu
edilebilir. Burada, yani belli bir olayda gerçek nede­nin olması zorunludur,
fakat olguya bağlı olay gerekli değildir.

Düşünce tarihinde ilk
defa Aristoteles (M.Ö. 384-322) tarafından tanımlanıp ince­lenmiştir.
Aristoteles dört çeşit neden belir­ler:

Gerçekte Aristoteles
öğretisinde neden, bugünkü kullanımdan farklı ve geniş olup bir oluşumun
gerçekleşmesi için gerekli her şartı kapsamaktadır. Dört neden ayrımım da bu
çerçevede temel lendirm iştir. Aynca bu dört neden her oluşumda etkin olup bir­birine
almaşık mütenasip biçiminde anlaşı­lamazlar.

a) Biçimsel
neden (causa formalis): Bir şeyin ne tarzda yapıldığını gösteren, ortaya çıkan
sonucun kavramı ya da soyut olarak

külliliğidir.
Aristoteles’in verdiği heykel örneğinde heykel tıraş’in zihnindeki tasa­rım,
heykelin formu (eidea)dur.

b) Maddesel
neden (causa tnateriaüs): Herhangi bir nesnenin kendisinden oluşan madde ya da
nesneye dönüşen maddedir. Örnekte heykelin kendisinden yapıldığı madde   (mesela  
mermer,   bronz   ve tunç)dir.

c) Etken
(Etkileyici) neden (fail sebeb, causa efficîens): Bir şeyin neden yapıldığı­nı
göstermesi bakımından başlangıçtan iti­baren yapıcı veya etkileyici, değişimi
ger­çekleştiren nedendir. Hareketi, değişimi veya olayı yaratan varlık şeklinde
anlaşıl­ması gereken etken neden’dir. Örnekte hay-keltıraş etken neden’dir.

d)  Ereksel neden (causa finalis): Bir amaca, bir
sona yönelmiş nedendir, örnek­te bitirilmiş, ortaya konulmuş heykeldir.

Aristoteles’in bu dört
nedeninden bugün sadece etken veya etkileyici nedeniyle ereksel nedeni
“neden” kavramı kapsamın­da düşünülmektedir. Ne var ki uzun süre ba­tı
düşüncesi ve doğuda, Aristoteles’in bu dört neden ayrımı belli bir etkinlik
sağla­mıştır. Sözgelimi îbni Sina’nın anlayışı ge­nelde Aristoteles’in görüşüne
bağlıdır. Fa­kat burada bir “ilk neden” deyiminin varlı­ğına da
dikkat çekmek gerekir. Aristoteles’e göre İlk neden, bizzat kendisinin nedeni
ol­mayandır, kendiliğinden başkasının etkisi bulunmayandır. Yani nedenlerin
sıralan­masında ve iştirakinde ötekilere önce ve üs­tün olandır. Bu anlamda îlk
Neden, batıda Skolastiklere ve bazı İslam düşünürlerine göre Allah’tır.
Yaratılmış olanlar ise, ikincil nedendir. İkincil nedenlerin etkileyici oluş­larını
ileri sürmek insanı inançsızlığa götü­rebilir. Malebranch’ın görüşü böyledir.

Neden terimi Descartes
ve Kartezyen felsefede aşağı yukarı aynı anlamlarda kul­lanılmıştır. Fakat
ayrıca mantıksal bağlantı­ya da teşmil edilmiştir. Bu anlamda neden bir kesin
yargı (kaziyye)nin doğruya yakın oluşunu meydana getiren yöndür. Yani
kendisinin tümdengelim (ta’lil, deduetion) suretiyle çıkarılabileceği öncül
(mukad­demdir. Tikel (cüz’i) ve özel uygulama şekli olmak bakımından kendinden
bir baş­ka olgu mantıksal olarak meydana gelebi­len olgudur. Sözgelimi Leibniz
bu anlayış­tadır. Wolf ve Schopenhauer bu tanımı ku­ral haline koymuşlardır. Ne
varki terimin mantıksal anlamı bugün İçin ihtimal veya olasılık hesabına bağlı
nedenlerin İhtimali gibi deyimlerde korunmaktadır. Öte yan­dan etken neden
çağdaş felsefede değişik anlamlarda kullanılmaktadır. Kant neden terimine
oldukça farklı anlamlar yükleye­rek çağdaş felsefenin temellenmesine katkıda
bulunmuştur.

Kant’a göre
nedenselliği gerektiren “mutlak surette genel ve hatta zorunlu” bağ
bu anlamda gerekli değildir. Neden ile so­nuç bağlantısı ve bileşimi, mutlak
şekilde deneysel yoldan anlatılması imkansız olan bir özelliğe bağlanır. Buna
göre sonuç sede-ce nedeni izleyerek sürüp gitmekten ibaret olmakla kalmayıp
ayrıca onun tarafından belirlenir ve onunla meydana gelir.

J. Sluart Mili
(1806-1873) ise, sonuç olarak kabul edilen olgunun önce geleni, dolayısıyla
önce gelen bu olguların bütünü, değişmez ve şartsız bir şekilde sonuçtur.
Kant’ın neden anlayışı böylece Mili tarafın­dan daha özel bir konumda
açıklanmaya ça­lışılmaktadır. Yani değişmez birbiri ardına gelişin işaret
ettiği olgu, mantıklı ve zorun­lu bağı, sistemli bir biçimde ihmal etmeye

dayanır ki,
Malabranch’ın “vesile” kavramı burada sözkonusu olmaktadır. Ona göre
bir etkiyi yapan, yani bir başka varlığı değişti­ren bir olgu, kendi özünden ya
da gücünden kaybetmeksizin varlığını sürdürürse bu et­ken neden’dir. Oysa
“vesile-neden” olarak nitelendirilen olgu bunun karşıtı olarak
dü-şülmelidir. Böylece nesnelerde sonuç ve neden arasında ilişki kuran hiç bir
bağa ge­rek yoktur ya da böyle bir bağın zorunlu ol­duğu ileri sürülemez.

Bu anlayışı biraz daha
geriye, İngiliz Amprisitlerine kadar götürmek mümkün­dür. Bu noktada John Locke
(1632-1704) un neden-sonuç bağlantısı kuşkuculuğa dö­nüşen görüşlerin ortaya
çıkmasına ortam hazırlamışa benzemektedir. Lokce nedeni, hareketi başlatan ve
düşünce kapasitesi olan faal güç ile eş tutuyordu. Ne var ki Ber-keley
(1685-1753), Locke’un bu anlayışını, mutlak idealizme dönüştürmek suretiyle
değişime uğrattı ve bunu da “var olmak, al­gılamak ya da algılanmış
olmaktır” şeklin­de anlattı. Berkeley’e göre nesneler, onları gözlemleyen
özneden ayrı olarak mevcut değildir; dış dünyanın varlığı onu algılama­dan
bağım sızlaşamaz. Dolayısıyla neden-sonuç bağlantısı algılayana (özneye) göre­dir.

David Hume (1711-1776)
daha ileri gi­derek, neden ile sonuç arasında hiç bir za­man a priori olarak
bilinebilen zorunlu bir ilişkiyi kabul etmez ve neden ile sonuç bü­tünüyle
birbirinden farklı, ve hiç bir zaman bir arada bulunamayacak olgulardır. Başka
bir söyleyişle ister neden olsun, ister sonuç olsun, deneyin yardımı olmadan
olay ve ol­guları belirleyebileceğimiz hiç bir durum sözkonusu edilemez. Neden
olgusu da yal­nız başına bir izlenimden (algılamadan),

tek bir nesnenin
algılanmasından doğmuş veya oluşmuş değildir. Bir çok İzlenimlerin ve bîr çok
nesnenin birbirlerini belli bir dü­zen içinde izlediklerini gözlemleme alış­kanlığımızdan
kaynaklanmakla, çıkmakta­dır. Neden ve nedensellik ilkesi konusunda bu denli
kuşkucu bir tavır ortaya koyan Hu-me, Öte taraftan ahlâk ve tarih konusunda
kesin bir determinizmi savunur.

Aristoteles’in neden
terimini dört şekil­de ayrıma tabi tutması belli bir noktaya ka­dar zorunlu
görülebilir. Sözgelimi biçimsel ve maddesel neden düşünülmeden nesneler
kavranamazlar. Ereksel neden açık bir şe­kilde kabul edilir. Elken veya
etkileyici ne­den, bir olayın nedeni gibi anlaşılabilirse, o takdirde yaratıcı
güçtür. Ancak nedeni, ço­ğunlukla yapıldığı gibi, değişimi zorunlu kılan olay
biçiminde tanımlamak da doğru değildir. Çünkü yaratılış (hilkat), yani yok­luktan
varlığa geçiş, bir değişimdir. Oysa Yaratıcı (Hâlik)nın fiilinde süreklilik (te­madi)
vardır, Descartes bu anlayıştadır. Bu bakımdan mükemmel varlığın (Allah’ın)
eseri, noksan üzerinde sürdükçe, değişmek-sizin tecelli eder. Yani değişim ve
değişik­likten başka İstikrar ve süreklilik nedenleri de vardır. İslam
düşüncesinde Vahdet-i vü­cut öğretilerini burada anlamak yerinde olur.

İslam düşüncesinde
neden kavramı de­ğişik kelimelerin kullanılmasıyla anlatıl­maya çalışılmıştır.
Gerçekten Meşşaî filo-zoflarınca genel terim olarak neden (sebeb) yanında,
illet, fail, vesile, nisbet, delil vb. da kullanıldığı söylenmelidir, sözgelimi
se­beb (causa) ile illet (ratio) in arasında, Aris­toteles’te de olduğu gibi;
pek bîr ayrım ya­pılmadan kullanıldığını İbn Rüşd (1126-1198)’de görüyoruz.

îslam düşünürlerine
göre, her varlık ve olayın nedeni (illeti), ilk ve son neden olma­sı itibariyle
Allah’tır. Kclamcılar ile filozof­lar, ayrıntıda ve açıklamalarda farklılık
gösterseler de, temelde aynı ilkeyi paylaşır­lar. Ancak filozoflara göre neden
(illet) ile sonuç daima eşzamandır. Tam bir neden as­la sonuçsuz olamaz. Zaman
bakımından de­ğil, mükemmellik ya da kemâl bakımından ve sıra itibariyle Allah,
evrenden önce gelir. Allah evreni düşündüğü anda o var olur. Öte yandan
Kelamcılar, değişik kavram ve açıklamalar ile, Allah’ın dileyen ve özgür olarak
yaratan bir müsebbib olduğunu ileri sürerler. Yani Allah dilediğini, dilediği
şe­kilde ve zamanda yaratır. Bu anlayışı güçlü bir şekilde savunan Gazali’dİr
ve gerçekte O neden-sonuç arasındaki bağlantının mutlak olarak
düşünülemiyeceğini açık bir şekilde ortaya koyar, “vesile-neden” yada
“adî-ne-den” veya “adetullah” nitelemesi ve görüşü
Gazali’ye ait olmalıdır. Bu bakımdan batı düşüncesinde Malebranch ve
Occasiona-listler İle Hume’un neden-sonuç eleştirileri­ne Gazali’nin görüşü ve
açıklaması öncülük etmektedir.

Farabi, İbn Sına gibi
filozofların neden kavramına bakışları temelde aynı olsa da belli farklılıklar
gösterirler.

Denebilir ki bir
olayın nedeni fiziki ve metafizik anlamlarda düşünülebilir. Fizik veya deneysel
anlamda, bir olayın nedeni bir başka olaydır. Burada deneyin sabit bir öncel (Mukaddem,
anlecedant) olarak olay­lara iştiraki sözkonusudur. Metafizik an­lamda neden,
bir “yaralan” güçtür, bir etken (failiyet)dîr. Nitekim Malebranch’a
göre, bu anlamda tek neden Tann’dır. Müessiri-yet Tanrıya mahsustur. Yaratılan
varlıklar ancak vesilelerden ibarettir, yani bayağı nc-derilerdir. Genel olarak
İslam düşünürleri, bu arada ünlü Marifetname yazan İbrahim Hakkı da bu anlayışı
derinliğine açıklamış­lardır. Nedenin müessiriydi her türlü göz­lemden kaçar,
onun dışında kalır. Gerçekte bilim alanında neden terimi ancak deneysel anlamda
kabul edilir. Bu anlamıyla neden somut, soyut veya belli oranda soyut olabi­lir.

Mantıkta yeter neden
ilkesi diye bilinen bu kavram ve prensip: Özdeşlik, Çelişmez­lik ve Üçüncü
halin imkansızlığı prensibi­ne, bir mantık ilkesi olarak Leibniz ile Wolf
tarafından katılmıştır. Bu ilke hem aklın hem de deneyin temel bîr ilkesidir.
Ancak şüpheciler (Septikler) ve ihtimaleiler bu il­keye karşıdırlar. Sebep
ararken sonsuza ka­dar gidilemez, bir yerde durmak gerekir. Bu durulan yer, ya
aksiyomlar, ya postulatlar ya da doğrudan doğruya elde edilen idrakler (algı)
dir.

(SBA)

Bk. Determinizm,
Endeterminizm, Neden­sellik

 

İlgili Makaleler