Sosyoloji

Knut Hamsun – Pan

Knut
Hamsun – Pan

Teğmen
Thomas Glah’ın Notlarından

Teğmen Thomas Glahn, eski bir askerdir,
ormanda doğa ile bir başına, köpeği Aisopos ile birlikte yaşamaktadır.

Anlatının ilk bölümleri baharı müjdeleyen
mevsime gönderme yaparak başlar. Baharlar açarken Teğmen’in kalbinde de
kıpırtılar olur. Teğmen, yakın çevrede yaşayan kadınlara karşı kayıtsız
değildir; Edvarda’yı görür, beğenir. İlgisini belli etse de aralarında sürekli
bir ilişki, birliktelik oluşmaz.

Eva adlı bir başka hatun kişiye karşı da
ilgisiz kalamaz, ancak ondaki bu sevgi pıtırcığı halleri bahar ve tabiatın
uyanışına paralel bir sembolizmdir. Kurguda bir aşk ilişkisi yok, anlatının
merkezi tamamen doğa. Aşka konu olan da esasında Teğmen’in doğaya olan
bağlılığıdır (Teğmen = Pan). Edvarda ve Eva gibi tipler, teğmen gibi doğayla
uyumlu tipler değildir, onlar kasabada yaşayan sosyal ve kültürel yapılar
içerisinde konumlanmış insanlardır. Bu durum Teğmen’le aralarında bir tezat
oluşturur (farklı dünyaların insanlarıdırlar yani). Teğmen, baharla paralel
ruhundaki coşkunun etkisiyle seviyor ve yine mevsimler gibi bu duyguları da
değişiyor. Yaz ayları geride kaldıktan sonra ismi geçen bu kadınlardan büsbütün
uzaklaşıyor.

Romanın son bölümü bir başkasının
tanıklığından aktarılıyor.

Teğmen Glahn, Norveç’i terk edip
Hindistan’a gitmiş. Orada tanıştığı kıskanç mizaçlı yaşıtı bir gençle avlanmaya
devam etmektedir. Diğer gencin hoşlandığı Maggie isimli hafifmeşrep bir hatun
her iki avcıya karşı da ilgilidir. Kadın, avcıların arasını bozar ve
nihayetinde teğmen Glahn, diğer avcının silahından çıkan mermiye hedef olur.

Knut
Hamsun Hakkında

Norveç’in kuzeyinde doğdu (4 Ağustos 1859).
Asıl ismi Knud Pedersen’dir.

Terzi olan babası karısı, kayın pederi ve
altı çocuğunun geçiminden sorumluydu.

Hamsun sekiz yaşındayken sert mizaçlı bir
adam olan dayısının teklifiyle eğitim için dayısının yanına gönderilir. Bu
rahibin yanında geçirdiği dört-beş yıl onun için tam bir kâbus olmuştur.

On dört yaşında, doğduğu kasabada
tezgâhtarlık yapmaya başladı.

Tüccar iflas edince bulduğu kafa dengi bir
elemanla birlikte çerçilik yapmaya başladı.

On sekizinci yaşında küçük bir aşk romanı
yazdı (Esrarengiz Adam).

Bir yıl sonra Bir Karşılaşma adlı romanını
yazdı.

Çokça okuyordu, belki de bu nedenle göz
sağlığı kaybetti, hayatının geri kalanında baktığıyla gözleri arasında cam
çerçeve bulundurmak zorunda kaldı.

Yine bir aşk romanı yazdı: Björger.

Bir köy hikâyesi (Frida) ve şiirler yazdı.

Norveç’in en büyük yazarı olan Björnson’un
karşısına çıktı, ondan övgü alamadı.

Kristiania’da (bugünkü Oslo) yazdıklarını
satmaya çalışarak yaşamaya çalıştı. Parası bitti, açlıkla tanıştı (bir kez
daha).

1882’de Amerika’ya gitti.

1884’te vereme yakalandı. Ülkesinde ölmek
istediği için Norveç’e geri döndü. Yoldayken sağlığı düzeldi.

1885’te yayınlanan bir yazısında imzası
dizgi hatası sonucunda Knut Hamsun olarak basıldı. Bu yanlışı düzeltmedi.

1886’da Amerika’ya gitti.

Tramvaylarda bekçilik, tarlalarda ırgatlık
yaptı.

Serserilik Günleri, Zachaeus, Bozkırda bu
dönemin ürünleridir.

1888’de dönüş yolunda vapurdan inmedi ve
sonraki durak olan Kopenhag’a doğru yol almaya başladı. Vapurda yazmaya
başladı. Kopenhag’a varınca bir çatı katı kiralayıp yazmaya devam etti. Bu
sürecin sonunda Açlık çıktı ortaya.

Yazdığı bölümleri Politiken gazetesinin editörüne
götürdü: “…gözlerindeki ifadeyi gördüm. Geri çeviremezdim, hiçbir şey
diyemedim…” Edvard Brandes

Brandes, kitabı gözde dergilerden Ny Jord’a
verdi. Açlık romanı ilk defa bu dergide yayınlandı.

19 Şubat 1952’de öldü.

Pan; güçlü bir aşk romanı, zengin bir
tabiat övgüsüdür.

Victoria; zengin hayalleriyle yazarın
sanatının zirvesidir.

Dünya Nimeti; alın terlerinin kıt kanaat
olan, fakat giderek cömertleşen hasadını anlatır.

Hamsun, ilerlemelere inanan uygarlığı
küçümser, köylülerin basit fakat sağlam hayatlarını yüceltir.

Notlar

…zamanı kısaltmak için yazmaya koyuluyorum.
(s. 21)

Sevincin de kederin de kaynağı insanın
kendi içidir.

Kulübemin önünde, az ileride bir taş… iyi
bir dost.

Demircinin kızı Eva’yı görüyorum.

Bahar besbelli bana gelmişti.

Edvarda bana baktı, ben ona baktım. O anda
kalbime bir şeyin dokunduğunu hissettim.

Dal çürümüş, kabuğun zavallılığı bana çok
dokunuyor, kalbimden bir merhamet dalgası geçiyor.

…bütün insanların içlerini okuyabildiğim kanısındayım.
Yanılıyorum belki de…

Birkaç günüm, tam gönlüme göre geçti; tek
dostum ormandı ve büyük yalnızlık. (s. 53)

Bir çoban kızı geliyordu.

“Nereden geliyorsun?” diye sordum.

“Değirmenden!” dedi.

 “Sevgilin
var mı Henriette, seni hiç kucakladı mı?” (…) “Nasıl yaptı? Böyle mi?”

Titreyerek: “Evet!” diye fısıldadı.

“O topal adam, nasıl olur da bastonunu
unutur, anlayamıyorum.”

Doktor: “Bu yaptıklarınızın sebebi ne?”
dedi.

Odanın ortasında durdum, tüfeğimin horozunu
kaldırdım, namluyu sol ayağıma dayadım, tetiği çektim.

Sonraları (…) pişman oldum.

İnkâra kalkmayın doktor, aranızda bir
şeyler vardı.

Üşüyor musunuz? Kadın, üşüyorum, dedi.

Niçin kamaraya girmiyorsunuz, diye sordu.

Kadın, biletim güverte diye cevap verdi.

Yapacak ne var ki, (s. 106)

Orman, yurdum benim,

Edvarda: sizden utanıyorum, çekilmez
birisiniz anladınız mı?

“…insaf edin; beni anlamıyorsunuz, ben
ormanda oturmaktan hoşlanırım, budur benim zevkim.”

Sen bilir misin Eva, ümit etmek ne
demektir?

İnsan bir sabah vakti bir yol boyunca
yürüyüp sevdiği kimseye o yolda rastlayacağını ümit edebilir. Ona rastlar mı?
Hayır. Neden rastlamaz? Çünkü sevilen kimse o sabah ya bir işle meşguldür yahut
da başka bir yerdedir… (s. 149)

Kulübem tutuşmuş yanıyor.

Yangın. Mack’ın marifetiydi bu.

Mack kayanın dibindeki kayıkhanede bir
kayığı baş aşağı çevirtmiş, Eva’ya da onu katranlamasını emretmişti.

Eva, Eva, sevgilim, seni bir cariye
yaptıkları halde sen şikâyet bile etmiyorsun.

Dağa gittim, açtığım lağıma barut
doldurdum.

…fitili ateşleyip derhal geri çekildim.

…dağ sarsıldı, kaya gümbürdeyerek boşluğa
yuvarlandı.

Yerde yuvarlanan kayanın darmadağın ettiği
bir kayık, kayığın yanında Eva…

Eva öldü.

Edvarda: Madem gidiyorsunuz, bende bir
hatıranız olsun isterdim.

Aisopos’u bana bırakır mısınız?

…namluyu Aisopos’un ensesine dayadım,
tetiği çektim.

Aisopos’un ölüsünü götürüp Edvarda’ya
vermesi için bir adam tuttum.

Ben bunları zamanı kısaltmak için yazdım.
Nordland’da geçen o yaz günlerini düşünmek beni oyalıyor.

Şerefim var benim. Birisi tutup da, bir
derdin mi var senin, diye sorunca hemen, hayır, diyorum, yoo, ne derdim olsun…

Glahn’ın
Ölümü 1861 Yılına Ait Bir Belge

İlk defa karşılaştığımızda 1859
sonbaharında Glahn, otuz iki yaşında bir adamdı.

…mermi sol kulağımın yanından vızlayarak
geçti.

Tutturamadınız, dedim.

…beni kışkırtmak istemişti.

Alçak, diye bağırdı bana.

Tüfeğimi yanağıma dayadım, tam yüzüne nişan
alıp tetiği çektim.

Thomas Glahn, bir kaza sonunda, kör bir
kurşun yüzünden Hindistan’da avda öldü.

Türkçeleştiren: Behçet Necatigil

Timaş Yayınları

Şubat 2011, İstanbul