KONUŞMA DİLİ Dil Nedir? Dillerin Göreliliği Dilin Unsurları -Antropoloji
KONUŞMA DİLİ
Dil Nedir?
Dil, kültürlerin dünyayı nasıl kavradıklarına ilişkin en geniş çerçeveyi oluşturur. Hepimiz doğal ve toplumsal çevremizi dilimizin içinden kavrar ve anlamlandırırız. Çeşitli dillere baktığımızda, çevrenin ele alınışmdaki belirgin farklar açıkça ortaya çıkar. Dolayısıyla bütün diller, aslında birer kavramsal çerçeve ve zihniyet modelidir. Bu yüzden mutlak bir kavramsal çerçeveden, en doğru bir zihniyet modelinden söz edilemez. Bütün kavramsal çerçeveler, bütün zihniyet modelleri görelidir. Bu görelilik diller tarafından temsil edilir. Dil soyutlama yaratacak bir dizi kuraldır, insanların zihninde bilişsel süreçlerle işlediğinden somut değildir, görülemez. Bu yüzden dilin kodu konuşma davranışını ortaya çıkartır. Dil seslerle somutluk kazanır. Yani dili somutlaştıran, konuşma eylemidir.
Bütün insanlar doğuştan dil öğrenme ve konuşma yeteneğine sahiptir. Bir başka deyişle bütün insanlar, eğer konuşmalarına ve anlamalarına engel olacak bir sorunları yoksa, dilsel etkileşim için genetik olarak programlanmışlardır. İnsan yavrusu dilsel becerileri doğal olarak doğuştan edinme eğilimindedir. Başka pek çok şey ise, örneğin yemek yerken nasıl davranacağımız ya da tuvaletimizi nasıl yapacağımız, sonradan kültür içinde öğrenilir, bunlar doğuştan getirdiğimiz eğilimler değildir. Sadece hangi dili konuşacağımız kültür tarafından belirlenir. Doğduğumuz evde konuşulan dili, başka bir deyişle yetişkin hale gelene kadar en çok zaman geçirdiğimiz annemizin dilini ana dili olarak öğreniriz. Doğuştan dil yeteneğimizin olması biyolojik yapımızın evrimsel biçimlenişiyle doğrudan ilişkilidir. Hyoid kemiği, gırtlak yapısı, dilin biçimi, damak, dudaklar, dişler, ses telleri, akciğerlerin yapısı gibi pek çok organımızın yapısı ve işleyişi konuşmamıza izin verecek biyolojik bir düzeneği sağlar (Resim 10.1 İnsanda gırtlağın yapısı). Bu özellikler yalnızca insanlarda mevcuttur. İnsanın doğumdan önce anne karnında geçirdiği görece uzun zaman da zihinsel yeteneklerimizin gelişmesine yardım eder. İnsan yavrusu doğduğunda beyni taşıyan kafa vücudun üçte biri oranındadır. Yani insan yavrusu beyinsel gelişiminin büyük bir bölümünü anne karnında kazanır ve dil gibi karmaşık zihinsel yetenekleri bakımından hazır olarak doğar. Doğum sonrası gelişim, daha çok motor yeteneklerimizin gelişmesine yardım etmektedir.
Dillerin Göreliliği
Dillerin göreliliğini çeşitli bağlamlarda gözlemleyebiliriz. Tanıdığımız pek çok dil,
dünyayı kavrarken isim, fiil ve zaman kiplerine başvurur. Canlılara ve cansız nes- Kip: Fiil kök ve gövdelerinin
nelere isim veririz. Yaptığımız eylemleri fiillerle ifade ederiz ve bütün bunları bu- ^^ ^^^ girdikleri
1 ° 1 kalıplardır.
gün yaşadığımız ana göre belirlenmiş geçmiş ve gelecek zamanları temsil eden
kipler içinde anlamlandırırız. İsim ve fiiler bize doğayı ve toplumsal hayatı ikili bir düzende anlama fırsatı tanır. Zaman ise üçüncü boyutu algılamamıza yardım eder. Oysa doğada böyle bir bölünme yoktur. Ayrıca bizim nesnelere verdiğimiz isimler de keyfîdir. Doğada bir nesneye belirli bir isim verilmesini öngören bir düzen ya da zorlama yoktur. Bütün nesneler, kültürlerin dil sistemleri içinde birbirinden çok farklı isimlerle anılırlar. En doğru isim X kültürünün verdiği isimdir, diye bir belirleme yapılamaz. Üstelik bizler doğada olmayan şeyleri de isimlendiririz. Gece uyurken gördüğümüz olaylara düş, içinde yaşadığımız toplumsal olaylar örgüsüne toplum, konuştuğumuz şeye dil, inandığımız şeylerin bütününe din diyoruz. Bunların hiçbirisi somut, elle tutulabilir şeyler değildir, ancak dolaylı olarak ve akıl yürüterek onların varlığını varsayar ve kavrarız. O nedenle doğa dışında var ettiğimiz olgulara verilen isimlere kavram diyoruz. Onları elle tutamaz, gözle göremez, ama kavrayabiliriz. Ancak her kültür bu olguları farklı seslerle kavrar. Onların ancak bizim dilimizdeki karşılığıyla ilişkisini kurduğumuz zaman neden bahsettiğini anlayabiliriz. Nesnelerin isimleri de böyledir. Masaya masa deneceğine ilişkin bir doğa yasası olmadığına göre, yani masanın adını bize dayatan doğrudan bir mesaj bulunmadığına göre, masa denildiğinde zihnimizde canlanan masa imgesine gönderme yaparak bu ismin neye karşılık geldiğini kavrarız. Dolayısıyla kültürler içinde belli nesnelerin ve olguların hangi isimle anılacağına dair bir oydaşma (mutabakat) söz konusudur. O isim anıldığında herkes zihnindeki aynı imgeyi hatırladığında anlaşma mümkündür. Bu nedenle dili nesnelerle onların bilgisi arasındaki zihinsel ilişki olarak da tanımlayabiliriz. Çünkü dil, temel duyularımızı kullanmadan birşeyi kavramamızı sağlar. Diğer canlılar ise esas olarak duyularıyla kavradıkları bir dünyada yaşarlar. Bir ses tehlike olarak algılanabilir, soğuk ve sıcağı hissetmek onların bir tepki vermelerini gerektirir vs. Ancak insanın bir tehlikeyi kavraması için onu görmesi, sesini duyması ya da sıcaklığını veya soğukluğunu hissetmesi gerekmez. Bir aslanın geldiğini görmesek, onun sesini duymasak bile, bize birisi aslan geliyor dediğinde tehlikenin farkına varır ve oradan uzaklaşırız. Yani zihin ve akıl olmadan dil de olmaz. Üstelik bu yüksek bir zihinsel yetenek olduğundan, diğer canlılarda bulunmaz ve dil insana özgü bir biriciklik kazanır. Dünyada yüzlerce dil olduğundan, yüzlerce farklı dünyayı kavrama biçimi olduğunu da söyleyebiliriz. Dilimizdeki bir dil bir insan sözü de bu gerçekliğe atıfta bulunur.
Diller keyfîdir ve ortaya çıkıp ayrı birer varlık olarak gelişmeleri sürecinde dünyayı farklı kavrama ve algılama biçimleri inşa edilmiş olur. Bu durum, o dillerin geliştiği coğrafyayla, ekolojiyle, hangi başka kültürlerle ilişki içinde olduğuyla, yaşam ve geçim biçimiyle ve en önemlisi tarihiyle ilişkilidir. Bu karmaşık örüntü içinde çok farklı dil biçimleri ortaya çıkmıştır. Yukarıda andığımız gibi nesnelere verilen isimler ve soyut şeylere ilişkin kavramlar bütün dillerde farklıdır. Bazı dillerde, örneğin Pasifik kıyısı Kanadası’nda yaşayan Nootka Kızılderililerinin dilinde bütün sözcükler fiil sınıfına girer ve bütün isimler fiil gibi çekilir. Bunun gibi kimi dillerde zaman kavrayışı da farklı olabilir. Örneğin bizim dilimizde geçmiş zaman beş biçimde algılanır ve geçmişteki beş durumu bildirir. Oldu formunda gördüğümüz gibi basit bir hali ya da olmuş formunda gördüğümüz gibi bir hikâye etme halini,
olmuştu formunda gördüğümüz gibi geçmişte olup bitmiş bir durumu, oluyordu formunda gördüğümüz gibi geçmişte olmuş ama olurken süreklilik gösterip zamana yayılmış bir oluşu, olacaktı formunda gördüğümüz gibi de geçmişte olması beklenen ama olmayan bir hali ifade edebiliriz. Geçmiş zamandaki durumlara ilişkin bu anlatım çeşitliliğine karşılık, örneğin bir başka Kızılderili dili olan Hopi dilinde hiçbir zaman kipi yoktur. Bu dildeki zaman kavrayışı psikolojik bir zaman yaklaşımının yansımasıdır. Zira Hopi dünya görüşüne göre zaman kavrayışı gözlemciden gözlemciye değişen bir durumdur. Öte yandan bu dilde eş zamanlılık diye bir anlayış yoktur ve zaman büyüklüklerle ifade edilmez. Örneğin bir Hopi orada beş gün kaldım demez, oradan beşinci gün ayrıldım der (Whorf 1940). Bu tür farklılıklar bir dili daha gelişmiş, diğerini ise daha ilkel ya da basit kılmaz. Bütün diller, kendi gelişme süreçlerinde kendi ekolojik ve coğrafî ortamlarının, diğer kültürlerle ilişkilerinin bir sonucu olarak, yani bir uyarlanma ürünü olarak, ortaya çıkarlar. Dolayısıyla aslında bütün diller mükemmel uyarlanma örnekleridir.
Yabancı bir dil öğrenirken o dilin ait olduğu kültürü ve o kültüre özgü kavrama ve algılama biçimlerini de öğrenir miyiz? Tartışınız.
Dilin Unsurları
Konuşma dilinin yapısı iki ana unsurdan oluşur. Bunlardan birincisi sesler, ikincisi ise grameıriİT. Seslerin yan yana gelmesiyle sözcükler ortaya çıkar. Ancak seslerin yan yana gelmesiyle oluşan sözcükler çoğu zaman tek başlarına bir anlam ifade etmez, anlamlı bir bütünlük kurabilmek ve bir bilgiyi iletebilmek için sözcüklerin belirli bir biçimde dizilmesi ve eklerle desteklenmesi, bu dizilimlerin eş zamanlılığı ve ard zamanlılığı bildirmesi, sözcüklerin birbirleriyle sistemli ilişkiler içine girmesi gerekir. işte her dilde, sözcüklerin farklı biçimlerde örgütlenerek anlamlı bir bütün kurmasını sağlayan sistemlere gramer diyoruz. Dilin sesleri sesbilim (fonoloji) adı verilen bir disiplin tarafından incelenir. İnsanlar çok farklı sesleri çıkarma yeteneğine sahiptir. Ancak hiçbir dil bu seslerin tümünü kullanmaz. Kimi dillerde ötekilere göre daha çok ses kullanılırken, kimileri daha az sesle iş görür. İnsanlar doğdukları ortamın dilinin seslerini öğrenirler ve onları kusursuz biçimde kullanırlar. O nedenle sonradan öğrenilmiş dillerin sesleri o dilin yerli konuşanları gibi seslendirilemez. Böylelikle bir kişinin yerli mi yoksa yabancı mı olduğu bu sesleri kullanımına bakılarak hemen anlaşılabilir. Biz bir dildeki standart bir sesi, özgün veya tanınmış halinden farklı çıkarma eğilimine aksan diyoruz. Anlamlı en küçük ses birimine fonem adı verilir. Bir fonem tek bir sesten oluşabileceği gibi, birbiriyle ilintili birkaç sesten de oluşabilir.
Gramerin iki boyutu bulunmaktadır: Biçim ve düzen. Biçimleri inceleyen biçim bilim (morfoloji’) basit seslerin anlamlı birimler oluşturacak biçimde nasıl örgütlendiğine eğilir, düzen boyutuna bakan sözdizimi (sentaks) ise sözcüklerin cümle dediğimiz anlamlı bütünleri oluşturmak üzere nasıl biraraya getirildiğini inceler. Bütün dillerde, sözcüklerin aynı dili konuşanlar için anlamlı cümleler oluşturacak şekilde nasıl dizileceğine ilişkin standartlaştırılmış uzlaşmalar vardır. Bunlara sentaks kuralları denir. Sentaks kuralları genellikle bilinçli bir şekilde öğrenilmez. Ana dil kullanılırken, kurallarını bilinçli olarak sıralayamasak da genelde doğru sentakslar, yani anlamlı cümleler kurarız. Kimi dillerde sentaks başka dillere göre daha önemli ve katı iken, kimi dillerde cümlelerin anlamı sözcükler başka türlü dizilerek ya da bazı sesler vurgulanarak, daha esnek biçimde verilebilmektedir.