KİLİSE
KİLİSE
Yunanca ekklesia
kelimesinden gelir Ve üç anlamı vardır
. 1-
Hıristiyanların âyin yaptıkları tapmak;
2-
Bütündini teşkilattâ-rı ve fonksiyonlarıyla Hıristiyan toplulu- kuruldu ve
piskoposlar arasından bu kili-ğu;
3-
Ayrı ayrı mezhepler halinde teşki- senin başına geçen kişiye papa dendi.
Da-latlanmiş Hıristiyan toplulukları; Katolik ha sonra, örgütlenmenin daha da
genişle-Kilisesi, Ortodoks Kilisesi gibi. meleriyle Kilise gittikçe
dünyevüe§meğe
Hıristiyanlık,
başlangıçta herhangi bir ve kendine
has hiyerarşisi, yönetim sİste-dünyevi -dini teşkilatlanmaya gitmiş değil- mi, kanunları, üyelik kuralları ve
toprakladı. Toplum içinde ezilmiş olanlar, mane- nyla devlet içinde devlet olma durumuna
vi-ruhi bir boşluk içinde yüzenler ve mad-
geldi. Nihayet, Kilise’nin temsil ettiği’tan-di kültür ve hayattan
bunalanların koşup, nsaP hakimiyet,
kralların dünyevi hakimi-her şeylerini havarilerin ve şakirdlerin yetine üstün gelince, Roma
İmparatorlu-ayaklarına atan ve herşeylerini böylece ğu ‘Kutsal Roma İmparatorluğu’ oldu. bir
şey yaparak paylaşan kişilerin oluştur-
Geçen zaman, çeşitli nedenlerle Katolik duğu ilk Hıristiyan topluluğu,
birbaşka de- Kilisesi’nin karşısına
Ortodoks, Protes-yişle ilk kilise, E.Renan’ın ifadesiyle “bir tan ve ingiltere’de Anglikan Kiliseleri’nİ
yoksullar birliği” durumundaydı. Bu kili- çıkardı..
senin bir yapısı,
kiliseler şeklinde ayrı tapı- Bugün Roma Katolik Kilisesi’nin birkaç nakları ve
rahiplik, piskoposluk gibi statü- bina, birkaç yüz nüfus, fakat milyarlarca Ier
de yoktu. Roma toplumu içinde yaban- üyeli ve dev ve karmaşık ticari, İktisadi,
si-cılar olarak nitelendirilen bu ilk Hıristi- yasi ağlan bulunun Vatikan adlı
bir devle-yanlar kendilerini Roma’nın değil, “Tan- ti vardır. Bu devletin
başı olan Papa, Özel-rı’nın KralhğTnın vatandaşları olarak gö- ilikle dünya
katoliklerinin de ruhani reisi-rüyor ve Roma İmparatorluğu’nun siyasi dir.
varlığının yerini
almayı veya bu İmpara- Ali ÜNAL
torlukla herhangi bîr
mücadeleye girmeyi düşünmüyorlardı. Bk.
Hıristiyanlık; Katoliklik.
Zamanla II. yüzyıldan
itibaren yapı ve
statü itibariyle
kiliseler doğmaya başladı. KİMLİK
(SOSYAL KİMLİK) İlk Kilise din adamları, kiliselerin bakım
vetemizliğiyleilgilenen
hizmetçilerdi. Da- En genel
anlamda sosyal kimlik bir kişi-ha sonraları, Hıristiyanlık İçin mücadele- nin, başkalarıyla ilişkisi sırasında kendini
Ier, Roma’nm artan zulmü ve Hırİstiyanlı-
tanımlamasına İşaret eder. Bununla bir-ğın ruhani karakteri, pek çok
Hiristiyanı likte sosyal psikolojide
terimin genellikle uzlete ve dünyadan el etek çekmeğe götür- daha spesifik bir çağrışımı mevcuttur: Bir
dü. Manastırlara ve kiliselere yerleşen bu
kişinin, kendisini çeşitli sosyal grupların kişilerin kıdemlileri
“presbyteri’ adıyla üyesi olarak tanımlaması, sosyal kimlik
ruhbanlaştılar, yani rahip veya rahibe ol-
olarak adlandırılır. Terimin bu anlamı dular. Daha sonra gelenlere
de’episcopi’ G.H. Mead tarafından
ortaya konmuş-dendi. Yoksullara ve hastalara kendileri- tur. Mead sosyal bir benlik anlayışı
üzerin-ni adayan ve erkek kardeş anlamında *f- de durarak bireylerin kendilerini bîr bü-rer’.kızkardeş
anlamında “sör’ adıyla anı- tün
olarak ait oldukları sosyal grubun balan ‘episkopi’ler zamanla önem
kazanıp kış açısından gördüğünü öne
sürmüştür, ‘episcopus (piskopos)’ olarak mahalli kili- Kimliğin bu kamusal (ya da sosyal) yönü-selerin
başlarına geçtiler. Piskoposların nü
daha özel (ya da kişisel) yönlerinden birleşmesiyle de Evrensel (Katolik)
kilise ayırd etmek büyük önem
taşımaktadır.
Grubun önemi üzerinde
duran Mead, kendi yaklaşımım daha bireyci psiko-dinamik formülasyonlann
karşısına koymuş oluyordu. Böylece sosyal kimliği yukarıdaki şekilde
tanımlamak yaygınlaşmış oldu. Kişisel kimlik ise karakter özellikleri, fiziksel
nitelikler, gayrı şahsi davranış tarzları vb. ile tanımlanıyordu.
Tarihsel olarak sosyal
kimlik kavramına hem sosyal psikoloji, hem de sosyolojide merkezi bir yer
verilmiştir. Sözgelimi ‘a-lan psikolojisi’ kavramını sosyal psikolojiye sokan
Kurt Lewin grup ilişkilerinin, Özellikle de azınlık ve marjinal grupların
ilişkilerinin psikolojik anlamı üzerinde yoğun araştırmalarda bulundu ve elde
ettiği sonuçları yayınladı. Psikanalîtik gelenek içinden yetişen E.Erikson’un
“grup kimti-ği problemi” üzerine olan çalışmaları bireyin hayatmda
yaşadığı kimlik çatışmaları ve kimlik diffüzyonu üzerinde yoğunlaşmış ve
önemli klinik uygulamalara konu olmuştur.
Sosyoloji içerisinde
de sosyal kimlik konusu dikkatlerden kaçmamıştır. Örneğin T.Parsons’un Genel
Eylem Teorisi adlı eserinde sosyal kimlik kişilik (persona-lity)’in bir
alt-sistemi olarak tanımlanmış ve kişinin sosyal sisteme katılımının belirlenmesinde
önemli bir rol oynadığı kabul edilmiştir. Bu teorik konuları yansıtan farklı
kimlik bileşenlerini ölçmek üzere daha deneysel araştırmalara yönelinmiş-tir.
Bu çalışmaların kapsamı, benlik saygısı (self-esteem), kontrol mevkii ve arzu
(istek) düzeyi gibi konular üzerinde odak-laşarak kişisel kimliğin özellikleri
üzerinde yoğunlaşmış, bu metodolojiler R.C.Wylie tarafından Be/»AA: Kavramı
(T-he Şelf Concept) (1974) adlı kitabında kapsamlı biçimde eleştirikbi$tk. Buna
mukabil sosyal kimliği ölçmtyolunda sa-
dece birkaç girişimde
bulunulmuştur. İlk ve hala kullanılan tekniklerden birisi, Yirmi Cümle
Testi’dir. Bu test basitçe ‘Ben kimim?9 sorusuna deneğin vereceği yirmi
cevaptan oluşmaktadır. Bu cevaplar daha sonra kişinin sosyal ve kişisel kimlik
referantlarının tabiatını, kullanılanlar terimlerin değerlendirmeye dönük
niteliğini ve farklı unsurlara atfedilen önemi açıklamak üzere analiz
edilebilir. :”*
Sosyal kimlik kavramı
çeşitli alanlarda ilgi uyandırmaya devam etmektedir. Bu ilgilerin çoğunluğu
Tajfeîin Sosyal Kimlik Teorisi tarafından uyarılmıştır. Bu ttori sosyal kimlik
ihtiyaçları ile gruplararası davranışın çeşitli türleri arasında nedensel bir
bağlantı olduğunu Öne sürer. Bu teori için temel olan, kişilerin sosyal
kimlik-‘ Serinin temelde sosyal karşılaştırmalardan beslendiği hipotezidir.
Kişi, farklı gruplara bakarak kendi grupriçi davranışlarını değerlendirmekte
ve keödisiüe en yakın bulduğu, ‘grubun kimliği’ne şan& maktadır. Bu basit düşünceden
yola çfc kan bu teori, çıkar çatışmalarının yoklo^ ğunda bile gruplar arasında
yapılan ayrımın yaygınlığını açıklamanın mümkün oh duğunu kanıtlamıştır.
‘Aynca bu sosyal kimlik teorisinin azınlık grupların çıkmazının farklı ücret
ödemesi karşısındaki saf nayi çatışmalarının ve etnik gruplar tarat sındaki dil
farklılıklarının lam bir analizini yapacağına da inanıyordu.:
Kimlik kavramı
genellikle,’Benlik’ kavramının bir alt grubu olarak nitelendirilir. Genel
olarak bir insanın *ne'<:*e im’ olduğuna atıfla bulunan’ kimlik’ kavramı,
kişinin kendisine ve başkalarına yakıştırdığı çeşitli anlamlara da işaret
eder. Sosyolojide kimlik, hem onların çeşitli sosyal roller, üyelikler ve
kategorilere bağlanmalarına, hem de bir bireyin serğledigi ve diğerlerinin
belirli sosyal gruplar KÎNG KANUNU
içindeki davranışı temelinde bir bireye atfettikleri çeşitli karakter
özelliklerine işa- 1648-1712 yıllan
arasında yaşayan King ret eder.
adlı İngiliz istatistikçisi tarafından ortaya
(SBA) atılmıştır. Politika Aritmetiği sahasında
Ek. Benlik; Grup;
Kişilik.
çağının en büyük uzmanı sayılan ve sondaj yolu ile birçok ailelerin
gelirlerini ve
KİMYA masraflarını tesbit
ederek ilk milli gelir
tahminini de
hazırlayan King bazı gözlem-
Doğada bulunan, ya da
yapay olarak el- Ierini
değerlendirmiştir. Buğday arzında-de edilebilen binlerce maddenin
özellikle- ki % 10’luk bir azalmanın,
buğday fiyatını rînin araştırılması ve rasyonalizasyonu ile % 30 oranında yükselttiğini tesbit
etmiş-uğraşan bilimsel disipline kimya adı veri- tir. Buğday miktarı 1/10, 2/10, 3/10, lir.
Kimya geleneksel olarak kimyasal dav-
4/10,5/10 oranında azaldığı zaman, buğ-ranışlan yöneten fiziksel
yasalarla ilgili fi- day fiyatları da
karşılıklı olarak 3/10, ziksel ve spektroskopi ile termodinamiği 8/10, 16/10, 28/10, 45/10 yükselmiştir. de
İçeren (termo-kimya dahil) inceleme-
Böylece, ürün miktarı ile fiyatlar arasmda-ler kadar, elektro-kimya,
foto-kimya ve kî bağlantıyı belirten
bu olaya “King Ka-stereo-kimya gibi uzmanlaşmış branşlara nunu” adı verilir. İhtiyaçlar tatmin
edildik-aynlmıştır. Karbon içeren maddelerin in- ten
sonra arz edilebilir ürün silolarındaki celenmesini üstlenen organik kimya ile
ar- her artış, fiyatları arz
artışından daha buta kalan elementleri ihtiva eden maddeler- yük oranda düşürür. Buna karşılık, ihti-le
ilgilenen inorganik kimya da kimyanın
yaçlar tatmin edilmediği zaman bir ürün alt-bölümlerindendir. Teorik
kimya, özel- yetersizliği, fiyatları
arz yetersizliğinden likle kuantum mekaniği ve istatistik meka- daha büyük oranda yükseltir. King
Kaou-niğinin kimyaya uygulanmasıyla ilgilidir. nu daha sonraları Malthus’çu bir görüşle
Kimyasal türlerin bulunması ve değerlen-
ifade edilmiştir. Şöyle ki, buğday miktarı dirilmesi, analitik kimya ve
küçük unsurla- aritmetik dizi ile
artar veya azalırken fiyat-n inceleyen mikro-kimya alanına aittir, lar da geometrik dizi ile azalır veya
artar. Yer kabuğu ve atmosferdeki elementle- Daha genel olarak King Kanunu, talep rîn
dağılımı jeo-kimyamn konusunu oluş-
elastikiyeti zayıf tarımsal malların arzın-turur. Modern kimyanın
uğraşının epey- daki değişmelerin, bu
malların fiyatlarını cebir bölümünü, özellikle fizik, biyo-kim- ters yönde etkilemesini belirtmektedir, ya
ve metalürjiyle ilgili disiplinler-arası in-
Tarımsal malların üretimi hava şartlarına celemeler teşkil eder. Kimya
ile simya bağlı olduğu için, talep
elastikiyetten dü-arasında İslam geleneğinde bir ayrım gö- şüktür. Böylece tarımsal malların arzın d
a-zetilmiş ve kimyanın simyanın değiştirilip
ki bir azalma, fiyatları ve üreticinin top-geliştirilmesinden oluştuğu
öne sürülmüş- lam gelirini artırıcı
sonuçlar meydana ge-tür.
tirmektedir. Tersine olarak, çiftçi ürününü artırdığı ölçüde gelir
seviyesini yüksel-(SBA) tememektedir.
Bu nedenle ürün fazlası
Bk. Fizik; Simya çiftçinin aleyhine olmaktadır. King
Kanu-380
mınun işleyebilmesi
bazı temel varsayımlara bağlıdır, bunlar: a) Üretimi tabiat şartlarına bağlı
ve talebi elastik olmayan bir malın söz konusu olması; b) Kapalı bir pazarın
bulunması; c) Nüfusun değişmesine İmkân vermeyecek kadar sürenin kısa olması;
d) Piyasanın doygun hale gelmesi; e) Talebin rijt veya sert olmasıdır.
Bu varsayımlar genel
olarak tarım ürünlerine uygulanırsa da, King Kanunu benzer varsayımlara sahip
olan sanayi mallarında da benzer tesirler uyandırabilir ve böylece uygulama
alanını genişletmek mümkün olabilir.
Vildan SEVİM
KİŞİLİK
Genel anlamıyla,
bireysel bir insanı hem birey, hem de insan kılan tüm faktörlerin toplamına
kişilik denir.
Batı dillerindeki
kişilik kavramı, latince persona sözcüğünden türetilmiştir, Perso-na,
oyuncuların tiyatrodaki rollerine uygun olarak taktıkları maske anlamına gelmektedir.
Kişilik kavramı, etimolojik anlamına yakın kullanıldığında, kişinin çevresindeki
diğer insanlarla kurduğu ilişkilerde gösterdiği tepki ve kendini ortaya koyma
biçimi olarak anlaşılabilir. Davranışsal açıdan, bir kişinin herhangi bir belirlenmiş
durumda ne yapacağını belirleyen şey olarak tanımlanabilir. Eski bir kavram
olmasına ve gündelik dilde yaygın kullanılışına rağmen, bugün kişiliğin doyurucu
bir tanımının olduğu söylenemez. Psikoloji çevrelerinde Gordon W.AU-port’un
kişilik tanımı genellikle kabul görmektedir. Buna göre “kişilik, bireyin
karakteristik davranış ve düşüncesini belirleyen psiko-fizik sistemlerin
dinamik bir organizasyonudur.”
Gündelik dilde
genellikle birbirlerine çok yakın anlamlarda veya birbirlerinin yerine
kullanılsalar da, psikologlar kişiliği karakter ve mizaçtan ayırırlar.
Karakter, daha sürekli ve yerleşmiş kişilik eğilimlerini veya bireyin ahlâkî
niteliklerim belirlemede kullanılır. Allport’un deyimiyle “karakter,
değeri yükseltilmiş kişilik; kişilik değeri düşürülmüş karakterdir. Mizaç ise
kişiliğin duygusal ifadesidir.
Kişilik objektif ve
sübjektif olmak üzere iki unsura ayrılabilir. Psikologlar çeşitli ölçme ve
değerlendirme yöntemleriyle insanların özelliklerini, yetenek, tutum ve ilgilere,
dürtü ve amaçlara, kendilerini bulundukları ortama uydurma biçimlerine ve
kullanılan savunma mekanizmalarına göre belli gruplar halinde incelerler. Bunlara
kişiliğin görünen, ölçülebilir, tespit edilebilir unsurları veya kişilik
özellikleri denir. Elbette bir kişideki kişilik özelliği bunların kabaca
toplamından ibaret değildir. Bu özellikler her kişide farklı bir biçimde
organize olur ve sürekli olmaya, değişime direnmeye eğilim gösterirler.
Bir de kişiliğin
sübjektif yanı vardır ki, bireyin kendi kişiliğini nasıl algıladığıyla ilgilidir
ve kendilik (şelf) adını alır. Kendilik çocuklukta kendi bedenimizle diğer
nesneleri ayırd etmemizle başlar ve üstlendiğimiz sosyal rollerle sürekli
gelişir. Davranışlarımız ve tepkilerimizin oluşumunda, duygusal gelişimimizde
kendilik algımızın rolü büyüktür. Kendi kendimize Önemli misyonlar
atfediyorsak, karşı-mızdakinİ küçük görmemiz, daha katı ve hoş görüşüz bir
duygu kalıbı içinde hareket etmemiz beklenilen bir tutum olacaktır.
Objektif ve sübjektif
yanlarıyla, bireyin dürtülerinin, amaçlarının, yetenek ve İlgilerinin, kendini
algılama biçiminin kendine özgü, kararlı ve tutarlı bütünlüğü kişiliği
oluşturur. Fakat bu tanımdan yola çıkılarak kişiliğin yalnızca durağan ve
tamamlanmış bir yapı olduğu sonucuna varılma-malıdır. Tanı tersine kişilik,
bireyin hayatı boyunca öğrendiklerinin katkısıyla sürüp giden; bu arada
dürtülerin engellenmesinden doğan çatışmaları altedebil-mek, kendilik’in
değerini muhafaza edebilmek için sürekli savunma mekanizmaları kuran dinamik
bir uyum sürecidir.
Kişilik çalışmaları,
bireyin karakteristik yapısını ortaya çıkarmayı amaçlamakta ve bu çalışmalar
deneysel psikoloji, çocuk psikolojisi ve psikometri alanlarında yapılmaktadır.
Fakat bu arada psikolojide ekollerin etkinliği unutulmamalıdır. Her psikoloji
ekolü, insanı farklı bir yaklaşımla ye kendi terminolojisi ile ele alır. Böylece
psikolojideki ekol sayısı kadar kişilik teorisi ortaya çıkar. Bütün ekol
farklılıklarına rağmen yukarıda söylenenler ve biyolojik kalıtım, kültür ve
bireyin aile İçi yaşantılarının kişiliğin ana belirleyicileri oluşu genelde
kabul edilmektedir.
Psikanaliz
literatüründe kişilik kavramının yerine daha çok ‘karakter’ kavramı
kullanılır. Karakterin anlamı da psikanali-tik teorideki değişikliklere paralel
olarak değişmiştir. Freud içgüdü teorisini geliştirdiği sıralarda özel
psiko-seksüel unsurlarla belirli karakter eğilimleri arasında bir ilişki
olduğunu belirtmiştir. Psikanali-tik teoriye göre kişilik gelişimi belirli dönemlerden
geçerek olur. Belli başlı oral, anal, faİlik, latans ve genital olmak üzere beş
gelişim dönemi vardır. Bu dönemlerin özelliklerinin bireyin psikolojik yapısındaki
etkinliği onun karakterini belirler. Örneğin hayatın ilk yılı, ağız boşluğunun
erotojenik bölge olduğu, her türlü ihtiyacın ebeveynler tarafından karşılandığı,
beden ile dış dünya ayrımının yapılamadığı oral dönemdir. Erişkin olmasına
rağmen oral döneme takıntıları bulunan kişilerde açgözlülük, bağımlılık ve
pasiflik şeklinde oral kişilik Özellikleri olacaktır. Yine İki ve üçüncü
yaşlar, örneğin anü-sün erotojenik bölge olduğu, tuvalet eğitiminin yapıldığı,
çocuğun özerklikle bağımlılık arasında bocaladığı anal dönemdir. Anal kişilik
özellikleri baskın olan bireylerde bu nedenle düzenlilik, titizlik, inatçılık,
cimrilik ya da tam tersine dağınıklık, kirlilik, boşvermişlik veya bonkörlük
eğilimleri bulunacaktır. Psikoanalitik teoriye göre ruhsal aygıt alt-ben (id),
benlik (ego) ve üst-ben (super-ego) olmak üzere üç yapısal katmandan oluşur.
Benlik, alt-ben’den gelen içgüdüleri geri iterek bastırmakla görevlidir.
Fakat benlik yapısı gelişmediğinde geri itilmiş içgüdüler bu kez biçim
değiştirerek psikolojik rahatsızlıklar (nevroz) şeklinde ortaya çıkarlar.
Freud daha sonra nevrozlarla karakter eğilimleri arasında önemli bir ayrım
olduğunu söyler. Eğer benlik geriye ittiği içgüdü malzemelerini belli savunma
mekanizmaları kurarak dışarı kaçırmamayı başarabilirse, kişinin kullandığı
savunma mekanizm asınagöre belli karakter eğilimlerinden söz edilir. Hangi
savunma mekanizmasına başvurulacağını belirleyen de, yine hangi gelişim dönemi
özelliklerinin bireyde baskın olduğudur. Freud en son olarak benlik’in
özdeşleşme (identİficatİ-on) işlevinden söz ederek kişilik yapışma göndermede
bulunur.
Freud sonrasında da
psikanalitik kişilik teorisine katkılarda bulunulmuştur. Bunlar arasında Kari
Abraham ve Wİlbelm Reİch’İn katkıları özellikle Önemlidir. C.Gustav Jung’un da
‘Psikolojik Tipler’ adında bir çalışması vardır.
Adlerci bireysel
psikoloji okuluna göre ise kişilik gelişimini aşağılık duygusu ve onu telafi
etmek için bireyin başvurduğu yollar belirler.
Psikanalitik okuldan
kopan ve sosyo-kül-türel analistler arasında sayılan Karen Horney ve psikolog
Henry Murray’e göre her bireyin psikolojik ihtiyaçları onların kişilik
yapılarını biçimlendirir.
Yakın zamanlarda
transpersonal (ki-şi-üstü) psikoloji okulunu kuran ve teorisinde Doğu
psikolojisinin tecrübelerine önemli bir yer veren Abraham Maslow, her
organizmanın amacının kendini gerçekleştirme olduğunu; bunun yolunun da beş
aşamalı, yalından karmaşığa doğru bir hiyerarşi içinde olan ihtiyaçların karşılanmasıyla
olabileceğini söyler. Ama her kişinin potansiyelleri ve bu ihtiyaçların taşıdığı
anlam, dolayısıyla kişilikler de farklıdır. Öğrenme teorisyenleri ise kişilik
özelliklerinin doğrudan doğruya çevreden öğrenildiği kanaatûıdedirler.
İngiliz psikolog Hans
Eysenck, bireyleri dört farklı kategoriye bölen bir kişilik teorisi
geliştirdi. İlkin insanları dışa-dönük ve içe-dönük olup olmadıklarına göre ikiye
ayırır. Bundan başka bir de tüm bireyleri kararlı ve değişken olmalarına göre
tasnif eder. Kararlı bir kişi, dışarıdan gelen baskılarla başa çıkabilen ve
kolay pes etmeyen kişidir; değişken birey İse genellikle kronik biçimde
kaygılıdır ve çabuk yılar.
Öte yandan Amerikalı
bir psikolog olan Cattell ise, çok daha fazla sayıda (171 adet) kategori
gerektiğini ve ‘kategoriler’in kişilik yapılarını (özelliklerini) ifade
ettiğini söyler.
Kişilik kavramıyla
ilgili tartışmalar, sonunda ‘kişilik ohışumu’nun nasıl olduğu (niçin bir birey
içe-dönük olurken, diğeri
dışa-dönük
olmaktadır?) sorusunda düğümlenmektedir. Bu alandaki tartışmalar ise kişiyi
çevresinin mi, yoksa genetik kuruluşunun mu belirlediği konusuna yöneliktir.
Kişilik özellikleri,
katı ve uyumsuz nitelikler gösterdiğinde, kişinin zararına veya önemli işlev
kaybına yol açtığında attık kişilik bozukluklarından söz edilir. Kişilik
bozukluğu olan bireylerin diğer insanlarla ilişkilerinde Önemli sorunları,
tatminsizlikleri vardır. Fakat onlar ne kadar güç durumda olursa olsunlar, bu
güçlüklerin sorumlularını başkaları olarak görürler ve bundan rahatsız
olmazlar. Bazı rahatsızlıklar duymaları halinde bunları değiştirmek için
büyük bir çaba göstermelerine rağmen başarılı olamazlar.
(SBA)
Bkz. Genetik;
KarakterYapısı.