Antropoloji

KÜLTÜREL SÜREÇLER

KÜLTÜREL SÜREÇLER

Kültürün yaşanmasına, süreklilik sağlamasına ve değişmesine aracılık eden birta­kım süreçlerden söz etmek mümkündür. Bu süreçler antropologlar tarafından sı­nıflandırılmış ve açıklanmıştır. Burada bu süreçleri göreceğiz.

Kültürleme (Enculturation)

Bir kültürün içine doğan bireyin annesinden başlayarak halkalar halinde genişle­yen kurumlar ve öğeler üzerinden içine doğduğu o kültürü öğrenmesi süreci, kül­türleme süreci olarak adlandırılır. Bu süreç doğumdan ölüme, beşikten mezara ka­dar devam eder. Başka sosyal bilimlerde ve bağlamlarda toplumsallaşma, sosyali­zasyon ya da en geniş anlamıyla eğitim olarak adlandırılan bu süreç bitimsizdir; çünkü insan hayatının her evresinde o evreye ilişkin kültürel öğeleri öğrenmesi, zamansal ve mekânsal değişmelere bağlı olarak bazı şeyleri yeniden öğrenmesi gerekir. Örneğin doğduğumuz andan itibaren cinsiyet rollerini öğreniriz; bu ba­kımdan erkeklik ve kadınlık biyolojik özellikleri dışında doğuştan taşıdığımız şey­ler değil, kültürel olarak inşa edilmiş durumlardır. Modern toplumda bu öğrenme süreci çok hızlanmış ve daha da süreklilik arz eder hale gelmiştir. Neredeyse her yıl yeniliklerle karşılaşıyoruz ve onların işlevlerini, kullanımlarını öğrenmek zorun­da kalıyoruz.

Kültürleşme (Acculturation)

Birbirinden farklı iki kültürün çeşitli şekillerde temas etmesiyle alışveriş içine gir­meleri, bu alışveriş sonucunda birbirinden alıp verdikleri öğelerin giderek birbiri­ne karışması ve kökenlerinin bilinemez hale gelmesiyle ortaya çıkan bir süreçtir. Bu sürece giren iki kültürün ikisi birden, birbirlerinden etkilenerek değişmektedir. Biz bu değişimler sonucunda, değişen öğelerin kökenini unuturuz ve böylelikle o öğe girdiği kültürün özelliği haline gelir. Kültürleşmeye maruz kalmamış kültür çok azdır. Coğrafî olarak yalıtılmış ya da dünyanın ücra bölgelerinde saklı kalmış kültürler dışındaki kültürlerin tamamı, başka kültürlerle temasa girmiş ve kültürleş­meye uğramıştır. Tarihte gördüğümüz en büyük kültürleşme hareketlerinden biri­si ÎÖ. 4. yüzyılın sonlarında başlayan Helenizm hareketidir. Büyük İskender’in do­
ğu seferleri ile başlayan bu süreçte Helen kültürü bir yandan Iran, Mezopotamya ve Hint kültürlerinden etkilenerek değişime uğrarken doğu kültürleri de belirli öl­çülerde Helen kültürünün etkisi altına girmiştir. Benzer biçimde Osmanlı kültürü Balkanlar’a girdiğinde oradaki Slav kültürleri üzerinde büyük bir etki yarattı; Slav dillerine pek çok Türkçe kelime geçti, kah­venin Osmanlılar üzerinden Bal- kanlar’a yayılmasıyla, Türki­ye’dekine benzer kahve alışkan­lıkları ortaya çıktı; öte yandan Balkan kültürleri de Osmanlı kültürünü etkiledi. (Fotoğraf 2.5). Pek çok Balkan yemeği Os­manlı mutfağına girdi; müzik, halk oyunları vs. gibi halk kül­türüne ait pek çok öğe, aynı zamanda Balkanlarda yaşayan Türkçe konuşan top­lulukların kültür özellikleri haline geldi.

Kültürel Yayılma (Diffusion)

Belirli bir kültür merkezinde ortaya çıkan maddî ve manevî bazı kültür öğeleri­nin çevreye, başka kültürlere yayılmasıyla yaşanan bir kültürel süreçtir. Bugün bizim benimsediğimiz giyinme tarzı, Batı toplumlarında gelişerek çevreye, diğer kültürlere, o arada bize ulaşan bir kültür öğesi olarak tipik bir kültürel yayılma örneğidir.

Kültürlenme (Culturation)

İnce Belli Bardaktan İçilen Çay

Farklı kültürel yapılardan gelen kişilerin başka bir kültürel alana gelmeleri duru­munda ya da geldikleri yerde yeni bir uyarlanma ihtiyacıyla karşılaştıklarında, ne içine girdikleri kültürde bulunan ne de ait oldukları kültürde var olan yeni bir öğe yaratmaları, yeni bir bireşime varmaları durumudur. Kentleri saran gecekondular bunun tipik örneğidir. Kentlerde gördüğümüz gecekondular, ne kırsal bölgelerde­ki mesken tipine ne de kentlerin bildik mesken tipine benzemektedir. Dolayısıyla köyden kente gelenler, bir kültürlenme biçiminde, buradaki yeni barınma ihtiyaç­larına yönelik yeni bir konut formu meydana getirmişlerdir. Arabesk müzik de bu tür bir örnektir. Bu müzik biçimi ne daha önceki geleneksel müzik alışkanlıkları­na ne de alışıldık kent müziğine uyan bir tarzda, modernleşme sürecinde yeni bir kentsel mü­zik türü olarak ortaya çıkmıştır. Başka türden kültürlenme ör­nekleri de vardır. Kültürel yayıl­ma yoluyla başka kültürlere gi­ren yeni öğeler, o kültürler tara­fından dönüştürülerek yeni bi­çimler almışlar ve geldikleri yer­deki biçimlerinden farklılaşmış­lardır. Örneğin çay kültürü, kül­türel yayılma yoluyla Güneydo­
ğu Asya’dan dünyaya dağılmıştır. Ancak başka ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de, sanki Türkiye kültürünün ayrılmaz bir parçasıymış görüntüsü kazanmış olan çay ince belli bardaklarda ve kahvaltıdan başlayarak günün her saatinde tüketilen bir içecek olarak, gerek sunulma gerekse tüketilme biçimiyle köken aldığı yerden oldukça farklılaşmış bir kültürel biçime dönüşmüştür. (Fotoğraf 2.6).

Kültür Şoku (Culture Shock)

Kendi kültür dünyasından çıkarak tanımadığı, dilini bilmediği, dilini bilse bile sim­gelerini çözemediği, değerlerinden ve kurallarından haberli olmadığı bir kültürün içine giren bireyin yaşadığı sıkıntı durumu, bunalım halidir. Daha önce değindiği­miz gibi kültür, insanın dışındaki doğal ve toplumsal dünyayla ilişki kurmasını sağ­layan bir aracı, bu dünyayı anlamlandırmasına ve yorumlamasına yarayan bir göz­lüktür. Bu aracının işe yaramadığı hallerde bireyin günlük hayatını sürdürmesi, hatta temel ihtiyaçlarını sağlaması olanaksız hale gelir. Böyle bir durumda birey ruhsal bir çöküntü içine girecek, bunalıma düşecektir. Tunç Okan’ın Otobüs film böyle bir durumu anlatır. Filmde bir aracı tarafından kandırılarak Avrupa’ya kaçak işçi olarak götürülen köylüler, İsveç’in başkenti Stockholm’un ortasında aracı oto­büs sürücüsü tarafından terk edilir. Uyandıklarında tanımadıkları bir dünyanın or­tasında çaresiz kalan köylüler şehre dağılırlar. Film bu kişilerin yaşadıkları çaresiz­liğini ve şaşkınlığını oldukça güzel bir biçimde bize aktarır.

Yabancı bir ülkeye turistik amaçlı bir seyahat yaptığınızda kültür şoku yaşar mısınız? Tartışınız.

Kültürel Gecikme (Cultural Lag)

William F. Ogburn tarafından önerilen bu kavramla, kültürel değişme etkisi altın­da kalan kurumların bu değişmeye gösterdikleri tepkinin hızındaki farklar anlatı­lır. Genellikle teknolojik yenilikler bu türden uyum zorlukları ve dengesizlikler ya­ratmaktadır. Belirli bir bağlamda ortaya çıkmış teknolojik gelişmeler, o gelişmele­rin toplumsal kullanımına ilişkin kuralları da yaratır. Bu kurallar, ortaya çıktıkları toplumda benimsenir ve yerleşikleşir. Ancak bu gelişmeleri yeni alan toplumlarda bu kuralların yerleşmesi zaman alır ya da bu kurallar o kültürün süzgecinden ge­çerken dönüşebilir.

Kültürel Özümseme (Assimilation)

Bir kültürün bir başka kültürü, çeşitli nedenlerle etki altına alması ve giderek ken­dine benzetmesi, bu sürecin sonucunda da kendi içinde eritmesi olarak tanımlana­bilir. Genellikle belli bir bölgede hâkim hale gelen bir kültür, gerek o kültürden ol­manın sağlayacağı iktisadî avantajların etkisiyle gerekse bu kültürün sunduğu im­genin bir yüksek ya da gelişkin bir kültür imgesi sunması nedeniyle, bölgedeki di­ğer kültürler üzerinde baskı yaratır. Bu baskı sonucunda, diğer kültürlerin men­supları adeta kendi kültürlerinden kaçmaya başlarlar ve kültür değiştirirler. Kültü­rel özümseme süreci böyle başlar. Devamında bu kültürel kaçış m yoğunlaşması, kaçılan kültürün bir ölü kültür haline gelmesine neden olur. Günümüzde bu süre­cin yaşanması için kültürlerin aynı coğrafyada olması gerekmez. 19. yüzyılda yo­ğunlaşan sömürgeciliğin etkisiyle ve bugünkü küresel kültür ortamında pek çok kültür böylesi bir erime tehdidi altındadır.

Kültürel Bütünleşme (Integration)

Çokkültürcülük: Bir ülkede kültürel çeşitliliğin iyi ve arzu edilir olduğu fikri ve bu çeşitliliğin kültürel ve siyasal temsile yansımasıdır.

Belirli bir coğrafyadaki egemen kültürün diğer kültürleri ya da yerel çeşitliliği bas­kı altına almasına karşın, özellikle günümüzde yaygınlaşan çokkültürcülük poli­tikalarıyla bu kültürlerle uzlaşma arayışına girmesi sonucunda, diğer kültürlerin kendilerini korumakla birlikte, büyük kültürle uyumlu hale gelmeyi ve onun şem­siyesi altında birer alt-kültür olarak tanımlanmayı benimsemeleri sürecidir. Bu sü­reçte egemen kültür, diğer kültürleri koruyucu ve gelişmelerini sağlayıcı birtakım siyasal, iktisadî ve toplumsal mekanizmaları hayata geçirir. Örneğin böyle bir sü­reçte, diğer diller korunmakla birlikte, egemen kültürün dili ortak dil olarak kabul edilir, onun dünya algılaması temel referans olur. Avrupa’da, özellikle Almanya’da göçmen işçilerin bulundukları toplumla uyumlarını sağlamak için uygulanan poli­tika böyle bir bütünleşme politikasıdır.

Zorla Kültürleme (Trans-Culturation)

Egemen kültürün, doğuracağı tepkileri dikkate almaksızın, diğer kültürleri zorla kendine benzetmeye ve bu yolla yok olmalarını sağlamaya itmesidir. Bu süreçte dönüştürülmek istenen kültüre ait tarihsel ve manevî izler de tahrip olur. Burada özümleme sürecinde gördüğümüz türden bir gönüllülük ya da kendiliğindenlik söz konusu değildir. Bu zorlama, askerî kurumlar, eğitim kurumları ve başka top­lumsal ajanlar aracılığıyla yürürlüğe konur ve uygulanır. Günümüz dünyasında bu tür bir kültür değiştirtme girişimi hoş karşılanmadığından ya da buna uluslararası toplum göz yummayacağından, daha çok özümseme ve bütünleşme süreçlerinin hâkim olduğu bir değişme gerçekleşmektedir.

Kültürel Değişme ve Gelenek

Yukarıda anlatılan bütün süreçler kültürün değişmesine yol açar. Kültür dinamik bir olgudur. Bizim gelenek diye adlandırdığımız pek çok şey, aslında kültürel de­ğişme sürecinin belli bir anında ortaya çıkmış daha eski bir referanstan başka bir- şey değildir. Bu referans kültüre ilk girdiğinde bir yenilikti. Sonradan benimsenip yaygınlaşarak gelenek halini alır ve değişmeye-dönüşmeye adaydır. Örneğin Ku­zey Afrika ve Yunan dünyasından alınan fes, Osmanlı toplumsal hayatına 19. yüz­yılın başlarında girmişti. O zaman fes gelenekçi çevrelerde büyük bir tepkiyle kar­şılanmış ve dine aykırı sayılmıştı. Devlet eliyle topluma sokulan bu yenilik zaman­la gelenekselleşti ve 1925’de Şapka Kanunu’yla fesin yerine şapka giyilmesi zorun­lu hale getirilince, bu kez gelenekçiler fese sahip çıkarak fesin atılmasının dine ay­kırı olduğunu savundular. O yüzden tarihçi Eric Hobsbawm, geleneğin icadı kav­ramını geliştirmiştir. Gelenekler, özellikle modern dünyada genellikle icat edilirler ve bir süre sonra sanki geçmişin derinliklerinden beri gelen bir kültür değeri gibi algılanır hale gelirler.

 

İlgili Makaleler