WordPress veri tabanı sorunu: [Disk full (/var/tmp/#sql_4a81b_1.MAI); waiting for someone to free some space... (errno: 28 "No space left on device")]
SHOW FULL COLUMNS FROM `unaqb_options`

Kerbela Nedir, Kerbela Faciası, Kerbela Savaşı – Sosyolojisi.com
Tarih

Kerbela Nedir, Kerbela Faciası, Kerbela Savaşı

10 Muharrem 61/10 Ekim 680 tarihinde Kûfe yakınlarında olan Kerbela’da, Hz. Muhammed’in torunu Hüseyin bin Ali, yanındaki erkek yakınlarıyla beraber vahşice katledildiği olay.

Yezid halife olunca. Medine Valisi Velid bin Utbe’ye gönderdiği mektuba eklediği fare kulağı kadar küçük bir kâğıtta, her ne pahasına olursa olsun, o zamana kadar kendisine biat etmemişlerin biat ettirilmesini emretti. Bu emir üzerine Halid bin Utbe, Hicaz’da bulunan ve Emevîlerin reisi durumunda olan Mervan bin Hakem ile istişare ettikten sonra, önce Hüseyin bin Ali  ile Abdullah bin Zübeyr’i çağırtıp Muaviye’nin ölüm haberi yayılmadan onları biat ettirmek istedi. Fakat Hüseyin, kendisi gibi bir zatın gizlice biat etmesinin doğru olamayacağını ve kararını ertesi gün halkın önünde bildireceğini beyan etti. Yanlarında bulunan Mervan bin Hakem, Hüseyin’in bu sözleri üzerine onun tutklanmasını istediyse de Velid bin Utbe buna razı olmadı. Hüseyin bu konuşmalardan sonra geceden faydalanarak bütün ailesini yanına alıp Mekke’ye hareket etti. Yalnız kardeşi Muhammed bin Hanefi onunla beraber gitmeye razı olmadı. Çocuklarını da göndermedi. Ağabeyi Hüseyin’e de ihtiyatlı hareket etmesini tavsiye etti.

Kufe halkı, Hüseyin’in Yezid’e biat etmekten kaçındığını Mekke’ye gittiğini haber alınca, onu Kufe’ye  davet için mektuplar göndermeye başladılar. Bu arada Ebu Abdulllah El-Cedelınin riyasetinde bir elçi grubu da gönderdiler. Ayrıca Kufe’nin ileri gelenlerinden Sabas bin Rib’i, Süleyman bin Suray ve bunlar gibi birkaç zevat da Hüseyin’e davet mektubu yazıp gönderdiler.

Hz. Hüseyin, Kûfelilerin bu istekleri karşısında durumu yerinde tetkik etmek üzere amcasının oğlu Müslim bin Akil’i elçiler ile birlikte Küfe ye gönderdi.

Müslim bin Akil, şahsi cesaret ve şecaatine rağmen yolda karşılaştıgı durumu kötüye yordu. Ve kendisine verilen görevden vazgeçmek istedi. Fakat Hüseyin’in ısrarıyla devam etti. Kûfe’ye ulaşınca taraftarlarından İbni Evsace adında bir zatın evine misafir oldu. Burada Hüseyin adına Küfe halkından bilgi almaya başladı. Tahminen 12 veya 18 bin kadar Kufeli ona biat etti. Müslim bin Akil de bu durumu Hüseyin’e bildirdi. Bu arada Kufe deki Yezid’in adamları da durumu Yezid’e bildirdiler.

Yezid, Hüseyin’e karşı tedbir alma yoluna gitti. Kendisine şahsen kızgın olmasına rağmen, Basra Valisi Ubeydullah bin Ziyad’ı cebbarlığından dolayı Kûfe’ye de vali olarak atadı ve Müslim bin Akil’i ele geçirerek öldürmesini emretti.

Ubeydullah bin Ziyad, derhal Kûfe’ye geldi. Onun gelişini haber alan Müslim bin Akil, yerini değiştirerek daha nüfuzlu bir zat olan Hani bin Urve El-Murradi’nin evine gitti. Faaliyetine, kendisini istemeyerek kabul eden Hani’nin evinde devam etti. Fakat çok geçmeden Ubeydullah bin Ziyad, onun yerini buldu. Hani, bunu kabul etmeyince tutuklandı. Ubeydullah’ın bu durumunu bilen Müslim, Kufe halkını isyana teşvik etti ve Ubeydullah bin Ziyad’ın konağını kuaştma altına aldı. Fakat, Ubeydullah, yanında bulunan Kufe eşrafı, dışarıdaki Kûfeliler nasihat ve tehditler yaparak halkı dağıtmayı başardılar. Öyle ki akşam namazından sonra Müslim bin Akil’in yanında ancak on kişi kadar Kufeli kaldı. Gece olunca bunlar da Müslim’i yalnız bıraktılar. Bunun üzerine Müslim bin Akil, bir kadının evine sığındı. Ertesi gün bu yer, Eş’as bin Kays tarafından Ubeydullah’a ihbar edilince, Müslim bin Akil, evde yakalandı. Ve hemen başı kesilerek Ubeydullah’ın kasrından aşağı atıldı.

Müslim bin Akil’in içinde bulunduğu zor şartları, Muharnmed bin Eş’as adında bir zat, Müslim’e verdiği söz üzerine Mekke’deki Hüseyln’e bildirdi. (8 veya 9 Zilhicce H. 60-9 veya 10 Eylül M. 68O).

Hz. Hüseyin, başlangıçta Müslim bin Akil’den aldığı haberlere güvenerek ve Yezid’in de kendisini öldürmek istediğini kati olarak anladığından Kufe’ye hareket etme kararı verdi. Bu fikrini açıkladığı kişilerden Abdullah bin Abbas, Kûfelilere güvenilemeyeceğini ileri sürerek, babası ile kardeşinin başına gelenleri hatırlatıp onu vazgeçirmeye çalıştı. Ve hiç olmazsa Müslim bin Akil’in Kufe’de idareyi ele aldıktan sonra hareket etmesini veyahut da daha ihtiyatlı olarak, kuvvetli kaleleri bulunan halkı kendisine taraftar olan Yemen’e gitmesini tavsiye etti. Fakat Hüseyin, Abdullah ibni Abbas’ın bu güzel tekliflerinin hiçbirini kabul etmedi. Öbür taraftan, Yezid’in halifeliğini tanımamış olan Abdullah ibni Zübeyr de Hicaz’daki hareketlerinde bağımsız kalmak için Hüseyin’e derhal Kufe’ye hareket etmesini tavsiye etti. Ve: “Benim bu kadar taraftarım olsa idi, hiç durmam” dedi. Sonra Hüseyin’in hiçbir şeyden şüphe etmemesi sağlamak için de isterse kendisi için Hicaz’da bir hareket hazırlayabileceğini ve kendisine biat edeceğini söyledi. Hüseyin, onun niyetini bilmesine ve amacını anlamasına rağmen, kararından vazgeçmedi. Bunun üzerine Abdullah bin Abbas,
Hüseyin’e tek başına hareket etmesini tavsiye etti. Fakat Hüseyin, bunu da dinlemedi. Hac menasikini tamamladıktan sonra kadın ve çocukları dahil, bütün aile efradı ile birlikte Kufe’ye doğru yola çıktı.

Medine’ye yeni vali olarak tayin edilmiş olan Amr ibni Sa’d El-Asdak, Hüseyin’in hareketini geç haber aldığı için onu geri çeviremedi.

Hz. Hüseyin’in Kufe’ye hareketinden sonra Mekke’de, peygamber’in torununun giriştiği hareketlerin doğurabileceği feci neticeler herkesi endişeye ve üzüntüyle düşünmeye başladı. Özellikle aile efradı ile birlikte gitmesi üzerine Abdullah bin Cafer bin Ebu Talib, ailenin sönmesinden korktuğundan, Amr bin Sad’a gidip ondan aman aldı. Ve Hüseyin’in güvenmesi için valinin kardeşi Yahya bin Sa’d’ı da Hüseyin’in yanına götürdü. Fakat Hüseyin, rüyasında Peygamberi gördüğünü, başladığı iş lehinde, veya aleyhinde olsun yolundan dönmeyeceğini bildirdi. Tam bu sıralarda da Müslim bin Akil, Kûfe’de öldürülmüş bulunuyordu.

Hz.Hüseyin yolda, Eş-Şifat mevkiinde meşhur şair Farazdak ile karşılaştı. Durumu ona sordu. Farazdak: “Halkın kalbi seninle, fakat kılıçları Beni Ümeyye iledir” cevabını verdi. Daha sonra. Beni Esed’den iki bedevî ile karşılaştı. Bunlarla yaptığı sohbette. Kûfe’nin döndüğünü, Ubeydullah bin Ziyad’ın Kûfe’ye tamamen hâkim olduğunu ve Müslim’in öldürüldüğünü anlattılar. Bunun üzerine Hüseyin, geri dönmeye karar verdi. Fakat yanında bulunan Müslim’in kardeşleri intikam almak ve ölmek istediklerini söylerek geri dönmeye razı olmadılar. O zaman Hüseyin, yanında bulunan ve kendisine katılmış olanlara kendisini terkedebileceklerini, bu hususta tamamen hür olduklarını ve terkettiklerinden dolayı kendilerine kırılmayacağını beyan etti. Bazı kişiler bu söz üzerine, Hüseyin’in kafilesinden ayrıldılar. Hüseyin’in yanında, pek az taraftarı ile aile efradı kaldı. O da bunlarla birlikte yoluna devam etti.

Kafile bir süre yol aldıktan sonra, Ubeydullah bin Ziyad’ın çıkarmış olduğu Hurr bin Yezid kumandasındaki bir devriye ile karşılaştı. Hurr bin Yezid, kumandasındaki bin kişi ile birlikte, Hüseyin’i uzaktan takip etmeye başladı. Bu takip o şekilde oluyordu ki, Hüseyin ne Kûfe’ye gidebiliyor, ne de geri dönebiliyordu. Her iki türlü hareketine devriye kuvvetleri mani oluyordu. Bu durum karşısında Hüseyin, belli bir gayesi olmadan kuzeye doğru yürümeye devam etti. Hurr bin Yezid ise onun yürüyüşünü Ubeydullah bin Ziyad’a bildirdi.

Hz.Hüseyin, eski Ninova harabelerinin bulunduğu (Kerbela’nın dahil olduğu mıntıka) yere gelip konakladı. Bu sırada Hurr bin Yezid, Ubeydullah bin Ziyad’dan haber gelip, Hüseyin’in sarp veya müstahkem yerlere sığınmasına mani olunmasını ve Fırat Nehri ile irtibatının kesilmesine çalışılması isteniyordu. Mektubu getiren, bu emirlerin yerine getirilip getirilmediğine nezaret edecekti.

Ubeydııllah bin Ziyad bu sırada, isyan etmiş olan Deylemlileri ezmek üzere dört bin kişilik bir ordu hazırlamış ve Ömer bin Saad bin Ebi Vakkas’ı Rey valisi atayıp, bu ordunun başına geçmişti. Hurr bin Yezid’den haber gelince, hemen Ömer bin Saad’a ordusu ile Hüseyin’in üzerine yürümesini ve önce bu işi halletmesini emretti. Ömer bin Saad, böyle tehlikeli işi yüklenmekten çekindi. Fakat Ubeydullah bin Ziyad, onu tehdit ederek, azledeceğini, evini yakacağını ve Irak’taki arazilerine el koyacağını söyledi. Bu tehdit üzerine Ömer bir düşünmek üzere süre istedi ve ertesi gün Ubeydullah’a, verilecek vazifenin tarafından kabul edildiğini bildirdi.

Ömer bin Saad, mevcut ordusu ile hemen Hüseyin’ın bulunduğu yere hareket etti. Ubeydullah’ın göndermiş olduğu ordunun üzerine doğru geldiğini haber alan Hüseyin, yanındakilere tekrar, gece olunca dağılıp kaçmalarını tavsiye etti, fakat kardeşi Abbas, oğlu Ali ve amcasının oğulları bu teklifi reddettiler Hayatlarını kurtarmak için kendisini terketmek alçaklığını hiçbir zaman irtikap etmeyeceklerini bildirdiler.

Ömer bin Saad, ordusu ile Kerbelâ mevkiine gelince, Hüseyin onlara hitap ederek, kendisinin Kûfeliler tarafından davet edildiğini ve Kûfelilerin kendisini istememeleri karşısında geri dönmelerine izin verilmesini istedi. Bu sözleri hiç kimse dinlemedi. Tahminen, o zamana kadar az bir ihtimal de olsa Ömer bin Saad’ın ordusunun kendi tarafına geçeceğine, hiç olmazsa taraftarlarının Kûfe’den yardıma geleceklerine güvenen ve bunu ümit eden Hüseyin, artık, yalnız Peygamber’in torunu olmasına güveniyor hiçbir Müslümanın kendisine dokunmayacağını sanıyordu. Fakat tüm ümitlerinin boşa çıktığını çok kısa bir süre içinde gördü. Öıner bin Saad, durumu Ubeydullah bin Ziyad’a yazdı. O da Ömer bin Saad’a, Yezid’e biat etmesini Hüseyin’e teklif etmesini ve su ile irtibatını kesmesini emretti. Bu emir üzerine Ömer bin Saad, Amr bin  Haccac’ı beş yüz süvari ile birlikte nehire gönderdi. Ve Hüseyin’in su ile olan irtibatını kestirdi. Sonra Hüseyin ile birkaç kez kendi ordusu içinde başbaşa gizli olarak konuştular. Bu konuşmalar asker arasında dedikodulara sebep oldu. Fakat anlaşıldığına göre Hüseyin, Ömer bin Saad’a, Yezid tarafından kabul edilmesini, bu olmadığı takdirde geldiği yere dönmesine izin verilmesini, o da kabul edilmezse Şam’a gidip bizzat Yezid’e teslim olmasının sağlanmasını veyahut da İslâm hudutları içinde herhangi bir yerde ikamet etmesinin sağlanmasını teklif etmişti. Bu teklifler, Emevîlerin arzu edebilecekleri en uygun teklifler idi. Ömer bin Saad, Hz. Hüseyin’e, bu tekliflerin kabul edileceğini ve kendisinin de meş’un vazifeyi ifa etmekten kurtulacağını beyan ederek, sevinç ile durumu Ubeydullah bin Ziyad’a bildirdi.

Hz.Hüseyin, sıkı bir kontrol altında ve Fırat Nehri ile irtibatı kesilmiş olarak cevap beklerken, Ubeydullah bin Ziyad, onun tekliflerini önce kabul etti, fakat bir zamanlar Sıffin’de Hz. Ali’nin yanında dövüşmüş olan Şimr (veya Şamir) bin Zü’l-Cavşan, Ubeydullah’a, mühim bir fırsatı kaçırmış olacağını söyleyerek, onu bu fikrinden caydırdı. Üstelik, Ömer bin Saad ile Hüseyin’in buluşarak konuştuklarını da ekledi. Bunun üzerine Ubeydullah bin Ziyad. Ömer bin Saad’a bir mektup yazarak, Hüseyin’in doğrudan doğruya kendisine teslim olması gerektiğini, aksi halde onunla savaşmasını ve bunu yapmadığı takdirde bu mektubu getiren Şimr’in orduya kumanda edeceğini bildirdi.

Şimr bin Zü’l-Cavşan, Hicrî 61. yılın 9 Muharreminde (9 Ekim 680) Ubeydullah’ın gönderdiği mektubu Ömer bin Saad’a verdi. Ömer bin Saad da emirleri yerine getireceğini bildirdi. Bu sıralarda Hüseyin, birkaç kez etrafındakilere buradan kurtuluş olmadığını beyan edip duruyordu. Ubeydullah’ın son kararı kendisine bildirilince, gayet tabii olarak teklifi kabul etmedi. Ertesi güne kadar süre istedi. Ömer bin Saad,ta dedikodulardan çekinerek bu süreyi vermekte tereddüt etti. Yanındaki Şimr’e fikrini sordu. O da fikrini beyan etmekten çekindi. Bunun üzerine Ömer bin Saad, ordusu mensuplarına hitap ederek, fikirlerini almak istedi. Halbuki bunu kabulden daha tabii bir şey olamazdı. Nlhayet Amr bin Haccac’ın “Deylemiler böyle bir şey teklif else idi kabul etmeniz gerekirdi” demesiyle, Hüseyin’in süre isteme teklifi kabul edildi.

O gün Hz. Hüseyin, yanındakilere kendisini terketmelerini ve kendilerine bu hususta izin verdiğini tekrar söyledi. Ve onlar da yine mertçe bu teklifi reddettiler. Bu sırada Hüseyin’in kız kardeşi Zeyneb binti Ali, çadırda feryad ederek dövünüyordu. Ve üstünü başını yırtıyordu. Nihayet kendisini kaybederek bayıldı. Hüseyin onu ayıltarak teselli etti. Geceyi bütün aile dua, namaz ve istiğfar ile geçirdi.

Ertesi günü, yani 10 Muharrem H. 61 (10 Ekim 680) cuma günü Hüseyin, Kerbelâ’da kurdurduğu çadırların arka tarafına bir çukur kazdırdı. Böylece yalnız bir taraftan, yani ön cepheden savaşmak gayesini güdüyordu. Bu çukurun içine odunlar doldurarak onları ateşe verdirdi. Yanında bulunan kuvvetlerin sayısı 23 süvari ve 10  piyadeden ibaretti. Bu kuvvetlerin sağ cenahına Zübeyr bin Kayn, sol cenahına da Habib bin Müzahiri kumandan olarak tayin etti. Sancağı, kardeşi Abbas’a verdi ve kuvvetlerine, arkalarını çadırlara doğru vermelerini söyledi.

Karşı tarafta bulunan Ömer bin Saad, emrindeki dört bin kişilik gücün her bin kişisinin üzerine birer kumandan atadı. Ordusunun sağ yanının idaresini Amr bin Haccac’a, sol yanınkini de Şimr (veya Şamir) bin Zül’l-Cavşan’a tevdi etti,

Hz. Hüseyin, misk kokusu süründükten sonra atına bindi ve eline bir Kur’ân aldı. Onun bu şekilde hareketini görenler, yanan ateşleri de görünce, yılışık ve utanmaz bir şekilde Hüseyin’e: “Acele edip, kıyametten önce dünyada ateşe girmişsin” diye bağırdı. Hüseyin onun bu sözlerine aldırış etmeden atının üzerinde karşısındaki orduya doğru iyice yaklaşıp onlara son bir defa daha hitap etmek istedi. Onun bu halini görüp feryat ile ağlayan kızkardeşini susturduktan sonra, düşman ordusuna dönerek önce Allah’a hamdetti, sonra da gayet beliğ bir hutbe okudu. Bu hutbede: “Peygamberinizin kızının oğlu, varisinin oğlu beıı değil miyim? Şehidlerin efendisi Hamza, babamın amcası değil midir? Resûlüllah’ın benim için ve kardeşim için, cennet halkının çocuklarının seyyidleridir ve sünnet ehlinin göz bebekleridir, neş’eleridir, dediğini duymadınız mı?” dedi. Bundan sonra da onları, biraz sonra tarihte derin izler bırakacak, istikbalde İslâm arasına tefrika sokacak ve hiçbir zaman kapanmayacak bir yara açacak hatadan alıkoymaya çalıştı. Fakat Ubeydullah’ın adamları, şartlarından başkasının kabulünü düşünmüyorlardı. Bu itibarla Hüseyin’in sözleri onları pek etkilemedi. Bu durumu gören Züheyr bin Kayn, belki aracı olurum veya sözlerim tesir eder gayesi ile ileri çıkarak onları kötü niyetlerinden vazgeçirmeye çalıştı. Fakat Şimr. ona bir ok atarak gözlerinin kör olmasına sebep oldu. İşin bu dereceye kadar geldiğini ve ileride daha da vahim şeyler olacağını tahmin eden Ubeydullah bin Ziyad’ın devriye kumandanı Hurr bin Yezid, pişman olup hemen Hüseyin tarafına geçti. Bu arada Ömer bin Saad. hiçbir şey yapmadı demesinler diye sancağı ile ileri çıkarak bir ok attı. Ve herkesi buna şahit tuttu. Bu oktan sonra, askerler de ok atmaya başladılar. Böylece çok nisbetsiz güçler arasında başlayan savaş, bir süre düello usulü ile devam etti. Fakat, bu usul ile çok zayiat verdiklerini gören Küfe ordusu, ferdi mücadeleden vazgeçerek toplu halde hücuma başladı. Bu hücum esnasında Şimr. bir aralık Hüseyin’in çadırını yakmak istediyse de buna Şabas bin Rib mani oldu.

Vakit öğleden sonrayı buldu. Hz. Hüseyin’in taraftarları çok azaldığı için geri kalanlar, Hüseyin’i korumak için onun etrafında toplandılar ve onun önünde birer birer şehid oldular. Yalnız Dahhak bin Abdullah El-Misraki, Hüseyin’den izin alarak kaçıp kurtuldu.

Savaşın sonlarına doğru, Hz. Hüseyin de bizzat savaşa katıldı. Üzerinde güzel bir cübbe, başında temiz bir sarık vardı. Yaya olarak, süvari gibi cesaretle savaşıyor, hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Ancak, bu sıralarda üç-dört kişi kalmışlardı. Hüseyin’i belki daha çabuk veya daha önce öldürebilirlerdi. Lâkin Küfe ordusu içinde hiç kimse, ona asıl darbeyi vurmaya cesaret edemiyordu. Şlmr, adamlarını bir kez daha hücuma sevketti. Her yandan Hüseyin’e hücum edildi. Bu hücum sırasında Zura bin Serik, Hüseyin’in sağ eline ve omuzuna bir kılıç darbesi indirdi. Hz.Hüseyin, bu darbeden dolayı yere düştü. Ayağa kalkmak üzere iken Sinan bin Enes En-Nehai, ona mızrağını fırlattı. Sonra atından inerek Hz. Hüseyin’in başını ve saçlarını kesti. Orada bulunanlar da hemen cesedi soyup üzerindeki her şeyi aldılar. O zaman görüldü ki Hz. Hüseyin, bu savaşta, otuz üç mızrak ve ok, otuz dört kılıç darbesi almış; ayrıca vücudunun birçok yerleride kararmıştı.

Hz. Hüseyin’in şehadetinden sonra Küfe ordusu, çadırları kadınları yağma ettiler. Bunu gören hasta ve yatakta yatmakta  olan Ali bin Sa’d ile başkaları buna mani oldular. Çadır ve kadınlardan alınan eşyalar geriye iade ettirildi.

Kerbela vakası diye tarihe geçen bu olayda. Hz. Hüseyin’in  taraftarlarından 72, karşı taraftan 88 kişi ölmüştü. Yaralılar ise bu sayıya dahil değillerdi.

Kufe ordusu, Hz. Hüseyin’in gövdesinden ayrılmış olan kesik başını Küfe’ye getirdiği zaman, Ubeydullah bin Ziyad, elindeki asa ile Hz. Hüseyin’in kesik başının dudaklarına vurdu. Orada bulunan Ebu’l Berza E l-Asami veya Yezid bin Erkam, onun bu harekeli karşı dayanamayıp Ubeydullah’a, asasını çekmesini, çünkü peygamber’in dudağının öpmek üzere bu dudağa çok temas ettiğini gördüğünü söyledi.

Ubeydullah bin Ziyad, bu hareketi ile yetinmeyip, Hz. Hüseyin’in esir edilen kız kardeşi ve kızları ile alay etmek istedi. Ve etti.

Bütün bu olaylar cereyan ederken, Emevî hükümdarı Yezid’in, olaylar karşısında aldığı vaziyet ve verdiği emirler, kesin olarak belli değildir. Muahhar Şii müellifleri, Hz.Hüseyin’in öldürülme emrinin bizzat Yezid tarafından verilmiş olduğunu ve asıl sorumluluğun ona ait bulunduğunu beyan ederler. Fakat, ilk Şii müelliflerde bu iddialara rastlanmamaktadır.

En eski kaynakların hemen hepsi, Hz. Hüseyin’in başı Şam’a getirildiği zaman, Yezid’in bundan çok müteessir olduğunu, gözlerinin yaşardığını ve onu getirenlere “Hüseyin’i öldürmemiş olsa idiniz, yine itaatinizden memnun kalırdım. Allah, İbni Sümeyye (Ubeydullah bin Ziyad’a)’ye lanet etsin. Vallahi, eger Hüseyin’in yanında olsa idim, kendisini affederdim. Allah, Hüseyin’e rahmet etsin” dediğini ve büyük ihsan ve caize ümitleri ile başı getirenlere, hiçbir şey vermediğini kaydederler.

Hz. Hüseyin’in ailesi Şam’a getirildiği vakit, onları böyle perişan halde Şam’a gönderen Ubeydullah bin Ziyad’a, Yezid çok kızmış ve bütün ailesiyle birlikte Hz. Hüseyin’in ölümüne ağlamıştır. Sonra, Hüseyin’in ailesinin ihtiyaçlarını tamamlayarak onları Medine’ye göndermiştir.

Bütün bu rivayetler ve nakiller, hadisenin mesuliyetini Ubeydullah bin Ziyad ile Şimr’e yüklemektedir. Ancak, Yezid’in sonradan Ubeydullah’ı azletmemiş olması, gösterdiği teessür ve kızgınlıkta samimi olmadığını  göstermektedir. Bu itibarla bazı tarihçiler, şehadet işinde doğrudan doğruya Yezid’i hedef almaktadırlar.