Tarihi Eserler

Minare Nedir, Mimarisi, İlk Minare, Tarihçesi, Özellikleri

Minare. Sözlükte “ışık veya ateş çıkan / görünen yer” anlamındaki Arapça menâreden gel­mektedir; bazı bölgelerde aynı anlamda mi’zene de (ezan okunan yer) kullanılmak­tadır. Minarelerin kökeninin Orta Asya ve İran’daki işaret ve haberleşme (ateş) ku­lelerine, Suriye’deki gözetleme ve çan ku­lelerine, Akdeniz ülkelerindeki deniz fe­nerlerine veya doğudaki Hint zafer âbide­lerine dayandığına ilişkin farklı görüşler vardır.

Hz. Peygamber döneminde Mescid-i Nebevi’nin kıble tarafında Bilâl-i Habeşî’­nin ezan okumak için üzerine iple tırma­narak çıktığı “üstüvane” (silindir) denilen özel bir yer bulunmaktaydı. Minarenin ilk şekli olarak düşünülebilecek bu yerin dı­şında mescidin çevresindeki bazı yüksek yerler kullanılıyordu. Camiye ilk minareyi ekleyen kişi Emevî Halifesi I. Muâviye’nin Mısır valisi Mesleme b. Muhalled’dir. Mesleme, Mısır fâtihi Amr b. Âs’ın Fustat ta yaptırmaya başladığı, fakat bitiremediği Amr b. As Camii’ni tamamlatırken bina­nın köşelerine birer minare koydurmuş­tur (53/673). İlk zamanlarda özel bir mi­mari forma sokulmadan yapılan minare­ler, değişik bölge ve kültürlerde birbirin­den farklı biçimlerde genellikle taş, tuğ­la ve ahşaptan inşa edilmiştir. Meselâ İs­panya ve Mısır’da taş, Kuzey Afrika’da tuğla, Arabistan. Suriye ve Anadolu’da taş ve tuğla, İrak, İran ve Afganistan’da tuğla. Hindistan’da taş ve tuğla gibi mal­zemelerin kullanıldığı görülmektedir. Ge­nellikle gövdeleri yuvarlak veya dört köşe, sade yahut bezemeli olan minareler İslâm dünyasının doğusunda ve batısında fark­lı Özellikler kazanmıştır. Kuzey Afrika ve Endülüs’ten Suriye’ye kadar uzanan böl­gedeki minareler, birkaç katlı yapılan ve kat araları kornişlerle belirtilip iç mekân­ları pencerelerle aydınlatılan dört köşe kuleler biçimindedir; doğudakiler ise da­ha çok yuvarlak ve ince gövdelidir. Za­manla dinî mimarinin en önemli unsurla­rından biri haline gelen minare klasik Os­manlı döneminde (XVI-XVII. yüzyıllar) en olgun seviyesine ulaşmıştır.

Ana hatlarıyla bir minare kürsü, pabuç, gövde, şerefe, petek, külah ve alem bö­lümlerinden meydana gelir. Kürsü mina­renin toprak üstündeki tabanıdır ve ca­miye bitişik yahut ayrı, kübik, silindirik ve çokgen prizma şeklinde olabilir; kapı genellikle buradan açılır. Pabuç kürsüyle gövde, gövde pabuçla şerefe arasındaki bölüm, şerefe ise müezzinin minare et­rafında dolaşarak ezan okumak için kul­landığı balkondur. Adı “çıkıntılı yer. burç” anlamındaki “şürfe” kelimesinden gelen şerefenin başlıca kısımları üstünde yü­rünen taban, tabanı taşıyan çıkmalar ve kenarlarındaki korkuluklardır. Yapıldıkları dönemin mimari özelliklerini yansıtma­ları bakımından ayrı bir önem taşıyan şe­refeler minare üzerinde birkaç adet ola­bilmektedir. Osmanlı geleneğinde birden fazla minare ve şerefe sadece hanedan mensupları tarafından yaptırılan selâtin camilerine mahsustu. Gövdenin üstünde­ki konik çatıyı (külah) taşıyan petek bö­lümünün kıble yönünde şerefeye açılan kapı yer alır. Osmanlılar’da genellikle ah­şap iskeletli ve kurşun kaplamalı olan kü­lahların bazıları İslâm dünyasının diğer bölgelerinden etkilenilerek geç devirler­de taştan ve değişik biçimlerde yapılmış­tır. Minarenin en üst kısmında bulunan alem daha çok Osmanlı minarelerinde görülür ve gövdenin zarif biçimde sona ermesini sağlar.