Sosyoloji Tarihi

KORELASYON NEDİR

 

Şimdiye kadar tek bir psikolojik kavramın nasıl ölçüleceğini gördük. Ama psikolo­ji tek tek kavramlardan ziyade kavramlar arasındaki ilişkilerle ilgilenir ve kavram­lar arasındaki düzenli ilişkileri saptamaya çalışır. Örneğin psikolojik bir çalışmanın bulguları şu şekli alabilir:

  1. Şiddet eğilimi gösteren insanların daha düşük zekâya sahip oldukları göz­lenmiştir.
  2. Özgüven eksikliği yaşayan insanların lüks tüketime daha çok yöneldiği sap­tanmıştır.

İlk örnekte şiddet eğilimi ve zekâ ölçülmüş, daha sonra bunlar arasındaki ilişki ortaya konmuştur. İkinci örnekte özgüven ve lüks tüketim yönelimi ölçülmüş, son­ra bu iki kavram ilişkilendirilmiştir. Tek başına özgüveni ölçmek ya da tek başına lüks tüketim yönelimini ölçmek bize fazla bir bilgi vermez. Daha ilginç olan bu kavramların birbiriyle nasıl bir ilişki içinde olduklarıdır.

Demek ki kavramları ölçmek istememiz çoğu zaman onları başka kavramlarla ilişkilendirmek içindir. Bu şekilde ilginç sorulara cevaplar bulabiliriz: Bir çocuğun evindeki kitap sayısı ile çocuğun zekâsı arasındaki ilişki nedir? Şiddet içerikli ya­yınlar izlemenin saldırganlıkla ilişkisi nedir? Peki bu soruları cevaplamak için kav­ramları birbiriyle nasıl ilişkilendireceğiz?

İki kavram arasında düzenli bir ilişki var mı görmek için kullanılan en temel is­tatistiksel yöntem korelasyondur. Eğer değişkenlerden birinin aldığı değerler artar­ken diğeri de düzenli olarak artıyor ya da azalıyorsa bu iki değişken arasında bir korelasyon vardır. Bu korelasyonun değeri sayısal olarak belirlenebilir. Korelasyon katsayısı -1 ile 1 arasında bir sayıdır ve iki değişken arasındaki doğrusal ilişkinin kuvvetini gösterir. Eğer iki değişken arasında hiçbir doğrusal ilişki yoksa korelas­yon katsayısı 0 değerini alır. Eğer değişkenlerden biri artarken diğeri de artıyorsa kat­sayı pozitif bir değer alır. Örneğin boy ve kilo arasında yaklaşık 0.7 büyüklüğünde bir korelasyon vardır. Aynı şekilde gelir düzeyi ile eğitim seviyesi arasında da pozi­tif bir korelasyon gözlenir. Değişkenlerden biri artarken diğeri azalıyorsa katsayı ne­gatiftir. Örneğin sigara tüketimi ile yaşam beklentisi arasında negatif bir korelasyon vardır. Sayının mutlak değeri arttıkça korelasyonun kuvveti artar (Şekil 2.1). Dolayı­sıyla aralarında -0.8 korelasyon gözlemlenen iki değişken arasındaki ilişki aralarında 0.5 korelasyon gözlemlenen iki değişken arasındaki ilişkiden daha kuvvetlidir.

 
 


İki değişkenin farklı dağılımları için elde edilen korelasyon katsayıları. Üçüncü sırada görüldüğü üzere, dağılımlar son derece düzenli olsa bile ilişki doğrusal olmadığı sürece korelasyon katsayısı 0 çıkabilir.


 


İki değişken arasındaki korelasyonun 0 olması her zaman aralarında bir ilişki olmadığı anlamına gelmez. İki değişken arasında kuvvetli ama doğrusal olmayan bir ilişki mevcut olabilir. Örneğin iki değişken arasında parabolik bir ilişki varsa

korelasyon katsayısı 0’a yakın çıkacaktır. Araştırmalar stres ve performans arasın­da böyle bir ilişki göstermiştir. Zor bir işi yerine getirmeye çalışırken eğer heyecan düzeyimiz çok düşük ya da çok yüksekse performansımız düşer. En yüksek per­formansa heyecan düzeyi bu iki uç arasındayken ulaşılır. Bir diğer deyişle zor iş­ler için heyecan ve performans arasındaki ilişki baş aşağı çevrilmiş bir U harfine benzer. Bu iki değişken arasında bir ilişki vardır ama ilişki doğrusal değildir (he­yecan arttıkça performans başarısı düzenli olarak düşmez ya da artmaz). Dolayı­sıyla kavramlar arasında bir ilişki olmasına rağmen bir korelasyon gözlemlenmez. Demek ki korelasyon kavramlar arasındaki doğrusal ilişkilere işaret eder.

Korelasyon Neden-Sonuç İlişkisi Göstermez

Korelasyonel bulgular hakkında ASLA unutmamamız gereken bir şey var: Korelasyon nedensellik göstermez. İki değişken arasında pozitif ya da negatif bir korelasyon olma­sı birinin diğerinin sebebi olduğu anlamına gelmez. Korelasyon bize sadece iki değiş­ken arasında bir ilişki bulunduğunu söyler. Ama bu illa ki bir değişken diğerine sebep oluyor demek değildir. A ve B iki değişkenimiz olsun. Bu iki değişken arasında bir ko­relasyon varsa A ve B değişkenleri arasındaki ilişki şunlardan biri olabilir:

  • A değişkeniB’nin sebebidir. A değişkeni ile B değişkeni arasında bir korelasyon gözleniyorsa kimi zaman bunun sebebi gerçekten de A’nın B’ye sebep olması­dır. Örneğin sigara içmek (A) ile akciğer kanserine yakalanma riski (B) arasın­da pozitif bir korelasyon vardır. Deneysel yöntemlerle yapılan çalışmalar sigara içmenin gerçekten de akciğer kanseri riskini arttırdığını göstermiştir. Yani bu durumda korelasyonun sebebi A’nın B’ye sebep olmasıdır. Hatırlamamız gere­ken bunun korelasyonun olası açıklamalarından sadece biri olduğudur. Şimdi diğer ihtimalleri gözden geçirelim.
  • B değişkeni A ’mn sebebidir. Diyelim ki korelasyonel araştırmalar sert ve otoriter ebeveynlere sahip çocukların daha asi davranışlarda bulunduğunu gösterdi. Bu durumda çocuklara sert davranmanın (A) çocukları asi davranışlara (B) yönelt­tiği düşünülebilir. Ama belki de nedensellik ters yöndedir. Asi davranışlarda bu­lunmaya meyilli çocukların ebeveynleri bu davranışların önüne geçmek için da­ha sert davranışlar benimsiyor olabilirler. Yani A değişkeni B davranışını doğu­ruyor varsaydığımız kimi durumlarda B davranışı A’ya sebep oluyor olabilir.
  • A ve B karşılıklı olarak birbirlerine sebep olmaktadırlar. Kimi zaman iki değiş­ken birbirini aynı anda etkileyebilir. Örneğin depresif duygular hissetmekle (A) arkadaşlarla geçirilen zaman (B) arasında negatif bir korelasyon olduğunu var­sayalım. Depresif duygular hissetmek kişilerin kendi kabuklarına çekilip arka­daşlarıyla daha az zaman geçirmelerine sebep olabilir. Aynı zamanda yalnız kal­mak ve arkadaşlarla vakit geçirmemek depresif duyguları arttırabilir. Yani bu durumda çift taraflı bir nedensellik ilişkisi olasıdır. A değişkeni B’ye, B değişke­ni A’ya sebep olmaktadır.
  • Hem A hem de B’ye sebep olan bir C değişkeni vardır. Kimi zaman A ile B ara­sında korelasyon gözlemlenmesine rağmen ne A değişkeni B’ye sebep olmak­tadır ne de tam tersi. Bu gibi durumlarda üçüncü bir C değişkeni hem A’ya hem de B’ye sebep verebilir. Örneğin bir insanın teninin yanıklığı ile vücudundaki sinek ısırığı sayısı arasında pozitif bir korelasyon gözlemlenmesi olasıdır. Yanık tenin sinek ısırığına sebep olması ya da sinek ısırığının yanık tene sebep verme­si çok makul açıklamalar değildir. Yanık tenle sinek ısırığı arasındaki bağlantı­nın sebebi havalar sıcakken sinek sayısının artması ve aynı zamanda insanların daha çok yanmalarıdır. Yani bu durumda üçüncü bir değişken (hava sıcaklığı) hem sinek sayısının artmasına hem de yanık tene sebep vermektedir.

Bu son örnekte olduğu gibi, kimi zaman korelasyondan nedensellik sonucu çı­karamayacağımızı görmek kolaydır çünkü akla daha yatkın başka açıklamalar var­dır. Ama kimi korelasyonlar bize makul gelen önermeleri destekler. İşte o zaman korelasyonun nedensellik anlamına gelmediğini hatırlamak daha zordur. Örneğin bir araştırma daha çok brokoli yiyen insanların daha az hasta olduğunu göstermiş olsun. Araştırma yenen brokoli miktarı ile hastalığa yakalanma ihtimali arasında negatif bir korelasyon göstermiştir. Brokoli yemenin hastalığa yakalanma riskini azaltması akla yakın bir çıkarım gibi durmaktadır. Dolayısıyla fazla düşünmeden bu çıkarımı kabullenebiliriz. Ama bu hatalı bir çıkarım olur. Brokoli yemenin has­talık riskini azaltması mümkündür ama illa böyle olması gerekmez. Sağlıklarına da­ha fazla özen gösteren insanlar hem daha çok brokoli yiyor, hem de hastalık ris­kini düşürecek diğer başka davranışlarda bulunuyor olabilirler. Brokoli yemenin dışında bu insanlar aynı zamanda bol hareket ediyor ve sağlıksız gıdalardan uzak durup bol bol meyve sebze yiyorlarsa bu insanların hasta olma riski daha düşük olacaktır. Bu durumda üçüncü bir değişken (sağlığa gösterilen özen) hem insanla­rı brokoli yemeye sevk etmekte hem de hastalığa yakalanma riskini azaltmaktadır. Bu örnekten anlaşılacağı üzere, korelasyonlar bize mantıklı gelen tezleri destekli­yorsa nedensellik göstermediklerini gözden kaçırmamız daha kolaydır.

 

Korelasyonun neden-sonuç ilişkisi göstermediğini gözden kaçırmak çok kolaydır. Gazete­lerde ve televizyonda maalesef sıklıkla korelasyonel çalışmaları neden-sonuç ilişkisi ola­rak yorumlayan haberlere rastlıyoruz. Sizler bu üniteyi okuduktan sonra bu tarz haberler­deki problemli çıkarımları anında yakalayabilmelisiniz.

Somonya Üniversitesi’nden araştırmacılar yeni boşanmış çiftlerle mülakat yaptılar. Bu mü­lakatlarda boşanmış çiftlerin %33’ü evlilikleri sırasında para nedeniyle ciddi kavgalar et­miş olduklarını belirttiler. Bir gazete haberi bu araştırmanın bulgularını “Para kavgası bo­şanmaya sebep” başlığıyla duyurdu. Haberde boşanma ihtimallerini düşürmek için evli çiftlere paralarını yönetmeyi öğrenmeleri önerildi. Araştırmanın bulgularından gerçekten de paranın boşanmaya sebep olduğu sonucuna varabilir miyiz? Bu gazete haberi niye problemlidir?

DENEYSEL YÖNTEM

Korelasyonel bulgulardan neden-sonuç ilişkisi çıkaramayacağımızı gördük. Ne­den-sonuç ilişkilerini bilmek bizim için önemlidir çünkü ancak nedenini bildiğimiz şeylerin sonuçlarını kontrol altına alabiliriz. Örneğin sebze ve meyve yemenin kansere karşı koruyucu etkisi olduğunu bilirsek daha çok meyve-sebze yemeye çalışabiliriz. Kendilerine kitap okunmasının okulöncesi çocukların kelime hâzine­sini geliştirdiğini bilirsek okulöncesi yaştaki çocuklarımıza kitap okur, o yaşlarda çocuğu olan tanıdıklarımıza çocuk kitabı hediye ederiz. Korelasyonel bulgulardan neden-sonuç ilişkisi çıkaramasak da elimizde neden-sonuç ilişkilerini tespit etmek için güçlü bir araç mevcuttur. Bu araç deneydir. Deney (experiment) psikolojinin en temel yöntemidir. Dolayısıyla deneyin mantığını kavramak psikolojik araştırma­nın mantığını kavramaktır. Peki nedir deneyin mantığı?

Deneyin mantığını önce gündelik bir örnekte görmeye çalışalım. Diyelim ki, mercimek çorbasına rendelenmiş havuç eklemek çorbanın lezzetini arttırır mı bil­mek istiyorsunuz. Sizce bu bilgiye ulaşmanın en iyi yolu nedir? Herhalde aklınıza ilk gelen yanıt çorbayı havuç rendesiyle pişirip tadına bakmak olacaktır. Peki ama böyle yaparsanız havuç rendeli çorbanın lezzetini neyle kıyaslayacaksınız? Daha önce pişirmiş olduğunuz mercimek çorbalarının hatırınızda kalan tadıyla cevabını verebilirsiniz. Ama ya hafızanız sizi yanıltırsa? Ya o an çok aç olduğunuz için yap­tığınız çorba size çok lezzetli gelirse? Hafızanız size yanıltmasa bile daha önce pi­şirdiğiniz çorbalar ile şimdi pişirdiğiniz havuç rendeli çorba arasında havuç rende­sinden başka farklar olması olasıdır. Örneğin şimdi pişirdiğiniz farklı bir tür merci­mek olabilir, bu sefer çorbaya kimyon eklemeyi unutmuş, mercimeğin suya oranı­nı arttırmış, ya da çorbayı kısık ateşte daha uzun süre kaynatmış olabilirsiniz. Eğer pişirdiğiniz çorba size daha lezzetli gelirse lezzetin sırrı havuç rendesi değil bu farklılıklardan herhangi biri olabilir.

Demek ki bir sürü değişken aynı anda değiştirdiğiniz zaman etkinin kaynağını belirleyemezsiniz. Peki o zaman daha kesin bir sonuca ulaşmak için ne yapmanız lazımdı? Çözüm aynı anda iki ayrı tencerede mercimek çorbası pişirip havuç ren­desi dışında her şeyi sabit tutmaktır. Ancak o zaman lezzet farkının havuç rende­sinden kaynaklandığı sonucuna varabiliriz. İşte deneyin mantığı budur: A değişke­ni (havuç rendesi) dışında her şeyi sabit tuttuğumuzda B değişkeninde (çorbanın lezzeti) bir fark gözlemliyorsak o farkın A’dan başka bir açıklaması olamaz. Dola­yısıyla güvenle A değişkeni B’nin sebebidir diyebiliriz.

Deneyin bu mantığı sabittir ve bilim ve mühendisliğin her alanında deney kulla­nılır. Örneğin bir botanik bilimci bir gübrenin etkisini tespit etmek için aynı tohum­lardan gelen bitkileri aynı toprağa aynı anda dikip onları aynı iklim koşulları içinde muhafaza eder. Sadece bir grup bitkiye gübre verip bir diğer gruba vermezse o güb­renin o bitkinin gelişimine etkisini saptayabilir. Deneysel yöntemde önemli olan mantıktır, deneyin nerde, kime, neye yapıldığı fark etmez. Bu mantık bizim günde­lik hayatta sonuçlar çıkarmak için kullandığımız mantığın daha rafine edilmiş bir ha­lidir. Şimdi bilimsel bir deneyin özelliklerini daha ayrıntılı biçimde görelim.

Deneyin Anatomisi

Her deney temel olarak aynı anatomiye sahiptir. Deneyde en az bir değişkenin bir başka değişken üzerindeki etkisi incelenir. Örneğin demin gördüğümüz örnekte havuç rendesinin çorbanın lezzetine etkisini inceledik. Deneyde etkisini inceledi­ğimiz değişkene bağımsız değişken denir. Örneğimizde havuç rendesi bağımsız değişkendi. Bağımsız değişkene bağlı olarak değişmesi beklenen değişkene ba­ğımlı değişken denir. Örneğimizde bağımlı değişken çorbanın lezzetiydi. Bağımsız değişkeni sebep bağımlı değişkeni sonuç olarak düşünebiliriz.

Şimdi bir başka örnek üzerinden deneyin diğer yapıtaşlarmı inceleyelim. Cevap aradığımız soru çalışırken müzik dinlemenin öğrenilen bilgi miktarına etkisi olsun. Bu örnekte bağımsız değişken müzik dinlemek, bağımlı değişken öğrenmedir. Di­yelim ki korelasyonel araştırmalar çalışırken müzik dinleyen insanların derslerinde daha başarılı olduğunu göstermiş olsun. Biliyoruz ki bu korelasyonel bulgulardan çalışırken müzik dinlemenin öğrenmeyi arttırdığı sonucunu çıkaramayız. Bu kore­lasyonun başka açıklamaları olabilir. Örneğin belki çalışırken müzik dinleyen in­sanlar daha uzun süre ders çalışıyordur. Belki de öğrenme yetisi daha yüksek in­sanlar çalışırken müzik dinlemeye daha eğilimlidir. Müzik dinlemek öğrenmeyi ya- vaşlatsa bile, eğer müzik dinleyerek daha uzun süre çalışılıyorsa ya da daha çabuk öğrenen insanlar aynı zamanda müziğe daha düşkün insanlarsa iki değişken ara­sında pozitif bir korelasyon gözlemlenebilir. Çalışırken müzik dinlemek ve öğren­me arasında gerçekten bir neden-sonuç ilişkisi var mı görmek istiyorsak bir deney yapmak zorundayız. Gelin bu deneyi birlikte tasarlayalım.

Yapmamız gereken müzik dinleyerek çalışan bir grup insanı müzik dinleme­den çalışan bir grup insanla kıyaslamaktır. Bu iki grup arasındaki tek fark çalışır­ken müzik dinlemek olmalıdır ki iki grubun öğrenme miktarında bir fark gözlem­lersek bunun dinlenen müzikten başka bir açıklaması olamasın. Şöyle bir yöntem izleyebiliriz: Denekleri laboratuara getirip onlara bir metin veririz. Deneklere bu metindeki bilgileri öğrenmeleri gerektiğini, yarım saat sonra metinde anlatılan ko­nudan bir sınava gireceklerini söyleriz. Deneklerin yarısı istedikleri bir müziği din­leyerek metin üzerinde çalışırken diğer yarısı sessiz bir ortamda çalışır. İki grup de­nek de 30 dakika boyunca verilen metin üzerinde çalıştıktan sonra her iki gruba da metinle ilgili sorular içeren bir test verilir. Bu testten alınan skor bağımlı değiş­kenimiz olan öğrenme kavramının işlemsel tanımını teşkil eder.

Etkisini incelediğimiz bağımsız değişkene maruz kalan gruba deneysel grup adı verilir. Tasarladığımız bu deneyde müzik dinleyen grup deneysel gruptur. De­neysel gruba uygulanan farklı muameleye deneysel manipülasyon denir. Örneği­mizdeki deneysel manipülasyon gruba müzik dinletmektir. Deneysel manipülas- yonumuzu uyguladığımız deneysel grupla kıyaslayacağımız gruba kontrol grubu denir. Kontrol grubu ile deneysel grup arasındaki tek fark deneysel manipülasyon olmalıdır. Yoksa iki grubun öğrenme miktarı arasında gözlemleyeceğimiz fark manipüle ettiğimiz bağımsız değişkenden (yani müzik dinlemekten) değil diğer farklılıklardan kaynaklanabilir. Örneğin iki gruba öğrenmeleri için farklı metinler verildiğini ya da metin üzerinde çalışmak için bir gruba diğerinden daha uzun sü­re tanındığını düşünelim. Bu durumlarda iki grup arasında bir öğrenme farkı bu­lursak bunun müzik dinlemekten başka açıklamaları olabilir, yani sonuçlardan müziğin öğrenmedeki rolüne dair bir çıkarım yapamayız. Dolayısıyla deney ve kontrol grubu deneysel manipülasyon dışında her konuda tamamen aynı muame­leyi görmelidir.

Bir diğer dikkat etmemiz gereken unsur da deney ve kontrol grubumuzdaki de­neklerin birbirine denk özelliklere sahip olmasıdır. Örneğin bir gruptaki denekler ortalamada diğerlerinden daha zeki ya da metindeki konu hakkında daha bilgiliy- se bu durum iki grubun öğrenme düzeyi arasında bir fark yaratabilir. O zaman iki grup arasında gözlemleyeceğimiz öğrenme farkının müzik dinlemekten kaynak­landığına emin olamayız. Peki iki grubun birbirine denk olmasını nasıl sağlarız? Bunun için psikologlar rastgele tahsis (random assignment) adı verilen yöntemi kullanırlar. Bu yöntemde denekler deneysel gruba veya kontrol grubuna rastgele tahsis edilir. Örneğin bir deneğin hangi gruba dahil olacağı yazı tura atarak belir­lenirse ortalamada bir grubun diğer gruptan farkı olması için bir sebep olmaz. Bu yöntemle gruplar arasında sistematik farklar olmasının önüne geçilmeye çalışılır.

Bu verdiğimiz örnekte tek bir deneysel grubumuz olsa da bir çalışmada de­neysel grup sayısı birden fazla olabilir. Örneğin spor yapmanın hafızaya etkileri­ni incelemek istediğimizi düşünelim. Tasarlayacağımız deneyde kontrol grubuna hiç spor yaptırmazken iki farklı deneysel grubun birinden günde yarım saat, di­ğerinden günde bir saat spor yapmalarını isteyebiliriz. Böylece bağımsız değişke­nin farklı değerlerinde (spor yapma süresi) bağımlı değişkenimizi (hafıza) ölçerek ilgilendiğimiz ilişki hakkında daha derinlemesine bilgi ediniriz. Kimi zaman da bir değil birden fazla bağımsız değişkenin bağımlı değişken üzerindeki etkileriyle il­gilenebiliriz.

Deneysel Çalışmalarda Geçerlilik

Deneysel çalışmalarda geçerlilik iç geçerlilik ve dış geçerlilik diye iki başlıkta ince­lenebilir. İç geçerlilik deneyden çıkarılan neden-sonuç ilişkisine ne kadar güvene­bileceğimizin bir ölçüsüdür. Dış geçerlilik ise deney sonuçlarını araştırma dışında­ki insan, grup ve ortamlara ne ölçüde genelleyebileceğimize dairdir. Şimdi bu iki tür geçerliliği inceleyelim.

İç Geçerlilik

İç geçerlilik bir deneyin sonuçlarını manipüle ettiğimiz bağımsız değişkene güven­le bağlayabilme derecemizdir. Bir başka deyişle, bir deneyin yüksek iç geçerliliğe sahip olması için bağımsız değişkenle bağımlı değişken arasında nedensel bir bağ olduğunu güvenle söyleyebilmemiz gerekir. Bunun için bağımsız değişkenin ba­ğımlı değişken üzerindeki etkisini açıklayabilecek bağımsız değişken dışında bir etken olmaması gerektiğini gördük. Ancak tüm diğer alternatif açıklamaları berta­raf edebilirsek kurduğumuz nedensellik ilişkisine güvenebiliriz.

Deneyde bağımsız değişkenle birlikte değişim gösteren değişkenler manipülasyonumuzu kirletir. Bu gibi değişkenlere kirletici değişken (confounding variable) adı verilir. Kirletici değişken örneklerini mercimek çorbası örneğimizde gördük. Eğer havuç rendesi miktarı değişirken aynı zamanda tenceredeki su veya baharat miktarı da değişirse bunlar birer kirletici değişkendir. Bu kirletici değişkenler lez­zet farkının havuç rendesinden kaynaklandığı çıkarımını yapmamıza engel olur. Daha genel olarak deneysel grup ve kontrol grubu arasında bağımsız değişkenden başka değeri farklılık gösteren bir değişken varsa bu kirletici bir değişkendir.

Bir ilacın iyileştirici etkisi var mı tespit etmek için tasarlanan bir deney düşüne­lim. Deneysel gruba hapımızı verip de kontrol grubuna hiçbir şey vermezsek iki grup arasında ilacın vücuttaki kimyasal etkisi dışında bir başka fark daha olur. İlaç verilen grup psikolojik olarak iyileşme beklentisi içine girecektir. Bu durumda bu psikolojik beklenti bir kirletici değişken olur. Bu kirletici değişkeni bertaraf etmek için bu tür araştırmalarda kontrol grubuna plasebo adı verilen sahte bir hap verilir.

Dış Geçerlilik

Deneyimiz yüksek iç geçerliliğe sahipse elde ettiğimiz neden-sonuç ilişkisinin doğruluğuna güvenebiliriz. Ancak bu deneyimizin sonuçlarını deney haricindeki insan ve durumlara genelleyebiliriz anlamına gelmez. Dış geçerlilik elde edilen so­nuçları başka kişi, yer ve zamanlara genelleyebilme derecemizdir. Deneklerimiz genelleme yapmak istediğimiz grubu ne kadar temsil ediyorsa yapacağımız genel­leme o kadar geçerli olacaktır. Örneğin deneyimize sadece üniversite öğrencileri katıldıysa sonuçlarımızın daha ileri yaşlardaki insanlara genellenip genellenemeye- ceği bir soru işaretidir. Bir kültürde elde edilen sonuçların bir diğer kültürde göz­lemlenip gözlenmeyeceği de dış geçerlilikle ilgili bir sorudur.

Peki bir deney için dış geçerlilik mi daha elzemdir iç geçerlilik mi? Eğer deney­sel bir çalışmanın iç geçerliliği yoksa bağımlı değişkendeki farkı yaratanın bağım­sız değişken olup olmadığı belli değildir. Dolayısıyla deneyin sonuçlarının genel­leştirilip genelleştirilemeyeceğini tartışmanın bir anlamı yoktur çünkü deneyin net bir sonucu yoktur. Demek ki deneysel bir çalışmayı ciddiye alabilmemiz için yük­sek iç geçerliliğe sahip olması önkoşuldur. Bu koşul sağlanıyorsa sonuçları başka insan ve ortamlara genelleyip genelleyemeyeceğimiz sorusunu sorarız.

Neden Korelasyonel Çalışmalar?

Gördüğümüz gibi, deney neden-sonuç ilişkileri kurabilmek için elimizdeki en iyi araç­tır. Bu sebepten dolayı psikologlar mümkün olduğunca deneysel yöntemi kullanmayı tercih ederler. Herhangi bir değişkenin manipüle edilmediği, değişkenlere müdahale edilmeden mevcut ilişkilerin gözlemlendiği çalışmalara korelasyonel çalışmalar denir. Bu çalışmalara korelasyonel çalışma denmesinin sebebi verdikleri sonuçların korelas­yonel yapıda olması, yani neden-sonuç bilgisi vermemesidir. Peki psikologlar neden her zaman deneysel yöntemi kullanmazlar da kimi zaman korelasyonel çalışmalar yaparlar?

 

Şimdi bu sebepleri görelim.

Kimi zaman ilgilendiğimiz kavramları deneysel olarak manipüle edebilmemiz im­kansızdır. Örneğin gelir dağılımındaki eşitsizliğin bir toplumun fertleri arasındaki iliş­kileri nasıl etkilediğini araştıran bir psikologun gelir dağılımını manipüle edebilmesi imkansızdır. Boşanmanın çocuklar üzerindeki etkilerini inceleyen bir psikolog evli ve çocuklu çiftleri rastgele ikiye ayırıp bir kısmının boşanmasını sağlayamaz. Araştırmalar mecburen kendiliğinden gelişen boşanmalarla sınırlı kalacaktır. Ayrıca deneysel mani- pülasyon mümkün olsa bile bunun gibi bazı durumlarda ahlaki olarak kabul edilemez. Örneğin elektrik şoku vermenin çocukların öğrenmesi üzerine etkisini ölçmek için ço­cuklara elektrik şoku vermek elbette ahlaki olarak kabul edilebilir bir yöntem değildir.

Kimi zaman da psikologlar neden-sonuç ilişkileri ile değil var olanı tasvir etmekle ilgilenirler. Örneğin kişilik yapısıyla politik yönelimler arasındaki ilişkileri ya da cinsi­yet ile mesleki yönelim arasındaki ilgiyi inceleyen bir psikolog korelasyonel çalışma­larla var olan ilişkileri betimler. Psikologların ilgilendikleri bazı sorular uzun zaman di­limleri içinde kendiliğinden gelişen süreçlerle ilgilidir. Bu gibi süreçleri incelemek için deneysel yöntem uygun olmayabilir. Örneğin, bir yakınımızın yasını tutma süreci ne gibi evreler izler, ya da çocukların dil gelişimi nasıl ilerler gibi sorulara deneysel olma­yan yöntemlerle cevap alınabilir. Bu gibi çalışmalarda genellikle tek bir sefer değil za­man içinde tekrarlanan ölçümler yapmak gerekir. Aynı kişilere zaman içinde tekrar tekrar ölçüm yapılan çalışmalara boylamasına çalışma denir. Boylamasına çalışmalar­da aynı kişiler belli bir zaman dilimi içinde tekrar ölçümlenirken enlemesine çalışma­larda aynı zaman dilimi içinde farklı gruplara ölçüm yapılır. Örneğin bir araştırmacı ev­liliklerin nasıl ve neden boşanma ile sonuçlandığı ile ilgileniyor olsun. Bu araştırmacı 300 yeni evli çift belirleyip her yıl bu çiftlere anket uygulayabilir. On beş yıl sonra is­tatistiksel olarak bu çiftlerden bir kısmı boşanmış olacaktır. Araştırmacı boşanmış çift­lerin ankete yanıtları ile boşanmamış çiftlerin yanıtlarını karşılaştırarak hangi duygu, dü­şünce ve davranış biçimlerinin bir evliliğin sürdürülmesiyle ilgili olduğunu görebilir.

Kısaca, deneysel yöntem neden-sonuç ilişkisi kurmamıza imkan sağlaması açısın­dan ideal olsa da neden-sonuç ilişkisi kuramayan (yani korelasyonel) çalışmaların da psikolojide önemli yeri vardır. Bunun nedeni deneysel çalışmaların her zaman müm-

 

kün veya arzu edilir olmamasıdır.