MARKSİST İKTİSAT
MARKSİST İKTİSAT
Marksizm, öncelikle
kapitalizmin tenkidinden ibarettir. Marksizmin kurucuları K. Marks (1818-1883)
ve F. Engels (1820-1895)’tir. Bunlar Alman olmakla birlikte, hayatlarının
önemli kısmını İngiltere’de geçirmişlerdir. Bu nedenle fikirleri öncelikte
Batı Avrupa kaynaklıdır.
Marksizmin üç kaynağı
vardır: Klasik iktisatçılar, özellikle Ricardo’ya dayanan kapitalist iktisat,
öncelikle Hegel ve Feuer-bach’tan esinlenen diyalektik felsefe ve önceki sosyalistlerdir.
Marksist iktisat,
öncelikle kapitalizmi açıklar. Klasikler gibi, değerin temelinde
emek olduğunu savunur.
Buna göre asıl olan emek geliri, yani ücrettir. Diğerleri yani toprağın
geliri, rant ve sermayenin geliri, faiz ve kâr artık değerdir (artık değer
had-di=S/V=artık değer/değişken sermaye). Yani emeğin ürettiği
gasbedilmektedir.
Emeğin sahibi olan
işçilere, bu değerin ancak bir kısmı, yani fizyolojik ihtiyaçlan-m
giderebilecekleri kadan verilir. Artık değer ise, toprak sahipleri ve patronlara
gider.
Ricardo, emek-değer
teorisini nîsbi fi-yatlan açıklamak için kullanırken, Marks değerin ölçüsü
olarak emek-zamanı alır. Buna göre her sermayedar, sermayenin organik
bileşimini (c/V, yani sabit sermaye/değişken sermaye) düşük tutmaya çalışır.
Ancak sermayedarlar kar saikiyle hareket ettiklerinden, verimi arttırmak için
emek (değişken sermaye) yerine makine (sabit sermaye) ikame etmek eğilimindedirler.
Böylece toplam artık-değer içindeki paylarını arttırmak isterler. Diğer yandan
kâr haddi (s/c+v) ile sermayenin artışı ters orantılı olduğuna göre, teknolojik
yeniliklerin uygulanması ile sermaye birikimi kâr oranında düşmeye yol açar.
Sermaye birikiminin bir diğer sonucu da, sermayenin giderek daha az kişinin
elinde toplanmasıdır. Çünkü sermayenin organik bileşiminde sabit sermayenin
artışı, “yedek işsizler ordusu” ortaya çıkarmakta, bu da ücretlerin
düşmesini hızlandırmaktadır. Bu da üretim artışını massedecek tüketim
artışını sağlayamayacağından, devri üretim fazlası bunalımları kaçınılmaz
olacaktır.
Marksizm, Hegel’in
diyalektiği ve Feu-erbach’ın materyalizmi tarafından iletilen Alman felsefe
geleneğine bağlıdır. Hegel, diyalektiğinde düşüncenin maddeyi belirlediğini ve
tez-antitez-sentez şeklindeki di-
yalektik süreci
fikirlerin belirlediğini ileri sürer. Marksizm maddenin düşünceyi belirlediğini
savunur ve diyalektik süreçte fikirler yerine sınıfları koyar.
Marks’a göre, bu
diyalektik mantık içerisinde kapitalizm, gelişmenin kaçınılmaz bir safhasıdır
ve burjuvazi, tarihin kaydettiği en devrimci sınıftır. Fakat taşıdığı
çelişkiler kapitalizmi çökertecektir. Bu çelişkilerin başında
burjuvazi-proleterya çelişkisi gelir. Artık değer nazariyesi ile kapitalizmi
yıkacak kuvvetlerin başında yer alan burjuvazi-proleterya tezadı ortaya
konulmaktadır; “Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayan”
işçi sınıfı, burjuva hakimiyeti yerine kendi hakimiyetlerini kuracaklardır.
Marksizm bir noktada,
XVH-XVIIL yüzyıl aydınlanma çağının XIX. yüzyıldaki devamıdır. Mesela bu çağ
düşünürlerinden Miller’e göre toplumun şekillenmesinde insanın yaptığı aletler
etkilidir. Bu tür görüşler, tarihi maddeciliğin ilk örnekleridir Yine
bunlardan Ferguson, gelişme ideolojisini ön plana çıkarır ve toplum tarihini
ilkelr lik, barbarlık ve medeniyet çağlarına ayırır. Bu dönüşümde esas amil
toplumsal sınıflaşmadır. Bu da mülkiyetin paylaşım tarzından doğar. Devletin
şekli de bu sınıflamaya göre belirlenir. Paylaşımdaki değişiklik, sınıflamada
bir değişikliğe, bu da devlet ve kükürde bir farklılaşmaya yol açar. İşte
Marksizm bu düşünce ve açıklama geleneğine bağlıdır.
Marksizmin üçüncü bir
kaynağı, kendinden önceki sosyalistlerdir. Bunlar arasında Fransız
sosyalistlerinin, özellikle Saint Si-mon’un önemli bir yeri vardır. Hatta Komünist
manifestosunun birçok paragrafı Saint S i mon’un fikirleridir. Marks’a göre
kendinden önceki sosyalistler, proleterya-burjuvvazi münasebetlerinin henüz
gelişmediği zamanlarda ortaya çıkmışlardır. Marks’a göre bu sosyalistler
meseleyi sınıf temeline oturtamamışlardır.
Marks kendisinden
önceki sosyalizmleri genellikle hayalci (ütopik) ve gerici olarak kabul eder.
Marks toplumu altyapı,
üstyapı analizi yoluyla tanıtmaya çalışır. Altyapıyı üretim güçleri, yani
teknoloji ile üretim ilişkileri yani, mülkiyet ilişkileri oluşturur. Üstyapı
ise din, sanat gibi manevi-kültürel değerler ile kurumlar ve hukuktan oluşur.
Üretim güçlerinde ortaya çıkan gelişmenin, yani teknolojinin ilerlemesi üretim
ilişkilerini, dolayısıyla mülkiyet ilişkilerini değişime zorlar. Bu değişim
sosyal bir ihtilali oluşturur. Bir başka deyişle üretim güçleri geliştikçe
üretim sosyallesin Yani kitlevi hale gelir. Fakat üretim ilişkileri özel
mülkiyete dayanmaya devam eder. Bu bir çelişkidir. İşte bu çelişki sosyal bir
ihtilalle ortadan kalkar ve mülkiyet de sosyalleşir. Altyapıda ortaya çıkan bu
değişiklik üst yapıyı da etkiler. Fakat bu tek taraflı bir etki değildir. Belki
bir etkileşim söz konusudur. Yani üst yapı da altyapıyı etkileyebilir. Bununla
birlikte son tahlilde etkileyen alt yapıdır. Tarihi olarak öngörülen bu
olaylar, yani üretim güçlerinin gelişmesiyle mülkiyet ilişkilerinin değişeceği
tahmini doğrulanmamıştır. Bunun en önemli sebepleri, batı proleterya-sının
sendikalaşması, anonim şirketlerle birlikte küçük mülkiyetin yaygmlaştınlma-sıdır.
Marks’ın bu görüşleri ileri sürdüğü 1850’lerde, yukardaki gelişmeler olmamıştı.
Böylece kapitalizm kendini yenilemiştir.
Batı toplumlarının
üretim tarzı safhaları şu şekildedir: ilkel komünizm, köleci top-lum-Asyagil
üretim tarzı-feodal toplum ve
kapitalizm. Bu Üretim
tarzları içersinde sosyal sınıflaşma çeşitli şekillerde ortaya çıkar. İlkel
komünizmde özel mülkiyet olmadığı için, sınıflaşma da yoktur. Köleci toplumda
köle-efendi; feodal toplumda serf-senyör, kapitalist toplumda burjuvazi-pro-leterya
çelişkileri hakim sınıf çelişikleridir.
Kaybedecek hiçbir şeyi
kalmayan prole-terya, burjuvaziyi tasfiye edip kendi diktatörlüğünü
kuracaktır. Bu geçici safhada üretim araçlarının mülkiyeti kollektifleşe-cek,
tüketim malları ise Özelleşecektir. Bundan sonraki komünist safhada üretim bol
1 aşacak, para ortadan kalkarak, harcanan emeğe eşit miktarda mal satın
alınabilecektir. Sınıflar ortadan kalkacağından, devletin hakim sınıfın
çıkarlarını koruyan siyasi vasfı kaybolacak, sadece idari işlerle yükümlü bir
kurum haline dönüşecektir. Bu mahalli idarelere dayalı bir federasyondur.
Komünler, üretimi ihtiyaca göre planlayıp ayarlayacaktır. Serbest rekabet
ortadan kalktığından, malların fiyatlarıyla kıymetleri eşitlenecektir.
Üretimde kâr saikinin yerini sosyal ihtiyaç alacaktır. Emek-değer nazariyesi
yeniden işleyecektir. Sonsuz bolluğun olacağı bu en son safhada, tüketim
mallarında özel mülkiyet ortadan kalkacak, herkese ihlyacına göre ilkesi
işleyecektir. Din ortadan kalkacak, kadın ev çerçevesinden kurtularak kocasına
eşit bir üretici durumuna geçecektir. İşbölümü kaybolacak, ferdi ve toplumsal
menfaatler arasındaki çelişkiler ortadan kalkacaktır. Görüldüğü gibi
kapitalizmde din toplumdaki yerini ideolojilere bırakıyor, Marksizmde ise bir
adım daha atılarak dinin ortadan kalkacağı varsayılıyor. Yine marksiznıin
komünist toplumu ile, liberalizmin tam rekabetin hüküm sürdüğü tabii nizamı
arasında büyük benzerlikler vardır. İkisinde de sınıflar mevcut değildir.
Fert-cemiyet çatışması yoktur. Devletin vazifeleri asgariye inmiştir. Ferdi
hürriyet esastır. Üretim sınırsızdır, dolayısıyla ihtiyaçlardan kaynaklanan çıkar
çatışması yoktur.
Görüldüğü gibi
kapitalizmi tenkit ederken gerçekçi olan marksizm, kendi teorisini
oluştururken, kendinden önceki sosyalistler için söylediği “ütopik”
sıfatına hak kazanmaktadır.
Ahmet TABAKOĞLU Bk:
Komünizm, Marksist Sosyoloji, Marksizm.