Din ve Toplum

Modernleşme Bağlamında Din ve Sekülerleşme

Modernleşme Bağlamında Din ve Sekülerleşme

GİRİŞ: TARİHSEL GELİŞİMİ İÇİNDE DİN

Dinlerin dünden bugüne tarihsel gelişimlerini özetleyebilmek.

Din, insanın özlük alanıyla ilgili bir konudur. Kurumsal olarak onun en temel iş­levlerden birisi olan aşkınla bağlantı kurmasını sağlar. Esasen insanın ihtiyaçları yalnızca yemek, içmek ve üremekten ibaret değildir. Daha incelikli kültürel ihti­yaçları vardır. İnsan inanır, düşünür ve eylemlerde bulunur ki bunlar yemek içmek gibi ihtiyaçlardan daha az önemli değildir. Mesela fevkalade soyut gözüken özgür­lük talebi, yerine göre ekmek ihtiyacının önüne geçebilir. İşte din böylesi ihtiyaç­lardan biridir.

Tarih boyunca genelde dinin, toplumların kendi ürettiği ve toplum üstü bir kaynağa dayanan iki tipi var olagelmiştir. Ama her hâlükârda din toplumsal bir çer­çeveye sahip olmuştur. Natürizm, Animizm, Hinduizm gibi dinler zaman içerisin­de toplumlar tarafından meydana getirilmişlerdir. İslam, Hristiyanlık gibi yüksek tipli dinler ise kaynağı ilahi de olsa yaşanmak için yorumlanarak toplumsal şartla­ra indirile gelmiştir. Söz konusu bu yorumlarla yargılaştırıp kurumsallaştırmışlardır. Böylece de dinin kutsal metinlerinde yazan saf hâliyle toplumda yaşanan din ara­sında bir farklılık olagelmiştir. Ancak binlerce yıl süren geçmiş kültürlerde bu yo­rum çoğu kere dinin bizzat kendisinden hareketle yapılmış, bir mantıksal süreç içerisinde orada duran bir kabule göre algılanmaya çalışılmamıştı. Modern olarak nitelendirilen kültür ortamında ise yeni bir durum ortaya çıkmış, doğal toplumsal yorumların ötesinde bir mantıksal kurgulanma sürecine girilmiştir.

Batıda, 16. yüzyılda Rönesans düşüncesiyle başlayan, 17. yüzyıl Kartezyen felse­fe ile gelişen, 18. yüzyıl Aydınlanma ve 19. yüzyıl pozitivizm anlayışlarıyla doruk noktasına ulaşan kültürel oluşuma genelde modern kültür (veya modern Batı Mede­niyeti) adı verilmektedir. Modern kültür, insanlığın kültürel gelişim tarihinde önemli bir yere sahiptir. Ama aynı zamanda ciddi bir kırılmayı da ifade etmektedir ki bu sü­recin en temel özelliği her şeyin zihinde bilgisel olarak yeniden kurulmasıdır.
Bu modern görüş, 19. yüzyılda bir hayli güçlü olan evrimci anlayışla birleştiri­lince dinî erozyona uğratan bir süreç de başlamış oluyordu. Esasen 19. yüzyılda pozitivizmin en önemli temsilcisi kabul edilen A. Comte’a göre başından bu güne toplumlar dinsel, metafiziksel aşamalardan geçerek bir pozitif döneme ulaşmışlar­dı. Bu pozitif dönem her şeyin mantıksal olarak yeniden kurulduğu ve bütün be­şeri sorunların onu en iyi şekilde temsil eden bilimle çözüleceği bir aşamaydı. Bu­na göre insanlığın başlangıç dönemlerine ait bir olgu olan din artık gerilerde kalı­yordu. Bakiyeleri de zamanla tasfiye olacaktı. Ulus devletler bu süreci hızlandır­mak ve sonuçlandırmak için mümkün olduğunca dinî dışta tutmayı kendilerine il­ke edindiler.Modern öncesi ve dışı kültürlerde herhangi bir şey, olması gerektiği gibi değil, olduğu gibi düşünülüyordu. Mesela genel olarak din, ilahi bir varlık çevresinde oluşmuş bir inançlar, ayinler kültü olarak tanımlanıyordu ve söz konusu ilahi var­lık, orada duran ve üzerine bir şey söylenmesi gerekmeyen, sistemin kendisine
uyarlandığı bir varlıktı. Modern algılayışa göre ise Tanrı içkin bir yorumla bireyin veya toplumun herhangi bir unsuruna indirgenmeye çalışıldı. Bu çerçevede en yaygın açıklamalardan birisine göre din korku ve umutlarımızdan doğmuş bir ku­rum, dayandığı Tanrı düşüncesi ise bunların üstesinden gelebilecek bir varlık ta­sarımıydı.

Zamanında bir hayli etkili olan ve potansiyel olarak varlığını sürdüren bu gö­rüş gerçekçi değildi. Din insani bir olgu olarak onun herhangi bir döneminde baş­lamış ve belli bir aşamada bitecek bir olgu sayılamazdı. Tarih boyunca olduğu gi­bi toplumsal şartlara uygun olarak değişime uğrasa da varlığını sürdürecekti. Esa­sen bu arada pozitivizmin din döneminin bittiğine ilişkin iddiasını yalanlayan bir gelişme yaşandı. Dinler bir yüzyılı aşkın bir zamandır yeni bir yükseliş sürecine girdiler, önemli bir yönü modern kültüre tepki içeren ve hemen bütün yüksek tip­li dinleri kapsayan yeni bir etkinlik dönemi başladı.

Günümüzdeki bütün bu dinî gelişmeler, nereden bakarsak bakalım din bağla­mında kışkırtıcı bir özelliğe de sahip olan modern kültüre karşı bir tepkiselliğin üzerine oturmakta bununla birlikte hemen hepsi modern kültürden yeterince etki­lenmiş bulunmaktadırlar.

İşin içine daha fazla toplumsallığın katılması, buna bağlı olarak kısmen bile ol­sa ideojileştirilmiş olmaları, bir sosyal güç birikimini hedeflemeleri, arındırılmış bir inanç ve özellikle eylemden çok bilgisellikte yoğunlaşmış olmaları gibi özellikler modern kültürden alınmış etkilerdir. Özellikle bir tepkisellik ortamında gelişmiş olmaları nedeniyle de ortaya konanlar her zaman genel geçer değil, yerine göre yanlı, sorunlu olabilmektedir. Öyle ki bu yaklaşımlar yerine göre bizzat dinin ken­disi için problem oluşturabilmektedir. Mesela dinin deruniliğinin yitirilip işin ey­lemden çok söyleme dönüşmesi bunun tipik bir örneğidir.

Bizi burada ilgilendiren önemli gelişmelerden birisi de yeniden gelişme süre­cinde modern kültürün mantıksal analiz zenginliğinin dinlerin de yeniden yorum­lama sürecine katkısıdır. Gerçekten de dinler bu etki ve tepki ortamında artı ve ek­sileri olsa da belirgin bir canlılık sürecine girdiler.
Günümüzdeki dinî gelişmeleri anlamak için yararlı bir kitap olarak Tanrının İntikamı ad­lı kitaba bakabilirsiniz (Kepel, Gilles. çev. Selma Kırmızı, İstanbul: İletişim Yayınları. 1992).

Genelde geleneksel-yenilikçi ikilemi içinde gelişen hareketlerin benzer tarafla­rı olduğu gibi kendine has yönleri de vardır. Hareketler genelde bir tepkisellik üzerine oturmakla birlikte bu gerekçe gelişmeleri sonuna kadar açıklamamaktadır. Bir inananlar topluluğu oluşturmaları ve gittikçe genel sosyal politik tepkilerden çok, üzerinde durdukları dinde yoğunlaşmış olmaları, bunun sıradan bir tepki, ta­bir caizse bir alttan kalkma çabası olmadığını gösterir.

Söz konusu edilen bütün dinî gelişmeler için 70’li yıllar yeni bir parlama döne­mi oldu. Hareketler hemen dünyanın her yerinde etkin hâle geldiler (Kepel, 1992, 13). Gelişmeler sadece dinsel cemaatleşme düzeyinde kalmadı, pek çok şey dinin bu yükseliş trendinden payını aldı. Mesela etkin konumlarda bulunan siyasiler bu çıkışlarla dayanışmaya girdiler.

Esasen içinde bulunduğumuz modern dönemde din çevresindeki gelişmelerin iki boyutu vardır: Sırf dinsel tarafı ve din görüntülü de olsa ideolojik yönü. Sırf dinî gelişmelerin çıkış noktası tabii ki dindir, dinin özel olarak anlaşılması, yorumu, ya­şanması ve savunulması hedeflerini taşır. Bu çıkış, bazen geleneğin sürdürülmesi­ni bazen de modern kültür açısından yeniden yorumlanmasını ifade eder. Mesela Fundamental olarak nitelenen hareketler genelde bazen siyasal talepler taşısalar bile din çıkışlı gelişmelerdir. Hristiyan fundamentalizmi, Yahudi Tevratçılığı, İslam­cı hareketler bu tür gelişmelerdir.

İkinci eğilimler ise fiili bir duruma göre dinî hareketlerdir. Genelde ideolojik bir nitelik taşırlar, yine ulus-devlet projeleriyle paralel işleyen, dolayısıyla da din ala­nında seyretse de çıkış noktası siyaset olan gelişmelerdir. Bunların tipik örnekleri resmî din anlayışlarıdır. Dinlerin ulus yapısına uydurulması, bir resmî ideoloji oluş­turma kaygılarının taşır. Mesela Türkiye’de zaman zaman tartışmaya açılan Türk Müslümanlığı, Yahudi dünyasında Judaizm günümüzde bu tür dinî çıkışlardır.

Bütün bu gelişmeler içerisinde tabi din anlayışında bir farklılaşma yaşanmış, değişik din anlayışları da ortaya çakmıştır ki bunların en önemlilerinden birisi ge­leneksel ve modern din kategorileridir.

İlgili Makaleler