filozof/ikbal Muhammed İKBAL
(1873-1938)
1873 de Pakistan‘in Pencap eyaletine bagli Seyalkat kentinde dogan Muhammed İkbal mutasavvıf bir anne babanin ogludur. Babasi Muhammed Nur çok muttaki birisi olarak hem din, hem de dünya isleriyle mesgul olurdu. Geçimini ise çalisarak elde ederdi. Ikbal‘in annesi de tipki babasi gibi ehli takva birisiydi. Hatta beyi rüsvet almakla ün yapmis birinin yaninda çalisirken, acaba bunda da rüsvet var mi düsüncesiyle çok kere beyinin kazancindan yemekten sakinirdi. Ancak daha sonra beyinin kazancinin rüsvetle ilgisi olmadigina kanaat getirerek ondan yerdi. Muhammed İkbal‘in devamli Kur‘ani Kerim okumakta oldugunu gören babasi, bir gün ona Kur‘ani Kerim‘i anlamak istiyorsan, ‚sana indiriliyormus gibi oku‘ dedi.
Ikbal çocuklugundaki ilk egitimini evinde babasindan aldi. Daha sonra Kur‘ani Kerim‘i okumak için medreseye gitti ve büyük bir kismini ezberledi. Bu merhaleden sonra babasinin arkadasi Mir Hüseyin‘in görev yaptigi bir okula gitti. Mir Hüseyin Arapça ve Farsça hocasi olarak Ikbal‘e Islâmi edebiyatini sevdirdi. Burayi bitirdikten sonra Pencap eyaletinin baskenti Lahor‘a giden Muhammed Ikbal, orada hükümete ait bir okula girdi.
Zaten Lahor bir çok lisenin bulundugu bir sehirdi. Burada felsefe ve İngilizceden ögretmenlik diplomasi alan İkbal, Lahor‘da dogu dilleri fakültesine hoca olarak atandı. Iste Muhammed Ikbal bu devrede siir yazmaya baslayarak yavas yavas ismini duyurdu.
1905 de Londra‘daki Chambrich üniversitesine girmek için Ingiltere‘ye giden Ikbal, oradan felsefe ve iktisat bölümünü üstün bir derece ile bitirerek mezun oldu. Londra‘da üç sene kadar kalan Ikbal, burada Arap dili ve edebiyâti fakültesinde hocalik yaparken bir taraftan da çesitli Islâmi konularda bir dizi konferans verdi. Bu konferanslari onun Londra‘da çok taninmasina sebep olmustu.
Yine Londra‘da kaldigi müddet içinde hukuk üzerine okuyan Ikbal savcilik diplomasini aldiktan sonra Almanya‘ya giderek Münih Üniversitesinde felsefe dalinda doktora yapti. 1908 de Hindistan‘a döndügünde, onun yazi ve siirlerine hayranlik duyanlar tarafindan büyük bir coskuyla karsilandi.
Ikbal Hindistan‘daki çalisma yaşamına avukat olarak baslarken onun bu görevdeki çalismasi, dogruluk ve emanete örnek olarak gösteriliyordu.
Hakliligina inanmadigi ve hakkini alamayacagi kisinin davasina bakmazdi.
Daha sonra Lahor‘da hükümete ait bir okulda Arap dili ve edebiyati bölümünde hocaliga devam eden Ikbal, bu görevinde fazla kalmayarak ayrildi.
Hocalik görevinden istifa edişinin sebebi kendisine soruldugunda cevaben: “İngilizlere hizmet etmek zordur. Ben istedigimi insanlara anlatamiyordum. Simdi ise hürüm, diledigimi söyler ve diledigimi yaparim” diyordu.
Hükümetteki bu resmi görevinden istifa etmesine ragmen hiç bir zaman egitim ve ögretim islerinden geri kalmamisti. Devamli olarak Lahor‘daki Islâm akademisiyle irtibat halinde olan Ikbal orada dersler verirken, çesitli üniversitelerde de ilmi konferanslar veriyordu. Bu arada Afgan hükümetinin daveti üzerine Afgan egitim komisyonuna da istirak etmisti.
Muhammed İkbal ülkesinin siyasetine de katilmis ve halkini bu konularda yönlendirmisti. Onun bu konudaki düsüncesi ise: “Siyaset; çalismak, izzet ve serefe davet etmektir.” seklinde idi.
Müslüman Hintli mücahitler adiyla yazdigi siirleri Hindistan‘daki müslümanlarin hareketlenerek İngiliz sömürüsüne baskaldirmalarinda büyük tesiri olmustu. 1926 da Pencap eyaletinden Hukuk Komisyonuna seçilen Ikbal ayni zamanda “Rabitatül Islâmiye” adli merkezi Suudi Arabistan‘da olan bir cemiyette de çalismalar yapmisti.
1930 da Pakistan devletinin kurulusu konusunda kendisine has görüsüyle insanlarin huzuruna çikan İkbal Hindistan‘in bölünmesinin din, irk ve dil esasina göre taksimini öngörüyordu. O zaman bu görüsünü daha sonra Pakistan devlet baskani olacak olan Muhammed Ali Cinnah‘a anlatirken, siir ve konusmalarinda bu düsüncesine oldukça fazla yer vermisti. Daha sonra 1932 de Londra‘da anayasa hazirlamak için olusturulan ve çok uzun münakasalara sahne olan kongreye katilan Ikbal, o sirada siddetli ve uzun sürecek bir hastaliga yakalanir. Doktorlarin gayretlerine ragmen bir türlü iyilesmeyen Ikbal ölümü tebessüm ve riza ile karsilayarak 1938 de Allah‘in rahmetine kavusur. İşte bu siralarda İkbal ölümle ilgili olan su siirini yazmisti:
“Ölümü ve acıyı mutluluk ile karsılamak Müminin alametlerindendir‚”
Muhammed İkbal ehli takva bir evde dogup büyüdügü ve babasinin arkadasi olan Mir Hüseyin‘in etkisinde çok kaldigi için takvaca ve sahsiyetinin olgunlasmasi konusunda oldukça ileri bir merhaledeydi. Çünkü Üstad Mir Hüseyin talebelerine özellikle akide, Islâmi sahsiyetin olusturulmasi ve Islâm edebiyati konularinda çok tesir ediyor ve onlari üstün birer kişilik olarak yetistiriyordu.
İkbal çok zeki ve ince duygulu birisiydi. Daha çok genç yaslarindayken siir yazmaya baslamisti.
Bu siirler daha sonralari çesitli dilere tercüme edilmisti. İkbal‘in siir ve edebiyat bakimindan büyük bir kabiliyete sahip olmasi onun kültürel açidan üstün bir egitim aldiginin ve Islâmi açıdan olgunlugunun bir göstergesidir.
Henüz 33 yaslarinda iken felsefe, iktisat, hukuk ve edebiyat gibi bir çok ilimlerde öğrenim görmüs ve üstün derecelerle diplomalar almisti. Bu konularda yazdigi eserlerden bazilari çesitli dillere çevrilerek bu üstün sahsiyetin fikirlerinden başkalarinin da istifadesi saglanmisti.
İkbal belki bir vaiz ve filozof degildi ama her seyden önce Allah‘a samimi olarak iman etmis cesaretli, kendine güvenen ve düsüncelerinde belirli özellikleri olan bir kisiydi. O siirlerinde hayatin gerçeklerine bakar, fitratindaki siire olan yatkinligiyla bu konulari en tesirli bir sekilde izah ederdi. Iste Ikbal bu vasiflariyla büyük ve gerçek bir mücahid. olarak ortaya çikmaktadir.
İKBAL‘IN ISLAH YOLUNDAKI ÇALISMALARI
Muhammed İkbâl hayata bakış felsefesini ve görüslerini siirlerinde islemistir. Onun islah yolundaki belli basli düsünceleri sunlardir:
1- Muhammed İkbal Islâma ve müslümanlara hayranlikla dolu bir müslümandi. Ona göre müslümanin topraginda sınır olamazdi. Çünkü bütün müslümanlarin vatani birdir. Ikbal‘in bu konuda yazmis oldugu bir çok kahramanlik destanlari vardir. O dogusuyla ve batisiyla bütün müslümanlari kusatmistir.
Ona göre insanligin saadetini gerçeklestirecek . tek hükümet Islâmdir. Siirlerinde sürekli olarak İslâmiyetin devlet olarak yasandigi ve beseriyete gönderildigi devirleri islerdi.
Ikbal Islâm ümmetinin hiç bir zaman yok olmayacagini çünkü Islâm ümmetinin ebediyyen kalici deger üzerine bina edildigini söylüyordu. Diger taraftan da üzülerek Islâm ümmetinin aci hallerini dile getiriyordu. Bir siirinde bu konuyu söyle gündeme getirmistir:
Hak olan ezan devamli aralarinda olan
Islâm ümmeti ebedi kalacaktir.
La ilahe illallah‘in askindan kalbler
tutusmaktadir.”
Eger mazisinde İslâm medeniyetini yasamis herhangi bir yere gitse oranin maziye karismis halini hatirlar ve üzülürdü. 1908‘de Avrupa‘dan Hindistan‘a dönerken Sekille Adasina ugramis eskiden oranin Islâm medeniyetine besik oldugunu hatirlayarak kendi kendine:
Göz yasiyla degil kan akitarak agla.
Iste burasi İslâm medeniyetinin gömüldügü yerdir.
diyerek aglamistir. 1932 de Londra‘daki kongreden dönerken Ispanya‘ya ugramis, orada Kurtuba Mescidini ziyaret ederek mü‘min bir sair olarak Islâm medeniyetinin bir harikasi olan bu caminin önünde bir müddet duygulu duygulu durduktan sonra senelerden beri ezan okunma mis ve içinde namaz kilinmamis bu camide iki kere kat namaz kilmisti.
Ikbal müslümanlarin gelecegi konusunda oldukça iyi düsünceler ve ümitler besleyen birisiydi. Bir gün Kurtuba‘da “Büyük Vadi” isimli nehrin kenarinda durmus söyle diyordu:
Ey sanli nehir su anda senin kenarinda duran kisi çok güzel bir hayal içindedir.
Bu adam gelecegin aynasinda yeni bir dönem görmektedir.
Bu dönemin müjdeleri gözükmeye basladi. Fakat henüz insanlarin gözünden sakli durumdadir. · Eger Avrupa bu dönemi su anda farketse aklini kaybedip deliye dönerdi.
Muhammed Ikbal‘in Avrupa‘da egitim görüp onlarin arasinda uzun bir müddet kalmasina ragmen hiç bir zaman onlarin kültürlerine aldanma misti. O Avrupa medeniyetinin insanlari kardes yapacagina, insanliga saadet getirecegine inanmiyordu. Çünkü Avrupa‘nin medeniyeti sadece maddi bir medeniyetti Evet bu medeniyet ilmiyle ve organizesiyle tüm dünyaya boyun egdirmisti ve kendi gayesi için tabiatla alay ediyordu. Ama imandan yoksun oldugu için saskinliklar içinde aciyla kivranmak taydi. Bu medeniyet islah etme ve merhamet etme özelligine sahip degildi. Iste bundan dolayi devamli olarak müslümanlara özellikle de gençlere bu medeniyetin gösterisine kanarak onun tuzagina düsmekten sakinmalarini söylerdi.
Ama maalesef ümmetten bazilari bu tuzaga düserek bütün izzetlerini kaybederek zayifladilar ve varliklarini yitirdiler. Ikbal yazi ve siirlerinde müslümanlari derinlemesine Islâmi ögrenmeye çagirirdi. Çünkü “müslümanlarin izzeti ve hürriyeti, Islâmin asil kaynagi olan Kur‘an ve sünnettedir” diyordu. Ne zaman Islâmdan ve Resulullah‘tan bahsetse, gurur ve iftiharla söyle derdi:
“Eger yildizlar ve gezegenler boyun bükerse buna hayret etmeyiniz. Çünkü ben kendini yollarin rehberi, peygamberlerin sonuncusu ve insanlarla cinlerin önderi olan Hz. Muhammed‘e baglayarak, onun bereketli ayak tozuna karisarak bahtiyar insanlarin gözüne sürecekleri sürme oldum.”
2- İkbal‘in görüslerinin temelini, en çok önem verdigi nefsi terbiye konusu olusturmaktadir. Çünkü insanin saadeti ve hayatin temeli, nefsi terbiyeden kaynaklanmaktadir. Iste bunun için ikbal sürekli olarak kisinin kendisini bilmesine ve bu yolda ardi arkasi gelmeyecek olan devamli bir cihada çagiriyordu. Bu cihad önce nefse karsi verilmeliydi.
İkbal cihad ve çalismada hayat; tembellik ve uyusuklukta da ölüm oldugunu söylerdi. Yine ona göre insanin kendisine güvenmesi ve devamli olarak nefsini zorluklara karsi kuvvetli olabilecek sekilde hazirlamasi kisiye mutluluk vermektedir. Kisinin kendisine güvenmesi,konusunda söyle diyordu:
“Baskalarinin nimetlerinden kendi rizkini arama. İsterse günesin kaynagindan gelmis olsun hiç kimseden, su bile isteme. Allah‘a güven ve çalis. Bu serefli Islâm ümmetinin yüzünü utandirma. Bir gün Hz. Ömer at üstünde giderken elinden kamçisi düstü. O etrafindakilerden hiç birinden onu kendisine vermelerini istemeyip, bizzat atindan inerek kendisi almisti.”
Iste insan nefsini sehvetlerden ve çesitli korkulardan alikoyar ona hakim olursa baskalari o insana hükmedemez. Islâm bu nefsi terbiyeye çok büyük önem vermekte ve kisiyi kendisini olgunlastirmaya çagirmaktadir. Nefsini güzel ahlak ve faziletlerle süslemesini istemektedir. Islâm, nefsi terbiye etmeyi kendine özgü usullerle gerçeklestirmektedir.
Örnegin inanç konusunda nefsi süphelerden, korku ve sehvetlerden men ederek gerçek tevhidi insanin kalbine yerlestirerek devamli olarak onu tembellikten alikoyar onu çalismaya ve istikbale dair hazirliklar yapmaya tesvik eder. Iste Islâm inanci bu vasiflariyla her türlü zorlugu yenerek asmakta ve insanlik için gerçek hürriyeti ve esitligi saglamaktadir. Ikbal bu düsünceleriyle ayni zamanda Hindistan‘da yaygin olan ve bazi usüllerinde Islâma zit hareket eden tasavvufi anlayisa da karsi oldugunu ortaya koymus oluyordu. Çünkü o zamanlar Hindistan yarimadasinda hurafelerle karisik bir çok tasavvufi akim vardi ki, bunlar genel olarak “Vahdeti Vücut” inancinda olup, görünen varligi inkar esasina dayaniyorlardi. Ikbal onlari Islâmi olmayan tasavvufi akim diye isimlendirmisti.
3- İkbal‘in gerçeklestirmek istedigi hedeflerden birisi de Dünya Islâm Devletinin kurulmasiydi. O her ne kadar kisinin ferdi degerini idrak etmis ve görüslerinin aslini nefsi terbiye olusturmussa da bunu da yeterli olmadigini biliyordu. Onun için ferdi cemaat için, cemaati da fert içinbir ayna kabul ediyordu. Eger fert görevini yerine getirmese bu noksanligin cemaata da siçrayacagina inaniyordu. Ona göre fert kendisini iyi yetistirirse cemaattaki görevini daha iyi yapacaktir. Eger hata yapsa iyi yetismis cemaat onu ikaz edip düzeltecektir. Bu konuda bir siirinde söyle diyor:
“Eger fert bir cemaata mensup olsa tipki bir damla iken nehir olur.
Artik onun ruhu, bedeni, açigi ve gizlisi, her seyi bagli bulundugu toplumuna ait olur.”
Iste bu cemaatin elbette bir davasi ve onlari birarada tutan prensipleri olmalidir. Yine bu hedeflerin gerçeklesmesi ferdin ve cemaatin saadetinin saglanmasi lazimdir. Ayrica bu hedefler bütün beseriyetin saadetini de saglamalidir. Ki, iste Islâm tüm insanligin mutlulugunu gerçeklestirecek tek din olarak ortadadir.
Bunun için Ikbal bütün müslümanlari içine alabilecek ve insanligin saadetini saglayacak olan bir Islâm devletinin zaruri oidugunu devamli söyliyerek Islâmi devletin gerçeklesmesi yolunda çok gayretler sarfetmistir.
O bu çalismalari esnasinda hiç bir zaman herhangi bir irki taassuba düsmemistir. Müslümanlar için muayyen bir topragin olmayacagini esasta Islâmin tatbik edildigi yerin müslümanin vatani olduguna inanarak söyle derdi:
“Irkçilik taassubu İslâm ümmeti arasindaki irtibati ve İslâmi iliskileri kesmistir.”
Iste Hindistan‘da yasayan müslümanlar için müstakil bir İslâmi devletin olmasini, bu devletin inançta ve hedefte bütün müslümanlari bagrina basmasi gerektigini söyleyerek, Pakistan‘in kurulusuna temel hazirlayanlardan birisi olmustu. Ikbal‘in çalismalarinin neticelerinden en önemlisi, kendisinin ölümünden yedi yil sonra 1947 de Pakistan devletinin kurulmasi olmustur. Çünkü bu devletin kurulmasiyla birlikte Hindistan‘da bir taraftan hindularin zulmü altinda ezilen, diger taraftan Ingilizlerin sömürgesi altinda olan Hintli müslümanlar biraz olsun emniyete kavusmuslardi.
Pakistan İslâmın hükümlerinin tatbik edilmesi için kurulmustu. Elbette orada müslümanlarin sözü geçmeli ve huzur bulmaliydilar. Gerçi Pakistan kurulusundan simdiye kadar bir çok olumlu asamalar geçirmistir ama henüz arzu edilen seviyeye ulasmamistir.
Pakistan‘in kurulusu hakkinda bir arastirmacinin dedigi gibi, kisa sürede devlet olan ve islah yolunda ilerlemeler yapan Pakistan‘in Islâm devleti olma gayretlerini küçümseyemeyiz.
Allah rahmet etsin.
Fethi Yeken
Muhammed İkbal (1873-1938)
Yazar: Risale-i Nur Enstitüsü
Doğunun yetiştirdiği büyük bir edebiyatçı ve Pakistan’ın milli şairidir. Bağımsız Pakistan’ın kuruluşunda, fikri temelin oluşmasında önemli katkısı olmuştur. Mevlana’nın etkisinde kalmış ve ona hayranlığını dile getirmiştir. İslam dünyasının içinde bulunduğu kötü durumdan kurtulmanın çareleri üzerinde kafa yormuş, verdiği seri konferanslarla düşüncelerini dile getirmiştir.
İkbal, 1873 yılında Pencap Eyaletinin Keşmir sınırı yakınlarında bulunan Siyalkut (Seyalkat) şehrinde dünyaya geldi. Dindar bir anne-babanın evladı olarak yetişmeye başladı. Babası Nur Muhammed annesi İmam Bibi’dir. Ebeveynlerinin mütedeyyin aile hayatı onu önemli ölçüde etkiledi. Küçük yaşlarından itibaren Kur’ân-ı Kerim’i okumaya başladı. Medreseye de giderek büyük bir bölümünü ezberledi. İlk ve orta öğrenimini memleketi Siyalkut’ta tamamladı. 1895 yılında Lahor’a gitti. Burada bulunan hükümet kolejinde felsefe ve hukuk derslerinin ağırlıkta bulunduğu bir eğitimden geçti. Arapça ve Farsça dillerini öğrendi. Felsefe ve İngilizce öğretmenliği diplomasını aldı. Tayin edildiği Lahor doğu dilleri fakültesine hocalık yaptı. Bu arada şiirleriyle de dikkat çekmeye başladı.
İkbal’in görmüş bulunduğu bu eğitim döneminde özellikle hocalarından Mevlânâ Mir Hasan ile Thomas Arnold’un etkisinde kaldığı tahmin edilmektedir. Bilahare yeteneğiyle Arnold’un dikkatini çekmesi, bu hocası tarafından Avrupa’ya gönderilmesinde önemli rol oynadı. Bundan sonra Cambridge Üniversitesine giderek üç yıl öğretim gördü ve yüksek lisansını tamamladı. Daha çok Felsefe alanında eğitim görmesine karşılık, hukuk ile ilgili dersler de aldı. Londra’da kaldığı süre zarfında vermiş bulunduğu konferansları sayesinde geniş bir kesim tarafından tanınır hale geldi. Buradaki eğitimini tamamladıktan sonra Münih’e geçti. Burada doktorasını yaparak Felsefe bilim dalında doktor oldu. Bu eğitiminin akabinde Lahor’a döndü.
İkbal, ülkesine döndükten sonra muhtelif okullarda İngilizce ve Felsefe derslerini okuttu. Ancak, uzun süre bu görevi yapamayacağını anlayarak istifa etti. O sıralarda Hindistan İngilizlerin işgali altında bulunuyordu. Öğretmenliği bırakmaya sebep olarak, İngilizlere hizmet etmenin zor olduğunu, kendisini hür olarak hissetmediğini gerekçe gösterdi. Öğretmenlikten ayrıldıktan sonra istediğini söyleyebileceğini ve daha hür olduğunu dile getirdi. Bu arada hukuk alanına olan ilgisinden dolayı bu alanla ilgili çalışmalar yaparak kendini yetiştirdi. Geçimini de büyük ölçüde avukatlık yapmak suretiyle sağladı. Haklılığından emin olmadığı veya kazanacağına ihtimal vermediği dâvâları almaktan özenle kaçındı.
İkbal, devletin resmî görevini bıraktıktan sonra eğitim-öğretim kurumlarıyla bağını koparmadı. Lahor’da bulunan İslâm Akademisi ile aradaki bağı devam ettirdi. Burada ders vermeye devam etti. muhtelif üniversitelerde de ilmi konferanslar verdi. Afgan hükümetinin davetlisi olarak gittiği Afganistan’da eğitim komisyonunun çalışmalarına katıldı.
İkbal, İslâm dünyasının içinde bulunduğu sıkıntılardan kurtulmak için çaba sarf etti. Batının da etkisiyle İslâm milletlerinin bir rönesanstan geçmesi gerektiği fikrine inandı. Bir dönem dini konularda kendine mahsus fikirler ileri sürdü. 1926-29 yılları arasında Pencap Yasama Konseyi üyeliğinde bulundu. Bu tarihlerde Haydarabad ve Aligarh üniversitelerinde verdiği konferanslarında İslâm düşüncesinin yeniden kurulması fikri üzerinde durdu.
İkbal’ın en mühim faaliyetlerinin arasında Pakistan’ın kuruluşu ile ilgili çalışmalar yer almaktadır. Bu faaliyetlerine henüz başlamışken İngilizler tarafından kendisine verilen “sir” ünvanını kullanmadı. 1930 yılı Aralık ayında bütün Hindistan Müslümanları Birliğinin Allahabad’ta gerçekleştirdikleri toplantıya başkanlık yaptı. İlk defa burada Pakistan fikrini ortaya attı. Kısa bir süre sonra Londra’da yapılan yuvarlak masa toplantılarına delege olarak davet edildi. Burada da fikrini dile getirmeye devam etti. Akabinde verdiği konferanslarda, katıldığı toplantılarda, yazdığı makalelerde Bağımsız Pakistan ile ilgili fikirlerini işlemeye ve dile getirmeye devam etti. 1931 yılında toplanan
2. Milletlerarası İslâm Konferansına katıldı. Burada Dünya İslâm Kongresinin başkan yardımcılığına getirildi.
İkbal, Pakistan’ın kurucusu olarak tarihe geçecek olan Muhammed Ali Cinnah ile de yakın temas kurdu. Londra’da düzenlenen
2. yuvarlak masa toplantısında Cinnah ile yakın bir çalışma içinde bulundu. Bu toplantı sonrasında İtalya ve Mısır üzerinden Filistin’e giderek burada düzenlenen Dünya İslâm Konseyi toplantısına katıldı. İkincisinden iki yıl sonra Londra’da düzenlenen 3. Yuvarlak Masa toplantısında da bulundu. Bu toplantı için bulunduğu Londra’dan Paris’e geçti. Burada bazı görüşmelerde bulundu. Akabinde İspanya’ya geçerek, ziyaret etmesine ve namaz kılmasına zorla izin verilen Kurtuba Camii’nde namaz kıldı. Bu hadise unutamadığı hatıraları arasında yer aldı ve bununla ilgili olarak “Mescid-i Kurtuba” başlığını taşıyan şiirini kaleme aldı.
İkbal, İspanya’dan sonra İtalya’ya geçerek burada Mussolini ile görüştü. Ondan Kuzey Afrika’daki Müslümanlara iyi davranmasını istedi. 1933 yılında Afganistan kralı Nadir Şah’ın davetlisi olarak Süleyman Nedvi ile birlikte bu ülkeye gitti. Burada ülkenin idari sistemi ve yeniden yapılandırılması konularında görüşmelerde bulundu. 1937 yılında Cinnah’a bir mektup yazarak İngilizlerin, Hindistan Müslümanlarının Pakistan adı altında ayrı bir devlet olarak kurulmasını istediklerini ve bunun uygulanacak bir plan çerçevesinde 25 yıl içinde gerçekleşeceğini haber verdi. Pakistan devletinin kurulması olayı Müslümanlar arasında büyük bir sevince vesile oldu. İkbal’in bağımsızlık ile ilgili faaliyetlerde bulunması bağımsızlığın sembol isimlerinden biri olarak anılmasına sebep oldu.
İkbal’in şiirlerinde işlediği tabiat, insan ve Hindistan temaları sadece Müslümanlar arasında değil ayrıca Hintliler arasında da büyük ilgi uyandırdı. Vatansever ruh taşıyan şiirler Hintlilerin arasında büyük alâka uyandırdı. Avrupa dönüşünde kaleme aldığı şiirlerinde daha çok dini ve felsefi konulara yer verdi. Farsça’yı kullanması çok daha büyük bir kitleye ulaşmasına vesile oldu. 1927 yılında yazdığı ‘Cavidname’ adlı eseri bir şaheser mahiyetindedir. Şair, sanatı sanat için değil, topluma hizmet ve hayat vermek, benliği kuvvetlendirmek için algılamayı ve benimsemeyi tercih etti.
Bilim, din ve felsefenin yakın bir ilişki içinde bulunduğunu savundu. Bilimin sürekli gelişmesine paralel olarak felsefi ve dinî görüşlerde de yeniden kuruluş sürecinin yaşandığını belirtti. Diğer taraftan bilimin hiçbir zaman evreni sistematik olarak kavrama imkânını da vermediğine işaret etti. Dinin hem duygu, hem doktrin hem de faaliyet olduğunu savundu. Duygu ve düşüncelerin eylemden koparılamayacağını, dinin sadece birkaçının fonksiyonu olmaktan ibaret görülemeyeceğini, hem tecrübeye hem de inanca yer verilmesi gerektiğini savundu.
İkbal, Allah’ın sıfatlarını dvamlı faal oluşları çerçevesinde değerlendirdi ve yorumladı. Cenâbı Hakkın geçmiş ve geleceği bilmesini, şu anda olmuş bitmiş bir yapı olarak görmemek gerektiğine işaret etti. Geleceği bilmesini, henüz gerçeklik kazanmamış imkânları bilmesi şeklinde algılamak gerektiğini ifade etti. İnsanoğlunun varlık sahnesine çıkmasıyla birlikte alemin akıl, aşk ve hür iradeye sahip değerli bir varlığa kavuştuğunu belirtti. Kur’ân-ı Kerim’in tasvir ettiği mü’minin tamamen aktif bir insan olmasına rağmen, zamanla ve nesillerin değişmesiyle Müslümanlar arasında bu aktifliğin zayıflamaya başladığını ifade etti (Mehmet S. Aydın; “Muhammed İkbal”, TDVİA. 2
2. C. s. 20).
filozof/ikbal1 İkbal, İslâm’da dini düşüncenin son beş asırda hareketliliğini yitirdiğini, zamanımızda meydana gelen gelişmeler karşısında dinî düşüncenin yeniden kurulmasının elzem olduğunu ifade etmektedir. Bunun için de geleneksel yapının tenkit edilmesi ve tefekkürün gelişmeler ışığında yeniden inşa edilmesi yoluyla yapılabileceğine işaret eder.
Türkiye’ye de büyük ilgi duyan İkbal aynı zamanda Mevlânâ’ya da hayranlığını ifade etmektedir. Trablusgarp, Balkan, Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele dönemlerinde gösterilen kahramanlıklardan övgüyle söz eder. 1922’de saltanatın kaldırılarak hilâfetin devam ettirilmesini destekler; ancak, sonraki Batılılaşma hareketlerini üzüntüyle karşılar. Bu görüşlerini Cavidname adlı eserinde dile getirir. 1934 yılında gırtlak kanserine yakalandıktan sonra sesini yitirdi. Gözleri de iyice zayıflayan İkbal 1938 yılında vefat etti. Naaşı, Lahor Mescid-i Şahi bahçesine defnedildi.
saidnursi.de
Muhammed İkbal’den Veciz Sözler
Tevhid; ölümsüz ve değişmez bir ilke olarak, bütün değişme ve farklılıkların temelini oluşturur.
Siyasetçinin derdi; maneviyat değil, iktidardır.
Aşk kılavuz istemez, tek başına yol alır.
Hâşâ ben ölümden korkmuyorum. Çünkü ben Müslümanım. Her Müslümana yakışan da ölümü tebessümle
karşılamaktır. Hakikaten ölüm ebedîyet âlemine açılan ilk perdedir. (Son Sözleri)
Devletler şairlerin kalbinde doğar, politikacıların ellerinde büyür ve ölürler.
İnsana sığabilene kainat, kainata sığamayana insan derim.
Mevlânâ, aşkın rehberidir; sözleri susuzlara çeşme, vücudu vecd-ü heyecandır.
Rûmî’yi takip ediniz, o nereye giderse siz de gidiniz ve bir müddet başkalıkları terkediniz.
İlim, apaçık bir sualdir. Aşk ise gizli bir cevaba benzer.
Harekette birlik olmazsa, fikirde birlik faydasızdır.
Uykuyu hafif bir ölüm, ölümü de ağır bir uyku bil.
Aynı gökte uçarlar, lakin karganın dünyası başka, şahininki başkadır.
Tüm sanatların ana noktası, insan ırkını ıslah edebilecek yüce hakikatlerle insanda derin etkiler bırakmaktır.
Muhammed İkbal
filozof/muhammad-iqbal-urdu-poet
David LELYVELD
Güney Asyalı şair ve ideolog Muhammed İkbal, Urduca ve Farsça şiirlerin yanında çoğu İngilizce olan düz yazılar da yazdı. Özellikle Pakistan’da ahlakî değerlerin oluşması ile ilgili yazdı. Gençliğinde popüler, neşeli ve vatansever olan şair, daha sonraları felsefî, modernliğe alternatif bir yolla İslam’daki evrensel değerlerin modern dünya ile ilişkilerini gösteren ve İslam mirasındaki şahsi ve sosyal aktivizm ruhunu ortaya koymayı amaçlayan yazılar yazdı. Milliyetçiliğe karşı olan, özellikle de Hint milliyetçilik hareketinin karşısında yer alan İkbal, tek Müslüman ümmetin dünya çapında yerleşmesi emelini teşvik etmiştir. Bununla beraber onun Müslüman’ın sosyal alandaki yeterliliğini savunması ve bazı politik söylemleri, Pakistan’ın daha sonra Hindistan’dan ayrılması konusunda yol gösterici bir etken sayılmıştır.
Pakistan’ın Puncab eyaletine bağlı Seyalkat şehrinde doğan İkbal, geçmişi Kaşmiri’ye dayanan orta halli bir ailenin çocuğuydu. Babasının terzilik ve nakkaşlık yaptığı küçük bir dükkânı vardı. İkbal çok küçük yaşta Arapça, Farsça ve İngiliz kolonisi eğitimi aldı. Bu eğitim ona Lahor devlet üniversitesinde felsefe dalında mastır derecesi kazandırdı. Ayrıca burada şairliğiyle de ünlendi. Akademik zekâsı ile 1905 yılında eğitimine Cambridge Üniversitesinde devam etme hakkını elde etti. Savcılık diplomasını burada aldı. Daha sonra 1908 yılında felsefe dalında `Iran’da Metafizikteki Gelişmeler = The Development of Metaphysics in Persia` isimli tezi ile doktor unvanı aldı ve bu eser yine aynı yıl içinde Münih’te yayınlandı. Avrupa’da, idealist bir felsefeyle gecen üç yıl boyunca, Batı’nın teknolojisi ve egemen politikası karşısındaki tüm dünyada Müslümanlarının tarihsel durumu konusundaki kaygısını dile getirmiştir. 1911’ de Urduca yazdığı Şikâyet (Shikwa) isimli şiirinde Müslümanlar insanlığın önderleri durumundayken, Allah’ın bu hâle düşmelerine niçin izin verdiğini sordu.
Çoğunlukla daha geniş bir Müslüman kitlesine ulaşmak ve kozmopolit bir İslam medeniyetiyle kopmaz bir tarih anlayışını yerleştirmek için felsefî şiirlerini Farsça yazdı.`Nefsin Sırları` isimli ilk Farsça şiiri İkbal’in pasiflik ortaya koyması bakımından, kendini herkesten farksız bir kişi kılan mistik amacı reddeder. Onun İran’da yayınlanan ilk şiiri, doğallığıyla güçlü bir etki bırakarak sırların gayesine ulaştı. İkbal için, şahsiyet, (khudi), sevgi ve dünyanın ortaya çıkmamış kısımlarının oluşturulmasına imkân verir.
Dünyada pratik aksiyon istemesine karşın, İkbal’in şiirleri alimlere has soyut ve metaforik dilde ve Farsça vezinde kaldı. Aynı zamanda Avrupa edebiyatı ve güncel olaylarla ilgili taşlamalar yaptı. Bir tür Divan komedisi olan en hırslı çalışması Cavidname (1932), şairin güneş sistemindeki gezisini anlatır. Büyük sufi Celaleddin Rumi (1207–1273) tarafından yönlendirilen bu eserde, geniş yelpazeli mistik ve tarihi figürlerle karşılaşır. İslam dini düşüncenin yeniden inşası, (1930) onun sosyal ve felsefi inancını 4’e ayırır. Ayrıca bu eserde, sosyal, dinamik ve demokratik bir İslam toplum konseptinin Kuran’a ve Peygamber’in hayatına göre oluşturulmasını amaçlar. Madde ve mana ayrımının yanlışlığı üzerinde birleşen Avrupa’nın milliyetçi laik hedeflerini reddeder. Bu reddediş politika içinde İkbal’in, İslami lider olarak 1930’da Avrupa’da politik tartışmalara ve 1931-1932’de Londra yuvarlak masa konferanslarına katılmasına ek olarak ara sıra yaptığı yorumlar, modern Müslüman sosyal ve politik düzen için pozitif bir vizyon ortaya koydu.
www.medeniyetmektebi.org