MONARŞİ
MONARŞİ
Yüksel KANAR
Siyasi iktidarın,
kaynağını bir kişinin iradesinden aldığı yönetim biçimidir. İnsanları yönetmek
ve devlet hayatının devamı için kurallar koymak yetkisi bir kişinin elinde
toplanmıştır. Bu kişiye, toplumların tarihsel geçmişlerine, devlet yönelme geleneklerine,
ülkenin genişliğine, yönetilen insanların din, soy ve kültür yapılarına göre,
kral, imparator, şah, padişah, hükümdar, hakan, han, emir, bey ve benzeri
isimler verilmektedir. Monarşi ile yönetilen devletlerde, siyasi egemenliğin
kaynağı ve kullanılması başta bulunan kral, ya da imparatorun kişiliğine
bağlı olarak biçimlenir. Mo-nark, insanları yönetme hakkını kişiliğine
bağlı olarak aslen
kazanır; ona bu hakkı ne yönettiği halk, ne de bir başka makam verir.
Monarşiler, İnsanlık tarihinin bilinen en eski ve en fazla uygulanan yönetim
biçimidir. Monarşinin karşıtı olan yönetim bİçimiyse cumhuriyettir. Eski Yunan
sitelerinde, Ro-ma’da ve yakın çağlarda italya’da kurulan bazı şehir
devletlerinde görülen cumhuriyet uygulamaları dışında, devletler genellikle bir
monarkın önderliğinde yönetilmişlerdir. İslam devletinin Hz. Peygamber ve Dört
Halife dönemi de monarşi uygulamalarının islisnalarındandır.
Siyaset bilimciler,
devlet biçimlerinin sınıflandırılmasında monarşiye önemli bir yer vermişlerdir.
Aristo’ya göre monarşilerde siyasal iktidar bir tek kişinin elinde
toplanmıştır. Bu kişi, ailede babanın otorite ve efendi olması gibi, toplumdaki
herkesin efendisidir. Yasalara uygun olarak çıkarmış olduğu emir ve kararlara
mutlaka uyulması gerekir. Eğer uyulmazsa, devletin düzeni ve insanların huzuru
bozulur. Montesquİeu’ya göre monarşi bir tek kişinin yasalara uygun olarak
yürütmüş olduğu yönetimdir. İktidarın kaynağı kral (monark)ın kişiliğidir. Ancak
İktidarı kişiliğinden alması, monarka her istediğini yapma yetkisi vermez. Yasaların
izin vermediği konularda keyfince kararlar alarak uygulayan monarşiler,
despo-tik yönetimlerdir. Gerek Aristo ve gerekes Montcsquieu, yasalara uygun
yönetimler uyguladıkları sürece monarşilerin iyi yönetim biçimi olduğunu kabul
etmişlerdir. Ro-usseau’ya göre monark, ülke yönetiminin tek hakimi değildir.
Yönetimde egemen olan değişik güçler vardır. Bu güçlerin benimsediği İlkeler
doğrultusunda yasalar yapılır. Monark adı verilen bir kişi de yasaların
Öngördüğü biçimde devleti yönetir.
Monarşiler, siyasal
temsilin yaygınlaş-madığı dönemlerde egemen olan yönetimlerdir. Siyasal temsil
düşüncesinin yaygınlaşmasıyla pek çok ülkede yerini cumhuriyetlere
terketmiştir. Cumhuriyetlerde halkın, vermiş olduğu oylarla yönelime katılması
mümkün olduğu halde, monarşilerde devleti yönetme işi asiller adı verilen
sınırlı sayıdaki insanın tekelindedir. Halk ile mo-nark arasında yer alan
asilfer sınıfı, iktidarın yürütülmesinde monarka yardımcı olurlar. Asiller
kendilerinin doğuştan farklı yaratıldıklarına, diğer insanlara göre daha şerefli
olduklarına inanırlar ve yasalar karşısında daha üstün bir konuma sahiptir.
Devletin amaçlarından birisi de asillerin sahip olduğu hak ve ayrıcalıkları
korumaktır. Yönetme yetkisi asillerin tekelindedir. Devlet makamları bu
sınıftan insanlar arasında bölüştürülmüştür. Monarşilerde egemenliğin kaynağı,
sahibi ve kullanılması bir kişinin şahsında toplanmıştır. Ancak egemenliğin
kaynağının ve kullanılmasının tek kişinin elinde toplandığı tüm siyasal
örgütlenmeleri aynı nitelikte görmek doğru değildir. Mo-narkın
“egemenliğin niteliği”, “kazanılması” ve
“sınırlan” bakımından monarşileri üç gruba ayırabiliriz.
Devletin başındaki
hükümdar, ya da kralın niteliği bakımından monarşiler arasında önemli farklar
vardır. Bir kısım monarşilerde, devleti kişiliğinde temsil eden siyasal öndere
“tanrının yeryüzündeki gölgesi”, “tanrı düzeninin
koruyucusu” ve benzeri ilahi nitelikler verilmektedir. Bazılarında monark
“devletin ve mülkün sahibi” kabul edilmektedir. Bazı monarşiler ise
monarkı devlet olmanın zorunlu bir koşulu ve “devletin organı” kabul
etmektedir, insanların kendilerinden daha güçlü olanlara ilahi nitelikler
yüklemeleri tarihte sık rastlanan bir olgudur, insanların bu zaafından yararlanan
bazı hükümdarlar da kendilerinin gerçekten bu tür niteliklere sahip olduklarını
öne sürerek iktidarlarını güçlendirmişlerdir. Teokratik monarşi
diyebileceğimiz bu tür yönetimlere Mısır firavunları, Papalık ve Ortaçağ
dönemi hıristiyan kralları Örnek gösterilebilir. Günümüzde sembolik olarak ve
sınırlı bazı alanlarda İngiliz monarşisinde bu tür nitelikler görülmektedir.
Teokratik monarşilerde devlet başkanının kişiliği kutsal ve dokunulmazdır.
Tanrıdan başka hiç kimse onu hesaba çekemez. Hiçbir makama ve halka karşı
sorumlu değildir. Vicdanının izin verdiği her türlü karan almakta ve uygulamakta
serbesttir. Bazı monarşilerde ise hükümdarlar devletin sahibi kabul edilmişlerdir.
Mülk devlet anlayışı olarak da adlandırılan bu tür uygulamalarda monark, devletin
tüm ülkesinin ve ülkede yaşayan insanların mülkiyetinin sahibidir. İnsanları
dilediği gibi kullanabilir, hak ve özgürlüklerini dilediğince sınırlayıp
genişletebilir. Bu tür monarşilere, siyasal egemenliğin toprak sahibi olma
esasına dayandığı Ortaçağın feodal Avrupası’nda rastlanır. Feodal düzende
toprağın sahibi olan senyör, top-raklanyla birlikte üzerinde yaşayan insan-lann
da sahibidir. İnsanları dilediği gibi kullanabilir; satabilir, bağışlayabilir,
suçlu görürse öldürebilir ve toprağa bağlı olarak başkalarına miras
bırakabilir. Bazı monarşiler ise hükümdarı sadece devletin bir organı olarak
görmüşlerdir. Bu tür monarşilerde, devlet hayatının devam edebilmesi için,
başla güçlü bir iradenin bulunması zorunlu görülmüştür. Kralın kişiliğine
bağlı olarak ne ilahi nitelikleri vardır, ne de devletin sahibidir. Sadece
yönetme hakkı olan
ayrıcalıklı bir
insandır. Devletin tüm diğer makamları gibi, monark da statüsü yasalarla
belirlenen, hukuken meşru bir makamdır. Görev ve yetkileri yasalarla belirlenen
bu tür monarşilere “meşruti monarşi” adı verilmektedir. Siyasal
temsil anlayışının yerleşmesinden sonra, parlamentoların çıkarmış oldukları
yasalarla tüm diğer devlet organları gibi, hükümdarların görev ve yetkileri de
yeniden düzenlenmiş ve böylece meşruti monarşiler ortaya çıkmıştır.
Monarşilerde kural,
başta devlet başkanlığı olmak üzere, üst düzey siyasal makamların babadan
oğula geçmesidir. Devlet başkanlığı “hanedan” adı verilen hükümdar
ailesinin fertleri arasında önceden belirlenen bazı kurallara göre el
değiştirmekte, diğer siyasi makamları ise genellikle asiller sınıfına mensup
olanlar elinde tutmaktadır. Buna rağmen istisnai olarak monarkın seçildiği de
olmaktadır. Egemenliği babadan oğula geçiren, ya da bir ailenin fertleri arasında
el değiştiren hükümdarlıklara “irsi-soydan monarşi”, istisnai de olsa
seçime başvuranlara ise “seçimlik monarşi” adı verilmektedir.
Seçimlik monarşiye, hükümdar öldüğünde aynı soydan gelen ve tahta geçme
nitelikleri olan birinin bulanmaması, ya da eşit koşullarda birden çok adayın
bulunması hallerinde başvurulmaktadır. Seçimi sınırlı sayıdaki asiller
yapacağı gibi, halk da yapabilir. Asillerin seçtiği monarşilerle aristokratik
cumhuriyetler, halkın seçtiği monarşilerle de demokratik halk cumhuriyetleri
arasında biçimsel bir benzerlik vardır. Bu biçimsel benzerliğe rağmen se-Çİmlİk
monarşilerle cumhuriyetler arasında her iki rejimin temel niteliklerinden kaynaklanan
farklılık devam etmekledir, ingiliz tarihinde iki kez başvurulan seçimlik
monarşi uygulamasının
en iyi iki örneği Romanya ve Bulgaristan’dır. Her iki ülkede de Osmanlı
Devleti’nden ayrılmalarından sonra krallar seçimle belirlenmiştir.
Monarka tanınan
egemenlik yetkisinin hukuk kurallarıyla sınırlanmış, ya da sınırlanmamış olması
bakımından monarşiler, “mutlak” ve “meşruti” olarak ikiye
ayrılmaktadır. Mutlak monarşilerde devlet egemenliğinin tek sahibi ve kaynağı
hükümdarın kendisidir. Hükümdarın üstünde ve onun yetkilerini sınırlayan bir
makam ve güç yoktur. Şüphesiz bu durum hükümdarın her türlü yetkiyi kendisinin
doğrudan kullandığı anlamına gelmez. Mutlakiyetçi hükümdar, İktidarının devam
etmesi için zorunlu gördüğü yetkileri elinde tutar, diğer devlet yetkilerinin
kullanılmasını yine kendisine bağlı olarak çalışan organ ve makamlara
devreder. Buna rağmen tüm mutlaki-yclçi hükümdarları baskıcı, zalim ve despot
kişiler olarak görülemez. Böyle bir düşünce bizi, insanlık tarihinin 19.
yüzyıldan öncesini, diktatörlükler tarihi olarak değerlendirmeye götüreceği
için doğru kabul edilemez. Gerçi 19. yüzyıla kadar dünya siyasetine
genellikle mutiakiyetçi monarşiler egemen olmuştur. Ama mullakiyetçi hükümdarlar
içerisinde halkına baskı ve zulüm yapanlar olduğu gibi, adaletli ve iyi
yönetim-lcriyle adından hala saygıyla söz ettirenler bulunmaktadır. Meşruti
monarşilerde hükümdar, yetkilerinden bir kısmını öteki organ ve makamlara
devrederek, devlet yönetiminde tek kişi olma özelliğini yitirmiştir. Meşruti
monarşilerin genellikle anayasayla belirlenen bir siyasal rejimleri vardır. Bu
rejimin işleyişinde, hükümdar yanında, en az onun kadar Önemli olan başbakan,
bakanlar kurulu, parlamento ve bağımsız yargı organları bulunur. Ne hükümdar,
ne de diğer devlet organları kendilerine anayasa ve kanunlarla verilmeyen
yetkileri kullanabilirler. Meşrutiyet hukukla belirlenmiş anlamına
gelmektedir. Meşruti monarşilerde hükümdarlar, genellikle kendilerine verilen
sembolik devlet görevlerini yürütmektedir. Günümüzde Kuzey Avrupa ülkeleri
olarak adlandırılan İngiltere, Belçika, Hollanda, Danimarka, Norveç meşruti
monarşi ile yönetilen devletlerdir. Bu devletlerin hepsinin, batı
demokrasisinin önde gelen uygulayıcıları olduğu düşünülürse, bîr ülkede
demokratik yönetimin gerçekleştirilmesi için cumhuriyete geçilmesinin gereksizliği
kendiliğinden anlaşılır.
Türk tarihinin 1876
Anayasası ilan edilmeden önceki dönemi, mutlakiyetçi monarşiler dönemi olarak
bilinir. Buna rağmen iktidarları döneminde, yönettikleri insanlara karşı
adaletle hükmeden hükümdarlar az değildir, islam tarihinin Hz. Ali’nin ölümüne
kadar geçen dönemi kesinlikle bir hükümdarlık olarak nitelenemez. Emevi-ler’in
iktidarı ile devletin şekli bir tür monarşiye dönüşmüştür. Emcviler,
Abbasiler, Selçuklular ve onların devamı olan Osmanlılar döneminde,
hükümdarların halka karşı tutumları meşruti monarşi ve mutlak monarşi arasında
değişiklikler göstermiştir. Bilinen en eski ve yaygın yönetim biçimi olan
monarşiler günümüzde giderek azalmaktadır. Kimi devletlerde tamamen ortadan
kaldırılmakta, kimilerinde ise, sembolik nitelikler kazanmaktadır.
Şükrü KARATEPE