Tarih

Komünizm Nedir? Tanımı, Tarihi (İdeolojiler Tarihi)

tarih/orakeki Komünizm

Komünizm, kelime olarak sosyoloji, etnoloji ve antropolojinin tanımladığı ilkel (komün) toplumla yakın ilişki içindedir. Bu anlamda komün toplum, her türlü devlet, mülkiyet, aile, sınıf ve sınır gibi egemen bir sınıfsal gücün varlığına bünyesin­de yer vermeyen ve ancak insanlık tarihinin şafağında, ilk(el) döneminde rastlanan bir toplum biçimidir. Komünizm, üretim araçları ve onlar üzerindeki mülkiyetin evriminin son aşamasında bu ilk toplumdakine benzer mülkiyetsiz, sınıfsız ve devletsiz bir toplum biçimine geçişin ifadesidir. Ancak komün denildiğinde sadece ilkel toplum değil, bunun yanında Orta­çağ´da ve daha çok Batı Avrupa´da özerk yerel yönetimlere sahip kentler de akla gelir. Bu kentleri diğerlerinden ayıran ana özellik, kent halkının birbirini koruyup yardım temeline dayalı bir yapılanmaya sahip olan karakterleridir.

Bununla birlikte komünizm, literatürde siyasal, sosyal ve ekonomik anlamlarda çok daha geniş bir semantiğe sahiptir. Teknik anlamda, her ne kadar mülkiyet, üretim, tüketim ve öz-yönetime dayalı bir toplumsal yapı anlaşılmaktaysa da, özellikle Manrist literatürde komünizm, kapitalizmi izleyen kaçınılmaz bir toplumsal aşamayı ifade eder. Bu yöndeki toplumsal tasavvurlara eski çağlardan beri rastlanır. Bu anlamda, büyük Yunan filozofu Platon´un koruyucu kast temeline dayalı Cumhuriyet´i veya Devlet´i de bu tanıma girebilir. Nitekim Platon´dan başka bir çok dini tarikatlar ve insan tasavvurunun geliştirdiği ütopik toplum biçimleri ile komünizm arasında yakın ilişkiler kurulmuştur. Ancak şüphesiz komünizme bugünkü anlamını kazandıran Kari Marx ve Engels olmuştur.
//
Karl Marx´ın tasarladığı komünist toplumda bütün sınıfsal ve toplumsal çatışmaların temelini oluşturan üretim araçlarının mülkiyeti, bütün üretici güçler arasında ortaktır ve üretilen servet de ihtiyaca göre bölüştürülmektedir. Çünkü Marx´a göre temelde mülkiyet ilişkisi yeniden düzenlenmedikçe ne sınıfsal çatışmalar ortadan kalkabilir, ne de tarihsel gelişme kendi doğal seyrini izler. Marx”a göre, tarihin şafağında görülen ilkel toplumda üretim araçları üzerinde hiç kimsenin mülkiyeti sözkonusu değildi. Bu, doğal olarak devlet ve sınıf olgusunun da görülmemesinin nedeniydi. İlkel/Komünal toplum tarımın keşfinden sonra köleci topluma dönüştü ve bu toplum aşamasın­da ilk sınıflar teşekkül etti. Köleci toplumun iki sınıfı vardı: Köle sahibi efendiler ile köleler. Bu safha da zamanla aşıldı ve feodal topluma geçildi. Feodal toplumun en belirleyici vâsfı, temel üretim aracı olan toprak üzerindeki mülkiyet bîçimidir. Buna göre senyörler toprağın sahibi, seriler İse toprakta çalışan köylü sınıfıydı. Bu safhayı kapitalist toplum biçimi izledi. Kapitalizm de diğerleri gibi sınıf temeline dayalı bir toplumdur, hatta sınıfsal çelişkiler daha belirgin olarak kendini göstermektedir. Kapitalist toplumun iki ana sinir fi, bütün üretim araçlarına, makinalara sahip olan kapitalist (sermayedar) sınıf ile emeğinden başka hiçbir şeyi olmayan emekçi (proleterya) sınıftır.

Karl Marx, 19.yüzyıhn Avrupa toplumundaki sınıfların varlığını sadece göstermekle yetinmiyor, arkadaşı Engels ile bütün tarihin sınıf çalışmalarıyla dolu olduğunu ispatlamağa çalışıyordu. Bu açıdan bakıldığında Marx´ın sınıf analizleri sınıflarla ilgili diğer kuramlardan bariz farklılıklar göstermektedir. Marx, önemli olan bir şey daha yaptı: Bir yandan kapitalist toplumun çelişkilerini ve insani olmayan işleyiş mekanizmasını bütün çıplaklığıyla orta yere sererken, öte yandan işçi sınıfına devrimci bir rol yükledi. Çünkü ona gö­re, tarihsel gelişmenin gelindiği bu noktasında işçi (proleterya) sınıfı büyük ve kaçınılmaz bir devrimi gerçekleştirecek, böylelikle komünist topluma geçilecekti.

Kari Marx´a göre bu kaçınılmaz bir gidişti. Devrim hiçbir gücün veya üst-yapı kurumunun engelleyemeyeceği tarihsel bir zorunluluktu. Bunu kaçınılmaz kılan üretim araçları üzerinde temerküz eden Özel mülkiyetin karakteriydi. Çünkü bir yandan üretim araçlarını elinde tutan kapitalist sınıf, emekçi kitlenin bütün üretim hasılasına sahip çıkarken, öte yandan asıl üretici durumunda olan İşçi sınıfı sadece karın tokluğuna çalışmak zorundaydı. İşçi sınıfı bu anlamda zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olmayan köleler durumundaydı. Bu tarihsel ve maddi çelişki gerçek ifadesini “artık-değer” kavramında buluyordu. Bu da şuydu: İşçi kendi ücretini iki saat çalışmak suretiyle çıkarırken, günde 16 saatlik çalışma süresinde geri kalanını patrona veriyordu. Oysa, üretim araçlarının geçirdiği köklü değişim ve bunun gerekli kıldığı üretim ilişkisi kapitalist üretim biçimi tarafından gözden kaçırılıyor. Eğer işçi sınıfı, değişen üretim araçlarının karakterine uygun yeni bir üretim ilişkisinin düzenlenmesi taleblerini önplana çıkarırsa, bu, yeni bir devrim projesinin de pratiğe aktarılması imkanı olacaktı.

İşçi sınıfı tarihsel bir role sahipti. Çünkü bütün çelişkilerin temelinde smıf çatışmalarında ifadesini bulan üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet yatıyordu. Birer üstyapı kurumu olan devlet, hukuk, ah­lak, sanat ve düşünce biçimleri de, üretim araçları üzerindeki mülkiyet biçiminin değişmesiyle değişecek ve komünist topluma geçmekle başka bir biçime dönüşecekti. Komün toplumda özel mülkiyet olmadığından, sınıf da olmayacak, sınıf olmadığından devlete de gerek kalmayacaktı.

Karl Marx ve arkadaşı Engels uzun bir süre Batı Avrupa´da, özellikle sanayinin en çok gelişme gösterdiği İngiltere, Almanya veya Fransa´da komünist bir devrim beklentisi içine girdiler. Bazan devrime ay veya hafta hesabı biçiliyordu. Ancak zaman geçtikçe devrim umutları söndü. Sonunda 1917 yılı Ekim ayında Çarlık Rusya´da Lenin´in önderliğinde Bolşevik devrimi oldu. Bolşevik devrim gerçekten tarihsel şartların kaçınılmaz kıldığı bir sü­reçte mi gerçekleşti, yoksa birinci Dünya Savaşı´na girmiş ve yorgun düşmüş Rusya´nın konjönktürel şartlan sonucu mu oldu Bu, marxistler arasında uzun yıllar tartışıldı ve halen tartışılmaya devam edilmektedir. Ancak ne olursa olsun, o günün Rusya´sına bakıldığında devrimi gerçekleştirecek bir işçi sınıfının varlığına rastlamak mümkün değil. Çünkü bütün Rusya´da çalışanlar içinde sanayi işçisi durumunda olan işçilerin oranı yüzde üç civarındaydı. Sanayiin gelişmediği ve asıl gövdesi köylü olan bir toplumda Bolşevik devrimi olmuştu.

Bu tarihsel aşamada komünizm teriminin anlamlı bir değişim geçirdiğine tanık oluyoruz. Çünkü neredeyse literatürün geri sıralarına itilen terim, devrimden sonra V.Î.Lenin tarafından tekrar ele alındı ve ona yeni bir muhteva yüklenerek canlandırıldı. Lenin, bir bakıma Mant´ın Hegel diyalektiğine yaptığını, Marx´ın devrim kuramına uyguladı ve adeta kuramı tersine çevirdi. Lenin´e göre, devrimi kaçınılmaz kılan, toplumsal değişimin devrimle hızlandırılmasıdır. Oysa Kari Marx´ta toplumsal değişim devrimi kaçınılmaz kılıyordu. Lenin, devrimi yöneticilerin artık yönetemediği, yönetilenlerin de artık yönetilemediği tarihsel bir safha­da bu kritik durumu farkeden devrimcinin devrimci dalgayı perçeminden tutup yönlendirmesi şeklinde tanımladı. Bu durumda eğer sanayinin gelişmediği bir top­lumda devrim yapma imkanları varsa, devrimciler devrimi yapmalı ve arkasından toplumsal değişimi hızlandırmalıdır. Bu süreçte en büyük rol, işçi sınıfına değil, devrimci örgüt ve Parti´ye yüklenecekti. Bu kuram, kaçınılmaz olarak Komünist Partileri belirleyici bir konuma çıkaracaktı. Nitekim 1917 Bolşevik devrimini izleyen yıllarda Komünist Parti´nin anahtar bir rol oynadığını görüyoruz.

Lenin, bu önemli kuramıyla sanayinin ve dolayısıyla kapitalizmin henüz önemli bir gelişme göstermediği ülke ve toplumlarda da Marxizm´in uygulanabileceği tezini pekiştirdi. Kapitalist olmayan toplumlarda devrim, işçi sınıfının Önderliğinde değil, Komünist Partiler´in örgütlü ve disiplinli önderliğinde gerçekleşecekti. Bu, aynı zamanda bu toplumlarda önemli bir sosyal olgu durumunda olan etnik temel ve köylü yapısının da devrimci bir kimliğe dönüştürülerek ön plana çıkması demekti.

Sovyet devriminin kuramcısı Lenin, Marxizm´in devlet kuramına da yeni tanımlar getirdi. Bilindiği gibi Karl Marx´ın analizlerine göre, devlet hakim sınıfların soygun aracıdır ve onu var kılan burjuvazidir. İşçi sınıfı devrimle birlikte üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete son vereceğinden devlet de kendiliğinden ortadan kalkacak, böylece devletsiz, mülkiyetsiz ve sınıfsız bir toplum biçimine geçilecekti. Ancak Lenin, toplumsal ve maddi anlamda işçi sınıfının kendisi bir devrim yapacak güçlü bir yapıda olmadığına göre, işçi sınıfı oluşuncaya ve yönetimi devralıncaya kadar önderliğin Komünist Parti´nin elinde olması gerektiği formülünü getirdi. Parti, önderliği işçi sınıfı adına “vekaleten” elinde tutacaktı. Komünist Parti´nin meslekten ve profesyonel devrimci kadroların elinde yönetmesi ile devrimi gerçekleştirme faaliyetlerini sürdürmesi Mİhail Gorbaçov´un Sovyetler Birliği´nde iktidarı eline geçirdiği 80´li yılların ortalarma kadar sürdü.

Gerçi kuramcılar ve Karl Marx´ın öğretisine sadık kalanlar tarafından bu geçici vekalet fikri her zaman gözönünde tutuldu, ama Lenin´in ölümünden sonra iktidarı ele geçiren Stalin tarafından kuramdaki bu boşluk da dolduruldu ve artık genelde komünizm, komünist partiler tarafından yönetilen toplum biçimi şeklinde anlaşılmaya başlandı. Stalin´in kuramda yaptığı değişiklik önemlidir, çünkü ona göre Komünist Partiler´in yönetimi ve önderliği tartışılamaz. Eğer toplum proleter bir aşamaya ulaştırılacaksa, bütün imkanlarıyla seferber edilerek sanayileşme gerçekleştirilmelidir. Bu da ancak Komünist Parti´nin etkin faaliyetiyle mümkün olacaktı. Planlı bir ekonomi merkezi ve otoriter bir yönetimi kaçınılmaz kılar. Bu anlamda komünizm ile Stalinizm aynı anlama gelir. Stalinizm´de Komünist Partisi yalnızca yönetmekle yetinmez, aynı zamanda aydınlanmış kadrosunun önderliğinde toplum, halk ve işçi sınıfı adına konuşur. Konuşma hakkı zaten işçi sınıfı adına İktidarı elinde bulunduran Komünist Partisi´ne aittir. Bu kuram, tüm organizasyon, toplumsal fonksiyonlar, birlikler, iletişim ve denetim mekanizmalarının da Parti´ye devredilmesi olgusunu beraberinde getirir. Bundan dolayı Komünizm otoriter, baskıcı ve bireysel, toplumsal bütün hak ve özgürlüklere, her türlü siyasal katılıma kapalı bir yönetim biçimine dönüşmüş­tür.

Bu anlamda ele alındığında, komünizm Marx ve Engels´in genel çerçevesini çizdiği kuramla, hatta Lenin´in “Devlet ve Devrim” kitabında yaptığı tanımla çok az ilişkisi kalmış bir sistem olarak ortaya çıkar. Brejnev ve Kruşçev dönemi boyunca da benzer Stalinci uygulamaların sürdüğü söylenebilir. Ancak komünist dünyada bu kuram büyük tartışmalara yol açtı ve Yugoslavya´da Tito ve Çin Halk Cumhuriyeti´nde Mao buna itirazda bulundular. Bütün bu muhalefet ve kopmalara rağmen dünya genelinde Sovyetler Birliği Komünist Partisi´nin önderliği genel bir kabul gördü.

Mihail Gorbaçov´un iktidara gelişi herşeyin yeni baştan ele alınması anlamında köklü bir değişimin simgesidir de. Gorbaçov, başlangıçta iki temel kavramı öne sürerek, sistemin baskıcı karakterine, çürümüşlük ve yetersizliğine dikkat çekti. Glasnost, yani açıklık politikası ve Perestroika, yani yeniden yapılanma. Şu anda başta Sovyetler Birliği´nde olmak üzere bütün Doğu Avrupa ülkelerinde ve hatta Çin Halk Cumhuriyeti´nde bu temel politika değişikliğinin hayata geçmesi için büyük çabalar harcanmakta, geniş kapsamlı tedbirler alınmaktadır. Nitekim bir kaç yıl içinde Polonya, Macaristan, Çekoslovakya ve Doğu Almanya´da şaşırtıcı değişiklikler vuku buldu. En son Bulgaristan´da uzun yıllar iktidarı elinde bulunduran Todor Jivkov iktidardan alındı. Macaristan´da komünist olmayanlar iktidara geldi, Polonya´da Komünist Partisi´ne karşı mücadele veren Dayanışma Sendikası yetkilileri hükümeti kurmakla görevlendirildi. Temel istekler, liberalleşme, özel mülkiyete doğru değişim, daha çok bireysel özgürlük, konuşma ve siyasal katılımda bulunma hakkı yönünde kendini göstermektedir.

Başta Sovyetler Birliği olmak ardından tüm sosyalist demirperde ülkelerinde başlayan bu çözülmenin yakın gelecekte dünyanın kültürel, politik, askeri ve uluslararası sisteminde büyük değişikliklere yol açacaktır. Bütün bunlardan sonra, temel varsayımları, toplumsal projesi ve idealleri yönünden Marxizm ve Komünizmden nelerin geride kalacağı hala hazırda tartışma konusudur.

Ali BULAÇ – SBA

KOMÜNİZM
Özel mülkiyetin kaldırılmasına ve servetin ihtiyaçlara göre paylaştırılmasına dayalı toplumsal düzen ya da siyasal sistem. Önceleri ütopik bir kavram iken Marx ve Engels’in birlikte oluşturdukları bu dünya görüşü için tarafından yeniden yorumlanarak siyasal bir program haline getirildi. Bu nedenle Marksizm ya da Marksizm Leninizm de denilen Komünizm giderek Marksist-Leninist ilkelerden hareketle komünist bir toplum oluşturmayı amaçlayan tüm siyasal hareketleri de belirtmektedir.

Batı düşüncesinde komünist düşüncenin kökleri çok eskilere uzanır. Üretim araçlarının toplumun mülkiyetinde olduğu, sınıfların ve devletin tümüyle ortadan kalktığı bir toplum ütopyası eski zamanlardan beri insanları etkilemiştir. Eski çağlarda bazı dini grupların oluşturdukları komünist topluluklar olduğu bilinmektedir. Thomas More ve Johan Andreae gibi ütopyacı yazarlarda da komünist bir toplum tasarısının izleri görülür. 19. yüzyılda ABD’de oluşturulan, İndiana’daki New Harmoni (Yeni Uyum- 1825) ve Massachusetts’teki Brook Çiftliği (1841-47) gibi kimi sınıfsız topluluklar ütopyacı amaçlar taşıyordu.

Komünizm, Karl Marx ve Frederich Engels’in 1847-48 yıllarında birlikte yazdıkları Komünist Manifesto ile yeni bir anlam kazandı. Maddecilik üzerine kurulu bir dünya görüşünü ve siyasal programın ilkelerini içeren yeni anlamıyla komünizmin temelini diyalektik ve tarihsel maddecilik anlayışı oluşturur. Diyalektik maddeciliğe göre evrenin özünü madde oluşturur. Evren öncesiz (ezeli) ve sonrasızdır (ebedi). Maddi dünyamız dışında başka bir dünya yoktur, olması da mümkün değildir. Evren dışında bir yaratıcı güç, Allah da yoktur. Evren ve insan Allah tarafından yaratılmamış, tersine Allah insanın bir yanılsamasının ürünü olarak varsaydığı bir varlıktır.

Maddi dünyaya egemen olan birtakım değişmez kanunlar vardır. Bunlar bağlılık, hareket, evrim ve çelişkidir. Evren özü bakımından bir birlik içinde bulunduğundan içerdiği tüm nesne ve olaylar da birbirine bağlıdır, yalnız başlarına açıklanmaları mümkün değildir. Bu bağlılık kanunu gereği olaylar karşılıklı bir etkileşim içindedirler. Evrendeki olaylar sürekli bir hareket ve evrim içindedirler. Bu hareket ve evrim, nesne ve olayların özünde varolan çelişkiden kaynaklanır. Çelişkiler sürekli bir çatışma doğurur bu da nesnelerin ve olayların hareketine ve evrimine neden olur. Başka bir deyişle tabiat ve tarihteki belirleyici süreçler kendi içlerindeki karşıtlık ilişkileri yoluyla oluşur. Bütün olaylar ancak bu maddi temelli ilişkilerle açıklanabilir.

Diyalektik maddeciliğin tarih alanına uygulanması demek olan tarihsel maddeciliğe göre insanın bilincini toplumsal varlık biçimi belirler. İnsanlar yaşamak için önce yiyecek, giyecek, konut ve benzerlerini üretmek, çoğaltmak zorundadırlar. Bu etkinliklerini belirli üretim araçları, teknik bilgiler, malzeme ve doğal kaynaklarla yürütürler. Bunlar toplumun emrindeki üretici güçleri oluştururlar. Üretim etkinliği toplumsal bir süreçtir ve belirli üretim ilişkileri içinde gerçekleştirilir. Üretici güçlerle üretim ilişkileri toplumun ekonomik temelini oluşturur. Bu ekonomik temel de siyasal, hukuksal ve ideolojik üstyapılar dizisini belirler.

Belli bir gelişme evresinde toplumun maddi üretici güçleri şimdiye kadar içinde işledikleri üretim ilişkileriyle çatışma içine girerler. Bu ilişkiler, üretici güçlerin gelişme biçimleri olmaktan çıkarak gelişmeyi önleyen engeller haline gelirler. İşte o zaman toplumsal bir devrim süreci başlar. Varlıkları eski üretim ilişkilerinin sürmesine bağlı olan sınıflar, özellikle devlet üzerindeki egemenlikleri sayesinde değişime karşı direnirler. Bu direnişin alt edilmesi için mücadelenin siyasal alana kaydırılması ve siyasal bir devrimin gerçekleştirilmesi gerekir. Siyasal devrimle üstyapıdaki değişimle önü açılan ekonomik temeldeki değişim tamamlanır.

İnsanlık tarihinin belli başlı dönemleri üretici güçlerin belli bir eşiğine bağlı olarak ortaya çıkan üretim tarzlarının ortaya çıkardığı üstyapılara göre adlandırılır. Buna göre insanlık tarihi beş temel aşamadan oluşmaktadır. Bunlar ilkel komünizm, köleci toplum, feodalizm, kapitalizm ve komünizm aşamalarıdır. Ne var ki kapitalizmin ortadan kalkmasından hemen sonra komünizm gerçekleşemez. Bu nedenle bir geçiş dönemi gereklidir. Bu geçiş dönemi sosyalizm dönemidir. Sosyalizm dönemi kapitalist sömürücü sınıfın ortadan kaldırılmasıyla başlar ve komünist toplumun üzerinde yükseleceği temeller atılır. Bu aşamada özellikle üretimin artırılması için çalışılır. Çünkü komünist aşamada uygulanacak olan “herkese ihtiyacına göre” kuralı ancak bolluk durumunda uygulanabilir.

Marksizm-Leninizm anlamında komünizm birer üstyapı kurumu olarak gördüğü din, ahlâk ve aile konularındaki görüşlerini de maddecilik anlayışı doğrultusunda belirler. Buna göre din, insanların hayatında egemen olan dış güçlerin vehme dayalı bir yansımasıdır. Kimi yeryüzü güçleri bu yansımada doğa üstü birtakım güçler halini alır. Kökeninde insanın doğayı ve doğaya egemen olan yasalar konusundaki bilgisizlik yatar. Bu özü nedeniyle din egemen sınıfların çıkarlarının korunmasında etkili bir rol oynar. Ekonomik temelin yansımasından başka birşey olmayan ahlâk kuralları da evrensel bir nitelik ve geçerlilik taşımaz. Kendini ortaya çıkaran temelle birlikte yok olmaya mahkumdur. Evlilik kurumu da tarihsel ve toplumsal şartların bir ürünüdür. Özel mülkiyetin ortadan kalktığı, çocukların bakımlarının ve eğitim giderlerinin toplumca karşılandığı komünist sistemde kadın ve erkeğin birbirine bağımlılığını gerektiren aile kurumu ortadan kalkacak, cinsler arası ilişki kişisel ve özel bir ilişki durumuna gelecektir.

Marx’ın (1883) ve Engels’in (1895) ölümünden sonra Komünizm II. Enternasyonel’e üye komünist partilerce savunuldu. Lenin’in önderliğindeki ihtilalle Rusya’da iktidara gelen komünizm (1917), Sovyetler Birliği’nin resmi ideolojisi durumuna geldi. Lenin’in ölümünden (1924) sonra komünizm Stalin tarafından yeni bir tanıma kavuşturuldu. Stalin, Sovyetler Birliği’ni hızlandırılmış bir sanayileşme ve zorla kollektivizasyon yoluna soktu. Bu politikaları yürütmek için tarihin tanık olduğu en acımasız bir zorbalığı temsil eden büyük ve merkezi bir devlet aygıtı kuruldu, parti içinde ve toplumda her türlü ve muhalif görüş kanlı biçimde bastırıldı. Katı merkezi planlamayla birlikte büyük ölçüde merkezi şiddet kullanıldı. Komünizmin ilk aşaması olarak sosyalizmin uzun süreliliği kabul edildi. Lenin’in bu dönem için öngördüğü proletarya diktatörlüğü bu uzun dönem boyunca uygulanan baskı ve zulmün gerekçesi ve yöntemi haline getirildi. Sovyetler Birliği dışındaki tüm komünist hareketler ve partiler sosyalist anavatanı koruma gerekçesiyle Sovyet politikasına bağımlı kılındı. Böylece komünizm ya da diğer adıyla Marksizm-Leninizm katı ve totaliter bir devlet doktrini durumuna getirilerek dogmatikleştirildi. Bu aşamadan sonra komünizm Sovyet Komünizmi ya da Komintern Komünizmi adı verilen özel biçimini aldı.

Sovyet Komünizmi II. Dünya Savaşı sonrasında Çin, Vietnam ve Küba gibi ülkelere ve Kızıl Ordu aracılığı ile Doğu Avrupa ülkelerine zorla yayıldı. Fakat bu arada Yugoslavya’da Tito (1892-1980), Çin’de Mao Zedong (1893-1976) komünizme Sovyetler Birliği modelinden farklı yorumlar getirdiler. Batı Avrupa ülkelerinde faaliyette bulunan komünist partileri ise Stalinist anlayıştan hızla uzaklaşarak daha çok kültürel alanda yoğunlaşan Batı Marksizmini oluşturdular. Bu oluşum 1970’lerde Avrupa Komünizmi olarak anıları yeni bir komünist anlayışın doğmasına neden oldu. Sovyet komünizmi ise Kruşçev ile başlayan “destalinizasyon” süreci sonunda 1985’te Gorbaçov ile yeni bir döneme girdi. Siyasette çoğullaşma, demokratikleşme ve parti tekelinin kırılması; ekonomide piyasaya daha çok yer veren bir planlama, hatta karma ekonomi denemeleri ile başlayan bu yeni Doğu Bloğu ülkeleri hızla bağımsızlıklarını kazanma ve kapitalistleşme sürecine girdiler.

Bir felsefe, bir dünya görüşü ve siyasal bir hareket olarak komünizm ile İslâm tam bir karşıtlık içindedir. Bu karşıtlığın temelinde evreni vareden yaratıcı güç konusundaki farklı inançları yatar. İslâm’a göre evreni ve insanı Allah yaratmıştır. Komünizm ise evreni ve insanı maddenin, Allah’ı da insanın yarattığını söyler. İslâm evrenin işleyiş yasalarını, insan ve toplum hayatını düzenleyen kuralları Allah’ın koyduğuna inanırken komünizm tüm olayların belirleyicisi olarak maddenin diyalektik yasalarını kabul eder. İslâm’a göre insan içinde ilâhî bir öz taşır ve dünyaya Allah’ın halifesi sıfatıyla, maddi dünyaya egemen olan ilâhi düzeni insan ve toplum hayatında da egemen kılma göreviyle gelmiştir. Komünizm ise insanın özünün madde olduğunu maddi çevrenin bir ürünü olarak var olduğunu ve maddenin diyalektik yasalarına uygun biçimde iradesizce hareket eden bir araç olduğunu savunur. Kısaca İslâm ve komünizm insanın önünde açılan ve ancak birinin inkarı ile diğerini kabul etmenin mümkün olabildiği iki karşıt yoldur. İkbal’in deyişiyle hem İslâm, hem de komünizm insandan sözeder ve onu kendine çağırır. Ama komünizm insanı Allah’tan toprağa çekmek için sancılanırken İslâm tersine topraktan Allah’a yükseltmek amacını güder.

1991 yılına girerken komünizmin düşünce ve devlet sistemi olarak iflas ettiği; buna öncülük eden Sovyetler Birliği tarafından pratiğiyle birlikte ilan edildi. İnsanlığa mutluluk getiremeyen bu ilkel düşünce bir yüz yıl dahi varlığını sürdüremeden sona erdi.

Ahmet ÖZALP – Şamil İA


Komünizm

Komünizm veya Ortakçılık, sosyal örgütlenme üzerine bir kuramsal sistem ve üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayalı bir politik harekettir. Komünizm, sınıfsız bir toplum yaratma amacındadır. 20. yüzyılın başından beri dünya siyasetindeki büyük güçlerden biri olarak modern komünizm, genellikle Karl Marx’ın ve Friedrich Engels’in kaleme aldığı Komünist Parti Manifestosu ile birlikte anılır. Buna göre özel mülkiyete dayalı kapitalist toplumun yerine meta üretiminin son bulduğu komünist toplum gerçektir. Komünizm’in temelinde yatan sebep, sınıfsız, ortak mülkiyete dayalı bir toplumun kurulması isteğidir. Sınıfsız toplumlarda en genel anlamıyla tüm bireylerin eşit olması, karşıt görüşlüleri için “ütopya” olarak atfedilir ve zorla yaşanmaya çalışılırsa kaosa yol açacağına inanılır. Paris Komünü, komünal sistem yaşayabilmiş ilk topluluktur. Bunun dışında Mahnovist hareket öncüllüğünde Ukrayna ve İspanya iç savaşı sırasında Anarko-komünist hareketle şekillenen (yaklaşık 4 yıl sürmüştür) toprakların kollektifleştirilmesi esasına dayalı olarak komünal topluluklar da kurulmuştur.

Komünizmi savunan akımlar arasında en yaygını Leninizm (Marksizm-Leninizm)’dir. Marksizm-Leninizm’e göre komünizme giden süreç burjuvazinin ortadan kalkmasını sağlayacak olan proletarya rejimi başlatılacak ve ardından komünizmin hazırlayıcısı sosyalizm aşamasına geçilecektir. Marksist kuramda son aşama olan komünizmin gerçekleşmesiyle devlet ortadan kalkacaktır.

Leninizm dışında iki komünist akım daha bulunmaktadır. Bunlardan ilki Marksizm’in temel görüşlerini benimseyen fakat Leninist modelle komünizm hedefine ulaşılamayacağını iddia eden sol komünizm veya konsey komünizmi olarak adlandırılan akımdır. Lenin’in “Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı” adlı eserine cevaben yazılan Herman Gorter’in “Yoldaş Lenin’e Açık Mektup”, Gilles Dauvé ve François Martin’in “Komünist Hareketin Güneş Tutulması ve Yeniden Ortaya Çıkışı” isimli kitaplar bu akımın takipçilerinin yarattıkları eserlerdir.

Diğer bir komünist akım ise anarşist komünizm’dir. Anarşizmin bireyci ve kolektivist akımlarından ayrılan anarşist komünizm fikri, komünizme devlet aygıtını ele geçirerek geçilebileceğini reddeder ve bunu savunan Marksizm’i eleştirir. Peter Kropotkin, Nestor Makhno, Errico Malatesta, Carlo Cafiero anarşist komünizm düşüncesinin temellerini atan düşünürlerden ve eylemcilerden bazılarıdır. Anarşist komünizm, anarşizm’den “sınıf” gerçeğine göre hareket etme ve örgütlenme temelinde ayrılır. Savunucuları komünizmin, bilimsel sosyalizm olmadan gerçekleştirilebileceği üzerinde birleşir. Anarşist komünizm, devlet’in kapitalizm için bir kılıf olduğunu ve bu yüzdende sınıfsız bir topluma gidilecek süreçte kullanılmasının sonucunda “diktatörlük”, “devlet kapitalizm”i ya da “bir sözde zümrenin, toplum üzerinde iktidarı’na yol açacağını düşünür.

İlkel Komünizm
Komünizm fikri Batı düşüncesinde Marx’tan ve Engels’ten çok önce oluşmuştur. Antik Yunan’da zaten komünizm mülkiyet gelmeden önce toplumun tam uyum içinde yaşadığı, insanlığın “altın çağına” dair bir mitolojiyle ilişkilendirilirdi. Kimileri Platon’un Devlet adlı eserinin ve diğer antik kuramcıların bir çeşit komünal yaşam içinde komünizmi savunduğunu belirtir. Pek çok erken Hıristiyan mezhebi (ve Elçilerin İşleri bölümünde de belirtildiği üzere özellikle erken dönem Kilise), Kolomb öncesi Amerika’daki yerli kabileler komünizmi komünal yaşam ve ortak mülkiyet biçiminde uygulamışlardır.

16. yüzyılda İngiliz yazar Thomas More Ütopya adlı incelemesinde, ortak mülkiyet üzerine kurulu bir toplumu tasvirlemiştir. 17. yüzyılda komünist düşünce İngiltere’de tekrar tartışma konusu oldu. Eduard Bernstein 1895’te yazdığı Cromwell ve Komünizm adlı eserinde İngiliz İç Savaşı içindeki grupların, özellikle de Kazıcıların (Diggers) açıkça komünist, tarıma dayalı düşünceleri desteklediğini ve Cromwell’in bu gruplara yaklaşımının olsa olsa değişken, sıklıkla da düşmanca olduğunu iddia eder.

Özel mülkiyet fikrinin eleştirisi 18. yüzyıl boyunca süren Aydınlanma döneminde de, Jean Jacques Rousseau gibi düşünülerle devam etti. Robert Owen gibi “ütopyacı sosyalist” yazarlar da bazen komünist sayılırlar.

Karl Marx insanlığın klasik toplum, feodalizm ve şimdi içinde bulunduğu kapitalizm dönemine yükselmesinde ilkel komünizmi ilk ve asıl çıkış noktası olarak görür. Ardından sosyal evrimdeki sonraki adımın komünizme geri dönüş olacağını gösterir ancak bu insanlığın zaten deneyimlediği ilkel komünizmden çok daha yüksek bir seviyede olacaktır.

Komünizm çağdaş formunda 19. yüzyılın işçi hareketiyle birlikte Avrupa’da yükseldi. Bu sırada Sanayi Devrimi ilerliyordu. Sosyalist eleştirmenler kapitalist iktisadın uygunsuz koşullarda şehirdeki fabrikalarda çalışan işçiler olan proletaryayı ve zengin ile yoksul arasında giderek açılan bir uçurumu ortaya çıkardığını gördüler.Aslında gerçek anlamda komünizm,19. yüzyılın ortalarından itibaren filizlenmiştir.Komünizmin tabiri,Karl Marx ve Fredrih Engels’in ortak yapıtları olan Komünist Manifesto adlı kitapta açıklanmıştır.Burdan yola çıkarsak,aslında komünizmin yaklaşık 1,5 asırlık bir geçmişi vardır.

Anarşist Komünizm
Anarşist Komünizm 14. yüzyılda bir red ve bir istekten doğan anarşizmin komünist koludur. Reddedilen otoritedir. Nitekim anarşist kuramcı Proudhon 1851’de “artık ne kilise’de ne de devlet içinde,ne toprakta ne de parada da otorite olmalıdır” diyordu. İstenilen de özgürlüktür.

Anarşist düşünce Marx’ın bilimsel sosyalizmiyle çelişir. Anarşizmin ispanyadaki kurucusu Guiseppe Fanelli ile
1. Enternasyonale katılan Bakunin, “dünyada eşitlik, komünler içinde serbestçe örgütlenmiş ve federasyon haline gelmiş üretim birliklerindeki kolektif mülkiyetin ve emeğin kendiliğinden örgütlenmesiyle gerçekleşmek zorundadır” der. Nitekim, daha Enternasyonal’ın başlangıcında işçiler ikiye bölünmüştü. Biri Marxçı diğeri Proudhoncu olan bu iki akım özellikle cenevre(1866) ve Lozan(1867) kongrelerinde çatıştı.1. Enternasyonal’den sonraki kongrelerde anarşistler yenik düştü. Anarşistlerin öncülerine göre yapacakları propaganda yeniden gözden geçirilmeliydi. Bu düşünceden hareketle italyan anarşistler,1877 de şiddet kullanmayı önerdiler: “sosyalist ilkelerin eylemlerle ortaya konmasına yönelen ayaklanma, en etkin propaganda aracıdır. Bu araç kitleleri yanıltmadan ve bozmadan en derin toplumsal katmanlara nüfuz edebilir ve enternasyonal’in desteklediği mücadelede insanlığın diri güçlerini yanına çekebilir”(1876 da Cafieronun Malatestaya yazdığı mektup). Bu düşünceden hareket eden italyan anarşistleri, Benevento’da taşra arşivlerini ateşe vermeye ve yoksullara para dağıtmaya giriştiler. yapılan baskılar anarşist düşüncenin yayılmasına, özellikle ispanya ve rusyada engel olamadı. Bu arada Bakunin ve Kropotkin, eksiksiz ve evrensel nitelikte olduğunu düşündükleri bir eğitim sistemi ortaya koyarak Proudhon’un düşüncelerini geliştirdiler.

Anarşist Komünizmin örgütlü pratikleri, kendisini tarihte Ukrayna ve İspanya iç savaşında gösterir.

Marksizm karşıt Düşünceler
Diğer sosyalistler gibi Marx ve Engels de kapitalizme ve işçinin sömürülmesine son verme yolları aradılar. Fakat erken dönem sosyalistler genellikle uzun süreli bir sosyal reformu önermekte iken, Marx ve Engels devrimin sosyalizme giden tek yol olduğunu söylediler.

Marksizm’de, sınıflı toplumdaki insanın temel özelliği yabancılaşmadır ve komünizm insanlığın özgürlüğünün tam olarak gerçekleştirilmesi demektir. Marx burada Hegel ’i izleyerek özgürlüğü yalnızca kısıtlamaların yokluğu olarak değil, ahlakî bir özü olan hareket olarak alır. Komünizm yalnızca insanlar ne yapmak istiyorlarsa onu yapmalarını sağlamaz, ama aynı zamanda onları öyle koşullar ve diğer insanlarla öyle ilişkiler içine koyar ki, artık sömürme ihtiyacı hissetmezler. Ancak Hegel’e göre bu dünya asla ulaşılamayacak olan idealar dünyası tarafından yönetilirken, Marx’a göre komünizm maddeler dünyasından, özellikle de üretim araçlarının gelişiminden ortaya çıkar.

Marksizm sınıf çatışma ve devrimci mücadele sürecinin proletarya için zaferle sonuçlanacağını ve özel mülkiyetin zamanla ortadan kalkarak üretim araçlarının topluma ait kılınacak bir komünist toplumun kurulacağını ileri sürer. Marx komünist yaşam hakkında az şey yazmış ve yalnızca komünist toplumu oluşturan en temel belirtileri vermiştir. Açıktır ki, bu insanın altından kalkabileceği tasarıların çok az sınırlandığı bir bolluğu gerektirir. Komünist hareket tarafından benimsenmiş bir sloganda komünizm “Herkesten yeteneğine göre alınan, herkese gereksinimine göre verilen” bir dünya olarak açıklanır. Alman İdeolojisi (1845) Marx’ın komünist geleceği detaylıca açıkladığı az sayıdaki yazılarından biridir: Oysa herkesin bir başka işe meydan vermeyen bir faaliyet alanının içine hapsolmadığı, herkesin hoşuna giden faaliyet dalında kendini geliştirebildiği komünist toplumda, toplum genel üretimi düzenler, bu da, benim için, bugün bu işi, yarın başka bir işi yapmak, canımın istediğince, hiçbir zaman avcı, balıkçı ya da eleştirici olmak durumunda kalmadan sabahleyin avlanmak, öğleden sonra balık tutmak, akşam hayvan yetiştiriciliği yapmak, yemekten sonra eleştiri yapmak olanağını yaratır.

19. yüzyılın son yarısında sosyalizm ve komünizm terimleri genellikle birbirlerinin yerine kullanılmaya başladılar. Ancak Marx ve Engels sosyalizmi toplumun üretim araçlarını ortak olarak kullandığı ama bazı sınıf farklılıklarının hâlâ bakî olduğu bir geçiş aşamasını tanımlamak için kullandılar. Komünizm terimini de tüm sınıf farklarının ortadan kalktığı, insanların uyum içinde yaşadığı ve devlete artık ihtiyaç duyulmadığı nihai bir aşama için kullandılar.

Özellikle daha sonra Lenin tarafından geliştirilen bakış açıları, 20. yüzyılın komünist partilerinin harekete geçirici niteliklerinin temelinin oluşturulmasını sağladı. Sonraki yazarlar Marx’ın bakış açısını biraz değiştirerek, komünizm tam olarak yerleşmeden önce uzun bir sosyalizm sürecinin gerektiğine inanmış ve böyle toplumların geliştirilmesinde devlete merkezî bir rol tanımışlardır.

Marx’ın Mihail Bakunin gibi çağdaşları benzer fikirleri desteklediler ama sınıfsız topluma nasıl ulaşılacağı konunda fikir ayrılığına düştüler. Günümüzde işçi hareketinde Marksistler ve anarşistler arasında bir ayrım vardır. Anarşistler tüm devlet biçimlerine karşıdır ve onu ortadan kaldırmak isterler. Anarşist komünistler sınıfsız topluma derhal geçilmesini ister.

Komintern
Modern dünyada geniş ölçekli bir sosyalizm kurma fikri üzerine ilk çaba Rusya’da 1917 Ekim Devrimi’nde gerçekleşti. Bolşevikler ve Lenin’in önderliğinde yapılan devrim, Marksistlerin kendi arasında da komünizm üzerine önemli pratik ve kuramsal tartışmalar başlattı. Marx’ın kuramı devrimlerin yerleşik ve büyük bir işçi sınıfının oluştuğu ileri kapitalist ülkelerde olacağını farz ediyordu. Bununla birlikte muazzam büyüklükteki Rusya cahil köylüleriyle ve küçük sanayisiyle Avrupa’nın en fakir ülkesiydi. Bu şartlar altında onların ideolojik vazifelerine göre öncelikle bir işçi sınıfının yaratılması gerekiyordu.

Bu nedenle sosyalist Menşevikler, kapitalizm oluşmadan evvel sosyalist devrim isteyen Lenin’in komünist Bolşeviklerine karşı çıkıyorlardı. Bolşevikler iktidara geldiklerinde Rusya’nın Birinci Dünya Savaşı’yla olan ilgisinin kesilmesini isteyen halkın ve toprak reformuna isteyen köylülerin desteğini elde eden pragmatik ve siyasî olarak başarılı “barış, ekmek ve toprak” sloganlarının ötesinde bir programdan yoksun kaldılar.

Komünizm ve sosyalizm terimlerinin kullanımları 1917 yılında Bolşevikler isimlerini Komünist Parti olarak değiştirdiklerinde ve sosyalist ilkelere bağlı tek parti rejimi kurduklarında değişti. Devrimci Bolşevikler ılımlı sosyalist hareketlerle olan bağlarını kopardılar ve İkinci Enternasyonal’den çekilerek 1919 yılında Üçüncü Enternasyonal’i ya da Komintern’i kurdular. Bundan böyle Komünizm terimi Komintern şemsiyesi altında toplanan partilerin ideolojilerini belirtmek için kullanılır oldu. Programları sosyalist iktisadın geliştirilmesini olduğu kadar, proletarya diktatörlüğünün kurulmasını sağlayacak olan dünya işçilerinin devrim için birleşmesi çağrısında bulunuyordu. Sonunda devletin yavaş yavaş yok edilmesiyle uyumlu bir sınıfsız toplum oluşturacak programları tuttu. Sovyet komünistleri 1920’lerin başında, eski Rus İmparatorluğu’ndan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni ya da Sovyetler Birliği’ni kurdular.

Lenin’in demokratik merkeziyetçiliğini izleyerek, komünist partiler hiyerarşik bir yapıyla örgütlendiler. Tabanda yalnızca partinin yüksek üyeleri tarafından onaylanmış ve parti disiplinine tamamen uyan seçkin kadrolardan oluşan etkin hücre üyeleriyle örgütleniyorlardı.

1918 ile 1920 arasında, Rusya İç Savaşı’nın ortasında yeni rejime tüm üretim araçlarını devletleştirdi. Ayaklanmalar ve köylülerin rahatsızlığı başlayınca, Lenin Yeni Ekonomi Politikası’nı (YEP/NEP) açıkladı.

Sovyetler Birliği ve Komünist Partiler tarafından yönetilen diğer ülkeler sosyalist iktisadi esaslar üzerine kurulu Sosyalist devletler olarak tanımlanırlar. Bu kullanım, onların sosyalist programı üretim araçlarının özel mülkiyetini ortadan kaldırmak ve iktisat üzerinde devlet kontrolünü kurmak için benimsediklerini belirtir; bununla birlikte, kendilerini tam anlamıyla komünist olarak tanımlamazlar çünkü ortak mülkiyet henüz yoktur.

Stalinizm
Sosyalizmin Stalinist versiyonu, bazı önemli değişikliklerle birlikte Sovyetler Birliğini ve dünya çapındaki Komünist Partileri şekillendirdi. Bu görüş büyük bir sanayileşme ve kamulaştırma programıyla komünizmi kurma ihtimali üzerinde duruyordu. Sanayinin hızlı gelişimi ve hepsinin ötesinde Sovyetler Birliği’nin İkinci Dünya Savaşı’nı kazanması, bu bakış açısına dünya çapında bir destek sağladı ve hatta Stalin’in ölümünü izleyen on yılda, parti otuz yıl içinde komünizmin kurulmasını vadeden bir program benimsedi.

Bununla birlikte Stalin’in önderliğindeki Sovyet modelin iskeletiyle komünizme ulaşma düşüncesindeki bazı gedikleri kanıtlar gösterdi. Stalin Sovyetler Birliği’nde hayatın yönünü kontrol eden baskıcı bir devlet kurdu. Stalin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliği’nin yeni lideri Nikita Kruşçev bu baskının büyüklüğünü kabul etti. Daha sonra bu büyüme azaldı, devlet memurları arasında Sovyet sisteminde gediklere yol açan rantçılık ve bozulma arttı.

Komintern’in faaliyetine rağmen, Sovyet Komünist Partisi Stalinist bir kuram olan “tek ülkede sosyalizm”i benimsedi. Sınıf mücadelesinin sosyalizmde daha zorlaşacağını söyleyen Stalinist görüşe göre eğer gerekliyse tek ülkede sosyalizmi kurmak mümkündü. Marksist enternasyonalizmden bu kopuş, “sürekli devrim” kuramını ortaya atarak dünya devriminin gerekliliğini vurgulayan Leon Troçki tarafından eleştirildi.

Troçkizm
Troçki ve destekçileri “Sol Muhalefet”i oluşturdular ve platformları Troçkizm olarak anıldı. Fakat Stalin Sovyet rejiminin tam kontrolünü ele geçirmeyi başardı ve onların Stalin’i iktidardan indirme girişimleri 1929 yılında Troçki’nin sürgün edilmesiyle sonuçlandı. Troçki’nin sürgün edilmesinin ardından, dünya komünizmi iki farklı fraksiyona ayrıldı: Stalinizm ve Troçkizm. Troçki daha sonra 1938’de Komintern’e bir meydan okuma olan Dördüncü Enternasyonal ’i kurdu.

Bugün Troçkizm’i izleyen bazılarına göre, bu ideoloji Sovyet bloğundaki Komünist çevrelerde Stalin’in ölümünden sonra bile kabul görmemiş ve Troçki’nin komünizm konusundaki açıklamaları devleti yıkacak koşulları hazırlayacak siyasî bir devrime önderlik etmede başarılı olmamıştır. Bununla birlikte Troçkist fikirler sosyal değişim deneyimleri yaşayan ülkelerde (örneğin Venezuela’nın başbakanı Hugo Chavez’le ilişkisi olan Alan Woods’un Marksist Enternasyonal Komitesi gibi) zaman zaman yankı bulmaktadır. Büyük Britanya, Fransa, İspanya ve Almanya gibi gelişmiş ülkelerde birçok parti politik arenadadır. Kapitalizmin destekçisi olan partilere katkıda bulunan Troçkist grupların, böyle davranılmasını uygun bulmayan diğer Troçkistler tarafından oportünizmle (fırsatçılık) suçlandığını unutmamak gerekir.

Soğuk Savaş Yılları
Sovyetler Birliği’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan galibiyetle çıkmasının ardından Doğu Avrupa’da önemli müttefikler kazanmasıyla birlikte, komünizm hareketi birkaç yeni ülkede daha başladı ve Maoizm gibi birkaç değişik komünizm düşüncesinin yükselmesine de yardımcı oldu.

Sosyalizm birçok yeni ülkenin Sovyetlere eklenmesiyle ve Doğu Avrupa’ya yayılarak güçlendi. Arnavutluk, Bulgaristan, Çekoslavakya, Doğu Almanya, Polonya, Macaristan ve Romanya’da Sovyet Komünizmi örnek alınarak yönetimler kuruldu. Yugoslavya’da da Josip Tito’nun önderliğinde komünist bir yönetim yaratıldı ama Tito’nun bağımsız politikaları, Yugoslavya’nın Komintern’in yerine kurulan Kominform’dan çıkarılmasına yol açtı. Titoizm hareketi de deviasyonist (sapma) olarak adlandırıldı.

1950 itibariyle Çin Marksistleri Tayvan hariç tüm Çin ellerinde tutarak, dünyanın en kalabalık ülkesini yönetiyorlardı. Diğer bölgelerdeki komünist güçler, emperyalist dünya üzerinde huzursuzluk yaratıyor ve emperyalistler Orta Asya’daki ve Afrika’daki huzursuzlukları bastırmak için savaşa başvuruyorlardı. Bunların en acı sonuçlar doğuranlarından birisi Vietnam Savaşı ’dır. Değişik oranlarda başarılar sağlayan Komünistler, bu fakir ülkelerdeki ulusal ve sosyalist güçlerle birlikte Batı emperyalizmine karşı savaş verdiler.

Maoculuk
1953’te Stalin’in ölümünün ardından, Sovyetler Birliği’nin yeni önderi Nikita Kruşçev, Stalin’in suçlarını ve yaptığı kişisel propagandayı ifşa etti. Lenin’in prensiplerine geri dönüş çağrısı yaptı ve böylece Komünist yöntemlerdeki bazı değişiklikleri haber vermiş oldu. Bununla birlikte, Kruşçev’in ıslahatları özellikle 1960’lar ve 1970’lerde daha görünür hale gelen Çin ve Sovyetler Birliği arasındaki ideolojik farkları arttırdı. Uluslararası Marksist hareketteki Çin-Sovyet bölünmesi açık bir düşmanlığa dönüşürken, Maoist Çin kendisini gelişmemiş dünyanın iki süpergüç olan ABD ve Sovyetler Birliği karşısındaki önderi olarak gösterdi ve Maoculuk dünyada Marksizm’in yeni bir dalı olarak kabul edildi.

Sovyetler Birliği’nin Dağılması ve Günümüzde Marksizm

1985 yılında Mihail Gorbaçov Sovyetler Birliği’nin önderi oldu ve glasnost (açıklık) ve perestroika (yeniden yapılandırma) projeleriyle merkezi kontrolü azalttı. Polonya, Doğu Almanya, Çekoslavakya, Bulgaristan, Romanya ve Macaristan Komünist yönetimi 1990 yılında terk ettiklerinde Sovyetler Birliği onlara müdahale etmedi ve 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin kendisi de dağıldı.

21. yüzyılın başıyla birlikte, Komünist partiler Çin, Küba, Laos, Kuzey Kore ve Vietnam’da iktidardalar. Moldova’nın başkanı Vladimir Voronin Moldova Komünist Partisi’nin üyesi olmakla birlikte ülke tek parti önderliğinde yönetilmiyor. Bununla birlikte Çin, Maocu mirasın birçok bakış açısını yeniden değerlendirdi ve Çin, iktisatta büyümeyi arttırmak için devlet kontrolünü azalttı. Komünist partiler ya da onların izleyicileri, birçok Avrupa ülkesinde ve özellikle de Hindistan’da siyasi olarak hala önemlerini koruyorlar.

Doğu Avrupa ülkelerinde sosyalist devrimlerin ardından komünizmin neden başarılı olamadığına dair Marksist teoriler, kapitalist dış ülkelerin baskısı, devrimlerin gerçekleştiği ülkelerin görece az gelişmiş olması ve devleti kendi çıkarları doğrultusunda yöneten yeni bir bürokratik tabaka ya da sınıfın oluşması gibi etkenler üzerinde durmaktadır. Sovyetler Birliği’ne ve Sovyet sistemine yönelik Marksist eleştiriler, Sosyalist devletlerin “devlet kapitalizmi” ya da bürokratik diktatörlük haline geldiğini ve Sovyet sisteminin Marx’ın komünist idealinden çok uzağa düştüğünü söylemektedir. Devletin ve partinin bürokratik seçkinlerinin ağır bir şekilde merkezileşmiş ve baskıcı bir siyasal araç haline gelmiş aygıtta bürokrasinin sınıflı sisteme özgü bir sınıfmış gibi hareket etmeye başladığı vurgulanır.

Marksist olmayanlar ise devlet kapitalizmi terimini Komünist Parti tarafından yönetilen tüm topluluklar ve böyle ulus-devletler yaratma niyetinde olan herhangi bir parti için kullanırlar. Sosyal bilimlerde, Komünist Partiler tarafından yönetilen topluluklar tek partili yönetimlerinden ve sosyalist iktisadi tabanlarından dolayı ayrı tutulurlar. Antikomünistler böyle toplumlar için totaliterlik terimini kullansalar da, birçok sosyal bilimci böyle devletlerde bağımsız politik faaliyetler yürütmenin imkânlarını tanımlamışlar ve bunun gelişimini 1980ler ve 90ların başında Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki müttefiklerinin dağılmasından sonrasına kadar vurgulamışlardır. Kaldı ki, zaten Marx’a göre proletarya diktatörlüğü, komünizm aşamasına ulaşmak için geçilmesi gereken bir aşamadır. Dolayısı ile burjuva düzenlerinde olduğu gibi çok partili bir sistem kurulması zaten mümkün değildir. Bazı komünistler, sosyalist bir yönetimin totaliter bir yönetime dönüşmesinin, ancak halkın yönetime katılmasının engellenmesi ile olabileceğini savunmaktadırlar.

Bugün Marksistler ve anarşistler dünyanın pek çok bölgesinde faaliyettelerdir.Latin Amerika’da marxsizm gelişmiştir. Bugün; Küba, Venezuela, Bolivya, Çin, Kuzey Kore, Laos, Vietnam, Moldova ve Nikaragua sosyalist ve komünist partilerin iktidarlarıyla yönetilmektedir.

Komünizmin eleştirisi

Çok çeşitli görüşlerdeki yazarlar ve siyasi eylemciler antikomünist eserler yayımlamışlar. Sovyet bloğuna muhalif olan Aleksandr Solzenitsin ve Vaclav Havel; Friedrich Hayek, Ludwig von Mises ve Milton Friedman gibi ekonomistler; Hannah Arendt, Robert Conquest, Daniel Pipes ve R. J. Rummel gibi tarihçiler ve sosyal bilimciler bunlardan bazılarıdır. Bazı yazarlar Komünist rejimle yönetilen ülkelerdeki, özellikle de Stalin dönemindeki insan hakları ihlallerini komünizmin eleştirisi olarak sunmaktadır. Fakat bunu eleştiren insanların büyük kısmının, kapitalist ülkelerin yaptığı insan hakları ihlallerine değinmemesi, bu tür eleştirilerin komünistler başta olmak üzere bazı insanlar tarafından antikomünist propaganda olarak yorumlanmasına yol açmaktadır.

Bu eleştirilerin bazıları, komünist partilere karşı doğru noktalara değinmekle birlikte, hepsinin bilimsel bir yaklaşım olarak komünizme karşı geçerli olamadıkları iddia edilmektedir. Ve Varşova Paktı’na dahil olmayan birçok komünist partisi arasında çok önemli farklılıklar vardır; bundan dolayı hiçbir eleştiri hepsi için geçerli olamaz.

Birçok ülkede komünizmle mücadele, fikri eleştirilerle sınırlı kalmamış, fiziksel karşı koyuşlarla da çerçevesini genişletmiştir.

Vikipedi, bu maddenin güvenilebilir bir yayında çıkmış alıntı veya referanslar içermediğini ve maddedeki veya maddenin bir bölümündeki bazı bilgilerin kaynağı belirtilmediğini ikaz eder.

Vikipedi

İlgili Makaleler