Filozoflar

Mehmet Ali Ayni Kimdir, Hayatı, Eserleri, Fikirleri

Mehmet Ali Ayni, (1869-1945) Son devir Türk mütefekkir, yazar ve idarecisi.

Yaşamı

Manastır’ın Serfiçe kasabasında doğ­du. Babası Mehmed Necib Efendi, an­nesi Refika Hanım’dır. Ataları, Osmanlı İmparatorluğunun fetih ve yayılma dö­nemlerinde Konya’dan getirilerek Ru­meli’ye yerleştirilen Türkler’dendir. Bu sebeple ailesi Serfiçe’nin yerli halkı ara­sında “Konyar” diye anılırdı. İlk öğreni­mine Serfiçe’de başladı. Sekiz yaşınday­ken ailesiyle birlikte Selânik’e, oradan da İstanbul’a gitti, istanbul’da bir süre Çiçekpazarı Rüşdiyesi’ne devam etti. Ba­basının ticaret maksadıyla Yemen’e git­mesi üzerine San’a Askerî Rüşdiyesi’ne girdi, bu arada Fransızca öğrenmeye başladı. Ailesiyle tekrar istanbul’a dön­dükten sonra Gülhane Askerî Rüşdiyesi’ni bitirdi. Yüksek tahsilini ise Mekteb-i Mülkiyye’de tamamladı (1888). Bu ara­da Arapça ve Farsça yanında Fransızca’­sını da geliştirdi.

Mülkiye’den mezun olduğu yıl Hariciye Nezâreti Şehbenderlik Kalemi’nde me­murluk hayatına başlayan M. Ali Ayni, sırasıyla İstanbul Hukuk Mektebi’nde muallim yardımcılığı, Edirne İdâdîsi öğ­retmenliği, Dedeağaç İdâdîsi ve Halep Sultanîsi müdürlüğü. Diyarbakır Maarif müdürlüğü ve Maarif Nezâreti İstatis­tik Kalemi başkâtipliği görevlerinde bu­lundu. Sekiz yılı bulan bu eğitim ve öğ­retim hizmetlerinden sonra 1896’dan 1913 yılına kadar süren idarecilik haya­tı boyunca Kosova ve Kastamonu mek­tupçuluğu, Sinop mutasarrıf vekilliği. Taiz. Amâre, Balıkesir ve Lazkiye muta­sarrıflığı ile Yanya ve Trabzon valiliği yaptı. Bu son görevdeyken Talat Paşa’-nın emriyle emekliye sevkediidi. Aynı yıl devrin Maarif Nâzın Şükrü Bey’in teklifi üzerine İstanbul Dârülfünunu’nda fel­sefe müderrisliğine başladıysa da müf­redatını ve daha önceki hocaların öğre­tim tarzını beğenmediğinden bu göre­vinden ayrıldı. Bir süre sonra, Dârülfünun’da içtimaiyyat dersleri okutan Ziya Gökalp’in, felsefe derslerini de M. Ali Ayni’nin okutması gerektiği hususun­daki ısrarı üzerine 1914’te tekrar aynı göreve döndü. 1915’te Edebiyat Fakül­tesi Müderrisler Meclisi reisi, 1923’te Tedkîkât ve Te’lîfât-ı İslâmiyye Heyeti üyesi oldu. Bu arada Darülfünun Ede­biyat Fakültesi Mecmuasının nesrini sağladı; müderris Ahmed Naim Bey’le birlikte felsefe terimlerinin Türkçe kar­şılıklarını tesbit çalışması yaptı. Üniver­sitede felsefe ve felsefe tarihi dersle­rinden başka Çamlıca Kız Lisesi’nde ede­biyat. Medresetü’l-İrşâd ve İlahiyat Fa-kültesi’hde tasavvuf tarihi. Harp Okulu’nda ahlâk felsefesi, Harp Akademi-si’nde siyasî tarih, İslâm İlimleri Tetkik EnstitüsD’nde ordinaryüs profesör ola­rak dinler tarihi okuttu. 1935’te ikinci defa emekliye ayrıldıktan sonra 1937’de İstanbul Kütüphaneleri Tasnif Komisyo­nu başkanlığı görevini üstlendi. 30 Ka­sım 1945’te vefat etti ve Zincirlİkuyu Mezarlıcjı’na defnedildi.

Düşünce ve Çalışmaları

Bazı telif ve tercüme eserleri dolayısıy­la zaman zaman merkezi idare İie uyu-şamamasına rağmen başarılı bir idare­cilik hayatı sürdüren M. Ali Ayni Halep, Yemen, Kosova, Diyarbakır gibi görev yaptığı yerlerdeki halkın sosyal, ekono­mik ve kültürel yapılarını da incelemiş; aşiretler arasında dolaşmıştır. Başta Bul­garlar ve Ermeniler olmak üzere bazı etnik grupların devlet ve ülkenin bütün­lüğü ve selâmeti aleyhindeki faaliyetle­riyle etkili ve şuurlu bir şekilde mücade­le etmekten de geri kalmamıştır. Genç yaştan itibaren başarılı memuriyeti ya­nında gerek telif ve tercümeleri gerek­se çıkardığı veya çıkartılmasına yardım­cı olduğu dergilerle, açtırdığı okullarla ilim ve kültürün İstanbul’un dışına çıka­rılarak ülkenin en uzak köşelerine ka­dar yayılmasına da büyük gayret sarfetm iştir.

M. Ali Ayni’nin felsefî eserler, maka­leler ve Özeiiikle tercümeler üzerinde dil, muhteva ve fikir yönlerinden yaptığı ten­kitler, onun ilmî faaliyetlerinin önemli bir yönünü teşkil eder. Bir kısmını son­radan întikad ve Mülâhazalar (İstanbul 1339) adıyla topladığı makaleleri arasın­da, Fransızca’dan yapılan tercümelerde-ki felsefî terimlerin düzeltilmesi, Türki­ye’de materyalizmi yaymaya çalışan Ba­hâ Tevfik ve arkadaşlarından Süleyman Memduh ile Subhi Edhem’in tercümele-rindeki tahriflerin asıllarıyla karşılaştı­rılarak gösterilmesi, onun felsefeye ve felsefe diline hâkimiyetinin örnekleridir. Tenkit ettiği belli başlı eserler arasında Bohor İsrail’in Târih-i Felsefe’sı (İstanbul 1330), M. Şemseddin’in Felsefe-i Û/d’sı (İstanbul 1339), Rıza Tevfik’in Peyâm-Sabaiî’ta (1919-1920) neşredilen “Gül-şen-i Râz” tefrikası, İzmirli İsmail Hakkı’nın Fenn-i Menûhic’l (İstanbul 1329), Mustafa Şekip’in Muhtasar İlm-i Rûh’u (İstanbul 1333), Subhi Edhem’in Bergson ve Felsefesi (İstanbul 1919i gibi çoğu kısmen veya tamamen Batılı yazarlar­dan tercüme edilmiş eserler yer alır. Böylece o. fikrî ve felsefî eserlere dair yaptığı ciddi tenkitlerle bir yandan ken­di ilmî ve tenkit gücünü ortaya koyar­ken diğer yandan bu tür faaliyetler üze­rinde bir ilmî kontrol vazifesi görmüş ve bu tür çalışmaların seviye kazanma­sına da yardımcı olmuştur.

Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında toplumun dinî hayatının zayıflamasın­dan büyük endişe duyan M. Aii Ayni, bu­nu önlemek için alınması gereken ted­birler arasında, yüksek seviyede din eği­timi ve öğretimi verecek olan İlahiyat Fakültesi’nin açılmasını büyük ve güzel bir faaliyet olarak görmüştür (Ergin, V, 1965). İlahiyat disiplinlerinin ilim sayıla­mayacağı iddiasıyla bu alanda fakülte açılmasına karşı çıkan pozitivist görüş­lü bazı yazarlara cevap vermiş, manevî ilimlerle desteklenmeyen müsbet ilim­lerin sonuçlarının insanî fikirleri kuru ve verimsiz bir alana sürüklediğini belirtmiş, geriliğin suçunu din adamlarına yükle­menin doğru olmadığını savunmuştur.

M. Ali Ayni’nin tasavvufla olan müna­sebeti onun en önemli fikrî cephesini teşkil eder. Bu alanda yazdığı eserler vahdet-i vücûda taraftar olduğunu gös­termektedir. Ancak o, aynı tarihlerde ay­nı anlayış taraftarlarından İsmail Fenni ve Filibeli Ahmed Hilmi’nin aksine, çağ­daş ilim ve felsefeden destek alma lü­zumunu duymadan bir mürid edasıyla büyük mutasavvıflara bağlılık göster­miş, bu alanda herhangi bir tartışmaya girmeksizin bir inanç adamı olarak ya­şanılan tasavvufi hallerin gerçekliğine inanmakla yetinmiştir. İlmî ve fikrî sa­hadaki açıklama ve ispatları fizyoloji, biyoloji ve psikoloji âlimlerine bırakarak doğrudan doğruya, “bana benliğimi ve vazîfe-i insâniyyemi bildirmeye himmet eden büyük mürşidler” dediği tasavvuf ulularına yönelmiştir (bk. Hacı Bayram Velî, s. 24). Ancak onun tasavvuf konu­sundaki bu yaklaşımı, hayatı boyunca takip ettiği aktif çalışma anlayışını hiç­bir şekilde etkilememiştir. Aksine o ma­neviyatçı felsefeyi benimseyerek mad­deci ve ateist fikirlere karşı açılan mü­cadelede ilmiyle, fikirleriyle ve kalemiy­le şuurlu bir şekilde yer almış, Türk in­sanının ve cemiyetinin buhrandan, bilgi­sizlikten ve yoksulluktan kurtulması ya­nında dinî ve millî kültür kaynaklarına dönülerek millî irfan ve şuurun gelişti­rilmesi, millî inanç ve düşüncenin taklit­ten arındırılması ve yükseltilmesi için ömrü boyunca çalışmıştır. Hacı Bayram Velî adlı eserini yazmaktaki maksadını açıklarken bazı ahlâkî ve ruhî meselele­re de temas eden yazar, bu meselelerin temelini materyalizm, pozitivizm ve as­rın en önemli hastalığı saydığı şüphe ve karamsarlıkta görmektedir. Ona göre çeşitli materyalist ve pozitivist görüşler insan ruhunu bunaltmakta, diğer felse­feler de ruha teskin edici bir çare geti­rememektedir. Büchner ve arkadaşları­nın kaba maddeciliğe dayanan velvele­leri kulakları doldurmakta, Darvvin’in “evrimci” görüşü insanı hayvan seviye­sine düşürüp ondaki manevî değerleri yıkmaktadır. Darwin’in “tabii seleksiyon” nazariyesi ahlâkta güçlünün zayıfı ezme­sini teşvik etmekte, yaşamak için sev­giden uzak ve daima kanlı bir mücade­le fikrini aşılamaktadır. Stirner ve Nietzsche’nin nihilist ve anarşist fikirleri ise aynı anlayışı daha da yaygınlaştırmış, yüksek ahlâkî ve manevî değerlerin yı­kılması tehlikesini ortaya çıkarmıştır.

M. Ali Ayni, Batı’da gelişen kötümser ve inkarcı akımların Türk toplumunu ve özellikle Türk gençliğini etkilediğini de görmüştür. Bu akımlar karşısında “genç­lerin fikrî selâmetini muhafaza etmele­ri için” yazdığını belirttiği Reybîlik, Bed­binlik, Lâilûhîlik Nedir (İstanbul 1341) adlı eseriyle Tevfik Fikret’in Târîh-i Kadim’inde (İstanbul 1321) ileri sürdüğü karamsar ve ateist fikirleri ilmî, felsefî ve ahlâkî bakımdan tahlil ve tenkit ede­rek bu fikirlerin yanlışlığını ortaya koy­muştur. Aynı maksatla kaleme aldığı Hayat Nedir (İstanbul 1945) adlı eseriyle karamsarlık ve inançsızlığın doğurduğu mutsuzluk ve intihar gibi kötü sonuç­ları incelemiş. Batı hayranı genç kızları kötümserlik ve inançsızlık aşılayan ede­bî eserler karşısında uyararak onlara hayata bağlılığı telkin etmiştir. Böylece o, bir taraftan felsefî sahada maddeci-mâneviyatçı mücadeleye katılırken di­ğer taraftan da Mehmed Akif in edebî sahada temsil ettiği aynı mücadeleyi fel­sefî görüşleriyle desteklemiştir.

Yurt dışında düzenlenen bazı kongre­lerde Türkiye’yi temsil eden M. Ali Ay­ni, Eyiül 1926’da Harvard Üniversitesi’n-de toplanan Milletlerarası VI. Felsefe Kongresi ile Eylül 1930’da (Mord’da top­lanan Milletlerarası VII. Felsefe Kongresi’ne katılmış ve bu kongrelerde birer teb­liğ sunmuştur. Son kongrede tanıştığı bazı yabancı meslektaşlarının sorularını cevaplandırmak üzere La Philosophie en Turquie adlı bir risale kaleme almış, bundan başka 1938’de Brüksel’de top­lanan Milletlerarası XX. Müsteşrikler Kongresi’ne gönderdiği “La Langue Turque â Bagdad au XI eme Siecle” başlıklı tebliği de kongre tutanakları arasında yayımlanmıştır. Türkiye içinde ve dışın­da yaptığı fikrî ve felsefî çalışmaları sa­yesinde Batı dünyasında da tanınan ve bunun sonucu olarak 1927’de İngiliz Fel­sefe Araştırmaları Enstitüsü. 1931’de Milletlerarası Felsefe Kongreleri Düzenle­me Komitesi ve 1935’te L. Massignon’un da dahil olduğu bazı tanınmış müsteş­riklerin teklifleri üzerine Paris Asya Ce­miyeti aslî üyeliklerine seçilmiştir.

Eserleri

Şeyh-i Ekber’i Niçin Severim (İstan­bul 1339) adlı kitabının önsözünde, millî kültürümüzde büyük insanların biyogra­filerinin azlığından yakınan ve bu duru­mu önemli bir eksiklik sayan M. Ali Ay­ni’nin ilmî çalışmaları arasında, daha çok ünlü mutasavvıflara dair olmak üzere çeşitli monografiler geniş bir yer tutar. Carra de Vaux’nun Gazdlf sini örnek ala­rak yazdığı Hüccetü’l-İslâm İmam Gazzâlî 1327’de (1909) İstanbul’da, “Türk Azizleri” ana başlığı altında kaleme al­dığı İsmail Hakkı (Bursalı) 1923’te Pa­ris’te (Fransızca), 1944’te de İstanbul’da yayımlanmıştır. Şeyh-i Ekber’i Niçin Se­verim, Abdülkâdir Geylânî (Paris 1939), Haa Bayram Velî (İstanbul 1343), Mu-allim-i SânîFârâbî (İstanbul 1332), Tüiİ Mantıkçıları (İstanbul 1928) ve Türk Ah­lâkçıları (İstanbul 1939) gibi çalışmaları da aynı seridendir.

M. Ali Ayni’nin telif ve tercüme eser­lerinin sayısı kırka yakın olup yukarıda zikredilenler dışındaki belli başlıları şun­lardır: Nazarî ve Ameli İstatistik (İs­tanbul 1306); Ma’lûmât-ı Nâüa-i Fen-niyye (Halep 1308); Küçük Umumî Ta­rih (Ernest Lavisse’ten, Kastamonu 1317); Darülfünun Târihi (İstanbul 1927); İlim ve Felsefe (Ch. Bourdel’den, İstanbul 1331); Ruhiyat Dersleri (E. Ribeau’dan. İstanbul 1331); Ahlâk Dersleri (İstanbul 1930); Tasavvuf Târihi’ (İstanbul 1341); Târîh-i Felsefe (İstanbul 1330); La Quin-tessence de la Philosophie d’ îbn Ara­bi (Paris 1935, Şeyh-i Ekber’i Niçin Severim adlı eserinin Ahmed Reşid Bey tarafın­dan yapılan Fransızca tercümesi); Hükm-i Cumhur (İstanbul 1327); Demokrasi Ne­dir (İstanbul 1938]; Milliyetçilik (İstan­bul 1944),

M. Ali Ayni’nin felsefe, tasavvuf ve pe­dagoji gibi sahalara dair inceleme ve ma­kaleleri Darülfünun Edebiyat Fakülte­si Mecmuası, Darülfünun İlahiyat Fa­kültesi Mecmuası, Millî Mecmua ve Fağfur gibi dergilerle Yenigün, Akşam ve Cumhuriyet gazetelerinde yayımlan­mıştır.

Diyanet İslam Ansiklopedisi