NEDEN
NEDEN
Herhangi bir şeyi, bir
olguyu veya bir hadiseyi meydana getiren şey. Böyle olmakla birlikte neden
terimi “illet” ve “se-beb” kavramlarını kapsayıcı şekilde
kullanılır ve arada belli bir farkın bulunduğu anlaşılır, “illet”
bir şeyi etkileyen, oluşturan ve doğuran, başka bir söyleyişle gerçek etkilere
ve değişmelere meydan veren etkilemedir. Sözgelimi “A”,
“B” nin nedeni (illeti) dediğimizde “A” nın varoluşu
“B” nin varoluşunun nedeni anlaşılır. Bir özün, bir varlığın
imkanının varlık şartı olarak varlık nedeni (sebebi, ratio) söz konusu
edilebilir. Burada, yani belli bir olayda gerçek nedenin olması zorunludur,
fakat olguya bağlı olay gerekli değildir.
Düşünce tarihinde ilk
defa Aristoteles (M.Ö. 384-322) tarafından tanımlanıp incelenmiştir.
Aristoteles dört çeşit neden belirler:
Gerçekte Aristoteles
öğretisinde neden, bugünkü kullanımdan farklı ve geniş olup bir oluşumun
gerçekleşmesi için gerekli her şartı kapsamaktadır. Dört neden ayrımım da bu
çerçevede temel lendirm iştir. Aynca bu dört neden her oluşumda etkin olup birbirine
almaşık mütenasip biçiminde anlaşılamazlar.
a) Biçimsel
neden (causa formalis): Bir şeyin ne tarzda yapıldığını gösteren, ortaya çıkan
sonucun kavramı ya da soyut olarak
külliliğidir.
Aristoteles’in verdiği heykel örneğinde heykel tıraş’in zihnindeki tasarım,
heykelin formu (eidea)dur.
b) Maddesel
neden (causa tnateriaüs): Herhangi bir nesnenin kendisinden oluşan madde ya da
nesneye dönüşen maddedir. Örnekte heykelin kendisinden yapıldığı madde (mesela
mermer, bronz ve tunç)dir.
c) Etken
(Etkileyici) neden (fail sebeb, causa efficîens): Bir şeyin neden yapıldığını
göstermesi bakımından başlangıçtan itibaren yapıcı veya etkileyici, değişimi
gerçekleştiren nedendir. Hareketi, değişimi veya olayı yaratan varlık şeklinde
anlaşılması gereken etken neden’dir. Örnekte hay-keltıraş etken neden’dir.
d) Ereksel neden (causa finalis): Bir amaca, bir
sona yönelmiş nedendir, örnekte bitirilmiş, ortaya konulmuş heykeldir.
Aristoteles’in bu dört
nedeninden bugün sadece etken veya etkileyici nedeniyle ereksel nedeni
“neden” kavramı kapsamında düşünülmektedir. Ne var ki uzun süre batı
düşüncesi ve doğuda, Aristoteles’in bu dört neden ayrımı belli bir etkinlik
sağlamıştır. Sözgelimi îbni Sina’nın anlayışı genelde Aristoteles’in görüşüne
bağlıdır. Fakat burada bir “ilk neden” deyiminin varlığına da
dikkat çekmek gerekir. Aristoteles’e göre İlk neden, bizzat kendisinin nedeni
olmayandır, kendiliğinden başkasının etkisi bulunmayandır. Yani nedenlerin
sıralanmasında ve iştirakinde ötekilere önce ve üstün olandır. Bu anlamda îlk
Neden, batıda Skolastiklere ve bazı İslam düşünürlerine göre Allah’tır.
Yaratılmış olanlar ise, ikincil nedendir. İkincil nedenlerin etkileyici oluşlarını
ileri sürmek insanı inançsızlığa götürebilir. Malebranch’ın görüşü böyledir.
Neden terimi Descartes
ve Kartezyen felsefede aşağı yukarı aynı anlamlarda kullanılmıştır. Fakat
ayrıca mantıksal bağlantıya da teşmil edilmiştir. Bu anlamda neden bir kesin
yargı (kaziyye)nin doğruya yakın oluşunu meydana getiren yöndür. Yani
kendisinin tümdengelim (ta’lil, deduetion) suretiyle çıkarılabileceği öncül
(mukaddemdir. Tikel (cüz’i) ve özel uygulama şekli olmak bakımından kendinden
bir başka olgu mantıksal olarak meydana gelebilen olgudur. Sözgelimi Leibniz
bu anlayıştadır. Wolf ve Schopenhauer bu tanımı kural haline koymuşlardır. Ne
varki terimin mantıksal anlamı bugün İçin ihtimal veya olasılık hesabına bağlı
nedenlerin İhtimali gibi deyimlerde korunmaktadır. Öte yandan etken neden
çağdaş felsefede değişik anlamlarda kullanılmaktadır. Kant neden terimine
oldukça farklı anlamlar yükleyerek çağdaş felsefenin temellenmesine katkıda
bulunmuştur.
Kant’a göre
nedenselliği gerektiren “mutlak surette genel ve hatta zorunlu” bağ
bu anlamda gerekli değildir. Neden ile sonuç bağlantısı ve bileşimi, mutlak
şekilde deneysel yoldan anlatılması imkansız olan bir özelliğe bağlanır. Buna
göre sonuç sede-ce nedeni izleyerek sürüp gitmekten ibaret olmakla kalmayıp
ayrıca onun tarafından belirlenir ve onunla meydana gelir.
J. Sluart Mili
(1806-1873) ise, sonuç olarak kabul edilen olgunun önce geleni, dolayısıyla
önce gelen bu olguların bütünü, değişmez ve şartsız bir şekilde sonuçtur.
Kant’ın neden anlayışı böylece Mili tarafından daha özel bir konumda
açıklanmaya çalışılmaktadır. Yani değişmez birbiri ardına gelişin işaret
ettiği olgu, mantıklı ve zorunlu bağı, sistemli bir biçimde ihmal etmeye
dayanır ki,
Malabranch’ın “vesile” kavramı burada sözkonusu olmaktadır. Ona göre
bir etkiyi yapan, yani bir başka varlığı değiştiren bir olgu, kendi özünden ya
da gücünden kaybetmeksizin varlığını sürdürürse bu etken neden’dir. Oysa
“vesile-neden” olarak nitelendirilen olgu bunun karşıtı olarak
dü-şülmelidir. Böylece nesnelerde sonuç ve neden arasında ilişki kuran hiç bir
bağa gerek yoktur ya da böyle bir bağın zorunlu olduğu ileri sürülemez.
Bu anlayışı biraz daha
geriye, İngiliz Amprisitlerine kadar götürmek mümkündür. Bu noktada John Locke
(1632-1704) un neden-sonuç bağlantısı kuşkuculuğa dönüşen görüşlerin ortaya
çıkmasına ortam hazırlamışa benzemektedir. Lokce nedeni, hareketi başlatan ve
düşünce kapasitesi olan faal güç ile eş tutuyordu. Ne var ki Ber-keley
(1685-1753), Locke’un bu anlayışını, mutlak idealizme dönüştürmek suretiyle
değişime uğrattı ve bunu da “var olmak, algılamak ya da algılanmış
olmaktır” şeklinde anlattı. Berkeley’e göre nesneler, onları gözlemleyen
özneden ayrı olarak mevcut değildir; dış dünyanın varlığı onu algılamadan
bağım sızlaşamaz. Dolayısıyla neden-sonuç bağlantısı algılayana (özneye) göredir.
David Hume (1711-1776)
daha ileri giderek, neden ile sonuç arasında hiç bir zaman a priori olarak
bilinebilen zorunlu bir ilişkiyi kabul etmez ve neden ile sonuç bütünüyle
birbirinden farklı, ve hiç bir zaman bir arada bulunamayacak olgulardır. Başka
bir söyleyişle ister neden olsun, ister sonuç olsun, deneyin yardımı olmadan
olay ve olguları belirleyebileceğimiz hiç bir durum sözkonusu edilemez. Neden
olgusu da yalnız başına bir izlenimden (algılamadan),
tek bir nesnenin
algılanmasından doğmuş veya oluşmuş değildir. Bir çok İzlenimlerin ve bîr çok
nesnenin birbirlerini belli bir düzen içinde izlediklerini gözlemleme alışkanlığımızdan
kaynaklanmakla, çıkmaktadır. Neden ve nedensellik ilkesi konusunda bu denli
kuşkucu bir tavır ortaya koyan Hu-me, Öte taraftan ahlâk ve tarih konusunda
kesin bir determinizmi savunur.
Aristoteles’in neden
terimini dört şekilde ayrıma tabi tutması belli bir noktaya kadar zorunlu
görülebilir. Sözgelimi biçimsel ve maddesel neden düşünülmeden nesneler
kavranamazlar. Ereksel neden açık bir şekilde kabul edilir. Elken veya
etkileyici neden, bir olayın nedeni gibi anlaşılabilirse, o takdirde yaratıcı
güçtür. Ancak nedeni, çoğunlukla yapıldığı gibi, değişimi zorunlu kılan olay
biçiminde tanımlamak da doğru değildir. Çünkü yaratılış (hilkat), yani yokluktan
varlığa geçiş, bir değişimdir. Oysa Yaratıcı (Hâlik)nın fiilinde süreklilik (temadi)
vardır, Descartes bu anlayıştadır. Bu bakımdan mükemmel varlığın (Allah’ın)
eseri, noksan üzerinde sürdükçe, değişmek-sizin tecelli eder. Yani değişim ve
değişiklikten başka İstikrar ve süreklilik nedenleri de vardır. İslam
düşüncesinde Vahdet-i vücut öğretilerini burada anlamak yerinde olur.
İslam düşüncesinde
neden kavramı değişik kelimelerin kullanılmasıyla anlatılmaya çalışılmıştır.
Gerçekten Meşşaî filo-zoflarınca genel terim olarak neden (sebeb) yanında,
illet, fail, vesile, nisbet, delil vb. da kullanıldığı söylenmelidir, sözgelimi
sebeb (causa) ile illet (ratio) in arasında, Aristoteles’te de olduğu gibi;
pek bîr ayrım yapılmadan kullanıldığını İbn Rüşd (1126-1198)’de görüyoruz.
îslam düşünürlerine
göre, her varlık ve olayın nedeni (illeti), ilk ve son neden olması itibariyle
Allah’tır. Kclamcılar ile filozoflar, ayrıntıda ve açıklamalarda farklılık
gösterseler de, temelde aynı ilkeyi paylaşırlar. Ancak filozoflara göre neden
(illet) ile sonuç daima eşzamandır. Tam bir neden asla sonuçsuz olamaz. Zaman
bakımından değil, mükemmellik ya da kemâl bakımından ve sıra itibariyle Allah,
evrenden önce gelir. Allah evreni düşündüğü anda o var olur. Öte yandan
Kelamcılar, değişik kavram ve açıklamalar ile, Allah’ın dileyen ve özgür olarak
yaratan bir müsebbib olduğunu ileri sürerler. Yani Allah dilediğini, dilediği
şekilde ve zamanda yaratır. Bu anlayışı güçlü bir şekilde savunan Gazali’dİr
ve gerçekte O neden-sonuç arasındaki bağlantının mutlak olarak
düşünülemiyeceğini açık bir şekilde ortaya koyar, “vesile-neden” yada
“adî-ne-den” veya “adetullah” nitelemesi ve görüşü
Gazali’ye ait olmalıdır. Bu bakımdan batı düşüncesinde Malebranch ve
Occasiona-listler İle Hume’un neden-sonuç eleştirilerine Gazali’nin görüşü ve
açıklaması öncülük etmektedir.
Farabi, İbn Sına gibi
filozofların neden kavramına bakışları temelde aynı olsa da belli farklılıklar
gösterirler.
Denebilir ki bir
olayın nedeni fiziki ve metafizik anlamlarda düşünülebilir. Fizik veya deneysel
anlamda, bir olayın nedeni bir başka olaydır. Burada deneyin sabit bir öncel (Mukaddem,
anlecedant) olarak olaylara iştiraki sözkonusudur. Metafizik anlamda neden,
bir “yaralan” güçtür, bir etken (failiyet)dîr. Nitekim Malebranch’a
göre, bu anlamda tek neden Tann’dır. Müessiri-yet Tanrıya mahsustur. Yaratılan
varlıklar ancak vesilelerden ibarettir, yani bayağı nc-derilerdir. Genel olarak
İslam düşünürleri, bu arada ünlü Marifetname yazan İbrahim Hakkı da bu anlayışı
derinliğine açıklamışlardır. Nedenin müessiriydi her türlü gözlemden kaçar,
onun dışında kalır. Gerçekte bilim alanında neden terimi ancak deneysel anlamda
kabul edilir. Bu anlamıyla neden somut, soyut veya belli oranda soyut olabilir.
Mantıkta yeter neden
ilkesi diye bilinen bu kavram ve prensip: Özdeşlik, Çelişmezlik ve Üçüncü
halin imkansızlığı prensibine, bir mantık ilkesi olarak Leibniz ile Wolf
tarafından katılmıştır. Bu ilke hem aklın hem de deneyin temel bîr ilkesidir.
Ancak şüpheciler (Septikler) ve ihtimaleiler bu ilkeye karşıdırlar. Sebep
ararken sonsuza kadar gidilemez, bir yerde durmak gerekir. Bu durulan yer, ya
aksiyomlar, ya postulatlar ya da doğrudan doğruya elde edilen idrakler (algı)
dir.
(SBA)
Bk. Determinizm,
Endeterminizm, Nedensellik