Sosyoloji

Ksenophon – Anabasis

Ksenophon
– Anabasis

Onbinlerin
Dönüşü

Ksenophon, İ.Ö. 430 yılında, Atina
yakınlarında doğdu. Sokrates’in öğrencileri arasına katıldı. İ.Ö. 404 yılında,
Peloponez Savaşı sona ermiş, Isparta’ya yenilen Atina, çok kötü şartlarla bir
barış imzalamak zorunda kalmıştı. Üç yıl sonra, İran kralı Artakserkses’in
kardeşi genç Kyros, Ispartalı kuvvetler ve paralı askerler yardımıyla, tahtı
zorla ele geçirmek amacını güderek harekete geçti. Ksenophon, Kyros’un
düzenlediği bu sefere katıldı (İ.Ö. 401 -400). Anabasis’ te, Yunanlı olmayan
başka kuvvetlerin yani «Barbarların» da katıldığı ve Batı Anadolu’daki
Sardes’den başlayarak Güney Mezapotamya’daki Kunaksa’ya kadar varan ve burada
Kral Artakserkses’e karşı verilen meydan savaşında Kyros’un ölümüyle ama
Yunanlıların zaferiyle sonuçlanan; daha sonra Yunan ordusunun yani Onbinlerin,
tek başına, Anadolu içinden geçip Kuzeydoğuya yürüyerek yeniden Karadeniz
kıyılarından anayurtlarına dönerken geçirdikleri akıl almaz serüvenler dile
getirilmiştir.

…başlangıçta, bir çeşit «savaş muhabiri»
görevini yerine getiren Ksenophon, Yunan ordusunun komutanları tuzağa düşürülüp
öldürülünce, birliklerin başına seçilen beş kişi arasında yer alır.

Birinci
Kitap

Dara ile Parysatis’in iki oğulları oldu;
bunların büyüğü Artakserkses, küçüğü Kyros’du.

Dara ölünce, Artakserkses tahta çıktı.

Tissaphernes, Kyros’a iftira eder

Artakserk ses ona inandı ve öldürtmek amacıyla
kardeşini tutuklattı;

(Annesinin
ricası üzerine Kyros serbest bırakıldı. İki kardeş arasındaki husumet bu
şekilde başladı. Kyros vakit kaybetmeden asker toplamaya başladı. Bunda
başarılı da oldu. Topladığı askerlerle birlikte Pers ülkesine doğru yola çıktı.
)

Kyros’la ordusu, askerler daha ileri gitmeyi
kabul etmedikleri için, Tarsus’ta yirmi gün kaldı; gerçekten de, askerler Kralla
savaşmağa götürüldüklerinden kuşkulanmağa başlamışlardı.

Askerler Fırat Nehrinin kıyılarına
ulaştıklarında Kyros onlara amacının kralla çarpışmak olduğunu açıkladı.

Kyros, Babil ülkesine varır varmaz her askere
beş gümüş mina vermeğe ve lonia’ya dönmelerini sağlayıncaya kadar tam ücret
ödemeğe söz verdi. Yunan askerlerinin çoğu, bu vaatlere inandı.

(Babil’e vardıklarında) Kralın savaşmak için
ordusuyla geleceğini tahmin ediyordu. Klearkhos’u sağ kanada, Thessalia’lı Menon’u
sol kanada komuta etmekle görevlendirdi; kendisi de birliklerini düzene soktu.

Gece yapılan denetimde Yunanlılardan on bin
dört yüz ağır piyade ve iki bin beş yüz hafif piyade, Kyros’un Barbarlarından
ise yüz bin kişi ve yirmi kadar tırpanla donatılmış savaş arabası sayıldı.
Düşmanların bir milyon iki yüz bin askeri ve tırpanla donatılmış iki yüz savaş
arabası olduğu söyleniyordu. Ayrıca Artagerses komutası altında Kralın önünde
dizilmiş altı bin süvarileri vardı. Kralın ordusunda her biri üç yüz bin kişiye
komuta eden dört başkomutan bulunuyordu: Abrokomas, Tissaphernes, Gobryos ve
Arbakes.

Kyros arabasından yere at­ladı, zırhını
sırtına geçirdi, atma bindi, kargılarını eli­ne aldı ve herkesin silahlanıp
safına geçmesini buyur­du. Bunun üzerine çarçabuk savaş düzenine geçildi.

Kyros’un Yunanlıları toplayıp düşmanın
çığlıklar atarak saldıracağını anlatırken söyledikleri doğru çıkmadı; çünkü
düşman haykırmıyor, tersine elden geldiğince ses çıkarmadan sakin ve ağır bir
görünüşle saf halinde ilerliyordu.

Yunanlılar ansızın zafer türkülerini
söylemeğe başlayıp düşmanın üstüne yürümek için harekete geçtiler.

Barbarlar geri dönüp kaçmağa başladılar.

…bu savaşta, sol kanatta bir askerin okla
yaralanması dışında hiç bir başka Yunanlı yaralanmadı.

Kyros, büyük bir sevince kapılmıştı

(Kralın askerleri) Yunanlıları çembere almak
ister gibi bir çevirme hareketine girişti.

Yunan birliklerine arkadan saldırıp bozguna
uğratmasından korkan Kyros, atını dosdoğru onun üstüne sürdü ve altı yüz
süvarisiyle Kralın önünde dizilmiş birliklere saldırarak altı bin süvarisini
dağıttı.

Krala saldırdı, göğsünden mızrakladı ve
zırhını delip onu yaraladı.

Ama Krala vurduğu sırada kendi de şiddetle
savrulan bir harbeyle gözünün altından yaralandı.

Kyros öldü ve en ileri gelen beylerinden
sekizi onun cesedi üstüne devrildi.

Kyros’un sonu böyle oldu. (s. 45)

Kral ile adamları, kovalamağa devam ederek
Kyros’un ordugâhına saldırdılar.

Kralla birlikleri, ordugâhta pek çok ganimet
buldular

Yunanlıların çoğu akşam yemeği yemediler;
öğle yemeği de yememişlerdi; çünkü Kral öğlen yemeği molasından önce
görünmüştü.

İkinci
Kitap

Öğle vakti yaklaştığında, Kralın ve
Tissaphernes’in gönderdiği Barbar elçiler göründü.

Kralın, savaşı kazandığı ve Kyros’u öldürdüğü
için Yunanlıları silâhlarını bırakıp kendilerine iyi davranılması amacıyla
kendisinden aman dilemelerini istediği söylediler.

…sonra Atinalı Theopompos söz aldı:
«Phalinos, şu anda gördüğün gibi silâhlarımızdan ve cesaretimizden başka
şeyimiz yok. Silâhlarımızı elimizde tutmakla, cesaretimizden de
yararlanabileceğimizi düşünüyoruz; silâhlarımızı teslim edersek, hayatlarımızı
da kaybedebiliriz. Bu yüzden elimizde kalan tek şeyi size teslim edeceğimizi
sanma: sizi yenip sizin silâhlarınızı elinizden almak için elimizde tutuyoruz
onları.»

«Kalırsak mütareke, ilerler ya da gerilersek
savaş.»

Bir gün önce Yunanlılara silâhlarını teslim
etmeleri için haber göndermişken gün doğar doğmaz bir uyuşmaya varmak için
elçiler yolladı.

…koşullar kabul edildi; Tissaphernes ile
Kralın kayınpederi yemin ettiler ve sağ ellerini Yunan komutan ve yüzbaşılarına
uzatıp el sıkıştılar.

Bundan sonra, yan yana konaklamış olan
Yunanlılarla Ariaios, Tissaphernes’i yirmi günden fazla beklediler.

O andan itibaren Ariaios ile arkadaşlarının
Yunanlıları daha az önemsedikleri anlaşıldı.

Klearkhos, Tissaphemes ile yüz yüze konuşup
bu güvensizliklere bir savaş çıkmasına yol açmadan son vermenin iyi olacağım
düşündü.

Tissaphernes, «Komutanların ve yüzbaşılarınla
ordugâhıma gelirsen, senin bana ve komuta ettiğim orduya karşı kötü tasarılar
beslediğini söyleyenleri herkesin önünde açıklarım,» dedi.

Tissaphernes’in çadırının kapısına
vardıklarında, komutanlar Boiotia’lı Proksenos, Thessalia’lı Menon, Arkadia’lı
Agias, Lakonia’lı Klearkhos ve Akhaia’lı Sokrates içeri alındı; yüzbaşılar
kapıda kaldılar. Birkaç saniye sonra verilen tek bir işaretle, içeri girenler
yakalanıp dışardakiler öldürüldü. Sonra Barbar süvarileri ovaya atılıp
rastladıkları tüm Yunanlıları (gerek özgür, gerek köle) öldürdüler.

Üçüncü
Kitap

…kendimizi savunma çarelerini ne hazırlayan
var ne de düşünen ve sanki dinlenmeğe vaktimiz varmış gibi uzanmış yatıyoruz.

(Ksenophon bir söylev çeker) Onu dikkatle
dinledikten sonra Boiotia lehçesiyle konuşan Apollonides diye biri dışında,
subayların tümü başlarına geçmesini istediler.

Klearkhos’un yerine Dardanos’lu Timasion,
Sokrates’in yerine Akhaia’lı Ksanthikles, Agias’ın yerine Arkadia’lı Kleanor,
Menon’un yerine Akhaia’lı Philesios ve Proksenos’un yerine Atinalı Ksenophon
komutan seçildiler.

Mithradates onlara Kralın isteğine karşın
kurtulmalarının imkânsız olduğunu kanıtlamağa çalıştı. Casusluk için
gönderildiği anlaşıldı.

Dağlara ilerleyip Kardukh’lar ülkesine
girmeleri gerektiğini düşünüyorlardı

Dördüncü
Kitap

Kardukh’lar köylerini boşaltıp karıları ve
çocuklarıyla tepelere kaçtılar. Alınacak pek çok yiyecek vardı; evlerde de bir
yığın tunç kap kacak bulunuyordu. Yunanlılar hiç birini almadılar, köylüleri de
kovalamadılar. (s. 113)

Düşman hep çarpışarak ve tüm dar geçitleri
önceden ele geçirerek yollarını kesmeğe uğraşıyordu.

Yunanlılar o gün de, Kentrites (Botan Çayı)
ırmağının aştığı ovaya hakim köylerde açık ordugâh kurdular; iki yüz ayak
genişliğinde olan bu ırmak, Armenia’yı Kardukh’lar ülkesinden ayırır.

Karlı dağlarda soğuk, açlık ve hastalıktan
dolayı kayıplar verirler. Nihayet bir Armenia şehrinde dinlenebilirler. İyice
dinlendikten sonra yola devam ederler.

Taokh’lar ülkesine vardılar. (s. 138)

Ordan Khalyb’ler ülkesinde yedi günde elli
fersenk aşıldı. Khalyb’ler aralarından geçtikleri halkların en savaşçılarıydı ve
Yunanlılarla göğüs göğüse savaştan kaçmıyorlardı. Karınlarının altına kadar
inen keten zırhlar ve etek yerine sık örülmüş ip eteklikler giyiyorlardı.
Ayrıca bacak zırhları, miğferleri ve bellerinde Lakonia hançeri uzunluğunda
kılıçları vardı.

Yunanlılar bu ülkeden çıkınca dört yüz ayak
eninde olan Harpasos (Çoruh Nehri) ırmağının kıyısına vardılar. Sonra
Skythen’ler ülkesine girip ovada dört konakta yirmi fersenk aşarak köylere
vardılar ve üç gün kalarak erzak sağladılar.

Oradan günde yirmi parasange aşıp Gymnias adlı
zengin ve kalabalık bir şehre ulaştılar. (s. 141)

Beşinci gün Thekhes adlı dağa vardılar. İlk
askerler doruğa varır varmaz büyük bir çığlık yükseldi (denizi gördüler). (s.
142)

Yunanlılar oradan Makron’lar ülkesinde üç
günde on fersenk aştılar. İlk gün, Makron’larla Skythen’ler arasında sınırı
çizen ırmağa vardılar.

Sorgun ağacından kalkanlarla ve mızraklarla
silahlanmış olan ve kıldan elbiseler giyen Makron’lar, ırmak geçidinin öbür
kıyısında savaş düzeninde beklemekteydiler.

(Makronlarla savaşmamak üzere bir anlaşma
yaptılar) Makron’lar Yunanlılara bir Barbar mızrağı Yunanlılar da onlara bir
Yunan mızrağı verdiler. «Ülkemizde kullanılan teminatlar bunlardır,» dediler.

(Makronlar) Kolkh’ların sınırına kadar üç gün
eşlik ettiler. O zaman Yunanlılar kendilerini Kolkh’ların savaş düzeninde
bekledikleri bir dağın karşısında buldular. (s. 144)

Doruğa ulaşan Yunanlılar bol erzak dolu
birçok köyde konakladılar. Bu köylerde onları şaşırtan bir tek şeyle
karşılaştılar: birçok kovan vardı ve bu kovanlardaki peteklerden bal yiyen
askerler kustular, ishal oldular ve içlerinden hiç biri ayakta duramıyordu; az
yiyenler körkütük sarhoş olmuş insanlara, çok yiyenlerse azgın çılgınlara,
hattâ can çekişen insanlara benziyorlardı. Bu durumda birçoğu bir bozgun
sonrasındaymış gibi yere serilmiş büyük bir umutsuzluk başlamıştı. Ertesi gün
kimsenin ölmediği görüldü ve sarhoşluk yaklaşık olarak bir gün önce başladığı
saatte geçti. Üçüncü ve dördüncü gün müshil almış gibi bitkin düşmüş halde
ayaklandılar. Oradan iki günde yedi fersenk aşıp deniz kıyısında Yunan şehri
Trapezos’a ulaştılar. Pontos Eukseinos kıyısındaki bu şehir Sinope’nin Kolkh
ülkesindeki kolonisidir. Orda otuz gün kadar Kolkh köylerinde kaldılar. Bu
köyleri üs gibi kullanarak Kolkh’lar ülkesini talan ettiler. Trapezos’lular,
onları şehirlerine kabul edip konukseverlik armağanı olarak öküzler, arpa unu
ve şarap verdi… (s. 146)

Beşinci
Kitap

Aynı gün içinde yiyecek aramağa gidip
ordugâha dönmek imkânsızlaştığından Ksenophon birkaç Trapezos’luyu kılavuz
alarak ordunun yarısıyla Dril’lerin (Driller, Espiye-Tirebolu bölgesinde
yaşamışlar) üstüne yürüdü öbür yansını da ordugâhta bıraktı. (s. 151)

Bu halk dağlık ulaşılması güç bir bölgede
oturuyordu ve Pontos’un en savaşçı halkıydı.

…yola çıkmak gerektiğine karar verildi.
Hastalar, kırk yaşını aşkın askerler’, çocuklar, kadınlar ve değersiz tüm
yükler gemilere yüklendi.

Öbürleri yola koyuldular: yol onarılmıştı. Üç
günlük yürüyüşten sonra Kolkh’lar ülkesinde, deniz kıyısında Sinope’nin
kolonisi olan Yunan şehri Kerasus’a varıldı. (s. 156)

Orada üç gün kaldılar. Silâh altındaki
askerin sayımı yapılıp denetlendi: sekiz bin altı yüz kişi çıktı. Ordudan geri
kalan buydu: öbürlerinin bir kısmı düşmanlar tarafından öldürülmüş, bir kısmı
kar yüzünden, birkaçı da hastalıktan ölmüştü. (s. 158)

Mossynoik’lerin sınırına varılınca (…) düşman
mı yoksa dost mu sayılmaları gerektiğini sormak için elçi gönderildi.
Yunanlıların geçmesine izin vermeyeceklerini söylediler.

(Mossynoikler birbirleriyle kavgalıydı. Yunan
askerleri, taraflardan biriyle ittifak kurdu)

Tümünün sarmaşık yaprakları biçiminde ve
beyaz öküz postuyla kaplı kalkanları vardı; sağ ellerinde aşağı yukarı dokuz
ayak uzunluğunda, bir ucunda bir mızrak demiri, öbür ucunda bir topuz olan bir
kargı tutuyorlardı. Dizlerini bulmayan ve kalın çuval bezi kadar sık dokunmuş
tünikler giymişlerdi. Başlarında Paphlagonia’lılarınki gibi deriden yapılmış
ortasında bir sorguç bulunan ve tıpkı bir üç kademeli tacı andıran miğferler
vardı. Ayrıca demir baltalar taşıyorlardı. İçlerinden biri başlayınca, öbürleri
de şarkı söylemeğe koyuldu ve şarkıya ayak uydurarak Yunanlıların sıralarını ve
çatılmış silâhlarını aşıp, hemen düşmanın alınması en kolay görünen kalesine
saldırdılar. Kale Mossynoik’ler ülkesinin en yüksek yerinde bulunan ve
«anaşehir» dedikleri şehrin önündeydi. Mossynoik’ler bu kale yüzünden
birbirleriyle savaşmaktaydılar; çünkü onu hangisi ele geçirirse tüm
Mossynoik’lerin efendisi sayılıyordu. (s. 160)

Yunanlılar kaleleri yağmalayıp evlerde
Mossynoik’lerin dediğine göre babadan oğula geçen ekmek dolu ambarlar ve ayrıca
yeni hasat edilmiş buğdayla, özellikle kızılca buğdayla birlikte saklanmış
saman sapı buldular. Ayrıca tuzlanarak küplere bastırılmış yunusbalığı eti,
çanaklarda yunusyağı vardı; Mossynoik’ler bu yağı Yunanlıların zentinyağı
kullanması gibi kullanırlar. Ambarlarda yassı ve dilimsiz pek çok ceviz vardı
(Ksenophon’un bir tür ceviz olduğunu zannettiği aslında kestanedir); başlıca
besinleriydi bu; kaynatıp ekmek gibi pişiriyorlardı. Şarap da bulundu; sertliği
yüzünden biraz kekreydi; su katılınca hafif hoş kokulu bir şarap oluyordu. (s.
162)

Mossynoik’ler, Yunanlıların yanlarından
getirdikleri fahişelerle herkesin gözü önünde birleşmeğe çalışıyorlardı;
âdetleri böyleydi. (s. 163)

Yunanlılar gerek dost gerek düşman
Mossynoik’lerin ülkesinde sekiz gün yürüdükten sonra, Khalyb’ler ülkesine
vardılar. Fazla kalabalık bir halk olmayan Khalyb’ler, Mossynoik’lerin
boyunduruğu altında yaşıyor, özellikle demir işçiliğiyle geçiniyorlardı. Oradan
Tibaren’lerin ülkesine vardılar. 
Tibaren’lerin ülkesi çok daha düzdü ve deniz kıyısındaki şehirleri daha
az tahkim edilmişti.

…iki günlük yürüyüşten sonra Tibaren’lerin
topraklarındaki Sinope kolonisi Kotyora’ya varıldı. (s. 164)

Altıncı
Kitap

Yunanlılar da ellerinde yeterince gemi
olduğuna karar vererek denize açılıp Papblagonia’yı sollarında bırakarak
elverişli rüzgâr altında bir gün bir gece yol aldılar. Ertesi gün, Sinope’ye
varıp Sinope’nin limanı Harmene’de demirlediler. Sinope, Paphlagonia’dadır ama
Miletos kolonisidir. Şehir halkı Yunanlılara konukseverlik armağanı olarak üç
bin kile arpa unu ve bin beş yüz ölçek şarap yolladılar. (s. 187-188)

…ordu üç kümeye bölünmüş oldu.

Ksenophon denize açılıp Thrakia ile Herakleia
topraklarının sınırı yakınma çıktı; sonra yoluna karadan devam etti.

(Üçe bölünen ordu Kalpe’de tekrar bir araya
geliyor. Daha sonra Bithynialılarla çarpıştılar, kayıplar verdiler)

Yedinci
Kitap

Ordu Boğazı geçer.

…Yunanlılar Pergamon’a döndüler.

Türkçeleştiren: Tanju Gökçöl

Hürriyet Yayınları

Eylül 1974

İlgili Makaleler