Kimdir

Kindi kimdir? Hayatı ve eserleri

Kindi kimdir? Hayatı ve eserleri: Ebu Yusuf Yakup bin  İshak el-Kindi  (800-873), etnik  anlamda  ilk Arap, kültürel manada da  ilk İslam  filozofu  olduğunda  ortaklaşılan,  oldukça  önemli  bir  filozoftur.  Bir  diğer  deyişle,  İslam felsefesinin  ilk  oluşum  veya  formasyon  dönemi  içinde  yer  alan  Kindî,  İslam’ın  ilk  yaratıcı  felsefe yazarı  ya da  filozofu olarak  kabul  edilir. Buna  göre, onu  ilk  yaratıcı  İslam  filozofu yapan özellikler birden  fazladır:  Bir  kere  onun  her  şeyden  önce  oluşum  halindeki  İslam  düşüncesine  özellikle terminoloji ve metodoloji bakımından oldukça önemli bir katkı yaptığı kabul edilir. İslam dünyasında felsefi  düşünce  için  gerekli  terminolojiyle  vokabülerin oluşumunda büyük adımlar  atan Kindî’nin en önemli  yönlerinden  birinin  Yunan  felsefesine  girişi,  İslam  felsefesinin  Yunan  felsefesinden yararlanmasını sağlamış olması olduğu kabul  edilir. Nitekim o,  İslam akılcılığının  ilk  filozofu olarak değerlendirilirken,  Aristoteles’i Müslüman  çevrelere  sokma  ve  onun  İslam  dünyasındaki  otoritesini tesis  etme  onurunun  Kindî’ye  ait  olduğu  söylenir.  Dahası,  Kindî  İslam  teolojisi  veya  kelamdan felsefeye  geçişte  sağlam  bir  ayak  olma  işlevini  yerine  getirirken,  vahyolunan  hakikatlere  rasyonel yöntemleri tatbik etmenin en önemli savunucularından biri olmuş ve bütün bunları kimi “dindaşlarının tabii muhalefetine” rağmen yapmayı başarmıştır.

(a) Felsefe ve Hakikat

Kindî’nin  temel eseri Kitâb fi’l-felsefeti’l-ûlâ’ydı; bu eserinde, felsefeyi “insan sanatlarının değer ve mertebe  bakımından  en  üstünü”  diye  tanımlayan Kindî,  daha  sonra  felsefenin  görevini  de  “insan gücü  ölçüsünde  varlığın  hakikatini  bilmek”  olarak  belirlemiştir.  Felsefenin  yılların  birikiminden süzülerek  geldiğini  söylerken,  o  Antik  Yunan  düşüncesinin  yarattığı  mirasa  sahip  çıkmanın zorunluluğuna işaret eder.

Kindî kadim filozoflardan övgüyle söz ederken, yine klasik kültürün geleneksel yaklaşımına uygun olarak,  felsefenin  birikerek  ilerleme  özelliğini  temele  alır.  Ona  göre,  geçmişte  dile  getirilmiş  olan hakikatleri  bir  araya  getirilmesi  ve  bu  hakikatlerden  yararlanabilmek  için  her  yola  başvurulması gerekir. Hakikatin nereden geldiğinin ve kim  tarafından  ifade edildiğinin en küçük bir önemi yoktur. Filozofa  düşen,  hakikati,  nereden  geldiğine  bakmaksızın,  minnettarlığını  ifade  etmeyi  unutmadan almaktır. Kendilerini hakikate adamış  insanların, kadimlerin görüşlerini seve  seve ve olabildiğince açık bir biçimde,  kendi  dillerinin  ve  zamanlarının  normlarına  göre  onlara  birtakım  ekler  yapmak  suretiyle ortaya  çıkarmaları,  eski  zamanlardan  intikal  eden  hakikatleri  kendi  koşullarına  ve  geleneklerine uyarlamaları gerektiğini savunanKindî’ye göre bunun nedeni, hiç kuşku yok ki felsefenin hakikatleriyle peygamberlerin mesajları arasında içerik bakımından hiçbir farklılık bulunmamasıdır. Sadece konu ve amaç  birliğine  değil  fakat  hakikat  birliğine  sahip  bulunan  felsefe  ve  dinden  her  ikisi  de  yani  hem rasyonel  doğrular  ve  hem  de  vahyolunmuş  hakikat Tanrının  birliğinin  ve  hâkimiyetinin,  erdemin  ve genel olarak neyin peşine düşüp, neden sakınmamız gerektiğinin bilgisini verir.

Tıpkı Platon ile Aristoteles arasında temel hiçbir farklılık ya da tutarsızlık bulunmaması gibi, İslam ile felsefe arasında da hiçbir  tutarsızlık ya da karşıtlık bulunmadığını belirtmeye özen gösteren Kindî, felsefenin  Müslümanlara  hakikati  anlama  yolunda,  yeni  teknikler  kullanma  imkânı  sağladığını  öne sürer.  Başka  bir  deyişle,  o,  felsefenin  hakikati  ile  müminin  hakikati  arasında  bir  farklılık olamayacağından  hareketle,  felsefeyle  teolojinin  aynı  amaca,  yani  gerçek  Bir’in,  Tanrının  bilgisine erişme amacına hizmet ettiğini belirtir.

(b) Metafiziği

Kindî’nin metafiziğini  ya  da  ilk  felsefesini  temel  eseri  olan Kitâb  fi’l-felsefeti’l-ûlâ’da  buluruz. Eserde Aristoteles etkisi açıkça görülür. Bununla birlikte, bu etki bir yere kadar, dünyanın menşei ya da kökeni meselesine kadar devam eder ve Kindî dünyanın ezeliliğini öne süren Aristoteles’ten, dünyanın el-bâri  (Yaratıcı)  tarafından  yoktan  var  edildiğini  öne  sürmek  suretiyle  ayrılır.  Gerçekten  de  o, Aristoteles’ten ya da İlkçağdan gelen klasik bilimler sınıflamasında, felsefeyi önce pratik ve kuramsal felsefe  olarak  ikiye  ayırır  ve  kuramsal  felsefeyi  meydana  getiren  fizik,  matematik  ve  metafiziği, Ortaçağ felsefesinin genel yaklaşımına ve temele alınan yaratan-yaratılan ilişkisine uygun olarak ikiye, eşdeyişle  “ilm  el-mahlûkat”  olarak  fizik  ve  “ilm  el-ilahî” olarak metafiziğe  indirger. O,  öte  yandan, Aristoteles’in ontoloji olarak metafiziğinin kapsamını, yine aynı genel yaklaşıma uygun olarak epeyce daraltır  ve  ayrı,  aşkın,  değişmez  ve  ezeli-ebedi  varlığa  dair  bir  araştırma  tarzında,  teoloji  olarak metafiziğe dönüştürür. Nitekim onun metafizik ya da ilk felsefe tanımı “felsefenin her gerçeğin sebebi olan  ‘ilk  Gerçek’in  bilgisi  olduğu’  şeklindedir.  Kindî’nin  deyişiyle  metafizik  “cisimlere  gerek duymayan ve hiçbir şekilde cisimle ilişkisi bulunmayan şeyleri”, “şanı yüce Allahın birliğini, O’nun en güzel  isimlerini”  konu  alır,  her  şeyin  etkin  ve  gâye  sebebinin  O  olduğunu,  sağlam  tedbiri  ve  tam hikmetiyle tüm Varlığı O’nun yönettiğini” bildirir.

Metafizik ya da ilk felsefenin (ilm el ilahî’nin) konusu olarak Tanrının varoluşunu öne süren Kindî, daha sonra O’nun varoluşu için birtakım argümanlar öne sürmeye başlar. Onun kullandığı kanıtlar, biri Gaye  veya  Nizam  Delili  ya  da  Düzen  ve  Amaç  Kanıtı,  diğeri  ise  Kozmolojik  delilin  İslam felsefesindeki  versiyonu  olan  Hudus  delili  olmak  üzere  iki  tanedir.  Bunlardan  mantıksal  bir  tasım tarzında  tanımlanmış olan birincisinde Kindî,  “Kâinat birbirine uygun bir sebepler ve gayeler sistemi arz  eder;  böyle  bir  sistem  ancak  âlim  ve  akil  bir  yaratıcının  eseridir  ki  bu  da  Allahü  Teâlâ’dır” düşüncesine uygun olarak,  doğanın  kuruluş  ve  işleyişini  incelemek  suretiyle  tespit  edilebilecek  olan olağanüstü  ve  hassas  dengelerin  önceden  belirlenen  bir  amaca  yönelik  olduğunu,  plan  ve  amacın bulunduğu yerde, bir planlayıcı ve hedef belirleyicinin de zorunlu olarak bulunması gerektiğini bildirir.

Kindî’nin Tanrıyla  ilgili argümanlarından  ikincisi, yani evrenin zaman  içinde başlamasıyla  ilgili olan delil, onun, kendilerinden ne kadar etkilenmiş olursa olsun, kesinlikle bir Platoncu veya Aristotelesçi olmadığını,  ezeli madde  ya  da  evren  görüşüne,  İslam  akaidine  uygun  olarak  şiddetle  karşı  çıktığını gösteren  kanıt,  birincisinden  daha büyük önem  taşır. Onun, MS 6.  yüzyılda,  özellikle Aristoteles ve Proklos  tarafından  geliştirilmiş  bulunan  ezeli  evren  görüşüne  karşı  çıkan  Yeni-Platoncu  Hıristiyan filozofu  John  Philoponus’un  kullandığı  argümana  dayandırılan  bu  kanıtı,  evrenin  zorunlu  olarak muhdes (meydana gelmiş, yaratılmış) olduğunu söyler. Fakat argümana göre, her muhdesin bir muhdisi (meydana  getiricisi,  yaratıcısı)  olmak  gerekir,  zira muhdes  ve muhdis  birbirinin  lâzımıdır.  Delilini, buradan  da  anlaşılacağı  üzere,  yaratan-yaratılan,  sonsuz-sonlu,  birlik-çokluk  karşıtlığı  ve  uyumu üzerine inşa eden Kindî, kendisinden muhtemelen birtakım tercümeler yapmış olduğu Euklides’den de yararlanarak, fiilen var olan ve evreni oluşturan cisimlerin, dolayısıyla evrenin sonsuz olamayacağını, sonsuz olmayan bir şey  için de yaratılmamışlığın söz konusu edilemeyeceğini göstermeye çalışmıştır. O  buradan,  evrenin  bir  bütün  olarak  meydana  gelmiş  ya  da  meydana  getiricisi  Tanrı  tarafından yaratılmış olduğu sonucuna varır.

Kindi,  gerçekten  de  eserinin  ikinci  bölümünün  sonunda,  argümanın  sonucuna  ya  da  ana  tezine koşut  olarak,  evrenin  hâdis  olduğunu  gösterir  ve  Aristoteles  ve  Helenistik  filozoflar  karşısındaki bağımsızlığını ilân eder. Kindî’ye göre, evrenin cismi, hareket ve zaman, ancak ve ancak birbirleriyle eşzamanlı  oldukları  takdirde,  var  olabilir.  Onlar,  evren  sonlu  olduğu  için  şu  halde  sonlu  olmak durumundadırlar.  Başka  bir  deyişle,  Kindî  evrenin  cismani  olduğunu,  sürekli  değişme  halinde bulunduğu  için  de  ezeli  olamayacağını  öne  sürer.  Oysa  ezelivarlık  cismani  olamaz  ve  O’nun değişmemesi  gerekir.  Dolayısıyla,  ona  göre,  evrenin  varlığından  önce  hareketin  var  olduğu  kabul edilemez; aksi halde, ezeli olduğuna inanılan varlığın değişken olması gerekir ki bu da açık bir çelişki meydana  getirir. Zaman  da hareketin ölçüsü  sayıldığına  göre,  evrenden  önce  zamanın  var  olduğunu düşünmek bir çelişki meydana getirir. Şu halde, zaman ve hareket parametreleri  içinde değişken olan evren sonludur ve Tanrı tarafından yoktan yaratılmıştır.

Tanrının  varlığını  akıl  veya  felsefi  argümantasyon  yoluyla  kanıtlayan,  evrenin  meydana  gelmiş olduğunu gösteren Kindî, daha sonra Tanrıya dair bilgimiz üzerinde durur. O yakın olduğu Mutezile Okuluyla,  Bir  olanı  varlık  ve  bilgi  sınırlarının  ötesine  yerleştiren  Yeni-Platoncu  geleneğin  tavrına uygun olarak ve Hıristiyan Batı’nın veya Sahte Dionyssos’un via negativası gibi, Tanrının özüne ait sıfatlarını (el-sıfat al-zatiye) inkâr edip, O’nun niteliklerinin ancak olumsuz olarak tanımlanabileceğini (el-sıfat al-selbiye) söyler.

Tanrıyı  bu  şekilde,  olumsuz  bir  tarzda  tanımlayan  Kindî,  sıra  Tanrı  ile  evren  arasındaki  ilişki problemine  geldiğinde,  bir  yandan  Plotinos’tan  gelen  bir  sudur  nazariyesi  veya  türüm  teorisi benimserken, diğer yandan da  ilk varlığın Tanrının özgür  iradi eylemiyle yoktan yaratılmış olduğunu söyleyip,  yaratımcılığı  tasdik  eder.  Kindî,  ikisi  arasındaki  çelişkiyi  ya  da  uyuşmazlığı  gidermenin yollarını aramadan hem  türümcülüğü ve hem de yaratımcılığı birlikte olumlar; yani o, Tanrı ve evren arasındaki  ilişkiyle  ilgili  İslami  talepleri hiç göz ardı etmeden hem  İslami öğretiyi ve hem de Yunan felsefesini bir araya getirir. Onun öğretisinde hem İslami görüşü ve hem de Yunani öğretileri bir araya getirmesinin, bariz çelişkiye rağmen, İslam felsefesinin gelişiminde önemli bir rolü olduğu söylenir.

(c) Etiği

Kindi etik anlayışını Risâle fi’l-Hîle li-Def’il-Ahzân adlı eserinde ortaya koyar; eklektik yapısı ağır basan bu etik anlayışında Kindî, klasik İslam ahlakı yanında, Sokratik ve Aristotelesçi etik anlayışından ama özellikle de Stoacı etikten unsurlara da yer verir. O, Stoacı felsefeden, en çok da dünya ve dünya nimetleri  karşısında  bağımsızlığa,  kişilerin  ahlaki  failler  olarak  önemine  vurgu  yapmış  olan Epiktetos’tan etkilenmişe benzer.

Kindi  etik  görüşünde  her  şeyden  önce  insan  yaşamının  veya  ahlaki  hayatın  amacının  gerçek  bir saadet olduğunu  savunur. Etkilendiği Sokratik anlayışa ama çok daha önemlisi  İslam akaidine uygun olarak insanın bir beden ve bir ruhtan meydana geldiğini, bunlardan gerçekten var olanın ruh olduğunu öne sürer. O,  insanın  başına  gelen bütün mutsuzlukların beden ya da  cisme bağlanmaktan,  sözde  iyi olduğunu düşündüğü maddi şeylere bağlanmaktan kaynaklandığını öne sürer. Çünkü bu maddi  iyilere bağlanmak  insanın  içsel  dengesine,  gerçek  özerkliğine  zarar  verirken,  onu  yoldan  çıkarıp  acı  ve üzüntülere  sevk  eder.  Onun  bakış  açısından  maddi  şeylere,  gelip  geçici  iyilere  bağlanmak  bireyin ruhsal dengesini  bozarken,  onu  söz konusu  sözde  iyileri  kaybetmenin  yol  açacağı  korku,  tedirginlik, endişe ve üzüntülere gark eder.

Kindi’ye göre gerçek mutluluk, insanı insan yapan şeyin ne olduğunu, onun için neyin gerçekten iyi olduğunu bilmekten ve onu bozan, dengesini yitirmesine yol açan şeylerden uzak durmak, dünyevi ve maddi  iyilere  karşı  aldırmazlık  içinde  olmaktan  geçer.  İnsan  yaşamının  gerçek  amacını,  bu  amacın insanın  ruhsal  boyutu  ve  değişmez  olanla  ilişkisini  gözler  önüne  seren Kindî,  bundan  sonra  gerçek saadete ancak erdemli bir hayatla  erişilebileceğini  söyleyerek bir erdem  felsefesi geliştirir. Başka bir deyişle,  onun  etik  görüşünde  kişi  uyumla,  bireysel  intibakla  sorumludur.  Ortamın  sabit  bir  veri olduğunu,  onu  değiştirmeye  çalışmanın  hiçbir  anlamı  olmadığını;  onu  ıslaha  çalışmak  yerine, kendisiyle  barışmak  gerektiğini  öne  süren  Kindî,  insanın  bu  yolda  mesafe  kaydetmesini  mümkün kılacak yegâne şeyin erdem olduğunu söyler.

Onun sözünü ettiği  erdemler,  tıpkı Sokrates ve Platon’da olduğu gibi dört  tanedir: Hikmet ya da bilgelik,  hilm  ya  da  itidal,  adalet  ve  cesaret. Bunlardan  en  önemlisi,  en  büyük  beşeri  değer  olarak hikmettir; çünkü insana gerçek amacını bildiren hikmetin işlevi veya yararı, erdemin ya da faziletlerin servetten  üstün  olduğunu  göstermekten meydana  gelir.  Adaleti,  her  tür  dengenin,  özellikle  de  içsel ahengin  ölçüsü  kabul  eden,  onun  sadece  servet  çılgınlığından  kaçınmaktan  oluşmadığını  söylemeye özen gösteren Kindî, adalette kişinin suç işlemekten, haddi aşmaktan, taciz ve tecavüzde bulunmaktan sakınmanın bulunduğunu  ifade eder. Adil kişi  için  amaç,  elbette gümüş ya da altın yığmak olmayıp, hikmettir; çünkü  altın ve gümüşle sadece  zorlukların,  eza ve endişenin geldiği yerde, huzur ve  itidal sadece hikmetle gelir.

Kaynak: Felsefe Tarihi, Ahmet Cevizci

İlgili Makaleler