Nedir ?

medine

Arabistan Yarımadasında, Hicaz bölgesinde bulunan müslümanlar tarafından ikinci derecede (ilki Mekke) kutsal kabul edilen ve ilk İslam devletinin kurulduğu şehir ve başşehri. İkisine berâber “Haremeyn” ve “Hicaz”da denir.

Son peygamber Hz.Muhammed Mekke’den çıkarak Medîne’ye hicret etmiş, burada ilk İslâm Devletini kurmuştur. Peygamberimizin kabr-i şerîfleri ve Mescid-i Nebî de bu şehirde
bulunmaktadır. Bu sebeplerden dolayı Medîne-i münevvere yâni nurlanmış şehir ismiyle anılır. İlk
halîfeler zamânında İslâm devletinin idâre merkeziydi.

Coğrafi Konum

Medîne yeryüzünün 25° 20’ kuzeyi ile 37° 03’ doğu meridyeni arasında olup, Mekke’nin dört yüz kilometre batısında ve Kızıldeniz’in yüz kilometre güneyinde bulunan çölün bittiği yerde, güneye doğru uzanan az dalgalı, bir ovanın eteğindedir. Medîne’nin kuzeyinde ve dört beş kilometre uzağında Uhud; doğusunda Taberiye; güney doğusunda Ayr Dağı bulunmaktadır.

Medîne; Hicaz’da, Akik, Batıhan, Mehzur, Müzeynip, Kanat gibi vâdilerin güzelliği, tatlı sulu kuyu kaynaklarının bolluğu ile tanınır. Medîne’nin suları, güneyden ve Harre mevkilerinden çıkar. Medîne’ye çok yağmur yağar yağmurların sellere sebebiyet verdiği çok olur. Medîne arâzisi çok verimli ve zirâata elverişlidir. Medîne’de lahana, karnıbahar, pırasa ve enginardan başka, her çeşit sebzeyle karpuz, kavun, şeftâli, incir, limon, turunç, acur, üzüm, elma, nar, muz ve hurmanın en iyileri yetişir. Hava istatistiklerine göre Medîne’nin en soğuk ayı aralık olup, bu ayda ısı ortalaması (10-11) derecedir. En sıcak ay ise, temmuz ayı olup bu ayda ısı ortalaması (32) derecedir.

İsimleri

Târihî kayıtlara göre Amâlika kavminden, Medîne’ye ilk önce gelip yerleşen kimsenin ismi Yesrib olduğundan, Medîne, o zamandan îtibâren bu isimle anılmıştır. Yesrib, lügatta “fesad, ayıplanmış, cimri” mânâlarına geldiğinden, Hz. Muhammed, bu kelimeyi hoş görmemiş ve bu şehre “Medine” adını verdi Yesrib yerine Medine adının kullanılmasını müslümanlara tembihledi.

Medîne’nin; Tâbe, Tayyibe, Âsıme, Dârul-Îmân, Dârüs-Sünnet, Bârreh, Beytür-Resûl, Habîbe, Mahbûbe, Dârül-Ebrâr, Dârül-Hicre, Dârüs-Selâm, Dârül-Feth, Mehfûza, Harem-i Resûl, Medînet-ür-Resûl (Peygamber Şehri) gibi birçok isimleri vardır.

Peygamberimiz, Tebük Gazâsından dönerken Medîne görününce; “İşte Tâbe!” demiş, Tâb ve
Tayyibe isminin, Medîne’ye Allahü teâlâ tarafından verildiğini açıklamıştır. Peygamberimiz, İsrâ ve
Mi’rac hâdisesini anlatırken de şöyle buyurmuştur: “Burak’a bindim. Yanımda Cebrâil de
bulunuyordu, gittim. Cebrâil, in ve namaz kıl! dedi. Kıldım. Nerede namaz kıldın biliyor musun?
Tayyibe’de kıldın ve oraya hicret edeceksin!” Medîne’nin haremliği ve dokunulmazlığı hakkında
Peygamber efendimiz; “Her peygamber için, bir Harem, dokunulmaz bir yer vardır. İbrâhim
aleyhisselâm Mekke’yi haremleştirdiği gibi, ben de Medîne’nin iki kara taşlığı (Ayr ve Sevr
tepeleri) arasını haremleştirdim. Onun otları biçilmez, ağaçları kesilmez, orada çarpışmak için
silâh taşınmaz. Orada kötü bir âdet çıkarana veya o âdeti çıkaranı evinde barındırana Allah’ın,
meleklerin ve bütün insanların lâneti olsun! Onun, ne tövbesi, ne de fidyesi kabûl olunur!”
buyurmuşlardır. Medîne-i münevverede Mescid-i Nebevî; Mekke-i mükerremede Mescidil-Harâmdan
sonra dünyânın en kıymetli yeridir. Mekke-i mükerreme ayrıca Müslüman devletin ilk başşehridir.

Tarihi

Tufan olayından sonra, Nûh neslinden Amâlika kavmi; Hicaz’da, Mekke’de ve Medîne’de yerleşmişler, ilk önce ev bark yapmak, hurma yetiştirmek sûretiyle Medîne’yi de onlar kurmuş ve îmar etmişlerdir.

Buhtunnasar, Beytül-makdis’i (Kudüs’ü) yıkıp ahâlisini sürüp İsrâiloğullarını esir ettikten sonra, İsrâiloğullarından bir topluluk, Hicaz’a giderek Vâdilkurâ’da, Teymâ’da ve Medîne’de yerleştiler. O zaman, Medîne’de Amâlika’nın kalıntıları ile Cürhümîlerden bir kavim yaşamaktaydı. Bunlar, Medîne’de hurmalıklar ve tarlalar meydana getirmişlerdi. Yahûdîler de orada yerleşmeye ve gittikçe çoğalmaya başladılar. Yahûdîler, günden güne azalan Cürhümîlerle Amâlikalıları zamanla Medîne’den sürüp çıkardılar; onların mallarını, mülklerini ele geçirdiler.

Yemen’deki Ma’rib Seddini (Barajını) ilk önce, fâreler oymaya başlamış, sonra da Allah, dehşetli bir sel gönderip bu seddi yıkmıştır. Kur’ân’da Sebe’ sûresinin 15-17. âyetleri bu seddin yıkılış sebebini îzâh etmektedir.

Evs ve Hazreclilerin ataları, Me’rib Seddi yıkılıp yurtları seller altında kaldıktan sonra Medîne’ye gelip yerleştiler. Medîne’ye gelen ve önceleri, Medîne’nin dış kısımlarında yerleşen Evs ve Hazrec kabîlelerinden Hazrec’in büyük babası Sa’lebe bin Amr, sayıca çoğalıp kuvvetlenince, Yahûdîleri Medîne’den çıkardı. Şehre kendi kavmini yerleştirdi. Bu kez de Yahûdîler, Medîne’nin dış kısmında yaşadılar.

Evs ve Hazrec adlı bu iki büyük kabîle, Hârise bin Sa’lebe’nin oğulları idi. Annelerinin ismi Kayle olduğu için, Kayleoğulları diye de anılırlardı. Evs ve Hazrec kabîleleri, iki kardeşten üreyip, çoğalmış oldukları halde aralarında sık sık
anlaşmazlıklar çıkar, kılıçlara sarılırlar, birbirleriyle çarpışırlardı. Yahûdîler de, bunları birbirine düşürmek için, aralarına fitne sokmaktan geri durmazlardı. Evs ve Hazrec kabîleleri arasındaki çarpışmaların sonuncusu Buâs çarpışması idi ki, hicretten beş altı yıl önce olmuştu.

Medine’lilerin Biatları

Hz. Muhammed’in peygamberliğinin 11. yılında hac mevsiminde, Akabe denilen yerde, Medine’nin Hazrec Kabilesinden bazı kimselere rastladı. Onlara Kur’an okudu ve İslâmiyete davet etti. Duydukları kelâmın yüceliğini kavrayan bu zatlar Müslüman oldular ve ertesi yıl aynı yerde buluşmak üzere sözleştiler.
Birinci Akabe Biati
Ertesi yıl, yine Medine’den gelen bir grupla Akabe’de buluştular ve Medine’lilerden: “Allah’a ortak koşmayacaklarına, hırsızlık ve zina yapmayacaklarına, iftira etmeyeceklerine, kız çocuklarını öldürmeyeceklerine…” dâir söz aldı. Bu kişiler, Medine’ye dönüp orada İslâmiyeti yaydılar.
İkinci Akabe Biati
Ertesi yıl Evs ve Hazrec kabilelerinden yetmiş üç erkekle iki kadın gelip yine Akabe’de buluştular ve Hz. Muhammed’i, Medine’ye geldiği zaman onu kendilerinden fazla koruyacaklarına, emirlerine uyacaklarına, İslâm’ı her tehlikeye karşı savunacaklarına, Müslümanların fakirlerine yardımda bulunacaklarına dâir ahid vererek Medine’ye davet ettiler.

Hicret ve Medîne

Hz. Muhammed, Allah’ın emri üzerine yol arkadaşı Ebû Bekir ile Mîlâdî 622’de Mekke’den Medîne’ye hicret etmek üzere yola çıktılar. Rebî’ul-evvelin on ikinci Pazartesi günü, Medîne’de Kubâ köyüne geldiler. Peygamber burada üç gün kaldı ve bizzat kendiside taş taşıyarak Kubâ Mescidini inşa ettirdi. Bu mescitte ilk Cumâ namazını kıldılar ve hutbe okudular. Bu mescid günümüze kadar gelmiştir. Miladi 1257, 1272,  1333, 1436, 1472, 1476 yıllarında ve son olarak 1828 ’te Osmanlı pâdişâhlarından II.Sultan Mahmud tarafından yıktırılıp yeniden yaptırılmıştır. Mihrap, kubbe, tak ve kuyu üzerindeki kitâbeler de o zaman yazdırılmıştır.

Medine’ye çok büyük bir kalabalık ve merasimle girdi. Medine’liler büyük bir sevinç içinde idiler. Ebu Eyyûb el-Ensarî’nin evinde misafir kaldı.

İki yetime ait bir arsa satın alınarak üzerine dörtgen şeklinde yükseltilen dört duvarla bir mihrap ve üç kapıdan ibâret olan Mescid-i Nebevi inşa edildi. Mescide kendisini İslâm’a adamış olanların kalacağı bir Suffa ve Hz. Muhammed’in hanımları için hücreler ilâve edildi. Bilâli Habeşî ilk müezzin oldu ve ilk ezanı okudu.

Mekke’den Medine’ye göç eden dindaşlarını karşılayıp evlerinde misafir eden, bakan ve barındıran Evs ve Hazrec kabîlelerine mensup Müslümanlara “Ensâr” (Yardımcılar) denildi. Bu yüzden ensarın Allah katındaki payeleri çok yüksektir. Kur’ân’da kaç yerde kendilerinden bahis vardır.

Hz. Muhammed, Medîne İslâm Devleti için dünyâda ilk defâ olmak üzere elli beş maddelik bir Anayasa hazırlamış (Medine Vesikası) ve Medîne İslâm Devletini kurdu. Yabancı devletlere elçiler gönderip onları Müslüman olmağa dâvet etti. Bu Anayasa, Medîne’nin bütünleşmesini temin etmiş ve Hz. Muhammed’in son zamanlarında bütün Arabistan’ı kuşatan bir yayılmaya zemin hazırlamıştır.

Hz. Muhammed Medîne’de ayrıca çarşı pazar işlerini düzene koymuş, ticârî hayâtı Yahûdîlerin tekelinden alarak, Medîneli Müslümanların zenginleşmesine yardımcı olmuştur. Alım-satımda fâizi önlemiş, ticâretin bereketli olmasını sağlamıştır. Medîne’de, Müslümanların ilim öğrenmelerini emretmiş, ilim öğrenenlerden en ehliyetlilerini devlet işlerinde çalıştırmıştır. Medîne’de zirâatı geliştirmiş, hastalıkların önlenmesine çalışmıştır. Medîne ve civârında bulunan Yahûdîleri İslâmiyete dâvet etmiş, bunlardan bâzıları İslâmiyetle şereflenmiştir. Çokları da inatlarından ve fesatlıklarından
Müslüman olmamışlardır.

Medîne’de, Hz. Muhammed’in hicretinden sonra bir şehir devleti kurulacak çapta siyâsî ve dînî gelişmeler, Mekkeliler tarafından dikkatle tâkip ediliyordu. Gelişmelere mâni olmak amacıyla Mekkeliler, Medîneli Müslümanlara tehdit dolu ültimatom gönderiyorlardı. Bu arada hicret dolayısıyle Medîne’ye göç eden Müslümanların geride kalan mallarına da Mekkeliler el koymuşlar, göç
etmeyenlere de İslâmiyeti kabul ettiklerinden dolayı çok çeşitli işkenceler yapmışlardı. Bütün bunlarda
ulaşılmak istenen hedef İslâmiyetin yayılmasını engellemekti.
Mekkelilerin bu davranışlarına karşı Peygamber efendimiz bâzı tedbirlere başvurdu. Aynı zamanda
hasım tarafı iktisâden güçsüz düşürmek için, Medîne havâlisinden, Mekkelilere âit kervanların
geçmesini yasakladı. Zîrâ Mekkeliler, Suriye ve Mısır’a gitmek istedikleri takdirde, Medîne
yakınlarından geçmek mecbûriyetindeydiler. Nihâyet Mekkeliler bu yasağa uymayıp yasak edilen
yerden geçmek istediklerinde Medîne’den, Mekkelilere âit kervanlara zarar vermek, onları müşkülâta
uğratmak üzere askerî müfrezeler gönderilmeye başlandı. Bu duruma Mekkelilerin tepkisi, kuvvet
kullanarak kervan yolunu açık tutmak isteyişleri olmuştur. Taraflar arasında bu mücâdele zamanla
harplere dönüşmüştür.
Hicretten sonra 624 yılında Bedir Muhârebesi oldu. 627’de Uhud, yine 627’de Hendek Muhârebeleri yapıldı. Hendek Muhârebesinde Selmân-ı Fârisî’nin tavsiyesiyle şehrin etrâfına
hendek kazıldı. 628’de yapılan Hudeybiye Muâhedesiyle Medîne’nin önemi arttı. 630’da Mekke kan dökülmeden fetholundu. Huneyn ve Tebük seferleri yapıldı.

Hz. Muhammed’in vefâtından sonra sırasıyla Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali Müslümanların başına halîfe seçildiler. Bu halîfelerden ilk üçü zamânında Medîne devlet merkezi olarak kaldı. Ali zamânında devlet merkezi Kûfe’ye taşındı.  Medîne, bundan sonra da bâzı olaylara şâhit oldu. Halîfe Yezîd zamanında Medîne halkı isyân etti (M. 683), fakat halîfenin orduları, Harra Savaşında onları yendi. Emevîlerin son zamanlarında Hâricîler, Kubayd yakınında Medînelileri yendiler. Fakat Emevî halîfelerinden II. Mervan, bunların isyânını bastırdı.
Hâricîlerin elebaşlarını cezâlandırdı (M. 745). Abbasîler zamânında da sözde Ali taraftarı görünen bâzı kimseler (M. 762’de) iktidarı (hilâfeti) ele geçirmek için teşebbüste bulundular, fakat sonuç alınamadı. Ali’nin torun ve akrabâlarının bunlarla ilgisi yoktu. Mısır’daki Abbâsi halîfesi Vâsık’ın halîfeliği zamânında, Süleym ve Benî Hilâl kabîlelerinin saldırıları, şehir halkına (Medînelilere) çok zarar verdi. Fâtımîler, Mısır’a hâkim olunca Hicaz’ın kutsal olan Mekke ve Medîne şehirlerini tehdide başladılar. Büveyhoğullarından Adudüddevle, Medîne’nin iç kısmını tehlikelerden emin olmak
için bir surla çevirtti (M. 974). Medînelilerin büyük bir kısmı sur dışında oturduğundan, göçebelerin saldırılarına uğruyordu. Suriye Atabeki Nûreddîn Mahmûd bin Zengi, şehrin daha büyük bir kısmını içine alan, kapı ve burçları bulunan ikinci bir sur yaptırdı (1162). Medîne’nin etrâfını kuşatan ve 35-40 ayak yükseklikte olan bugünkü suru yaptıran da Osmanlı Sultanlarından I. Süleymân (Kânûnî)’dır. Sultan Abdülazîz ise, sur yüksekliğini yirmi beş metreye çıkartmıştır.
Osmanlı Devleti, Mısır’ı aldığı sırada, Memlûklerin nüfûzu altında bulunan Hicaz emîri Şerif Ebü’l-Berekât, oğlu Ebû Numey’i göndererek Yavuz Sultan Selim’e bağlılığını bildirdi. Bu sûretle Medîne Türk hâkimiyeti altına girdi (1517). Yavuz Sultan Selim Han 1517’de Hicâz’ı fethettiği zaman hutbede kendi ismini “Hâkim-ül Haremeyn” olarak okuyan hatîbe îtirâz etmiş, “Biz bu mübârek şehirlerin hâkimi olamayız! Ancak hâdimi, yâni hizmetçisi oluruz” demiş, Kâbe’nin içini süpürmeye mahsus olan süpürgelerden birisi getirildikte, süpürgeyi bir taç gibi kaldırarak başına koymuştur.

Kendinden sonra gelen sultanların taçlarına koydukları süpürge işâreti buradan gelmektedir. O zaman Mekke ve Medîne’nin güvenliği için, her yıl sıra ile Mısır’daki yedi ocaktan Pâdişâhın buyruğuyla Mekke ve Medîne’ye koruma ve kollama görevlisi olarak muhâfız askerler gönderilir, bu iki şehrin kâdıları tâyin edilirdi.

Osmanlılar zamânında şehirde on mescid, on yedi medrese, bir orta, bir ilk mektep, on iki kütüphâne, sekiz tekke, 932 dükkân ve mağaza, dört han, iki hamam, yüz sekiz misâfirhâne vardı. Nüfusu da yirmi bin kadardı. Son asırlardaki Osmanlı Sultanlarından, II. Mahmud, Abdülmecîd, Abdülazîz ve II.Abdülhamîd zamanlarında sayılamayacak kadar kıymetli hizmetler bu şehrin halkına ve bilhassa Mescid-i Nebî ve Harem-i Şerîfe yapılmıştır.

II. Mahmûd Han, yıkılan ve harâb edilen bütün İslâmî eserleri yeniden inşâ ve ihyâ eyledi. Kendisinden sonra oğulları Abdülmecîd ve Abdülazîz de, yapılan hizmetleri tezyin için şaşılacak bir himmet ve gayret göstermiştir. Yaptıkları hizmetleri şan ve şöhret için değil, bu beldelerin hâdimi (hizmetçisi) olarak yaptıklarını da ayrıca tekrar tekrar zikretmişlerdir.
Abdülmecîd, Medîne’deki Ayn-ı Zerka adındaki çeşmeyi tâmir edip genişletti. Abdülazîz de Medîne çevresindeki sur duvarlarını sağlamlaştırdı. Ayrıca büyük bir tophâne, hükûmet konağı, hapishâne ve bir de cephânelik (silah deposu) yaptırdı.

II. Abdülhamîd’in yaptıkları daha öncekilerin yaptıklarını geride bıraktı. Medîne-i münevvereye 1900’de telgraf hattı döşetti. 1902’de Hamidiye-Hicaz demiryolu Zerka’ya kadar işletildi. Mescid-i Nebevî’yi ve Mekke’de bulunan Mescid-i Haram’ı gözleri kamaştıracak derecede tâmir ve tezyin ettirdi. Peygamberimizin ilk hanımı Hadîcetül-Kübrâ’nın türbesini, Fâtımatüz-Zehrâ’nın doğum yerlerini de târifsiz güzellikte ihyâ ettirdi. Minâ şehrini su şebekeleriyle donattı. Eshâb-ı kirâmın, Seyyid Ahmed Rufâî’nin ve birçok velînin kabir ve türbelerini de tâmir ve ihyâ ettirdi. Daha sayılamıyacak hizmetleri târihe mâl oldu.

Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevvere, Osmanlılar tarafından adâlet ve hürmetle idâre edilip, milyonlar sarfedilerek, mukaddes makamlar Vehhâbilerin yıkımından sonra tekrar tâmir ve tezyin edildi. Haremeynin mübârek ahâlisi, rahat ve refah içinde yaşadı. Bu saâdet zamanı I. Dünya Savaşına kadar devam etti. Birinci Cihan Harbi, (1914-1918) sonunda, başta İngilizler olmak üzere İslâm birliğini parçalamak arzusuna kavuşan düşmanlar, Mekke emiri olan Şerîf Hüseyin bin Ali’yi ve Ehl-i sünnetten ileri gelenleri, Hicaz’dan çıkardılar. Suûdoğullarını Mekke’ye getirerek, bunları Hicâz ülkesine emir ve hâkim yaptılar.

Medîne, mukaddes bir şehirdir. Çünkü burada bulunan Peygamberimizin kabri “Ravda-i Mutahhera”
yeryüzünün en kıymetli üç yerinden biridir. Diğerleri Kâbe ve Mekke şehridir. Bu sebeple Hacca giden
Müslümanlar, bu mübârek şehirde bulunan yerleri ziyâret etmeyi vazîfe bilirler. Nitekim
Peygamberimiz; “Beni ziyâret için gelip, başka bir iş yapmayarak, yalnız ziyâret edene, kıyâmette
şefâat etmek, bende hakkı olur.” “Bana selâm verene, ben de selâm veririm.” buyurmaktadır.
Bugünkü Medîne: Medîne, “şehir, medenî yer” demektir. Medîne sokakları temizdir. Evlerin ekserisi
sağlam binâ edilmiştir. Çoğunun etrâfında bahçeleri vardır. Şehrin doğusunda Bakî Kabristanı yer alır.
Burada sevgili Peygamberimizin yakınlarından birçok sahâbî, hazret-i Osman-ı Zinnûreyn, hazret-i
Hasan ve daha pekçok Eshâb-ı kirâmın kabirleri bulunur. Medîne şehri otuz metre yüksek bir duvarla
çevrilidir. Bunun kırk kulesi, dört kapısı vardır. Harem-i şerîfin boyu yüz altmış beş, eni yüz otuz
adımdır. Harem-i şerîfin güneybatı köşesinde mermerler ve altın yazılarla süslü “Bâbüsselâm” kapısı
vardır. Harem-i şerîfin içinde güney doğu köşesinde “Hücre-i Nebevî” bulunur. Kıble duvarı önünde,
kıbleye karşı duran kimsenin sağ tarafında Bâbüsselâm, sol tarafında da Hücre-i Seâdet yer alır.
Bunun her yeri kıymetli zînetlerle süslüdür. Medîne evleri, Mekke evleri gibi kargir olup, çoğu dört beş
katlıdır. Güneyde, şehre 5 km mesâfede (Kubâ) köyü bulunur. Sultan Süleymân Han, Kubâ’dan şehre
su yolu yaptırmıştır. Uhud Dağı şehre iki saat mesâfede ve kuzeydedir.
Medîne-i münevverede ve civârında bulunan mübârek yerlerden bâzıları şunlardır: Mescid-i Nebevî:
Peygamberimiz hazret-i Muhammed’in yaptırıp namaz kıldırdığı ve o zamandan beri namaz kılma ve
ziyâret yeri, Kâbe ve Mescid-i haramdan sonra en kıymetli mesciddir. (Bkz. Mescid-i Nebî)
Ravda-i Mutahhera (Cennet Bahçesi): Mescid-i Nebevî içerisinde, peygamberimizin kabr-i şerîfi ile
câminin o zamanki minberi arasındaki yerdir. Ravda-i Mutahhera’nın sütunları beyaz olup mescidin
diğer kısımlarının (Mescid-i Nebî’ye sonradan ilâve edilen) sütunları değişik renktedir. Burası Cennet
bahçelerinden bir bahçedir. (Bkz. Ravda-i Mutahhera)
Ehl-i Suffe yeri: Peygamberimizin mübârek arkadaşlarından olup vakitlerini ilim ve ibâdetle geçiren
kimsesiz Müslümanların Mescid-i Nebevî’deki yeridir. Önce Mescid-i Nebevî’ye bitişik idi. Mescid-i
Nebevî genişletilirken burası Mescid-i Nebevî’ye dâhil edilmiştir.
Fedek: Hayber yakınlarında hurmalığı çok ve meşhur olan yerdir.
Cennet-ül Bakî: İçerisinde sahâbe-i kirâmın kabr-i şerîflerinin bulunduğu Medîne mezarlığıdır. Bu
kabristandaki türbeler ve mezar taşları Vehhâbîler tarafından yıktırılmıştır. Şimdi bu mezarlık bir tarla
gibidir (Bkz. Vehhabîlik).
Uhud Şehitliği: Uhud Dağı eteğinde, Uhud Savaşında şehit olan başta hazret-i Hamza ve diğer
sahâbe-i kirâmın kabir ve türbelerinin bulunduğu yerdi. Türbe ve mezarlar Vehhâbîler tarafından
yıkıldığı için şimdi yalnız hazret-i Hamza’nın mezar yeri türbesi yıkılmış hâlde mevcuttur.
Kubâ Mescidi: Medîne’ye yaya bir saat uzaklıktaki Kubâ köyündedir. Bu mescid Peygamberimizin
Mekke’den Medîne’ye hicretleri sıralarında yapılmıştır. Kâbe, Mescid-i Haram, Mescid-i Nebî, Mescid-i
Aksâ’dan sonra câmilerin en fazîletlisidir.
Medîne-i münevverenin fazîleti hakkında hadîs-i şerîflerin bâzıları şunlardır:
“Beyt-i şerîfi (Kâ’beyi) ziyâret edip de beni ziyâret etmeyen bana cefâ etmiş olur.” “Her kim
benim mescidimde (Medîne-i münevvere mescidi) hiçbir vakit kaçırmayarak kırk vakit namaz
kılarsa, onun için Cehennemden âzâd olmak ve azâb ve nifaktan kurtulma berâtı yazılıdır.”
“Bir kimse Haremeyn (Mekke ve Medîne) ahâlisine ezâ ederse Cenâb-ı Hak onu suyun tuzu
erittiği gibi mahveder.”
“Sizden biriniz Medîne’de vefât etmeye gücü yetiyorsa, orada vefât etsin! Çünkü ben Medîne’de
vefât edenlere kıyâmet gününde şefâat ederim.”
“Medîne’ye Mesih Deccâl’ın (değil kendisi) kokusu (bile) giremeyecektir. O fitne günlerinde
Medine’nin yedi kapısı olacak her kapıda (muhâfız) iki melek bulunacaktır.”
“Mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram hâriç, başka mescitlerde kılınan bin namazdan
hayırlıdır. Mescid-i Haram’da kılınan bir namaz da, sâir mescitlerde kılınan yüz bin namazdan
efdaldir.”

Arabistan’ın müslümanlar tarafından ikinci derecede mukaddes kabul edilen meşhur şehri. Hz.muhammed (S.A.V.) ve ilk üç halife devrinde hükümet merkezi.

Medine’nin Hz. Muhammed’in Hicret’inden önceki asıl adı Yesrib idi. Hz. Muhammed lügatte “fesat” ifade ettiğinden dolayı Yesrib kelimesini hoş görmemiş ve bu şehre “Medine” adım vermişti. . Evs ve Hazrec kabilelerinin ataları Mahrib şeddinin yıkılmasından sonra Medine’ye geimiş ve daha eski tarihlerde buraya gelip yerleşmiş olan Yahudilerle mücadele ederek onları şehir dışına sürmüşlerdir. Evs ve Hac-rec kabileleri Akabe’de Hz. Peygamber ile buluşarak İslamiyet’i kabul etmiş ve döndüklerinde samimi birer İslam davetcisi olmuşlardır. Onların fedakârca çalışmaları sayesinde Medine’de Müslümanlık süratle yayılmıştı. Medineli Müslümanlar Akabe’deki biatiarı sırasında Hz. Peygamber’! Medine’ye davet etmişler ve onu canlarını ve namuslarını (korudukları gibi) koruyacaklarına söz vermişlerdi. Peygamber de Mekke ve Taif’de karşılaştığı zorluklar sebebiyle İslamiyet’i yaymak üzere Medine’ye hicretetmiştir (M.622). İşte bu tarihten itibaren Yesrib Hz. Peygamber’in emriyle Medine diye anılmaya başlanmıştır. Medine Hicret’ten sonra kurulan İslâm Devieti’nin merkezi olmuş ve giderek gelişmiştir. Hz. Peygamber Mekke’nin fethinden sonra Ensar ile (Medineü Müslümanlar) birlikte geri Medine’ye dönmüş ve vefatına kadar (H. 11/632) orada yaşamış ve orada toprağa veriimiştir. Medine Hz. Ebu-bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman samanında da İslâm ve Devieti’nin merkezi olmuş,ancak Hz. Ali H.36/656 yılında bir daha dönmemek üzere Medine’yi terk etmiş ve hilafet merkezi olarak Kufe’yi seçmiştir. Emeviler-devrinde Kufe’nin yerini Dunaşk {Bugünkü Şair.) almış ve Medine hadiselerden uzak bir eyalet şehri haline gelmişti. Abbasi iktidarı sırasında Hz. Ali taraftarlarından bazıları Medine’ de isyan çıkarmışlar ise de bu isyanlar siiah zorulya bastırılmıştır. Medine’de Osmanlı hakimiyeti 1517’de Yavuz Sultan Selim zamanında başlamış ve Birinci Dünya Harbi sonuna kadar devam etmiştir. Bu tarihten sonra şehir Suudiler’in eline geçmiştir ve halen Suudi Arabistan krallığına aittir. Hz. Peygamber’in türbesinin (Ravza-i Mutahhara) bulunduğu Medine’ye gayrimüslimlerin girmesi yasaktır.

(Ansiklopedik Islan! Lügals’ndan Tercöîsan yayını 1982).

İlgili Makaleler