Sosyoloji

Martin Heidegger – Düşünmek ne Demektir?

Martin Heidegger – Düşünmek ne Demektir?
1951/52 Kış dönemi ders notları

Akıl…düşünmede inkişaf eder.
Biz ancak, kendisinden hoşlandığımız şeye muktedir olabiliriz fakat öte yandan biz hakiki anlamda sadece, kendisi bizim kendimizi, üstelik varlığımızın önündeki kendimizi sevenden hoşlanırız. (s. 1)

O bizden hoşlanan, varlığımızın özüne, bizi özümüzde tutan olarak teselli verendir.
Bizi özümüzde tutan, bizi ancak, biz onu bizi tutan şey olarak muhafaza ettiğimiz sürece tutar. Biz onu, hafızamızdan silmediğimiz takdirde muhafaza edebiliriz.
Hafıza, düşünmenin toplanmasıdır.

Nazarı itibara alınıp tefekkür edilen, hoşlandığımız için hediye olarak bir yadigar verilendir. Yalnızca, kendisini düşünmemiz gereken şeyden hoşlandığımız takdirde, düşünmeye muktedir olabiliriz.

Düşünmeyi ancak, kendisi hakkında düşünülmesi gerekene özenle dikkat kesildiğimiz takdirde öğrenbiliriz.

En kaygı verici olan, bizim hâlâ düşünmememizdir; hâlâ, üstelik dünyanın durumunun gittikçe daha kaygı verici olmasına rağmen. (s. 2)

…eksik olanın düşünmeden ziyade eylem olduğunu söyleyebiliriz

İlgilenmek demek; şeylerin içlerinde ve ortalarında olmak, bir şeyin, hadisenin tam ortasında olmak ve orada kalmaktır.

Felsefeye ilgi duyulması, düşünmeye hazır olunduğunu göstermektedir. (s. 3)

Felsefeyle meşgul olmak, bilakis bizim mütemadiyen ‘felsefe yapıyor’ olmamız dolayısıyla, düşünüyor olduğumuz zannına kapılmamıza sebep olmaktadır.

Kaygı uyandıran zamanımızda en kaygı verici olan, bizim hâlâ düşünmememizdir. (s. 4)

Bizim hâlâ düşünmememiz, esasen daha çok, bu düşünülmesi gereken şeyin kendisinin insandan yüz çevirmesinden, çoktandır yüz çevirmiş olmasından kaynaklanmaktadır. (s. 5)

…düşünülmesi gereken şey ezelden beri bu yüz çevirme sürecinde bulunmaktadır.

İnsan, düşünülmesi gereken kendisinden uzaklaşıp gittiği sürece, aslen düşünmeye muktedir olamadı. (s. 6)

Öğrenmek demek, eylemleirimiz ve eylemeyi terk edişimizi, her defasında bize verilen en asli olana ilişkin teselliye uygun hale getirmemiz gerekiyor.

Bu zamanın insanları olarak biz ancak, öğrendiklerimizi sürekli olarak aynı anda unuttuğumuz takdirde öğrenebiliyoruz.

Biz ancak, düşünmenin günümüze kadar oluşmuş olan varlığını temelden unutmamız şartıyla öğrenebiliriz.

İnsanın hâlâ düşünmemesinin sebebi, asıl düşünülmesi gereken şeyin kendisinden yüz çeviriyor olmasıdır; düşünmemesinin biricik sebebi asla, insanın düşünülmesi gerekene yönelmemiş olması değil. (s. 7)

Bizden uzaklaşan şey, fark etsek de etmesek de, bizi de beraberinde çekip görtürüyor. Bu uzaklaşmanın çekim alanına girdiğimizde, göçmen kuşlardan farklı olarak biz, uzaklaşırken kendisine doğru çeken şeye yönelmiş oluyoruz.

Belirli bir yöne işaret eden olarak insan, gösterendir.

Onun özü işte böyle bir gösteren olmaya bağlıdır. Özü itibariyle gösteren olan şeyi biz işaret olarak isimlendiriyoruz. Kendisini uzaklaştıranın çekiminde olan insan bir işarettir. (s. 8)

Mnemosyne Bu Yunanca kelimeyi hafıza olarak tercüme edebiliriz. Dilimiz hafıza diyor, fakat aynı zamanda, bu kelimenin idrak, salahiyet ve yine mezar, vakıa anlamlarını ifade ettiğini söylüyor.

Mnemosyne kelimesini dişil artikelli ‘hafıza’ olarak tercüme edebiliriz.

Μύθοζ /Mitos, söyleyen söz demektir. Yunanlılar için söylemek, izhar etmeyi, görünmesini temin etmeyi, zahirde, görünmesinde oluşanı ifade eder.

Mitos kendi efsanevi deyişi içinde oluşmakta olan, bu ise, kendi salahiyetinin na-mahremiyetinde görünendir. Μύθοζ / Mitos bütün insan yaratığını herşeyden önce ve temelden ilgilendiren salahiyettir, ki bu salahiyet, görünen ve oluşmakta olanı düşündürür. Λογοζ / Logos aynı şeyi ifade etmektedir; mitos ve logos, mutat felsefe tarihinin iddiasının aksine, felsefe dolayısıyla asla bir zıtlık olarak karşı karşıya gelmezler, bilakis ilk Yunan düşünürleri (Parmenides gibi) mitos ve logos’u aynı anlamda kullanıyorlar. (s. 9/10)

Mitos ve logos ilk defa, önceleri sahip oldukları özlerini muhafaza edememeye başladıkları andan titibaren karşı karşıya geliyor ve zıtlaşıyorlar. Bu Eflatun’da vuku bulmuş bir şeydir.

Platonculuk temeli üzerinde Yeni Çağ akılcılığı tarafından kabul edilmiş olan tarihin ve filolojinin bu önyargısına göre mitos, logos tarafından bertaraf edilmiştir.
Oysa dini olan asla mantık ile bertaraf edilemez, bu daima ancak tanrının uzaklaştırmasıyla mümkündür.

Hafıza, düşünülmüş olanı düşünüyor.

Hafıza,düşüncenin, her yerde ve önceden düşünülmüş olmayı isteyen şey hakkında toplanmasıdır. Hafıza, hatıranın toplanmasıdır. Hafıza, etkin olan ve kendisine oluşan, oluşmuş olan olarak teselli veren her şeyde önceden düşünülmesi gereken ne varsa, emniyete alır ve mahremiyet içinde gizler. Hafıza, Muselerin anası: Düşünülmesi gerekeni hatırlama, şiir yazmanın kaynaklandığı sebeptir. Bu yüzden şiir yazma, hatıra olarak düşünmeye ulaşıncaya kadar geriye, kaynağa akan sudur. Nazm edilen herşey hatırlamanın cevdinde neşet eder. (s. 10)

Güzel, hoşumuza giden değil, bilakis hakikatin marifetine tabi olandır. Bu ise ancak, ebediyyen göze çarpmayan ve bu yüzden görünmeyenin, en yüksek düzeyde tezahür eden ışımaya nail olmasıyla vuku bulur. (s. 13)

Düşünme üzerine düşünmek, Batı’da mantık olarak inkişaf etti. Mantık, düşünmenin belirli bir tarzı üzerine hususi bilgileri bire araya getirdi. Mantığın bu bilgileri çok yakın bir geçmişte bilimsel anlamda, üstelik kendini ‘lojistik’ olarak isimlendiren istisnai bir bilim çerçevesinde verimli hale getirirldi.

Lojistik bugün, Amerika ve diğer ülkelerde, geleceğin biricik felsefesi olarak ruhu tahakkümü altına almaya başlamış bulunmakta. (s. 15)

Düşünce, en kaygı verici olana muvaffık olduğu takdirde düşünür. Kaygı uyandıran zamanımızda en kaygı verici olan kendini, bizim hâlâ düşünmememizde gösterir. (s. 17)

“Çöl büyüyor.” (Nietzsche)

Çölleşme, tahrip etmekten çok daha fazla bir şey. Çölleşme, yok etmekten daha korkutucu. …çölleşme gelecekteki gelişmeye meydan vermiyor ve her türlü inşa imkanını engelliyor.
…çölleşme engel olmayı ve imkansızlığı öngörüyor ve yaygınlaştırıyor.

Çölleşme, Mnemosyne’nin en yüksek düzeyde sürgün edilmesidir. (s. 19)

Belirsiz olan, daima farkların birbirinden ayırt edilememesinden beslenir. (s. 21)

Yargıda bulunmak, doğru ve dolayısıyla muhtemelen doğru olmayan bir tasavvur etmedir. (belki sadece, kesinlik)

Tasavvurlara, nesnelerin tasavvurlarına içimizdeki derinliğin bir yerinde sahibiz. Fakat felsefe, birkaç asırdan beri araya girip karışarak, içimizdeki tasavvurların dışımızdaki herhangi bir gerçekliğe uygun düşüp düşmediklerini müphemleştirdi.

“Dünya benim tasavvurumdur.” (Schopenhauer)

Yeni felsefenin düşüncesini Schopenhauer, bu cümle içinde toplayarak özetliyor. (s. 25)

Bir düşünürün, tasvip edildiği değil, kendisiyle kavga edildiği yerlerde daha esaslı biçimde tesirli olduğunu çok çabuk unutuyoruz.

Nietzsche bile, Schopenhauer ile kapışmadan edemedi. O dahi, aksi yöndeki irade tasavvuruna rağmen, Schopenhauer’ın temel ilkesine bağlı kaldı. (s. 26)

Aristo, dış dünyanın mevcudiyetini inkar edici düşüncelere hiç kapılmadı. Aynı şekilde ne Platon, ne Heraklit, ne de Parmenides böyle bir düşünceye kapıldı. Bu düşünürler, dış dünyanın hali hazırda bulunuşunu elbette hiçbir zaman kendilerince ne kabul ettiler ne de ispat ettiler. (s. 30)

(Nietzsche) O, çığlık atmak zorunda kalmanın verdiği ıstıraba katlandı.

“Sizin, gözlerinizle işitebilmenizi sağlamak için, önce kulaklarınızın patlatılması mı gerekiyor.” (Nietzsche)

Şayet yazı, yazılanın kendisinde düşüncenin bir yürüyüşü olmaya, bir yol olarak kalmaya muktedir olamazsa, o zaman düşünülmüş olan, yazılan şeyde kaybolup gidiyor. (s. 32)

Her düşünür sadece tek bir düşünceyi düşünür.

Düşünür sadece tek bir düşünceye ihtiyaç duyar. Düşünürün zorluğu, bu biricik, bu tek bir düşünceyi, yalnızca kendisi için düşünen olarak sıkıca tutmak, bu teki aynı şey olarak düşünmek ve bu aynı olan şeyden uygun tarzda behsetmektir. (s. 33)

Ancak onu bulmada (Nietzsche) başarılı olduğumuz takdirde, bu düşüncenin düşündüğü şeyi tekrar kaybetmeyi deneyebiliriz. Bu kaybetmek, bulmaktan çok daha zor bir şeydir. Zira böyle bir durumda ‘kaybetmek’ demek, bir şeyi öylesine düşünmek, arkada bırakmak ve terk etmek değildir. (s. 35/36)

Kaybetmenin buradaki anlamı şudur; Nietzsche’nin düşüncesinin düşündüğü şeyden hakiki anlamda kurtulmaktır. (s. 36)

İnsan henüz tespit edilmemiş hayvandır; animal rasyonel henüz bütün varlığıyla yüzleşmemiştir. (s. 40/41)

Şimdiye kadarki insan, kendine tabi olmaya/kendisiyle yüzleşmeye ve şimdiye kadarki türünün aşağılıklarını aşağılamaya, isteksiz değil de, muktedir olamadığı için son insandır.

Üst-insan, şimdiye kadarki insanın özünü önce hakikatine sevk eden ve bunu taahhüt edendir.

Üst-insanın şahsiyeti, Nietzsche’nin metafizik düşüncesine özgüdür. Çünkü o’nun düşüncesi, Batı düşüncesinin önceki marifetine intibak etmeye muktedir olmuştur. (s. 41)

Akıl bir şeyin ne olduğunu ve yine daima ne olabileceğini ve olması gerektiğini sorgulamaktır. Sorgulama, kademeli olarak şunları ihtiva etmektedir: Kayıt (fark) etmek, kabul etmek, teşebbüs etmek ve esaslı surette müzakere etmek anlamına gelen işlemek (okumak). Latince müzakere etmek, Yunanca (rethorik) kelimesiyle karşılaştırılabilir olan reor demektir. Bir şeye teşebbüs etme ve işleme (okuma) istidadır ratio. (s. 43/44)

Aklın sorgulanması, her yerde ve her şeyden önce tasavvur demek olan çok çeşitli tanzimler biçiminde inkişaf ediyor.

İnsan, tasavvur eden hayvandır.

Persona, oyuncunun vasıta olarak kullandığı ve sözünü içinden geçirerek seslendirebildiği maske anlamına geliyor. Sorgulayan olarak bir şeyin neliğini sorguladığı sürece insan, persona, varlığın maskesi olarak düşünülür. (s. 44)

Tasavvur, var olan neyse onu tebliğ eder. O, olan olarak geçerli olabilecek ne varsa onu teşhis ve tespit eder. Var olanın tespiti, belirli bir tarzda, kendi tarzına göre tesis ve teşkil etmek ve dayanıklı kılmak için her şeye pusu kurn tasavvurun tahakkümüm altındadır. (s. 57)

“ceza olarak isimlendirir kendini intikam: Yalan söyleyerek, iyi bir vicdana sahipmişçesine sahte tavır takınır.” (Nietzsche) (s. 59)

Bir düşünür başka bir düşünüre değil, düşündüğünde düşünülene (kendisini düşünülmesi gereken olarak sunana) varlığa bağlıdır. Ve o varlığa bağlı olduğu nispette düşünürlerin daha önce düşündüklerinin kendisine nüfuz etmesine müsaade edebilir. Dolayısıyla kendisini tesir altında bulundurma, sadece büyük düşünürlere mahsus bir imtiyazdır. Küçükler ise yalnızca, orijinalitelerinin engellenmesinden dolayı acı çekerler ve bu yüzden uzaklardan gelen tesire kendilerini kaptırırlar.

Zamana sadece geçmişin, ‘olmuş olanın’ değil, geleceğin, ‘olacak olanın’ ve ‘şimdinin’ de ait olduğuna dikkat eçkiliyor. Sadece geçmiş değil, gelecek ve şimdi de zamana aittir. (s. 61)

Metafizik oluşta (değişmeyen) bir / şey / varlık nedir? Diye soruyor. (s. 63)

Şayet varlık her türlü metafizikte ebedilik ve zamandan bağımsız olarak düşünülüyorsa, bu, oluşmakta olanın kendi varlığında geçip-gitme olarak tasavvur edilen zamandan bağımsız olduğunu söylemekten başka bir şey değildir. Geçici olan, ebedi oalnın temeli olamaz. Geçip-gitme anlamına gelen zamandan bağımsızlık kendi varlığında esasen oluşuna aittir. (s. 66)

Kurtuluş, intikamın ikrahına muhalif olandan kurtulmaktır. İntikamdan kurtuluş genel olarak iradeden kurtulmak değildir. Bu durumda kurtuluş, iradenin varlık olması dolayısıyla, istemenin varlık olması dolayısıyla, istemenin tamamen ortadan kaldırılmasına, hükümsüz bir hiçliğe yol açar. İntikamdan kurtuluş, iradenin nihayet irade olabilmesi için, ilkin muhalif duran şeyden kurtulmasıdır. (s. 67)

İrade arzu edilenin ebediyetini ister. İradenin istediği bizzat kendisinin ebediliğidir. Var oluşanın asıl/ezeli varlığı, aynı olanın ebedi deveranının ebediyen devern eden arzusu olarak iradedir. Aynı olanın ebedi deveranı, ebediyen kendi istemini arzulayan irade metafiziğinin en büyük zaferidir.

İntikamdan kurtuluş, iradenin zamandan ve onun geçmiş olanından ikrahından öteye, aynı olanın ebedi deveranını isteyen ve bu istemede kendisini kendisinin sebebi olarak arzulayan iradeye geçiştir. (s. 68)

Öteye geçenin, aynı olanın ebedi deveranını arzulayan, bütün oluşmakta olanın asli/ezeli varlığı olan iradeye yöneliyor. (s. 69)

“Her şeyin deveran etmesi, oluş dünyasının varlığa (ilişkin) en radikal biçimde yakınlaşmasıdır: Mütalanın zirve noktası.” (Nietzsche)

…en fazla görüneni (parıldayanı) hiç göremiyoruz… Bu birazcık mümkün olsa bile… (s. 74)

Çeviren: Rıdvan Şentürk
Paradigma Yayınları, Haziran 2009

İlgili Makaleler