KENTSEL UYGARLIKLARIN KÖKENİ
Kentsel uygarlıkların kökenini ve özelliklerini sıralayabilmek.
Bir kentsel çevre ya da kentsel yığılma, kentlerin ortaya çıkmasının ve ardından
gelen kentleşme süreçlerinin sonucudur. Tarihte kentleşmenin kökleri yaklaşık
10.000 yıl kadar geri gitmektedir. Erken dönem Antik kentler Orta Doğu’da (Mezopotamya,
Mısır) yaklaşık MÖ 6000 yıl önce, Hindistan’da İndus Vadisi, Çin’de,
Girit şehirlerinin Minos uygarlığında yaklaşık MÖ 4000 yıl kadar önce ve Meksika’da
yaklaşık 2300 yıl öncesinde bulunabilir (Light, 1983). Bu yerleşkelerdeki nüfus
görece günümüz standartlarına göre az olsa da Mohenjo-Daro, İndus Vadisi’nde
yaşayanların nüfusu 20.000’e yaklaşmıştır. Kent tarihçisi Lewis Mumford, ilk
insan yerleşimlerinin “ölü kentleri ya da Thanatopolis” olduğunu belirtmiştir.
Antik kentler iyi tanımlanmış politik imparatorluklar içinde kilit noktalar olarak
tarihte yer aldılar. Babil, Atina, Roma, Mexico City, Pekin vb. gibi merkezi komu-
Kavram Olarak Kent
Sosyolojisi
Kent sosyolojisine sosyomekânsal
bir bakış,
mekânsal ve çevresel
konuların her zaman sosyal
ilişkilerin bölümü ve parçası
olduğu anlamına
gelmektedir.
A M A Ç N
ta şehirleri vardı. Diğer şehirler, kara veya su yolları aracılığıyla merkeze bağlıydı.
şehirlerin bilgi, güç, zenginlik ve kontrol gibi tüm kaynakların toplanma merkezi
olmaları onların en önemli ortak yapısal özellikleriydi. Devlet, din, uygarlık, aile ve
ülke kavramları “şehir” kavramı ile iç içeydi. Polis (Antik Yunan şehir devleti),
özünde bir kentin egemenlik alanıyla tanımlanan bir yönetim şeklidir. Civis (kent
sakini) ise ‘kent hayatı’ ve ‘iyi bir hayat’ için kentlerde yaşayan kentli yurttaştı. Antik
kentler ibadet amaçlı tapınaklar, ticaret amaçlı pazar meydanları ve eğlence
amaçlı tiyatrolardan oluşan kamusal mekânlarla tanımlanabilir. Ayrıca, antik kentler
iç kalenin etrafını saran surlarla çevrelenmiştir.
Antik kentlerin çoğu sağlıksız barınma koşullarıyla uğraşmaktaydı. Ancak Gideon
Sjoberg’e göre (1957), bu şehirler özellikle kendi hinterlandında aynı zamanda
güç alanlarıydı. Sürekli savaş tehditlerine karşı, kendilerini güçlü sağlamlaştırma
sistemleri ile korumaktaydılar. Aynı zamanda ticaret ve değiş tokuş yeri olmuşlar
ve belli bir düzeyde işbölümü ve görece karmaşık iş ve işlevsel düzenleme özelli-
ği göstermişlerdir. Bu şehirlerin aynı zamanda temsil edici bir işlevi vardı. Ayırt
edici bir grup semboller ve mekân modelleri kullanılarak inşa edilen yerlerdi. Böylece,
örneğin antik Babil’deki Ur kentinde cennetler ve şehir arasındaki geometrik
ilişkileri yöneten kozmolojik kodlar kullanılmıştır. Bu dini kodlar da kutsal ve dünyevi
mekânları belirlemiştir.
Atina gibi klasik kentler de kozmolojik kodlara göre inşa edilmiştir. şehir, Tanrı
ça Athena’yı onurlandırmak için inşa edilmiştir. Temelde bir daire şeklindedir.
Dairenin merkezinde topluluğun ve dünyanın merkezi agora vardır. Sokaklar merkezden
yayılan bir ışınsal/radyal ağ olarak düzenlenmiştir. Bu düzenleme temelde
pazara kolay erişim gibi ekonomik kaygılar tarafından değil, tüm evlere eşit mesafede
olması gerekliliğine dayanan politik ilke tarafından belirlenmiştir. Tüm Atinalı
yurttaşlar (yabancılar, köleler ve kadınlar hariç) eşit olarak kabul edilmekteydi.
şehir merkezinde vatandaşlar için toplantı salonu, belediye meclisi ve meclis
salonu yer almaktaydı.
Klasik Roma askeri gücü simgeliyor ve temsil ediyordu. Cumhuriyetçi şkirler
Antik Yunanistan’dan ödünç alınmıştı. şehir merkezine forum denmekteydi. Yükseliş
döneminde, bir milyondan fazla sakin Roma’da yaşıyordu. Roma’da bir tatlı
su taşıma sistemi ve kamu yolları geliştirilmişti. Yine de yoksul ve zengin mahalleler
arasındaki kutuplaşma fark edilir ölçüdeydi. Merkezin dışında kalan yerleşim
bölgeleri sosyal sınışara göre bölünmüştü. Zamanla bu, “çöküş” ve “aylaklık” mekânı
(Bir yıl içinde 159 gün resmi tatil olarak ilan edildi) olarak nitelendirilmiş bir
yer olarak tanındı. Kentin gereksinimi olan su ve ücretsiz ekmek gibi kaynaklar
kırsal alandan sağlanmıştır. Bu durum ormansızlaşma ve toprağın aşırı kullanımıyla
sonuçlanan tarımsal arazi talebini artırmıştır. Refah, temelde sadece elitler ve elit
soyundan gelen vatandaş için mevcuttu. Patrici sınıfı, plebler karşısında kalıtsal bir
grup olarak Roma’da iktidarı ellerinde tutuyorlardı. Hane halkı tüketimi için gerekli
eşyaları, ücretli emeği üreten küçük esnaf/zanaatkâr sınıfı yoktu ve çoğunluk politik
ve ekonomik hayata katılımın dışında tutulan köle emeği tarafından yapılırdı.
Mutlaki krallık veya hanedan yasaları Roma şehrine hakimdi.
Pekin Antik Roma’ya benzer köle işgücüne dayanan bir kentti. Hayat hükümdarlığı
n kontrolü altındaydı. Mançu, İmparatorluğun başkentiydi. Adeta iş ve ticaret
kentiydi. Ming hanedanlığı şehir merkezinin kutsal olduğunu iddia ederek girişe
sınırlama getirdi. Böylece sözde “Yasak şehir” ortaya çıktı. Ayrıca gök cisimlerinin
göstergeleri gibi kozmolojik semboller kullanılmıştır.
4 Kent Sosyolojisi
Polis (Antik Yunan şehir
devleti), özünde bir kentin
egemenlik alanıyla
tanımlanan bir yönetim
şeklidir. Civis (kent sakini)
ise ‘kent hayatı’ ve ‘iyi bir
hayat’ için kentlerde
yaşayan kentli yurttaştır.
Gordon Childe 1892 Avustralya’nın Sidney şehrinde doğdu. Sidney ve Oxford
üniversitelerini bitirmiştir. 1946-1956 yılları arasında Londra Üniversitesinde Tarih
Öncesi Arkeolojisi profesörlüğü ve Arkeoloji Enstitüsü yöneticiliği yaptı. G.Childe’ı
n en çok okunan iki kitabı “Tarihte Neler oldu” ve “Kendini Yaratan İnsan”dır.
Edinburg’tan sonra 1956 yılında da emekli olduğu Londra Üniversitesindeki Arkeoloji
bölümüne dekan olarak atanmıştır. 1957 yılında Avustralya’ya dönmüş ve
Blue Mountain de intihar etmiştir. Gordon Childe’ın arkeoloji dünyasına kattığı en
önemli iki teorisi “Neolitik Devrim/Neolithic Revolution” ve “Kentsel Devrimi/Urban
Revolution” dir Bu iki teori üzerine arkeolojik çalışmalar yapmış ve bunların
kayıtlarını tutan ilk kişilerden birisidir ve bu çalışma günümüzde de önemini hala
korumaktadır.
Eski kentleşme süreçlerini tartışırken, toplumsal yapıların kökenleri hakkında
iç görüler edinmek de mümkündür. V. Gordon Childe (1950; 1954) toplumun gelişimini
farklı aşamalara ayırır. Childe, şehir kumayı modern yaşam, özel bir dizi
sosyal ilişkilerle bağlantılı “kentsel devrim” in bir parçası olarak değerlendirmektedir.
Kentleşme süreçlerini temelde avcılık ve toplayıcılık yolunu izleyerek gıda
üretimine ve yerleşik gruplara dayalı toplumdan; ticaret ve zanaat üretimine dayalı
topluma geçiş olarak açıklamaktadır. Childe’ye göre kentleşme; emeğin uzmanlaşması,
toplumsal görevlerin karşılıklı bağımlılığının artması ve farklı işlevlerin ayrı
şması aracılığıyla gelişen bir sürecin sonunda gerçekleşmiştir.
Gordon Childe
“kentsel devrim”i aşağıdaki özelliklerle açıklamıştır:
1. Artan nüfus büyüklüğü ve yoğunluğu,
2. Emeğin uzmanlaşması: zanaatkâr, tüccar, din adamı gibi uzmanlıkların artması,
3. Tapınakların hâkimiyetinde kurulan kentsel mekânlar,
4. Hinterland için gıda üretiminin kontrolü ve artı ürünün depolanması. Toplum
üzerinde mutlak kontrole sahip bir egemen sınıf vardır: Rahip, askeri liderler
ve yetkililer egemen sınıfın yönetici sınıfını oluştururlar,
5. Yazının icadı: Bilginin işlenmesi için sayısal ve alfabetik belirtme sistemleri
vardır,
6. Sanatlarının gelişmesi: Sanat, müzik gibi giderek raşne edilmiş kültürel ifade
formları olmalıydı,
7. Bilimlerin gelişimi: Tahmin, ölçüm ve standardizasyon kayıtları (örneğin
vergi) tutmak için gerekliydi.
8. Diğer merkezler ile uzun mesafeli ticaret mevcuttu,
9. Artık akrabalık yerine aidiyet yaşanılan yere bağlıydı.
Childe için antik kentler “uygarlığın beşiği” olmuştur. Childe’ın modeli, avcı ve
toplayıcı toplumlardan modern kentsel ekonomilere dayalı olanlara geçiş ile nitelendirilen
evrimci anlayış üzerine kuruludur. Diğer yaklaşımlar ise, kentleşmenin
mutlaka böyle bir yolu takip etmediğini vurgularlar. Araştırmacılar kentlerin Childe’ı
n önerdiği evrimci anlayışın sonucu değil güçlü hükümdarlarının ve onların ticari
başarılarının ürünü olduğunu öne sürerler. Bu yaklaşıma göre, ticaret ve devletin
gücü büyük şehirleri üretmiştir.
Kentleşme, MÖ 1000 ile MS 500 arasında bir düşüş yaşadı. Merkezî otoriteler
gücünü kaybettiği için o dönemki kentlerin kendilerini savunma ihtiyacı doğmuştur.
Ortaçağ Avrupası’nda kentleşme düzeyi gerilerken, Asya, Yakın Doğu ve Latin
Amerika’daki şehirler zenginleşmiştir.
1. Ünite – Kavram Olarak Kent Sosyolojisi 5
Gordon Childe (1892-1957)
Childe için kentleşme;
emeğin uzmanlaşması,
toplumsal görevlerin
karşılıklı bağımlılığının
artması ve farklı işlevlerin
ayrışması aracılığıyla
gelişen bir sürecin sonunda
gerçekleşmiştir.
Childe’ın kentleşme modeli,
avcı ve toplayıcı
toplumlardan modern
kentsel ekonomilere dayalı
olanlara geçiş ile
nitelendirilen evrimci
anlayışına dayanmaktadır.
Araştırmacılar ise, kentlerin
Childe’ın önerdiği evrimci
anlayışın sonucu değil,
güçlü hükümdarlarının ve
onların ticari başarılarının
ürünü olduğunu öne
sürerler. Bu yaklaşıma göre,
ticaret ve devletin gücü
büyük şehirleri üretmiştir.
İslam hükümdarları Constantinople/İstanbul gibi eski Roma kentlerini devraldı. İslam
egemenliği altında Kuzey Afrika ve Yakın Doğu’da da kentler kurulmuştur. Bölgesel
genişleme ve yönetimin sonucu olarak, İslam toplumunun kendine özgü bir şehir
sistemi vardı ve böylece yöneticiler ticaret ve hinterlandı kontrol edebiliyorlardı.
Aşağı yukarı aynı dönemde (MS 1000-1700), Hindistan’daki şehirlerin refahı,
merkezi otoritenin gücünün sonucudur. şehir, devlet otoritesinin gücüne öylesine
bağımlıdır ki, öyle ki bir prensin şehri terk etmesi sonucunda tüm nüfus kentten
ayrılabilmektedir. Gottdiener ve Hutchison (2011, s.35) bu dramatik durumu şöyle
göstermektedirler; “1663 yılında bir Moğol prensi Delhi’den Keşmir’e bir yolculuğ
a çıktığında, bütün şehir onu izledi çünkü onun iyilikleri olmadan yaşamlarını
sürdüremezlerdi.”
Latin Amerika’da Aztek ve İnka medeniyetleri, Tenochtitlan (Meksiko) şehri gibi
önemli şehirleri kurdu. Buradaki önemli nokta, Meksika’daki Aztek uygarlıkları
nın tarım hinterlandı ile yakın bir ilişki içinde olmasıdır. Ekonomi paraya değil,
takas/mübadele sistemine dayanmaktaydı. Kentin rolü, Aztek hükümdarları için
idari merkezi olarak hizmet vermek oldu. Avrupa’da sadece geç Ortaçağ’da kentler
devletten siyasal bağımsızlık ve özerklik kazandı.