KENT SOSYOLOJİSİNDEN BAHSEDEBİLİR MİYİZ?
Buraya kadar olan tartışmalarda kentin gelişme analizi, toplumsal değişim kuramları
ile bağlantılıydı. Kentler veya şehirler tarihsel açıdan önemli yerler olarak kabul
edilir ve nadiren oluşma nedenleri ve temelde bazı gelişmelerin koşulları olarak
ele alınırlar. Marx, Weber ve Durkheim, şehirleri analiz ederken toplumlarda
faaliyet gösteren faktörlerin daha geniş bir analizi ile ilgilenmişlerdir. Durkheim
için şehir “ahlaki uyumun dağılması” için bir yerdi; Weber, “hesaplayıcı rasyonelliğ
in-akılcılığın büyüme”sini vurguladı. Marx ise kapitalist üretimin gelişimi ile serbest
bırakılan yıkıcı güçleri ele aldı.
Endüstri şehri ve endüstri toplumunun ortaya çıkışı ile birlikte toplumsal-siyasal
alanlardaki bilim insanları açıklamalar bulmaya ve deneyimlenen dönüşümler hakkı
nda daha derin bir anlayış geliştirmeye çalıştılar. Alman bilim adamı Ferdinand
Tönnies (1855-1935), topluluk (Gemeinschaft) ve toplum (Gesellschaft) kavramsallaştı
rmalarıyla kent sosyolojisi alanında önemli bir konuma sahiptir. Tönnies toplumu
analiz ederken temelde evrimsel bir bakış açısı izledi. Sanayileşme/kentleşme
dönemini, yüz yüze iletişimin sosyal yaşamı belirlediği topluluktan (Gemeinschaft’tan),
zayışamış sosyal bağlara ve düzenlemelere sahip olmakla karakterize
edilen topluma (Gesellschaft’a) bir geçiş olarak açıklamıştır. Genellikle bu ayrım,
köy ve şehir hayatını ayırt eden ölçüt olarak kullanılmıştır.
Georg Simmel (1858-1918) kent sosyolojisi tartışmalarına önemli katkıda bulunmuştur.
Kentleşmenin kültürel boyutları üzerinde yoğunlaşmıştır ve kentsel ya-
Kent Sosyolojisi
Friedrich Engels (1820-1895)
Engels 1844 yılında
İngiltere’de kapitalist
kentlerin toplumsal ve
mekânsal düzeyde eşitsizlik
ürettiğini ortaya
koymaktadır. Kentleşme
sürecinde ortaya çıkan
toplumsal sorunların
önemini vurgulamıştır.
A M A Ç N
Durkheim için şehir “ahlaki
uyumun dağılması”, Weber
için, “hesaplayıcı
rasyonelliğin-akılcılığın
büyüme”si, Marx için ise
kapitalist üretimin
gelişimidir.
Ferdinand Tönnies (1855-1935)
Tönnies,
sanayileşme/kentleşme
dönemini, yüz yüze iletişimin
sosyal yaşamı belirlediği
topluluktan
(Gemeinschaft’tan),
zayışamış sosyal bağlara ve
düzenlemelere sahip
olmakla karakterize edilen
topluma’a (Gesellschaft’a)
bir geçiş olarak açıklamıştır.
şamın nasıl bireysel bilinç dönüşümlerine yol açtığını ele almıştır. Simmel “Metropolis
ve Zihinsel Yaşam” adlı makalesinde, modern yaşamın en büyük sorunları-
nın bireylerin kendi özerklik ve bireyselliklerini kendi ellerinde tutma iddiasından
kaynaklandığını savunmuştur. Kişiliğin dış güçlere nasıl uyum sağladığı sorusunu
sormuştur. Ona göre metropol hayatı sinir uyarılarının bir yoğunlaşması, insanın
bu koşullara uyum sağlayabilme ve farklı bir tür kişilik geliştirmesi şeklinde sonuçlanmı
ştır. Simmel metropolün her zaman para ekonomisinin merkezi olduğunu
vurguladı. Para ekonomisi, belli bir zihin (intellect) durumuna dayanmaktadır ve
bu zihin; faiz, hesaplanabilirlik ve dakiklik gibi nesnel ve ölçülebilir kazançlarla temellendirilmektedir.
Onun çalışmaları insanın tarihsel bağlarından kurtulup özgür
ve özgün bireyler haline geldiği potansiyeli görerek metropol hayatının özgürleştirici
rolü üzerine hala devam eden tartışmalar başlattı.
Georg Simmel’in ABD’de kent sosyolojisi alanının ortaya çıkmasında önemli bir
etkisi olmuştur. Eski öğrencileri Albion Small 1893 yılında şikago’da Sosyoloji Bölümü
kurdu. şikago Okulu uzun bir sürede gelişmiş ve kent sosyolojisi söylemlerine
hakim olmuştur. 1914’te Robert E. Park bölüme katılmış ve Roderick McKenzie,
Ernest Burgess, William I. Thomas ve Louis Wirth bu okulun önemli temsilcilerinden
bazılarıdır. Böylece şikago ’da “kent sosyolojisi” doğdu. Kent, sosyal araştı
rma laboratuvarı haline geldi. Bu yıllarda Amerikan şehirleri önemli bir büyüme
yaşadı. Göçmenlerin sayısının artması, büyüyen işsizlik ve evsizlikle başa çıkabilmek
için sosyal politikalara duyulan ihtiyaç giderek arttı. Bu süreci gözlemleyen
şikago Okulu üyeleri, ‘kentsel’deki toplumsal olayların çalışılması için en uygun
yöntemin “nitel araştırmalar yöntemi” olduğu tezini savunmaktaydılar.
Robert E. Park (1865-1944) sosyolojiye, gazetecilik ve o günlerde en önemli
siyah Amerikan lideri Booker T. Washington ile uzun vadeli bir asistanlıktan uzanan
virajlı bir yoldan geldi. İlgi alanları arasında ırk ilişkileri, sendikalar, etnik mahalleler,
evsizlik gibi şehir hayatının tüm yönleri vardı. Biyolojik metafor ve ekolojik
modeller kentsel toplumsal ilişkilerin analizi için çerçeveleme araçları oldu. Karmaşı
k sosyal yapılar bir eko-sisteme benzeyen ve olgunluğa doğru ilerleme halinde
olan dinamik süreçlerin toplumsal ağları olarak görüldü. Park, şehrin farklı yerleri
arasındaki karşılıklı bağımlılığı (veya symbiosis, ortak yaşam) göstermek için
“yaşam ağı” kavramını kullanmıştır. Doğal alanlara (niş/niche) dayanan bu varsayı
mlar simbiyotik ilişkileri vurgulayarak tespit edilebilir. Tipik bir örnek şikago’nun
yüksek kiralı bir mahallesi ile yakındaki yoksul bir mahallenin (slum) karşılaştırılması
çalışmasıdır. Karşılaştırma sonunda durumu iyi olan sakinlerin ev hizmetlerinde
gereksinim duydukları ucuz emeğe ve aynı zamanda yasadışı alkol ve ilaçlara
kolay erişebildikleri; ancak kenar mahallede yaşayan yoksulların (slum) korunaklı
ve iyi durumdaki evlerde el ulağı (yardımcı) oldukları görülmüştür.
Park’ın doğal ve kentsel çevre arasında kurduğu temel benzerlik bir tür Sosyal
Darwinizm’in temelini oluşturmuştur. Roderick McKenzie varoluş mücadelesinin
temelde konum veya mevkiye dayandığını öne sürmüştür. Mekânsal konum ancak
ekonomik rekabet ve hayatta kalma mücadelesine dayanmaktadır. Nüfus da şehir
mekânı içinde böyle ayrılmıştır. Bu kentsel örüntülerin incelemesi, kentsel (insan)
çevrebilimcilerin (ekolojistlerin) ana konuları oldu. Ernest Burgess bu coğraş temelli
keşşn savunucularından biri olmuş ve şehir içindeki arazi kullanımının genişleyen
(olgunlaşan) boyutunu açıklamak için “eşmerkezli/özekdeş (concentric)
daireler kuramını” geliştirdi. Farklı kentsel arazi kullanımının (iş, üretim, farklı
sosyal sınışarın barınması, eğlence vb konutlar) düzenli bir model takip ettiğini savundu.
Burgess’in kentsel büyüme modeli temelde eşmerkezli/özekdeş bölgeler
(1920) (concentric zones) modelidir. Belirlenen bölgeler şunlardır:
1. Ünite – Kavram Olarak Kent Sosyolojisi 9
Georg Simmel (1858-1918)
Georg Simmel kentleşmenin
kültürel boyutları üzerinde
yoğunlaşmıştır ve kentsel
yaşamın nasıl bireysel bilinç
dönüşümlerine yol açtığını
ele almıştır. Ona göre,
modern yaşamın en büyük
sorunları bireylerin kendi
özerklik ve bireyselliklerini
kendi ellerinde tutma
iddiasından
kaynaklanmaktadır.
Robert E. Park (1865-1944)
Burgess’in ilgi alanları
arasında ırk ilişkileri,
sendikalar, etnik mahalleler,
evsizlik gibi şehir hayatının
farklı yönleri vardı. Biyolojik
metafor ve ekolojik modeller
kentsel toplumsal ilişkilerin
analizi için çerçeveleme
araçları olmuştur.
• Merkezi iş ve ticaret bölgesi (Central Business District, CBD)
• Hem konut hem de iş alanlarının yer aldığı karma alanlar (geçiş bölgesi)
• Alt sınıf yerleşim alanları (şehir içi)
• Orta sınıf konut alanları (dış banliyöler)
• Abonman toplu ulaşım kartı olanların yaşadığı Banliyö (Commuters) bölgesi
Burgess, şehrin büyümesinin her zaman içten yani şehrin merkezinden (CBD)
dışa doğru genişleyerek oluştuğunu iddia etmiştir. Böylece, geçiş bölgesi, zaman
içinde, dışa doğru hareket eden işletmeler tarafından satın alınacaktır. şehir merkezi
yüksek şyatlı arazi kullanımı tarafından işgal edilmiştir çünkü ticari işletmeler
bu yüksek ücretleri ödeyebilmektedirler. Yerleşim mahalleleri, merkeze gidip gelme
maliyetlerine bağlı olarak merkez dışında bulunmaktadır. Böylece bu maliyeti
ödeyebilen yüksek gelirli gruplar şehrin en dışında yüksek şyatlı konut alanlarında
yaşamaktadır. Bu yaklaşımda klasik ekonomi kuramlarının etkisi açıktır. Çeşitli
arazi kullanımlarının konumu arazi/toprak için ödeme gücüyle açıklanabilir. Serbest
piyasa içinde farklı gruplar arasındaki rekabet her grubun ödeme gücünün
yeteceği arazi kullanımıyla sonuçlanır.
Burgess’in eşmerkezli/özekdeş bölge modeli, Kuzey Amerika bağlamında etnik
niteliklere odaklanmış olması açısından eleştirilmiştir. Diğer modeller temelde, yukarı
da açıklanan bölge modelindeki bölgelerin yerine, sektörlerin (Homer Hoyt’un
Sektör Modeli, 1939) ya da çoklu çekirdeklerin (Chauncey Harris ve Edward Ullman’ı
n Çoklu Çekirdek Modeli, 1945) konması ile meydana gelen büyümeyi izlemişlerdir.
şikago Okulu, toplumsal olayların analizine mekânsal bakış açısıyla yaklaşmı
ştır. Bir diğer deyişle, kent sosyolojisi alanında sosyo-mekânsal bir bakış açı-
sı geliştirmişlerdir. Dahası, grup ilişkilerini bütünsel bir ağ içinde inceleyen etkileşimsel
bir yaklaşımı benimseyerek “sosyal/toplumsal dünyalar” kavramını önermişlerdir.
Mikro düzeyde bir dizi çalışma yürütmüşlerdir. Bu çalışmaların çoğu
kent sosyolojisi alanında “klasik” olarak kabul edilebilecek çalışmalardır. Paul C.
Cressey’nin “Taxi-Dance Hall” (1932); Fredrick Thrasher’ in “The of 1,313 Gangs
in şikago ” (1927) Üzerine Bir Çalışma ve Louis Wirth’ün “Ghetto” (1928) çalışması
ilk akla gelenlerdir. Kentsel topluluk çalışmaları geleneği ve sosyal ağların analizi,
kent mahallelerinde şziksel yakınlığın önemini vurgulayarak; 1950’li ve 1960’lı yıllara
kadar süregelmiştir. “Kritik kitle”nin önemi, farklı gruplar ya da alt kültürleri
oluşturmak için gerekli belli sayıda insanlar, Claude Şscher’in (1975) şehirciliğin
alt-kültürel teorisinde de vurgulanmıştır. Onun anlayışında topluluk yerel mekânın
kapatılmasından “kurtarılmış” olarak kabul edilmelidir. Kent, sosyal ilişkilerin bir
ağı haline gelir. Bu ağ, süreç ve toplumsal aktörler arasında sivil-mekânsal olmayan
aktörler arası bağlantıların oluşturduğu bir sosyal yapı ve bireysel davranış olarak
anlaşılır.
Kentsel Ekoloji, sosyal organizasyon dağınıklığı kuramları ve yapısal işlevselcilik
hakkında çeşitli varsayımları, birbirine bağlı sosyal sistemlerin etkileşimini
vurgulayarak paylaşmışlardır. şikago Okulunu oluşturan bilim insanları, yaptıkları
araştırmalarda asıl anlamak istedikleri kentsel kültüre alışma, bütünleşme (entegrasyon)
veya dağılma hususlarıdır. Bu yaklaşımın ana şkri, kentin çevresinin yeni
gelenler (göçmenler) için önemli ölçüde farklı olmasıdır. Göçmenler hızlı uyum
sağlamak zorundadırlar ve bu süreç genellikle travmatik deneyimler (düzensizlik)
üretir. Bu genel tartışmayı Simmelci bir perspektif ile destekleyerek, Robert E. Park
kendi analizinde için “marjinal insan” kavramını geliştirdi. Marjinal insan iki farklı
kültürün içinde yaşamak zorunda olan bir kişidir. Park’ın marjinal kişilik tipi genellikle
yabancının (ya da kozmopolit) rolünü almak zorunda kalır.
10 Kent Sosyolojisi
Ernest Burgess (1886-1966)
Ernest Burgess şehir
içindeki arazi kullanımının
genişleyen (olgunlaşan)
boyutunu açıklamak için
“eşmerkezli/özekdeş
(concentric) daireler
kuramını” geliştirdi. Farklı
kentsel arazi kullanımının
(iş, üretim, farklı sosyal
sınışarın barınması, eğlence
vb konutlar) düzenli bir
model takip ettiğini
savundu.
Kentin doğası doğal dünyanın bir parçası olarak görülürken, kararlı ve öngörülebilir
değişiklikler nüfus artışına bağlı açıklanmış; kentsel arazi kullanımı farklı işlevlerin
mekânsal ayrımından, şehir merkeziyle ilişkisinden ve toprak değerlerinden
etkilenmiştir. Diğer yandan ortaya çıkan yerleşim desenleri, mekân için farklı
sosyal gruplar arasındaki rekabet; ırksal ve etnik gruplar arasındaki uyum insanın
doğal çevreye adaptasyonunun sonucu olarak görülüyordu. Kentsel toplumsal
normların ortaya çıkması nüfusun büyüklüğü, yoğunluğu ve heterojenliğinin bir
sonucu olarak görülmüştür. Bu üç değişken, Louis Wirth’ün (1948) “Bir Yaşam
Biçimi Olarak Kentlileşme” adlı ilham verici çalışmasının temelini oluşturmuştur.
Kentleşmeden (kentsel büyüme süreci) ayırt ettiği kentlileşme kavramını ortaya
atmıştır. Kentlileşme kavramını kullanırken kentsel yaşamın farklı, ayırt edilebilen
durumunu vurgulamak istemiştir. Kentsel yaşam aynı zamanda ırk, etnik köken ve
sosyal statü bakımından farklı olmak zorunda olan görece büyük ve yoğun yaşayan
nüfusu gerektirmektedir. Bir nüfus ne kadar büyükse, çeşitlilik ve uzmanlaşma
düzeyi o derece yüksek olacaktır. Bu da anomi (yabancılaşma) veya dağılmaya
yol açabilir, fakat aynı zamanda da özgürleştirici olabilir. Artan nüfus yoğunlu-
ğu bir yandan sosyal gruplar ve bireyler arasındaki rekabeti artırırken diğer yandan
diğerleri ile yakın yaşamdan kaynaklanan bir hoşgörüye de yol açabilir.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra, kentsel ekolojik yaklaşım yeni bir ivme kazandı;
şehirleri incelemek için yeni girişimler yapıldı. Bunlardan en bilineni Eshrev Shevky
ve Wendell Bell’in “Sosyal Alan Analizi” yöntemi (1955) oldu. Bu yöntemle şehirlerdeki
alanlar, nüfusların sosyal özellikleri (eğitim, meslek, gelir) temel alınarak
sıralanmış ve böylece sosyal sınıf ve etnik grupların haritaları üretilmiştir. Ancak bu
tür bir analiz ile elde edilen sonuçların tanımlama düzeyinde kalmış olduğu görülmüştür.
Zamanla bilgisayar teknolojisinde meydana gelen gelişmeyle birlikte bu
tür analizler farklı ölçekler (küresel ölçekte şehirlerin yapıları analiz edilerek) geliştirmeye
başlamıştır. Böylece bu yeni metodolojik yaklaşım Faktöriyel Ekoloji olarak
adlandırılmıştır.
Kentsel çevrenin sosyal organizasyona uyum sağladığını savunan bir anlayış
hala kent sosyolojisinde merkezî bir bakış açısıdır. Öte yandan bu bakış açısına iki
eleştiri önemlidir İlk eleştiri, kıt kaynaklar üzerinde rekabetin vurgulanması yerine
daha önceden mevcut olan koşullara daha fazla önem verilmesine ilişkindir. Diğer
eleştiri ise yerel ve ulusal devlet kurumlarının yanı sıra kentsel arazi piyasasının
düzenlenmesinde özel sektörün oynadığı rolü yeterince vurgulamıyor olmasına
ilişkindir.