Din Sosyolojisi

Kuranı Kerimde Sosyal Bütünleşme TEORİDEN PRATİĞE

TEORİDEN PRATİĞE

Kur’ân-ı Kerîm’de sosyal bütünleşme konusundaki yukarıdaki tes­pitlerin, şimdi de uygulamadaki durumuna geçmek gerekirse, şüphe­siz bu konuda Hz. Peygamber döneminin bizim için ilk ve canlı örnek olduğunu belirtmemiz gerekir. O dönemden zamanımıza kadara Müslüman topluluklar içerisinden Kur’ân-ı Kerîm’in sosyal bütünleş­me ile ilgili prensiplerinin tatbikattaki durumunun bütün genişlik ve [1] [2] [3] [4] [5] [6] [7] [8] derinliği içerisinde ele alınışı ise bu çalışmanın sınırlarını kat kat aşan engin bir araştırma konusudur. Bununla birlikte burada konu ile ilgi­li bazı hususlara işaret edilebilir.

İslâmiyet ve sosyal bütünleşme konusu üzerinde önemle durmuş bulunan M. Watt, “İslam and the Integration ofSociety” (İslâm ve Top­lumun Bütünleşmesi) adlı eserinde, karmaşık bir hadise olduğunu ifa­de ettiği İslâmiyet’i ve orada ortaya çıkan belli başlı dinî, tarihi ve sos­yal hadiseler ve gelişmeleri ekonomik durum ve gelişmelerle münase­bete koşmak sûretiyle, Müslüman toplumların sosyal bütünleşmesinde ekonomik faktörün önemini vurgulayarak, sırf dinî faktörün bütünleş­tirici rolünü talî dereceden addetmek eğilimini göstermektedir.3 2 Bu­na karşılık T. Izutsu, Kur’ân-ı Kerîm’in, Cahiliye devrindeki kan akra­balığı bağı üzerine kurulu toplum anlayışı yerine, dinî inançlara daya­lı toplum anlayışını getirdiğini öne sürmektedir.[9] [10] Mamafih, bir kısım din sosyologlarının, orada tabiî bağlarla dinî bağların çakışması sebe­biyle “tabiî dini gruplar” adını verdikleri, kabile düzeninin hakim ol­duğu toplulukların da bir bakıma dinî topluluk şekilleri olmalarına karşılık, T. Izutsu’nun Kur’ân’a atfettiği ve din sosyologlarının “mün­hasıran dinî gruplar” adını verdikleri topluluk şekilleri içerisinde tabiî bağların kendi ölçülerinde önemlerini korumaya devam ettikleri gerek tarihî ve gerekse sosyolojik, çeşitli örnekleriyle bilinen bir husustur. Öte yandan, bir Türk sosyologu, “tabakalaşma yapısı bakımından ve­rilen statülerle şekillenen bir tabakalaşma piramidine sahip zümre ce­miyeti modelini temsil eden Orta Çağ Hıristiyan cemiyetlerinin sosyal bünyelerinin statik karakterinden doğan ve dinin bağlayıcı rolü saye­sinde bütünleşen bir sosyal entegrasyonu arzetmelerine karşılık, köle­likten kurtuluş için mümkün olan her türlü sosyal mobilite kapılarını ardına kadar açan İslâm âleminde Avrupa’nın karanlık çağına rastla­yan bir devirde, hiçbir sosyal tabakanın ezilmesine imkân vermeyen mükemmel iç kuvvetlere sahip bir bütünleşmenin mevcut bulunduğu­na” işaret etmektedir.[11] Gerçekten de, Kurtkan’a göre, meselâ, Os- manii İmparatorluğunun yükselme devrindeki bütünleşme, manâ etra­fında birleşmenin mükemmel bir örneğini temsil etmektedir. Ne Türk ne Müslüman olmayan grupları dahi bir dış halka halinde Türk-İslâm nüfusun kültürel değerlerine istekle yönelten bu entegrasyon durumu, İmparatorluğun bütün müesseselerinde yükselme devri boyunca hep aynı (içten pekiştirici) prensiplerin kökleşmiş olmasından kaynaklan­makta olup; bu prensipler: içten büyümeye imkân veren maddî şart­lar, orta sınıflaşmaya yol açan kültürel değerler; ve maddî-manevî he­defleri muvazene halinde tutan ve bir noktadan sonra maddeyi manâ hedefi için basamak haline getiren değer hükümleridir. Ancak yine Kurtkan’ın gayet yerinde olarak ifade ettiği üzere yükselme devrinde böylesine mükemmel bir bütünleşmeye imkân veren bu pekiştirici öz, gerçekte kaynağını İslâmiyet’in sosyal gelişmeyi sağlayıcı özünden al­makta olup, bu öz ruh, maalesef sonraki devrede kaybedilmiştir.[12] Öy­le ki, Ülkemizde, meselâ mezhep şuuru farklılıkları ile sosyo-ekono- mik tezadın, milliyet duygusunu ve dolayısıyla da milli birlik ve bütün­leşmeyi yıprattığı gerçeği, ancak Cumhuriyet döneminde idrâk edilmiş bir husustur.[13] Bu noktada, keza ülkemizde, ancak Cumhuriyetle bir­likte devletimizin değişmez bir esası halini alan “Lâikliğin”, din ve mezhep farklılıklarının millî birlik ve bütünleşmeyi bozucu, olumsuz etkilerine karşı en büyük emniyet supabı bir prensip olduğunu belirt­meliyiz. Bu bakımdan, konu ile ilgili değerli çalışma ve görüşlerin sa­hibi olan A. Kurtkan ile birlikte İslâm’ın, “Birlik prensibinin, sosyal bünyede mevcut parçalanma temayüllerini önleyebilmesi ve böylece İslâm3tn özünü muhafaza edebilmesi”[14] nin ancak lâiklikle mümkün olduğu kanaatimizi ısrarla belirtelim.

Aslında, yukarıda da işaret edildiği üzere, gerçi İslâm dini temel­de birlik akidesi üzerine oturmuş bulunmakla birlikte, dinin fiiliyatta toplumların sosyal bütünleşme süreçleri içerisindeki fonksiyonu da, yorum durumu ve şartlara göre müspet veya menfî olarak gelişebil­mekte veya değişebilmektedir. Bunların sayısız tarihi örneklerini sıra­lamak bu kitabın sınırlarını taşmak olacaktır. Öte yandan, bizzat top-

lumun sosyal bütünleşme durumunun da çeşitli durum ve şartlara gö­re farklılıklar arz ettiğine işaret etmek gerekir. Çünkü toplumun ya­pısı ve sosyo-kültürel seviyesi, sosyal bütünleşmeyi sağlayıcı faktörle­rin etkinlik derecesine tesir etmektedir; ve bu durum sosyal bütünleş­mede etkili olan manevî-dinî faktörlerin müessiriyetinin devamlılığı açısından da geçerli olmaktadır. İşte bu şekildedir ki, meselâ Orta Çağ cemiyetleri ile günümüzün modern toplumlarında sosyal bütünleşme durumu birbirinden farklıdır. Günümüzün modern toplumlarında, Orta Çağ’ın geleneksel toplumlarına oranla insanların statüleri ve rol­lerinde büyük değişmeler ortaya çıkmıştır. Gerçi zamanımızda eğitim ve öğretimin yaygınlaşması ve aynı şekilde kitle iletişim araçlarının son derecede gelişip yaygınlık kazanması, sosyo-kültürel farklılıkları azaltmada önemli roller oynamaktadırlar. Ancak, çağımızda ferdin davranışları ile toplumun arzuları arasındaki uyumsuzluklar; müesse­seler, gruplar ve tabakalar arası ahenksizlikler, siyasi ve ideolojik fark­lılıklar ve nihayet maddi kültür alanındaki hızlı gelişmelere karşılık, manevi kültür alanmdaki gelişme ve değişmelerin aynı tempoda sey- retmeyişi, günümüzün modern ve dinamik toplumlarını, önemli sos­yal bütünleşme sorunları ile karşı karşıya bırakmaktadır. Sosyal fark­lılaşmanın ileri derecede gerçekleşmesi, işbölümü ve uzmanlaşma, sosyo-kültürel hayat yelpazesinin çeşitli dilimlerini adetâ birbirinden ayırarak, kompartmanlaşmalara ve giderek ferdiyetçilik ve yalnızlığın yaygınlaşmasına imkân vermiştir; ve işte bu bakımdan Freyer’in be­lirttiği üzere,[15] dinin toplum hayatındaki birleştirici ve bütünleştirici rolünün önemi günümüzde daha da artmıştır. Öyle ki, bu rolü doldu­racak başka hiçbir profan mutlak değer de mevcut görünmemekte ve modern toplumların, ancak dinin manevî bütünleştirici etkisi sayesin­de çalkantı ve çözülme problemlerinin pek çok yönleriyle üstesinden gelebilecekleri anlaşılmaktadır. Durkheim’in[16] “desencadree” yani “çerçeve yapısı bozulmuş ve fertleri dayanaksız kalmış, yalnızlığa itil­miş” toplumlar olarak vasıflandırdığı modern toplumlardaki intihar olayları ile dine bağlılığın çeşit ve derecesi arasında tespit ettiği kore­lasyon da, dinin modern toplumlardaki bütünleştirici rolünün önemi­nin dikkate değer bir göstergesi değil midir?

Esasen din, -ve özellikle de İslâm dini- temelde, milli birlik ve bü­tünleşmenin vazgeçilmez aslî unsurudur. Böyle olduğu içindir ki, me­selâ İslâmiyet, modern dönemde Müslüman milletlerin hemen hepsi­nin teker teker milli bütünleşmelerini sağlamada ana rollerden birini oynayabilmiştir. Bu bakımdan, -gerçi yine temelde İslâmiyet ile rasiz- mi bağdaştırmaya kalkışmak asla mümkün görünmemekle birlikte, öte yandan, bu tezattan hareketle din ile milliyeti de birbirine zıtmış gibi göstermeye kalkışmak, dinin gerek özünü ve gerekse sosyal fonk­siyonları ile bunların dinamiğini bilmemekten ileri gelir. Şu halde, özellikle İslâmiyet’in yukarıda işaret edilen, manâ etrafında birleştiri­ci ve bütünleştirici dinamik ilkelerinin, iyi anlaşılıp olumlu şekilde yo­rumlandıkları sürece, hızlı sosyal değişmeler ve aynı zamanda önem­li toplumsal bütünleşme problemleri ile karşı karşıya bulunan toplu- mumuzun fertleri ve müesseselerinin ahenkli bir şekilde kaynaşması ve bu yolla büyük çoğunluğu Müslüman olan halkımızın milli birlik ve bütünleşmesinin daha sağlam bir biçimde sağlanması bakımından, sahip bulundukları önemi kanaatimizce hiçbir şekilde göz ardı etme­mek gerekir.

[1]   Al-i İmrân: 103.

[2]   Lokmanı 17.

[3]    Tevbeı 7; Hudı 112.

[4]   Bakara: 153.

[5]   Âl-i İmrân 32, 132, 159; En fal: 46.

[6]    Tevbe: 71; Âl-i İmrân: 92; Bakara: 267.

[7]   Necm: 39.

[8]   Âl-i İmrân: 31, 159.

[9]    Bk. W. M. Watt, İslam and the Integration of Society, Londra: Routlege and Kegan Paul, 1970.

[10]  T. Izutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan, Ankara, 1975, s. 72.

[11]  Bk.: A. Kurtkan, Genel sosyoloji, s. 302-304.

[12]  Bk.: A. Kurtkan, Din Sosyolojisi, İstanbul, 1985, s. 508.

[13]  A. Kurtkan, Din Sosyolojisi, s. 508.

[14]  A. Kurtkan, Türk Milletinin Manevi Değerleri, İstanbul, 1977, s. 45.

[15]  H. Freyer, Din Sosyolojisi, Ankara, 1964, s.

[16]  Bk.: E. Durkheim, Le Silicide. Etüde de Sociologie, Paris: Alcan, 1897.

İlgili Makaleler