Musa Süreyya Bey Kimdir, Hayatı, Eserleri, Hakkında Bilgi
Mûsâ Süreyya Bey (1884-1932) Türk mûsikisi bestekârı ve hocası.
İstanbul Üsküdar’da doğdu. Bestekâr ve neyzen Giriftzen Âsim Bey’in çoğu sanatkâr olan yirmi dört çocuğundan biridir. Üsküdar Merkez Rüşdiyesi ve Üsküdar İdâdîsi’nde öğrenim gördü. 1910’da devlet tarafından mûsiki öğrenimi için Berlin’e gönderildi. Berlin’de Prusya Kraliyet Akademisi ve Stern Konservatuvarı’ndan mezun oldu. Yurda dönünce Çapa Kız Muallim Mektebi, Erkek Muallim Mektebi, Mülkiye Mektebi, Selçuk Kız Lisesi ve Tiyatro Meslek Mektebi’nde mûsiki hocalığı yaptı. Ayrıca, 14 Eylül 1923 tarihinde İstanbul Valisi ve Şehremini Ali Haydar Bey (Yuluğ) tarafından İstanbul Şehremâneti’ne bağlı olarak ikinci defa faaliyete geçirilen Dârülelhân’da [1927’den sonra İstanbul Konservatuvarı adını aldı] müdürlük görevinin yanı sıra mûsiki tarihi ve kompozisyon dersleri verdi. Hiç evlenmeyen Mûsâ Süreyya Bey, vefatından iki yıl kadar önce kalp rahatsızlığı yüzünden müdürlük görevinden ayrıldı, ancak İstanbul Konservatuvarı’ndaki ve liselerdeki derslerine devam etti. 2 Aralık 1932 tarihinde Lâleli’-deki evinde öldü ve Merkezefendİ Mezarlığı’na defnedildi. Kardeşlerinden Cevad Âsim Bey musikişinas, Muazzez Kurdoğlu tiyatro sanatçısıdır.
Dönemin önemli musikişinasları arasında yer alan Mûsâ Süreyya Bey hocalığı ve özellikle bestekârlığıyla tanınmıştır. Mûsikiye olan kabiliyetinin küçük yaşlarda babası tarafından farkedilmesi üzerine bizzat babasından ve ağabeyi İbrahim Sâbir Efendi’den mûsiki dersleri almaya başladı. Babasından mûsiki nazariyatının yanı sıra girift çalmasını da öğrendi ve bu sazda iyi bir icracı olarak yetişti. Yûsuf Paşa, Hacı Arif Bey, Zekâizâde Hafız Ahmed (Irsoy) Efendi, Müezzinzâde Rifat Bey, Bolâhenk Nuri Bey gibi mûsiki üstatlarının katıldığı mûsiki toplantılarına babasıyla birlikte devam ederek Türk mûsikisinin hemen bütün meşhur bestelerini bu üstatlardan duyup öğrenme imkânına sahip oldu. Ayrıca Tanbûri Cemil Bey’in evinde babası Âsim Bey ve Kemânî Tevfik Bey’-le toplanıp Türk mûsikisini Avrupa’da tanıtmak amacıyla konserler vermek üzere yaptıkları meşkler de onun zengin bir eser birikimine sahip olmasında önemli rol oynamıştır. Bu sebeple Hüseyin Sadettin Arel, Mesut Cemil Tel ve Ruşen Ferit Kam, onu son yüzyılda yaşamış musikişinaslar arasında klasik bilgi ve görgüsü en yüksek ve zengin olan sanatkâr diye tanımlar. Hassas ve nazik kişiliğiyle bilinen Mûsâ Süreyya Bey ayrıca iyi bir piyanist ve ûdî olup derslerini piyano eşliğinde yapardı. Türk mûsikisinin Batı mûsikisinden faydalanmasının gerekliliğini, bu şekilde meydana gelecek yeni bir çehre ile geleceğin mûsiki çatısının kurulabileceğini, ancak bu yeniliklere yönelirken Türk mûsikisinin özünden ve ruhundan asla tâviz verilmemesi icap ettiğini savunurdu.
Batı müziği tarzında bazı eserleri mevcutsa da bestelerinde Türk mûsikisinin zarif bir üslûp ve klasik bir eda ile örüldüğü dikkati çeker. Öztuna, onun bestelerinden üç marş ve on dokuz şarkıdan meydana gelen bir listeyi ansiklopedisinde neşretmiştir. Güftelerinin bazısı yakın arkadaşı Ercümend Ekrem Talu’ya ait olan şarkıları arasında, “Sen sanki baharın gülüsün, şen çiçeğimsin” mısraıyla başlayan hüzzam; “Tâc-ı hüsnün hükmeder şâirlerin dîvânına” mısraıyla başlayan mahur; “Sûziş-i aşkınla ben nâlân iken” mısraıyla başlayan nihâvend makamındaki eserleri halen repertuvarlarda sıkça yer alan bestelerinden bazılarıdır. Ayrıca sözleri Cemal Ethem Yeşil’e ait olup 1919’da bestelenen, “Başka bir aşk istemez, aşkınla çarpar kalbimiz / Ey vatan, göz yaşların dinsin, yetiştik çünkü biz” mısralanyla başlayan marşı günümüzde de okunan marşlar arasındadır. Önceleri “Vatan Marşı” diye anılan bu eser daha sonra “Mülkiye Marşı” adıyla Mülkiye Mektebi’nin marşı olarak kabul edilmiştir.
TDV İslâm Ansiklopedisi