MÜŞRİK
MÜŞRİK
Allah’a zatında,
sıfatlarında, isim ve fiillerinde şu veya bu şekilde ortak koşan, yani tüm
kainat üzerinde gerçek etki, hakimiyet ve tasarruf noktasında Allah’tan başka
bir veya birden fazla ilah, rabb ve melik tanıyan
kişi.
Allah, varlığı
kendinden ve zorunlu, zamandan uzak, ezeli ve ebedi, yarattığı bütün
varlıklara benzemez ve kendi kendine, bakî, ilim, kudret, irade, kelam, görme,
işitme ve yaratma sahibi ve en güzel isimleri olan, bütün gezegenler, yerler
ve gökler, İnsanlar, melekler, cinler, bitkiler ve hayvanlar, kısacası
içindeki bütün varlıklarla kainatın yegane ilahı, yegane Rabbı
ve yegane Maliki ve Melik’idir. Yaratan O’dur, her şey O’nun-dur;
yarattıklarını nzıklandıran, öldüren, dirilten,
göğüslerdekine, insanın en gizli düşünce ve niyeücrinc
varıncaya kadar her şeyi bilen, bir kayanın, bir dağın en derinliklerinde
gizli en küçük mikroskobik varlıklara varıncaya kadar her şeyi gören, en gizli
sesleri bile işiten, acz ve mertebe karışmadığından
kendisine bir kürenin yaratılması ve tüm kainatın idaresi bir zerreninki kadar
kolay gelen Kudreü’nin her şeye yettiği, izni ve
bilgisi dışında bir yaprağın bile oynamadığı, Zaüyla müteal (aşkın) sıfat ve isim ve fiilleriyle hazır ve nazır,
her varlığa
kendinden, özünden
daha yakın, gözlerin kendisini göremediği, ama Kendisi bütün gözleri gören, bilinmeyen,
fakat eserleriyle, fiil-isim ve sıfatlarıyla tanınan (ma’ruftur,
malum değildir) Allah, zerreden kürreye, insandan
meleklere bütün Kainat’ın tasarrufunu da elinde tutmaktadır. Bu nedenle, külli
ve mutlak iradesi’nden cüz’i bir irade verdiği İnsanlar
ve cinler dışındaki bütün varlıklar kendiliklerinden ve isteyerek O’na itaat
ederler ve O’nun emirlerini, koymuş olduğu hükümleri aksamadan yerine getirirler.
Bazılarının sandığı gibi, kainattaki kompütür
değildirler. Belki, Allah, her varlığa hayatıyla, fonksiyonuyla uygun öylesine
ince cihazlar vermiştir ki, her varlık bu cihazlarla her an kesintisizce O’nun
‘vahy’ini, emirlerini alır ve yerine getirir; çünkü,
Allah kainat üzerinde en küçük varlıklardan en büyüklerine kadar tasarruf ve
tecelli halindedir. Ancak, irade sahibi insanlar ve cinlerdir ki, O’nun
tekvini (yaratılışla ilgili ve Meşiete dayalı) değil
de, teşrii (yasa ifade eden) emir ve yasaklarım günlük hayatlarında
uygulamayabilirler; irade sahibi olmaları kendilerine bu noktada cüz’i-kısmi bir serbestlik vermiştir. Tüm diğer varlıklar
ise, O’nun hem tekvini, hem teşrii emirlerini çok büyük oranda yerine
getirirler ve Onun hükmünden dışan çıkmazlar.
(Burada, insan dışındaki tüm diğer varlıklarında ayn ayn ümmetler oluşturduğu ve hayatlarında kendilerine has
bir Şeriat1 in, yasaların söz konusu olduğu hatırlanmalıdır.) İnsanların ve
cinlerin yaratıcısı, yaşatıcısı, rızıklandıram,
öldüreni ve Öldükten sonra diriltip, dünya hayatında yaptıklarından dolayı
hesaba çekecek olanı da yine Allah olduğundan, insana düşense, yeryüzünün
halifesi olarak, O’nun hükümlerini uygulayıp, hem kendi hayatında, hem
yeryüzünde fesad yerine sulhu hakim kılmak
olduğundan, yeryüzünde insanların da cinlerin de hayatında hüküm yine ancak Allah’a
aittir.
Allah’tan başka
yaratan ve yaratmada rolü ve etkisi olan, Allah’tan başka nzk
veren, Allah’tan başka yaratan ve öldüren, kısacası kainat üzerinde Allah’tan
başka tasarruf sahibi bir başka varlık tanıyan her kim olursa olsun,
müşriktir. Yağmurun yağmasında, güneşin, ayın, yıldızların, kısaca bütün gezegenlerin
hareketlerinde, havanın soğuyup ısınmasında, tohumun ve çekirdeğin çimlenip
bitki olmasında, insanın doğup, yaşayıp ölmesinde, bir yaprağın hayatına ve
hareketlerine varıncaya kadar kainat’ta olup biten her şeyde tesadüf, çelişki,
zorunluluk gibi hayali etkiler varsaymak, hiçbir harici varlıkları bulunmayan
ve bütünüyle itibari (nominal) ve temelde İlahi Kanunlar veya adetler olan
‘tabiat kanunlan’na gerçek tesir ve mutlaktık vermek
ve aynı şekilde birtakım ‘bilimsel yasalar’ı ve
tabiatı itibari-liktcn gerçeğe, edilgenlikten
etkenliğe, san’at olmaktan sâni‘
(san’atkâr, yapan) ve malbu‘
(basılmış) olmaktan tabi’ (basan) olmaya çıkarmak şirktir ve bunları yapan da
müşriktir. Yine, gerek kainat’ta olup bitenlerde, gerekse sözgelimi kişilerin
hidayetinde, yanı İslam’a girişlerinde ve birtakım olaylarda peygamberleri,
velileri, kahramanları, Allah’ın kullandığı sebepler olmaktan müsebbib olmaya çıkarmak ve onlara gerçek tesir vermek de
şirktir ve bunlan yapan müşriktir. Peygamberlerin
mucizelerinde ve velilerin kerametlerinde, peygamberleri ve velileri mucize
ve kerametlerin gerçek sahibi ve yaratanı görmek de Şirktir. Ayrıca, çok
önemli bir şirk d’iha vardır ki, bu da insanların
günlük sosyal hayatlarında ortaya çıkmaktadır. Yeryüzünde, insan hayatında da
gerçek tasarruf ve hüküm Allah’a aittir; kişinin kahramanlığı, makamı, adı,
soyu önce veya sonra doğmuş olması, rengi, kısacası hiçbir özelliği hüküm ve
tasarrufu ele geçirmesinde en ufak bir tesire sahip olmayıp, bu yetki hiçbir zaman
belli kabile, ulus veya kavme de verilemez. İnsanların idari, sosyal,
ekonomik, bireysel, kısacası hayatlarının her alanında hüküm koyma yetkisini
İslam Allah’a vermiştir ve bu hak ve yetki Allah’ındır. İnsan başkalarının
değil, ancak Allah’ın kuludur; bu bakımdan, kulluk ancak Allah’a yapılır, ancak
O’nun Önünde baş eğilip, ancak O’nun önünde secdeye kapanılır. Bu yüzden,
insanların dünya hayatlarında kendi nefislerine, yani heva,
arzu ve tutkularına ve başka insanların kendi adlarına veya ulus adına ya da topyekün bir ulusun kendi
adına koydukları hükümlere kalben labi olması, bu
sahada Allah’tan başkasına -adı, özelliği ve kimliği ne olursa olsun- yetki ve
hak lanı–ması şirktir ve bunlan yapan kişi de müşriktir. Zekasını, ilmini,
varlığını ve sahip olduğu iyilikleri doğrudan doğruya kendinden veya
başkasından bilen kişi de müşriktir.
Açık şirkten başka,
adına gizli şirk denilen bir şirk çeşidi daha vardır ki, bu da, yaptığı
iyilikleri ve hayırları Allah rızası dışında başkaları için, şöhret, makam,
mevki ve Övülmek gibi nefsin arzulan için yapan kişi de gizli şirkin içindedir.
Yani, riya da iyilikleri, güzel amelleri geçersiz kılan ve iptal eden bir nevi
şirktir.
Müşrik, yeryüzünde
fesadın gerçek sebebi olan kişidir. Çünkü, hayatı birlikten çokluğa
dönüştürdüğü gibi, hakikati da izafiliğe mahkum etmekte, insanı gerçek şeref
ve haysiyetinden soyutlayıp, başka insanların hayali veya itibari
tesadüflerin, yasaların, hatta taştan, tahtadan, çimentodan, tunçtan pulların,
dizgin tanımaz süfli arzu ve emellerin, nefsi isteklerin kölesi yapmaktadır.
İman, şirk, küfür ve
nifakta aslolan inançta, kabuldür, kalbi tasdiktir.
Bu bakımdan, kalpten kaynaklanmadığı, yani bir inanç haline gelmediği sürece,
zahirde şirk, küfür veya nifak olarak görülen birtakım davranışlar, bir kimseye
hemen müşrik, kafir veya münafık damgası vurmak için yeterli değildir. Aynı
şekilde, bir kişiye münafık, kafir veya müşrik damgası vurmak için, o kişinin
nifak, küfür veya şirkinin te’vil kaldırmayacak
derecede açık olması lazımdır. Yine, küfürde, nifak veya şirkte ‘cühud‘, yani her türlü delil apaçık ortaya konduğu ve kişi
vicdanında ‘evet’ dediği halde, değişik sebeplerle sürdürülen inat ve karşı
çıkışın yanısıra, herhalde bilmek de, göz ardı
edilemeyecek bîr öneme sahiptir.
Birtakım sufilerin, vecd ve istiğrak halinde
söyledikleri sözler, bazı ifadeler, tecrübelerini, hallerini ve kalbi
duyuşlarını sözle dile getirmekte karşılaşılan güçlüklerden dolayı kullanılan
ve mutlaka tabir ve tevil isteyen kelimeler -açıkça küfre delâlet etmiyorsa-
hiçbir zaman şirk olmayıp, böylesi zatlar da asla müşrik olmakla suçlanamaz.
Nasıl Özellikle bugün her ilmin bir dili varsa, insanın sahip olduğu kelimeler
pek çok duyuş ve tecrübeyi, hatta nefsi hazlan,
sevinç ve Üzüntüleri ifadeye yetmiyorsa, yine nasıl uykuda ruhun bir noktada
bedenden ayrılıp Misal Alcmi’yle temasa geçmesi sonucu görülen rüyalar ancak tabir ve te’vil–le anlaşılabiliyorsa, aynı
veya benzer şekilde, kalbin ve kalb hallerinin
apayrı bir dili vardır ve bu dil tabir gerektiren değil de, tamamen aynıyla
sadık rüya gören ‘veya ta’bir–te’vil
ilmine sahip olan asfiya (Peygamber varisi safıyy kişiler) tarafından tabir ve te’vil
edilmeli ve bütün insanların kullandığı dile -mümkünse- aktarılmalıdır.
Ali ÜNAL Bk. Kafir