MODERN DİN (VEYA DİNİN MODERNLEŞMESİ SORUNU)
MODERN DİN (VEYA DİNİN MODERNLEŞMESİ SORUNU)
Günümüzde modern kültürün etkisiyle meydana gelen din algtstn- 2 W daki çeşitlenmeyi açıklayabilmek.
Modern kültürle bağlantılı olarak ortaya çıkan beşeri oluşumlardan birisi modern din anlayışıdır. Pozitivizmin din döneminin bittiğine ilişkin iddialarının ötesinde modernite dinin kendi doğasının dışında modern sayıltılara uygun bir din forma- tı da öneriyordu. Tarihsel konumundan farklı olarak din alanında öngörülen ve yer yer de uygulamaya konulan bu modern din anlayışının ana çizgileri şöyle özetlenebilir:
Bir kere din kamusal alandan özel alana çekilmiş olmalıydı. Kamusal alan asıl kurumsallaşmaların yaşandığı bir alan olduğu için din geleneksel kurumsal yapılarını bırakmalıydı. Yine kamusal alan sembollerin ve görünürlüğün yaşandığı bir alandı. Dolayısıyla bundan sonra din ortalıklarda gözükmeyecek, kamusal alanı dolduran tüm kurumsal yapılar, başta siyaset olmak üzere din dışı çerçevede oluşturulmuş dünyevi yapılar olacaktı. Özel alana çekilen din artık bir insanın inandığı kutsalla bağ kurmasını sağlayan bir kişisel trans sistemi olarak algılanacaktı. Bir başka deyişle din, Tanrı ile kul arasında bir başkasına açmak ve paylaşmak durumunda olmadığı özel bir ilişki alanıydı. Modern veya sekülerleşmiş din olarak nitelendirilen bu anlayış artık din için olabilecek yegâne biçimdi. Tarihsel bazı anlayışlar düzeltilerek din, olması gerekli yere oturtulmuş oluyordu.
İşin gerçeği bu görüş dinin bilinen doğasıyla bağdaşmıyordu. Çünkü tarih boyunca din kamusal alanın asıl olgularından birisiydi. Dinin, insanın içinde kişisel bir inanç olma tarafı varsa da o hiçbir zaman kendi içine katlanıp kalmış bir içsel
sistem değildi. İnanç aşaması bile kalp ile tasdik kadar dil ile ikrarı gerektiriyordu ki bunun anlamı toplumda kendine özgü bir işlevi yerine getirebilecek olan bir dinî inancın başkaları tarafından bilinip paylaşılması gerektiği gerçeğidir. Dinin toplumda bir meşruiyet sistemi olarak görevini yapabilmesi ve buna dayalı bir ahlak sitemi oluşturabilmesi onun toplumda görünürlüğünün paylaşılmasını gerektiriyordu. Onun için dinin kamusaldan dışlanması ciddi problemler doğurmuştur.
Modern kültür bu gelişmeyi içselleştirip meşrulaştırabilmek için özellikle modernleşme kuramları çerçevesinde bir seri teori üretti. Bu kuramların en önemli özelliği mümkün olduğunca dinî işin içine katmamaktı. Gerçekten de bu ünlü modernleşme kuramları, dinî hiçbir yerde işin içine sokmadan toplumların dönüşümünden söz ediyor, hemen her şeyi kaldırdıkları ilahi iradenin yerine konulmuş bir evrimle açıklıyorlardı. Bu kuram Batı dışı toplumların aydınlarında da büyük ilgi uyandırmıştı. Çünkü modernleşme, Batı dışı ülkelerde, bir grup seçkinin kendi toplumlarına ve onun en önemli kültür kodu olan dinine karşı yapılmış bir mecburi değişim sürecini ifade ediyordu. Onun için de tartışılacak bir tarafı yoktu.
Modernleşme kuramlarına göre her alan gibi din de sekülerleşiyor, değişik alanlardaki kutsallıklarını yitirerek dünyevileşiyordu. Sanayi-kent olgusu da bu değişimin zembereğini oluşturuyordu. Üstelik kurama göre bu kendiliğinden gerçekleşen bir değişim süreciydi. Ne var ki bu kendiliğindenliğe rağmen Batı dışı toplumlarda din, bizzat Batının da desteğiyle bazı yerlerde katı bir gözetim ve denetim altına alındı. Ama bir hayli zorlamalı olan bu çizgi doğal bir sekülerleşme süreci olarak takdim edildi. Nihayet beklenmeyen dinî gelişmeler bu kuramı altüst etti.
Şüphesiz her beşeri oluşum gibi tarih boyunca dinlerde de bir değişme yaşana gelmişti ve son birkaç yüzyıldır daha belirgin gelişmeler yaşanıyordu. Bu şaşırtıcı gelişmeler karşısında din yeniden gündeme gelince sekülerleşme kuramları da yeniden ele alınıp kullanılan deliller gözden geçirilmek durumunda kalındı. Mesela P. Berger’nin de belirttiği gibi modernleşme kuramları bireyin yaşam alanlarını çoğul hâle getirerek bütün kesinlikleri yıkmaya çalıştığını, ortaya çıkan bu çoğulculuğun da dinin yaşama ortamını ortadan kaldırdığını ileri sürüyordu (Berger, 1985, 254). Buna göre çoğulcu bir ortamda gruplar kendini var kılabilmenin mücadelesini veriyorlar ve bu da sekülerleştirici bir sürecin yaşanmasını sağlıyordu. Hâlbuki aynı çoğulcu ortam, grup bazında dinin yeniden örgütlenişine ekstra bir kapı aralayabildi. Gerçekten de başta ABD olmak üzere dünyanın hemen pek çok ülkesinde dinin cemaatler hâlinde yaşaması bunu göstermektedir.
Tabii bütün bunlara rağmen mevcut şartlara uyarlanan kutsal metinlerin modern kültür verilerine göre yorumlandığı bir din ortamı ortaya çıkmıştır. Farklı düzeylerde etkilenseler de bu gelişme bütün dinler için geçerlidir. Bu gelişmenin şüphesiz artı ve eksileri vardır. Bu bağlamda mesela din değişik kesimlerce farklı algılanabilmektedir. Her zaman böyle adlandırılmasa bile bir modern din anlayışı ortaya çıkmıştır. Dinlerin tarihsel anlayışından farklılık gösteren bu anlayış tepkilerle de karşılanmakta, bir geleneksel din çizgisi savunulmaktadır. Tabii böylece de modern bir din anlayışına karşılık bir geleneksel dinden söz edilebilmektedir.
Hemen belirtelim ki İslam dünyasında geri kalmışlığın ezikliği ve bunu telafi edebilmenin de verdiği duyguyla din bazında modern kültüre sanıldığı kadar mesafeli durulmamıştır. İslam toplumlarının kendini toparlayabilmesi için Kur’an bağlamında İslam’ın yeniden öğrenilmesi söylem ve eylemi modern kültüre bir mesafe koyuyor gözükse de İslam’ı yeniden anlama hareketleri genelde Kur’an’ın bir çağdaş yorumunu hedeflemektedir. Dolayısıyla da modern kültürden etkilenme her hâliyle bir yozlaştırma hareketi olarak görülmemektedir. Hâlbuki Batı dünya
sındaki dinî gelişmeler modern kültüre doğrudan tavır almışlar, fundamentelizm adı altında açık bir geleneksel din savunması yapa gelmişlerdir.