Koca Mehmet Hüsrev Paşa Kimdir, Hayatı
Mehmed Hüsrev Paşa. Sadrazam, devlet adamı (D.1756 ? — Ö. İstanbul, 3 Mart 1855). Abdülmecid saltanatında 2 Temmuz 1839 – 8 Haziran 1840 tarihleri arasında onbir ay yedi gün sadrazamlık yapmıştır.
Abaza asıllıdır, küçük yaşında İstanbul’a getirilmiş ve çavuş-başı Said Efendi’nin köleleri arasına alınmış ve sonra Enderûna kabul edilmişti. III. Selim’in tahta çıkışından sonra, baş-çuhadar oldu. 1792’de kaptan-ı deryalığa atanan Küçük Hüseyin Paşa ile beraber, saraydan çıkarak, onun mühürdarı ve bir süre sonra da kethüdası oldu. Donanmayı ıslâh etmek isteyen ve Nizâm-i Cedidin taraftarı olan Küçük Hüseyin Paşa yanında o da, Selim devrinin ıslâhata taraftarları arasında yer aldı ki, bu sıfatı kendisinin II. Mahmud devrinde, yeni orduyu teşkil etmek üzere, Seraskerlik makamına getirilmesini sağlayacaktır. Fakat hiç bîr zaman iyi idareci olamayan Husrev müsrif efendisinin hazînesini doldurma çarelerini aramaktan başka bir şey düşünmedi. Nitekim kötü idaresi yüzünden, Mısır’da da tutunamamış ve Tanzimattan sonra rüşvet aldığı için, mahkûm olmuştur.
1820’li yıllarda, iki defa Trabzon valiliği yapmış, II. Mahmud saltanatında da, Yeniçeri Ocağı’nın imha edilerek yeni düzenli orduya (Asakir-i Mansure-i Muhammediye) geçiş sürecinde kilit rol oynamıştır. Kendi çocuğu olmamış olan Paşa’nın dikkate değer bir özelliği, aralarında sonradan sadrazam olacak İbrahim Ethem Paşa’nın da bulunduğu yüz kadar çocuğu küçük yaşta (kimi zaman köle pazarından) evlatlık alarak yetiştirmiş olmasıdır. Asırlarca Osmanlı devlet idâresinin temel kurumu olan “gulâm sisteminin” son büyük mümessili olan Hüsrev bu an’aneyi bizzat devam ettirmek ve bunu kendi nufûz ve hâkimiyeti için bir vâsıta olarak kullanmak istiyordu. Belirli bir noktaya kadar da bunu başarmıştır. Bu çocukların çoğu ilerleyen yıllarda devlet içinde önemli mevkilere gelmişlerdir. Nitekim, 1827’de 27.000 asker sayısına ulaşan yeni Osmanlı ordusunun (kısaca Mansure Ordusu denilir) subay kadrosu içinde Koca Mehmet Hüsrev Paşa’nın 70-80 kadar evlatlığı çekirdek bir grup oluşturmaktaydı. Bu arada, Silistre ve İstanbul’da iki süvari alayı oluşturmuş, himayesindekilerden Topal İzzet Paşa’nın Kaptan-ı Derya olmasını sağlamıştır. Koca Mehmed Hüsrev Paşa aynı zamanda, bir Tunus- Cezayir yolculuğu esnasında ahalide gördüğü fes giyme adetini Osmanlı Devleti’ne tanıtan ve fesin kabulünü sağlayan kişidir.
1836’da, genç bir zabit olarak, İstanbul’a gelen Mareşal Moltke, Hüsrev Paşa’nın bu zamana âit canlı bir tasvirini bırakmıştır:
Mehmed Hüsrev Paşa, sultandan sonra, imparatorluğun en kudretli şahsiyetidir. Bedenî bakımdan, belki dünyada başka bir eşini bulamazsınız. Bir delikanlının canlılığını, faaliyet ve neş’esini saklayan seksenlik bir ihtiyar tasavvur edin. Göze çarpar derecede kırmızı bir yüz, kar gibi beyaz bir sakal, büyük ve ucu kıvrık bir burun, dikkati çekecek derecede küçük, fakat ışık saçan gözler onun orijinal fizyonomisini meydana getirmektedir. Kulaklarına kadar indirilmiş kırmızı fesî bu fizyonomiyi pek de güzelleştirmiyor. Nihayet bu büyük başı, kısa ve eğri bacaklar ile küçük ve şişman bir vücût üzerine koyun”. — Moltke bu zamanda bilhassa onun büyük otoritesine işaret etmekte ve — “onun mutlak nufûz ve kudreti bir başkumandanın yetkilerini pek geride bırakır”— demektedir. Prusyalı zabit, “harp oyunu” öğrenmek üzere, kendisini bir müddet yanında alakoyon Husrev ‘in karakterini ve temayüllerini yakadan incelemek fırşatını buldu. Onun Prusya askerî teşkilâtına karşı hayranlığını ifâde ettiğini, batılılaşmağa özendiğini, seraskerlik odasını Avrupa zevkine göre döşemis olduğunu, Avrupalılar ile şampanya içmekten çekinmediğini, fakat bütün bunları iktidarı eli altında tutmak için yaptığını, hakikatte ıslâhata karşı içinden nefret duyduğunu teyit etmektedir. Moltke onu, azledildikten sonra, Mirgün’deki muhteşem sahil sarayında ziyaret ettiği zaman, tamâmiyle eski Osmanlı âdetlerine dönmüş buldu. Balolara gitmekle beraber, ertesi gün kazaskere “çatal, bıçak gibi mekruh şeylerden” şikâyet edecek kadar iki yüzlü idi…(Lutfî, II, 171)
3 Mart 1855’te öldüğü zaman yaşı 90’ı aşmıştı. Eyyüb’de Bostan-İskelesi’nde yaptırmış olduğu türbeye gömüldü. Hüsrev’in çocuğu yoktu. Büyük bir servet yapmış idi. Vakfiyesine göre, bir milyon kuruş ayırarak, muhtelif hayratı için vakfetti. Bu paranın faizi, bu hayrat için, tamir masrafı ve vazifelilere maaş olarak harcanacaktı. Vakıflarından biri Eyûb’de Bostan-İskelesi’nde yaptırdığı ve 1015 cild kitap vakfettiği kütüphânesidir. ÇengelKöyü, BaklalıKöy, HasKöy ve KüçükÇekmece’de dört çeşme yaptırmıştır. Hüsrev vakfiyesinde muhtelif camilerdeki imam, müezzin ve vaizlere, Edirne-Kapısı dışındaki Nakşbendî tekkesi dervişlerine ve kendisi kapısı halkından bâzılarına da maaşlar bağlandı. Hüsrev iktidar için son derece hrslı, fakat bunu pâdişâhın menfaatleri ile birleştirmesini bilecek kadar da zekiydi. Dâima güler görünen yüzü çok hesaplı bir zekâyı saklamaktaydı. Görenlerin hepsi onun son derece alaycı ve nüktedân olduğunu söylemekte birleşirler. Fakat işgüzâr, tedbirli ve cömert vasıflarını da buna katarlar. Yeni Türk ordusunu başlangıçta o kurmuş, bir çok değerli kumandanlar ve devlet adamları yetiştirmiştir. Bir devrin başlı-başına temsilcisi olan Hüsrev XIX, asrın ilk yarısında Osmanlı imparatorluğu tarihinde pek mühim rol oynamış şahsiyetlerden biridir.