Sosyoloji

Martin Heidegger – Aristoteles Metafizik θ 1-3

Martin Heidegger – Aristoteles Metafizik θ 1-3
Gücün Neliği / Özü ve Gerçekliği

Öyleyse kinesis ile energia üzerine metin, “metafizik” bir metin.
Bu bilgi yeterli ve doğru ama aynı zamanda da hiçbir şey söylemiyor! İmdi biz ortak olarak ‘metafizik’ diye adlandırdığımız şeyin ne olduğunu biliyor muyuz? –Hayır, bugün derin anlamı ve kurtuluş parıltısıyla, onun sihrine boyun eğiyoruz sadece. Ne ki, Aristoteles’in bu metnin ‘metafizik’ olduğu yollu bilgisi bize hiçbir şey söylememekle kalmıyor, üstelik bizi yanlış yola da götürüyor. Sadece bu gün de değil, iki bin yıldan beri bu böyle.

Legein (λεγειν), ‘okumak’ anlamına gelir, toplu okumak/birlikte okumak, toplamak, bir şeyi bir başka şeyin üzerine koymak, bir şeyi bir başka şeyle birlikte hesaba katmak, onunla ilgili olmak.
Bu toplamak, toplu olarak, birlikte yerleştirmek; bir ortaya koymak, göstermek, açıklamak ve sunmak, incelemeye sunmak, birlik içinde ve topluca kullanıma sunulur hale getirmektir.

Logos’un ilişki olarak anlamı, konuşma olarak anlamından daha önce gelir.

Logos ‘ilişki’ anlamına nasıl gelmekte? Sorusu bu yüzden yanlış sunulmaktadır, geliş tarzı daha çok tersinedir.
Logos -> Legein

Legein ile gizlemenin bu apaçık karşı tutuluşu basit ve uyarıcı açıklık taşıyor: Legein, gizlemekten farklı olarak örtüyü kaldırmak, açığa çıkarmaktır.

Platon Sophistes diyalogunun sonunda Logos’un iç görevini δηλογν, açık kılmak olarak belirlerken ifadeyi ortaya koymakta.

Konuşma olarak Logos, söylemede birlikte ortaya koyan açık kılmadır; bir şey üzerine bir şeyi kılıfından çıkaran ifadedir.

Kategoriler Logos’ta oturuyorsa, bu şu anlama geliyor; bir nesnenin bir şeyi üzerine her belli ifadede öyle bir deyiş bulunur ki, varolanın eşit biçimde ve haklı olarak, neyse o olduğuna ilişkin bir suçlamadır bu.

Kategorileri düpedüz to onto ‘varolanlar’ diye, mutlak anlamda kendinde varolana ait olan var olanlar diye anmakta.

Το ōντα -> Varolanlar

Böylece bir ikilimiz var; Logos’a ait kategoriler –
Kategoriler bizzat varolan

…onlar (kategoriler) nelikleri/özleri gereği ονοіα’yı birlikte dile getirerek varolurlar.

Çünkü özellikle Kant’tan beri “mümkünlük” ve “gerçeklik”, “zorunluluk” ile birlikte kategoriler arasındadır. Yani onlar “modelite” kategorileri öbeğini oluştururlar. Kısaca söylendiği gibi onlar modelitelerdir.

Aristoteles için dynamis ile energia sorusu, mümkünlük ile gerçeklik sorusu bir kategori sorusu değildir. Bu, bütün bilindik yamama çabalarına karşı, hiç dolambaçlı yola sapmadan iyi bilinmesi gereken bir nokta.

“Varolan olarak varolan nedir” sorusunu sormak, Aristoteles’in birden çok yerde gösterdiği gibi asıl anlamda felsefe yapmaktır.

Bizim çalışmamızda söz konusu olacağı tarzda dynamis ve energia sorusu sormak asıl anlamda felsefe yapmaktır.

Şimdi bir üçüncüsü ekleniyor; doğru ya da doğru olmayan varolan.

Varolanın dört katmanlı ayrılmasının bilinçli ifadesi burada bölümlenen on için daha yakın bir belirleme öne sürmekle özellikle daha da önemli to on – varolan – yani salt kendi başına söylenen (varolan). – Bu şu demeye gelir; saf kendisi olarak tam da varolan olarak alınan ‘varolan’: on to on –bir varolan olarak ‘varolan’

O halde biz ‘varolan’a varolan olarak hitap ettiğimzde bakışımız içinde kavradığımız şey ne? Varolanı sadece ve doğrudan varolan olarak aldığımızda, ‘varolan’ hakkında ne söyleyebiliriz?

‘Varolan’dır, varolanı varolan kılan şey Varolmaktır.

Öyleyse Aristotoeles varolan olarak ‘varolan’ın katlanmasının çokluğundan söz ettiği zaman, ‘varolan’ın Varolmaklık’ının katlanmasının çokluğunu kastetmektedir. Varolmak kendi içinde katlara ayrılmakta.

Varlık, o, o olduğu ve başka bir şey olmadığı için, ‘varolan’dan başka hiçbir şey ifade etmez.

1 Varolan (to on)
2 Varlık, Varolmak, olmak
2.1 Kategori şekillerine göre 2.1.1 ne zaman
2.1.2 nerede
2.1.3 nasıl
2.1.4 ne kadar / nice
2.1.5 varlık / nelik
3 İmkân ya da etkinliğe göre (gerçeklik)
4 doğru ya da yanlış olduğu anlamında
5 ilineksel olarak

Böylece felsefede çoğunlukla varlıktan söz edilir ve bununla kastedilen ‘varolan’dır. Öte yandan ‘varolan’ denir, ‘Varlık’ kastedilir. Aslında ne beriki ne de öteki kavranır. Her ne kadar kavrama çabası alanı içinde her şey sisin içinde dağılıp gitse de, yine de bununla bir şey anlarız. Sözgelişi şuradaki şu nesne, şu tebeşir bir varolandır, o ‘vardır’; biz onun hakkında ona bunu söyleriz, çünkü o tebeşir bize bunun aynısını daha önce söyler.

Aynı şekilde benim şimdiki konuşmam ve sizin dinlemeniz ve dikkatinizi vermeniz varolandır. Varolanı deneyimliyoruz ve kolayca, sürekli olarak kavrıyoruz.

Nerede ‘varolan’ üzerine soru sormaya başlanırsa, hemen orada varolan ile Varlık arasındaki bu ayırım bir eşit koyma şekli içinde bulunuyor.

To on aslında ‘varolan’ ve Varlık (varolmaklık – varolanlık) anlamına gelir.

Varolan = Varlık
Herhangi bir varolana şu ya da bu nesneye, sözgelişi Varlık demeyiz, ‘varolan’ da demeyiz, tersine/bilhakis bir varolan deriz.

Ne zaman ki biz -bu varolduğumuz sürece sürekli olan şeydir- ‘varolan’a önümüzde, çevremizde üzerimizde, sahip oluruz –
Onun içine girdiğimiz zaman, varolan, çevremizdeki varolanın tümü üzerinde kendini dayatan rahatsız edici bir şey olarak üzerimize gelir.

Tümün bütünlüğü (varolan), kendi dayatmasının kökteki bohçalanmış halidir.

Tek tek varolanlar ancak ‘varolan’ adını verdiğimiz şeyin toplanması yoluyla ortaya çıkıyor değiller, terisne ‘varolan’, bizim her tür ekleme ve çıkarma ile saymamızda, ister sayıyı belirli yapalım ister belirsiz bırakalım, her zaman zaten kendisine dayandığımız şeydir; Varolan – tek tek varolanları sayılabilir kılıyor, ama tek tek varolanların toplamı hiç de ilk Varlık’ı oluşturuyor değil.

‘Varolan’ Varlık-tır. Varolanı tam da onu biz ‘varolan’ olarak aldığımızda Varlık-tır. Eşitmeleyi şöyle anlıyoruz; Varolan – Varlık.

Ne zaman ki varolan olarak ‘varolan’ sorulur, ne zaman ki ‘varolan’ varolan olarak soru konusu edilir, o zaman Varlık soruluyor.

Bildiğimiz kadarıyla ‘varolan’ı böyle soru konusu eden ilk kişi, Varlık’ı kavramaya çalışan ilk kişi, Varlık’ın ne olduğu sorusuna ilk cevabı da veren ilk kişi Parmenides.

Varolan işte bu Bir’dir; Varlık, Bir’dir ki bu da varolan olarak ‘varolan’dır.

Parmenides felsefede ilk kesin hakikati dile getirmiştir, ondan beri de batıda felsefe yapılmakta, ilk hakikat – sadece zaman açısından ilk bulunmuş hakikat değil, tersine bütün öteki hakikatlerden önce gelen ve öteki hakikatler arasından parlayan ilk hakikat. ‘Kansız bir sayutlama’ ve yaşlılık belirtisi değil, tersine gerçeklikle donatılmış düşünce bütünlüğü.

Parmenides’ten beri varolan konusunda savaş patlak vermiştir.
Ve bugün – bizim hâlâ cimri ve daha zeki hale gelen cücelere ait bir oyunumuz var.

Bu cüceler bilmiş bilmiş şunu söylüyor : Parmenides’in cümlesi –varlık Bir’dir- hem yanlış hem de ilkeldir, yani onulmaz acemilikte, dolayısıyla yetersiz ve değersiz. Bir felsefe bilgisinin yanlışlığı konusu kendine özgü ayrı bir çalışma gerektirir, bunun üzerinde burada daha fazla duracak değiliz.

Ne ki kendisini ilerlemeye göre yönlendirmiş olan insan başarısı için, başlangıca ait olan ve daha önce olan hep daha değersiz ve daha az gerçek, en yeni olan şey artık doğrudan en iyi şey haline gelir.

‘Varolan’ nedir o, ona uyan nedir, sadece ona? Cevap; Varlık.
‘Varolan’ burada; varolan olarak ‘varolan’ anlamındadır.

Aslında Parmenides karşısında daha önce kararlı bir adım gerekiyordu ve Platon bu adımı attı.
Platon şu görüşün savaşını verdi; ‘varolmayan’, ‘yanlış’, ‘kötü’, ‘geçici’, yani ‘olmayan’ da vardır.

Ne ki burada, şimdi ‘yokluk’un kendisinin Varlık’ın özü içine sokulmak zorunda bırakılmasıyla, Varlık’ın anlamının değişmesi zorunluydu.

Ama Varlık eskiden beri Bir ise, o zaman ‘yokluk’un birlik içine bu girişi, Bir’in kendi içinden çıkıp çokluk içine girmesi demektir.

Aristoteles Varlık’ın son ve en yüksek birliğinden şu biçimde söz ediyor; kendisine dayanarak ve kendi içinde geçerli bir şey.

Aristoteles öyleyse şunu vurguluyor; bütün çok katlı tarzlarıyla bir biçimde ortak olan, bunlarla bir ortaklığı bulunan bir şeye bakılarak Varlık denir.

Varlık ve Bir aynı şeydir ve bir (tek) (ağırlıklı), çünkü birbirlerini izlerler.

…birinin olduğu yerde zaten öteki de bulunmaktadır.

Varlık ve Birlik eş biçimde çok anlamda söylenir.

Dynamis ve energia sorusu bir “on” (varolan) sorusudur.
Bu ‘varolan’ sorusu aslında Varlık sorusudur.
Dolayısıyla ‘varolan’ sorusu, varolan olarak ‘varolan’ (on to on) sorusu olarak daha yakından belirlenmelidir.
Varlık, ilk kesin birdir. Bu, ‘varolan’ üzerine söylenmesi gereken şeydir, işte tam da bu varolanın kendisinin Bir (en) olmasının nedenidir.
Ne ki Varlık aynı zamanda çok katlı bir biçimde söylenir.
Pek çok anlamda kendi açısından iki anlamlıdır;
a) dört katlı
b) dört katlı anlamın biri (kategoriler) açısından on katlı

‘Varolan’ çok katlı biçimde söyleniyorsa ‘Varlık’ da aynı şekilde çok katlı söylenir. O zaman ‘Varlık’ sözcüğü çok katlı bir anlam taşır; sözgelişi doğru-olmak ya da ilineksel olmak olarak varolmak – bu anlamda her birinde kastedilen mânâlandırılan şey Varlık’tır.

Aristoteles şöyle diyor; bir iyi ideası yoktur.

Metafizik θ 1
Dynamis Kata Kinesis’in Özünün Birliğinin Hareketinden Anlamın Gücü

Grekçe έργον, biz (Almanların) da ‘Arbeit’ (iş, eser, çalışma-k) sözcüğünde kullandığımız ayni çifte anlamı taşıyor: 1) Çalışma olarak iş, sözgelişi ‘o çalışma saatini kötüye kullanmadı’ dediğimizdeki gibi. 2) Uğraşılmış, yerine getirlimiş çalışma, sözgelişi konuşma dilinde şöyle deriz: ‘iyi iş çıkardı’.
Ενερεіα, bir iş içindeki (ikinci anlamda έρον) uğraşlar olan çalışma. (İlk anlamında έργα) tarzları etkinlikleridir; iş-başında olmak tarzlarıdır.

Dynamis ve energia üzerinde araştırmanın soru ufku, varolmak ve Varlık’ın pek çok anlamdaki birliği, Varlığın Birlik’i benzeşim olarak konmuştu. Bu ufuk Birlik’i ve bununla birlikte de Varlık’ın yorumu karanlık içinde dağılıyor,
Çünkü; 1) Benzeşimin özü açıklanmış değildir. 2) Benzeşim ırası gösterilmemiştir, sadece ‘sağlıklı’ sözcüğü ile benzeşim yoluyla anlaşılır kılınmıştır. Dört kat bölünmüş Varlık, egemen bir yönetici anlama karşılık ne tarzda birdir; bu belirtilmemiştir. 3) Dört anlam arasında hangi anlam egemen anlamdır, bu gösterilmemiştir. 4) Varlık niçin dört katlı bölünmüştür, bu gösterilmemiştir. 5) Niçin o, benzeşim birliği taşımakta, bu gösterilmemiştir ya da niçin onun için, sadece Metafizik B 3’deki dolaylı kanıtlama verilebilir, söylenmemiştir. 6) Kendi içinde benzeşimli Varlık’ın bu ufkunun en önemli zorunluluk olduğu ve bunun niçini gösterilmemiştir. 7) Transendental olarak ufuk sorunu orada hiç mi hiç yok – varolmak olarak Varlık anlayışı görülmüş değildir.

Güçsüz olmak şu anlama geliyor; katlanamamaki yadsımak ve dolayısıyla yasaklamak.

Yadsımak, bir önermeyi yasaklamaktır – ya da aynı önermenin karşıtının gerekliliği.

İmdi mümkün olan böyle anlaşılmalı; Bir şeye gücü olan, onu yadsımayan, ona katlanabilen.

Ayaktaki insan hiçbir biçimde onun insan olarak olduğu şey temelinde oturabilen olarak da varoluşunu yadsımaz.

Çelişmezlik ilkesi denen ilkenin anlaşılması yolunda öncelikli şey, dynamis’in bütün boyutları içinde anlaşılmasıdır.

Daha önemlisi kendimizi her şeyden önce şunu deneyimlemeye hazırlamak: Metinde, direnmeden, barınaktan, gereklilikten bağımsız sadece bir düşünce, kavram oyunu gelişmekte değildir. Tersine, her sahici felsefede olduğu gibi, burada da bir Dasein kudreti dünya özgürlüğüne doğru sıkıştırmaktadır ve bu felsefe, nerede Aristotelesçilik sanılan kötü bir bulunuş değil de, çözümsüz bir bağlantı ve aşılmaz bir görev olarak orada duruyorsa orada vardır.

Bu bir, aynı kılavuz anlamda dört noktayı saptadık: 1 çıkış noktası, 2 değişme, 3 başka bir şeyde, 4 ya da başka bir şey olarak.

(Öznellik) dışarıdan nesne olarak karşılaştığımız şeyden daha kolay ve daha kesin yakalanabilir.
Nesneye aktarılan şey buradan hareketle yaratılır.
Acaba öznel belirlenimlerden nesnelere niçin böyle bir aktarma uygulanmakta?
Nesnelerin kendileri kendilerine böyle bir öznel belirlemeler aktarmasını talep mi ediyorlar.
Böyle bir talep varsa, söz gelişi bizim bir manzarayı iç açıcı, bir başkasını iç sıkıcı diye adlandırmamız, tamamen keyfi olmaz mı? O zaman da şunu sormak gerekir; acaba o zaman nesnelerin kendisi aktarılan anlama ve duygulanımdan önce nasıl böyle bir ruh hali vermektedir? Onun bu tür bir aktarmayı gerektirecek nesnel özelliği nedir?

Sonunda bizim güç, beceri vb. diye adlandırdığımız şey aslında ne öznel ne de nesnel bir şey mi? Ama ne biri ne de öteki ise bu olgular nereye ait? Acaba bunlar belli bir kökene bağlı olarak belirlenebiliyorlar mı? O zaman böyle bir kök belirlemesi içinde ne tür bir açıklama yatmaktadır?

Aristoteles’i geçmek, aşmak gerekiyor; bu ilerleme anlamında ileriye doğru değil, geriye doğru, onun tarafından anlaşılmış olan şeyi daha kökten kovuğundan çıkarma yönünde.

Kant’a göre “güç”, “neden”in bir sonuç kavramıdır.

Katlanma ve dirençlilik (sabır)
O buna dayanamıyor anlamında katlanma; o buna isteyerek izin vermiyor. İzin vermek anlamında katlanmak.
2. ile ilgili olarak: Bu dayanamamak, kaldıramamak, direnmektir.

Katlanan dayanan şey kendi başına ondas kendini gerçekleştirdiği bir şeyle bağlantılıdır.

Bir başka şey için çıkış noktası olmak, kendi başına bir başka şeye doğru hareket demektir.

Güç özünde, bizzat kendinde kendini aşma beklentisi de bulunur.

Varolan bir güç her seferinde yapmaya ya da katlanmaya ilişkin güçtür, yani öyle ki, yapan varolan, katlanandan başka bir varolandır ya da ikisinin aynı olduğu yerde, bu başka bir açıdan.

“Her güç aynı şeyle ilgili olarak ve aynı şeyle uyumlu olarak güçsüzlüktür.” Aristoteles

Metafizik θ 2
Özünün Açıklığa Kavuşması Amacıyla Dynamis Kata Kinesis’in Bölümlemesi

Varolan ruha iye değilse, yine de varolan olarak kalabilir. Bu kesin ama o zaman o daha önce varolan olarak ne idiyse artık o olmadığı bir şey olarak varolan olur.

Ruh taşıyor olmak yoluyla bir varolan canlı bir Varlık olur. Ama ‘hayat’ bir varlık tarzıdır; dolayısıyla bir varlık tarzı eksik olursa, onun eksik olduğu varolan, varolan olarak adlandırılsa bile, bununla öyle bir belirleme verilmiş olur ki, bu belirleme bu hayattan bağımsız varolanı, varolan olarak, kendi varlığı içinde canlı varolandan/varlıktan zorunlulukla farklı olarak belirler.

Bu konuda şuna dikkat edelim; cansız olan şey ölüden başka bir şeydir. Bir taş hiçbir zaman bir ölü olmaz, sürekli yaşadığı için, aslında hiç yaşamadığı ve bu yüzden ölümü hiç tanımadığı için bu böyledir.

Logos’un kök anlamı üzerine bu derin dersin hemen başında konuşmuştuk; Legein, birlikte okumak, toplamak, birini bir başkasının üzerine yaymak, böylece birini ötekiyle ilişki içine sokmak; ve bununla bir ilişkinin kendisini ortaya koymak.

İlişki içinde bulunulan birarada tutan şeydir.

Logos, düzenleyici işleyiştir, aralarında bağlantı olanların derlenmesidir.
Bağlantılı olanların bağlantılarını ve bununla bunların kendilerini, tek tek nesneleri derleyen, geçerli kılan, hazır tutan, egemen kıldıran böyle bir toplam bizim “dil” adını verdiğimiz, işleyiştir, konuşmadır; ama bu seslendirmek olarak değil, bir şey söylemek, bir şey imlemek, bir şeyden, bir şey üzerine birisine, birisi için konuşmak anlamında anlaşılmalıdır.

Logos, söylemdir, (nutuk)

Logos, çok katlı iletme, bildirme iletinin tüm geniş anlamları içinde konuşmadır.

Logos, akıl demek değildir.

İnsan, logos taşıyan canlıdır.

Dil sadece ifade etme ve haber verme aracı olarak değil, gerçi öyledir de, tersine içinde dünyanın açıklığı ve iletisi kendini gösteren ve varolan dildir.

Dolayısıyla dil kökünde ve asıl olarak şiirdedir, ama yazarların uğraşı olarak düşünülen değil, tanrının çağrısı içinde dünyanın haykırışı olarak şiirde.

(konuşmaya, gevezelik olarak bakarsak logos’un bu mânâlarını sezmek dahi mümkün olmaz)

Bir şeyi anlamak logostur.

Bir şey yaratmak kendi başına, bir şeyi sınırları içine sokmaktır.

Aristoteles’te logos ‘kavram’, eidos da tür anlamına gelir.
Eidos, telos’tur. Son-landırılan son, sınır, tamamlanan, biten, okunan, seçilendir, telos özü gereği hep seçilmiş olandır: Logos

Eidos, logos’tur.

Eidos, yaratılacak şeyin ne olacağını söyler. Bu eidos öyle ya da şöyle, bu ve hitap edilen, kendi başına ötekini dışarıda bırakır, imdi yaratma sürecinin bütününde öncülüğü üstlenir; o yetkedir, kural koyucudur ve kurala uygun olan ne ise onu kendinden hareketle söyler, ama bu her zaman ötekini dışarıda bırakacak biçimde olur.

Logos; seçen, her hitap ettiği şey önünde sürekli dışarıda bırakan, ama karşıtı da kendi içinde barındıran şeydir.

Karşıt olan şey, onun yolumuza çıkmaması yoluyla kaçınmanın kendisinin içindeki ‘orada’dır, kendine özgü tarzda açıktır, kendi başına değil, ilinekseldir.

Telos seçilmiştir ve böyle nitelendirildiğinde o, yaratmadaki kılavuzluktur, kural koymadır; bunu da dışarıda bırakarak yapar.

Yaratma kendi başına bir kendi kendine konuşmak ve kendi kendini konuşturmaktır.

İleti, açıklık. Ama logos; ‘Logik’ olarak anlaşılırsa; Logos’un yargı, ifade, ifade öğesi, kavram anlamına geldiği, bilindik anlamıyla ‘mantıksal’ olarak anlaşılırsa hemen bütün anlayış yolu kapanır.
Grekler için öncelikle ve asıl olarak logos’ta ve logos olarak temsil edilen ve dünyanın apaçıklığı içinde yatan iç hareketlilik ve yasalılıktır.

Nerede güç ve kudret, orada sınırlılık!

…Tanrı kudretli olsa, o zaman o sonlu olur ve her durumda her şeyi yapabilen genel tanrı tasarımının düşündüğü şeyden başka bir şey olur ve böylece de her yerde varolan bir varlıktan daha aşağı bir şey olur.

Yaratmak şu demek; kullanıma hazır kılmak (sadece yapmak değil). Yaratılmışlıkta ilkin hazırlanmış olmak, ikincileyin de bununla birleştirilerek artık kullanıma hazır olmak bulunur.

İnsan varolan ile durumsayarak ilişki kurar.

Duyumsanabilir bir şey olarak duyumsanabilir olanın gerçekliği duyumsamanın etkinliği içinde yatmamaktadır.

Mümkün, imkânsız olmayan şeydir.

Mümkün olanın tanımı kesinlikle değildir söz konusu olan, tersine onunla aynı şey olmayan, yetili olanın tanımı ele alınmaktadır.

Genellikle felsefede, çoğunlukla da Klasik Çağ’a gönderide bulunarak nelik sorusu şöyle verilir; bu sorunun içinde, ‘ne olduğu’nun, bu gerçek mi değil mi bir yana bırakılarak, ne gibi bir şey olduğu söz konusudur; burada gerçekliğin bir anlamı yoktur.

Çeviren: Saffet Babür
Bilgesu Yayıncılık, 2010, Ankara