Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar

KELAM İLMİ

 

 KELAM İLMİ

 

(SBA)

İslami ilimler,
itikadı ve ameli olmak üzere başlıca iki kısımdır. Kelam ilmi, İs-

lam dininin itikadla
(inançla) ilgili yönü­nü inceleyen ilim dalıdır. İslam’a giriş
“i-man”la olduğundan, kelam ilminin din ilimleri arasındaki yeri
Önemlidir. Amelle ilgili ilmin adı ise “fıkıhMır.

İslam’da iman
esaslarım konu edinen ilmin bir kaç tane adı vardır ki başlıcaları; Fıkh-i
Ekber, Akaid, Tevhîd ve Usul-i dindir. Bu ilim dalına Fıkh-ı Ekber adı Ebu
Hanife (Ö.150 h./767 m.) tarafından verilmiştir. Ebu Hanife’nin aynı adda bir
de risalesi vardır. Bu isimlerden en yay­gın olanı “Akaİd”dir.

Kelam Adınım Menşei:
SadeddinTafta-zani (Ö.793/1390), bu ilme kelam adının verilmesinin sebeplerini
şöyle açıklıyor: a) İlk devirlerde bu ilmin en önemli ve meşhur konusu Allah’ın
kelam sıfatı ve Kur’an-ı Kerim’in mahluk olup olmama­sı meselesi olduğundan bu
adı almıştır; b) Kelam İlmi, sapık inançlılarla daha ziya­de sözlü olarak
(kelamla) mücadele eden bir ilim olduğundan bu adı almıştır; c) Mantık ilmi,
akli ve felsefi ilimlerde insa­na konuşma (kelam) gücü kazandırdığı gi­bi,
kelam ilmi de dini ilimlerin gerçekliği­ni ortaya koymada insana konuşma gücü
kazandırdığından bu adı almıştır.

Tanımı: Kelam ilminin,
biri konusuna, diğeri de gayesine göre olmak üzere iki türlü tanımı
yapılmaktadır. Konusuna gö­re; “Allah’ın zatından, sıfatlarından, pey­gamberlikten,
mebde’ (varoluş) ve mead (son buluş) itibariyle varlıkların hallerin­den İslam
kanunu üzere bahseden bir ilimdir” tarzında tanımlanır. Demek ki, kelam
ilmi, Allah’ın zatından, sıfatların­dan, fiillerinden, insanların fullerinin
meydana gelişinden, kaza ve kaderden, peygamberlik kurumu, ahiret meseleleri,
melekler, ilahi kitaplar vb. bütün inanç konularından İslam  kanunlarına,  
yani

Kur’an ve Sünnete bağb
kalarak bahse­den bİr ilim dalıdır. Amacına göre tanımı ise şöyle
yapılmaktadır: “Kelam, deliller ortaya koymak ve şüpheleri yok etmek su­retiyle
dini akideleri isbat etme gücü ka­zandıran bir ilimdir”. Bu bakımdan da ke­lam
ilmi, akli ve nakli delillerle inanç esas­larını isbat etme gücü kazandırarak
inanç esaslarıyla İlgili meydana gelebilecek şüp­heleri bertaraf eden bir
ilimdir.

Konusu: Kelam ilmînin
konusu, önce­likle Allah’ın zatı ve sıfatlarıdır. Aynı za­manda bütün iman
esasları kelam ilminin konusunu teşkil etmektedir. Kelam İlmi­nin temel
konuları inanç esasları olmakla beraber, zamanla “varlık” ve
“bilgi” konu­ları da kelam ilminin konusuna dahil edil­miştir.
Bunların kelamda konu edinilme­si, inanç esaslarını İspata yaradıklarından-dır.
Kelama, varlığı, hâdİs (sonlu) olması açısından ele alır. Buradan Yaratıcının
varlığını, tekliğini, eşsizliğini, öncesizliği­ni ve sonsuzluğunu ispatlar.
Yine kelam-cı, akıl yürütme ve mantık kanunları ve il­kelerinden yararlanarak
da akide esasları­nı ispata yönelir. Böylece bilgi (malum) de kelamın konusuna
dahil olmuştur.

Felsefe ile İlişkisi:
Kelam ilmî, felsefe­nin de konu edindiği “varlık” meselesini konusuna
dahil etmiştir. Bununla amacı, bİr taraftan İnsanları, felsefeye ihtiyaç
duymaktan kurtarmak, diğer taraftan da varlığın sonradan ve sonlu olduğunu
İspat­layarak Yaratıcının varlığını, ezeli ve ebe­di olduğunu ispat etmektir.
Felsefe ile ko­nu birliği olmasına karşılık, metod farklılı­ğı vardır.
Felsefenin hareket noktası ve dayanağı daima akıldır. Kelam ise akıl­dan
faydalandığı gibi nakilden de faydala­nır. (Nakilden maksad Kur’an ve sünnet
gibi dini delillerdir.) Kelam, akli deliller kullanmakla beraber, İslam’ın
koyduğu

prensiplere daima
bağlı kalır. Zaten ke­lam ilmi, İslam dîninin iman esaslarını is­pat edip
savunan bîr ilim olduğuna göre zorunlu olarak İslam kanunlarına bağlı­dır. Ama
felsefede böyle bir bağlılık söz konusu değildir.

Gazali’den (Ö.505/11H)
önceki ke-lamcılar felsefeyi tamamiyle reddediyor­lardı. Felsefeyi ve
filozofların amaçlarını titizlikle araştıran Gazali felsefeyi ve filo­zofları
pek çok noktada eleştirmiştir. MA-lemin kıdemi, haşnn cismani olamayaca­ğı ve
Allah’ın cüz’iyatı bilmediği” görüşü­nü savunan İslam filozoflarının, bu
görüş­lerinden dolayı küfre düştüklerini ileri sürmüştür. Gazali’den sonraki
kelamci-lar ise, hem tenkid, hem de faydalanmak amacıyla felsefi konulara
eserlerinde yer vermişlerdir. Kelamın bu dönemindeki en dikkat çekici şahsiyet
Fahreddin Ra-zi’dir (Ö.606/1209). Razi’den sonra ge­len Seyfeddin Amidi
(Ö.631/1233), Kadi Beydavİ(ö.685/1286),Sa’deddinTaftaza-ni (Ö.793/1390) ve
Seyyid Şerif Cürcani (Ö.816/1413) gibi kelamalar, Razi’nin izinde yürüyerek
felsefeden çokça yarar­lanma yoluna gitmişler ve böylece kelam ile felsefe
adeta tek bir ilim haline getiril­miştir.

Amacı: Kelam ilmi,
Allah’ın varlığına, birliğine, sıfatlarına, fiillerine, peygam­berlerin
doğruluğuna… dair deliller orta­ya koyarak Ehl-i Sünnet akidesini
bid’at-lerden ve yabancı fikir ve ideolojilerin et­kisinden korumayı gaye
edinen bir ilim­dir. Kelam ilmi, doğru yolu arayanları de­lille irşad eder,
inatçıları delille susturur. Akaid esaslarını, batıl ehlinin şüpheleriy-le
sarsılmaktan korur. İnsanı, taklid düze­yinden kurtarır, kuvvetli iman ve
sarsıl­maz bilgi düzeyine ulaştırır.

Önemi: Kelam ilminin
konusu; Allah’ın zatı, sıfatları, fiileri vb. inanç esasla- ve te’vilden
titizlikle kaçınıyorlardı, rı olduğundan, bu İlimle öğretilen bilgiler
Mutezile: İnsan, fiillerini kendi iradesi insanlık için son derece önemli
bilgiler- ve kudretiyle kendisi meydana getirir. Al-dir. Bu nedenle kelam ilmi,
kelamcılara lah’ın, zatından başka, ilim, irade, kud-göre, dini ilimlerin başı
ve bütün ilimlerin ret, hayat, semî, basar vb. sıfatları yoktur, en
şereflisidîr. Allah inancı ve diğer inanç Büyük günah işleyen, mü’min de
değildir esasları öğrenilip kalbe yerleştirilmeden kafir de değildir, fasıktır;
tevbe etmeden diğer dini ilimler bîr değer ifade etmeye- ölürse ebedi
cehennemde kalır. Kur’an ceği için kelam, bütün dini İlimlerin teme-
yaratılmıştır. Allah ahirette görülmez… lini teşkil eder.                                            
gibi İslam’ın temel prensipleriyle bağdaş-

Kıtruhışıı: Kelam
ilmi, ilk defa hicri     mayan bazı
fikirlere sahiptir. Bunun ya-II., miladî VIII. asrın başlarında Mutezi-     nında hürriyet taraftan olmakla beraber le
ekolü tarafından kurulmuştur. Pek çok    
kendi görüşünde olmayanlara ağır baskı-tarihçi, kelam ilminin
kuruluşunu, tabi-     lar uygulaması onun
yıkılması ve,tarihten un’un    
büyüklerinden     Hasan     Basrİ    
silînmesiyle sonuçlanmıştır. Nitekim Mu-(Ö.110/728)’nin öğrencisi iken
büyük gü-     tezilenin önde gelen
liderlerinden Ebu nah (kebire) işleyenin durumu hakkında     Ali  
Cübbai   (ö. 303/916)’nûı   talebesi hocasıyla görüş ayrılığına düşen
Vasıl b.     Ebu’l-Hasan Eş’ari
(Ö.324/936), hocasi-Ata (Ö.131/748)’mn, hocası Hasan Bas-     nın ve Mutezilenin görüşlerini beğenme-ri’nin
ders meclisini terk etmesiyle başla-    
mektedir. Nihayet hocasıyla salah-aslah tır.   Vasıl’a  
arkadaşı   Amr   b.Ubeyd    
konusundaki (üç kardeş meselesi) müna-(Ö.144/761)de katılmıştır. Bunlara
Ha-     kaşa neticesinde hocasını
susturmuş ve san Basri’nin ders halkasını terk ettikle-     Mutezile mezhebini terk etmiştir.        : rinden Mutezile (terk edenler) adı
veril-         Temel prensiplerde Ehl-i
Sünnetin Se-

miştir. Eski Yunan
felsefesi o devirlerde lef alimlerinin görüşlerine bağlı kalan Arapçaya tercüme
edilmeye başlanmıştı. İmam Ebu’l-Hasan el-E§’ari, ayrıldığı Mutezile muhtemelen
bu eserlerin etki- Mutezile mezhebinin akılcılık prensibin-sinde kalmıştır.
Mutezile mezhebinin beş den de istifade ederek yeni bir ekolün ku-temel prensibi
vardır ki, bunlar; 1- Tev- rucusu olmuştur. Bu ekol Ehl-i Sünnet hid; 2-
Adalet; 3- Va’d ve vaîd; 4- el-Men- ilm-i kelamıdır. Böylece Eş’ari, Ehl-i
Sün-zile beyne’1-menzileteyn; 5- Emr net kelamının kurucusu sayılmıştır.
An-bi’1-ma’rûf nehy ani’I-münker (iyiliği em- cak, Eş’ari’nİn Ehl-i Sünnet
kelamını kur-redip kötülükten sakındırmak) prensiple- mada kendinden önceki
Abdullah b. Kül-ridir.                                                          
Iab el-Basri (Ö.240/854) ve Haris el-Mu-

Mutezile, İslam’da
akılcılık ve te’vilci- hasibi(ö.243/857) gibi sünni alimlerin te-Hk akımının
ilk temsilcisi sayılır. Mutezİ- şirini unutmamak gerekir. Aynı devirde le, akla
büyük değer veren bir mezheptir. Türkistan’da, Semerkand’da yaşamış Akide
konularını ispatta akli delillere çok- olan Ebu Mansur el-Maturidi ça
başvurduğu gibi, akla uygun bulmadığı (333/944)’de Mutezile ve diğer bid’at
fır-nakli (ayet ve hadîs) te’vilden de çekin- kalarıyla mücadele ve
münazaralarda bu-roez. Halbuki o devir Ehl-i Sünnet (selef) lunmuş, sözlü ve
yazılı olarak bunlara kar-alimleri nakle sıkı sıkıya bağlı kalıyorlar     şı İslam akaidini müdafaa etmiştir. İmam

Matridi Mutezile ile
mücadeleyi sürdürür­ken onun kelam metodundan yararlan­mıştır. Eş’ari ile görüş
ve metod paralelli­ğine sahip olmuşlardır. Böylece Ehl-i Sün­net kelamı, aynı
zamanda iki ayrı bölgede iki ayrı koldan kurulmuş oluyor ve Maturi-di de Ehl-i
Sünnet kelamının diğer bir ku­rucusu sayılıyor.

Selefin, Mutezile ve
Ehl-i Sünnet Kela­mının Metodları: Selefiyyenin, Mutezile­nin ve Ehl-i Sünnet
kelamcılarının akaid esaslarını isbat metodları arasında fark vardır. Şöyle ki:

Selefıyye, genel
olarak ashab ve tabiu-nun yolunu izleyen İslam alimlerine veri­len bir isimdir,
ki bunlar iman esaslarıyla ilgili konularda ayet ve hadislerde bildiri­lenlerle
yetinen, teşbih ve tecsime düşme­den müteşabihleri olduğu gibi kabul eden,
bunları tevile gitmeyen, Ehl-i Sün­netin İlk alimleridir. Bunlarda nakle (ayet
ve hadis) bağlılık esastır. Te’vilden şiddet­le kaçınırlar. Eş’ari ve Maturidi’den
önce­ki Ehl-i Sünnet alimleri (dört fıkhi mez-heb imamı ve öğrencileri de
dahil)Selefiy-yeyi temsil ederler.

Mutezilenin, iman
esaslarını isbat me­toduna kelam adı verilmiştir. Mutezile­nin kelam metodunda
inanç esaslarını is-batta nakle yer vermekle beraber akla da­ha geniş bir yer
verilir. Akli deliller önde gelir. Akla öyle çok değer verilir ki nakil ile
akim muarız gibi göründüğü yerde na­kil te’vil yönüne gidilir. Müteşabih ayet
ve hadisler akıl ışığında te’vil edilir. Bu metod, Selefin benimsemediği bir
husus olduğundan selef alimleri kelama ve ke-lamcılara karşı çıkagelmişlerdir.

Ehl-i sünnet İlm-i
kelamı ise iman esas­larını isbatta nakilden de, akıldan da ya­rarlanır. Nakle
ağırlık verir. Nakle bağlı­lık esastır. Ama akli delillerden istifade-

den çekinilmez.
Te’vilcilik kısmen vardır. Müteşabih ayetlerden bir kısmı -herhangi bir zaruret
varsa- genel İslami prensiple­re muhalif kalınmaksızın te’vil edilebilir.

Kelam İlminin
Geçirdiği Devirler. Mu­tezilenin, iman esaslarını isbat metoduna kelam dendiğini
belirtmiştik.. Mutezile kelamı, hicrî II. ve III. asırlarda hüküm sürmüş ve IV.
asrın başında yıkılmıştır. IV.asnn başından itibaren Ebu’l-Hasan el-Eş’ari ve
Ebu Mansur el-Maturidi tara­fından kelam, sünnileştirilmiştir. Bu iki alim, bîr
taraftan Mutezileyi reddeder­ken, öbür taraftan Mutezilenin kelam me­todundan
yararlanmışlardır. Yani inanç esaslarını isbatta nakli deliller yanında ak-İİ
delillerden de istifade etmişlerdir. İsla-mın, esasen akla aykırı hükümler
ihtiva et­meyen bir nakil dini olduğu hususunu unutmayarak akla değer
vermişler, ama Mutezile gibi aklı hakem yapmaya kalkış-mamışlardır. Zira insan,
fani bir yaratık olduğu için iradesi, aklı sınırlı bîr varlık­tır. Aklı her
zaman gerçeği tam olarak bi­lemez, bulamaz. Vahyin irşadına muhtaç­tır. Vahye
dayalı bilgilerle bir bütünlük ar-zeder. Yoksa akıl, her zaman yanılmak­tan ve
eksik bilgi vermekten kurtulamaz. Bu gerçeği gözönünde bulundurmaya biz kelamın
sünnileştirilmesi adım veriyoruz. Maturidi ve Eş’ariden sonra Ehl-i Sün­net
kelamı tekamül etmeye başladı. Eş’a-rİ’nin izinde gidenler Eş’ariyye,
Maturi-di’nin izinde gidenler de Maturidiyye eko­lünü teşekkül ettirdiler. Ehli
Sünnetin bu iki ekolünün temel prensipleri aynı olmak­la beraber bazı tali
derecedeki prensipler­de görüş ayrılıkları vardır. Bunlara örnek olarak bir kaç
madde zikri yeterli olacak­tır

: 1-
Maturidİlere göre, insanda, müsta­kil bir cüz’i irade vardır. Eş’arilere göre,
insanı da, iradesini de   Allah    yaratır.

 2- Maturidİlere göre, herhangi bir bildi­ren olmasa da
insan, Allah’ı bilmek mec­buriyetindedir. 
Eş’arilere göre, Allah’ı bilmek mecburiyeti yoktur, yani insan,
kendisine bir bildiren olmadan, aklıyla Al­lah’ı bulmaktan sorumlu değildir.

 3- Ma­turidİlere göre, “tekvin” diye müstakil
bir sıfat vardır. Eş’arilere göre, Allah’ın tek­vin diye müstakil, hakiki bir
sıfatı yoktur. Bu, kudret sıfatının bir taalluku olan itiba­ri bir şeydir.

 4- Maturidİlere göre, pey­gamber olmak için erkek olmak
şarttır. Eş’arilere göre, şart değildir. Kadından da peygamber olabilir.

5- Maturidİlere
gö­re, Allah, kullarına güç yetiremeyecekleri şeyleri teklif etmez. Eş’arilere
göre, bu ca­izdir, ama vaki değidir,

 6- Maturidİlere göre, Allah’ın her yarattığının bir
hikmeti vardır. Eş’arilere göre, her şeyde bir hik­met aranmaz. Hikmet şart
değildir.

 7- -Maturidİlere göre, kelam-ı nefsi işitile-mez, ona
delalet eden şey işitilebilir. Eş’a-rilere göre, kelam-ı nefsi işitilebilir.

 8- -Maturidİlere   
göre,    ezelde    maduma (yok’a) hitap caiz değildir.
Eş’arilere gö­re, caizdir.

 9- Maturidİlere göre ye’s (ü-mitsizlik,  ölüm) halinde yapılan levbe makbuldür.
Eş’arilere göre, makbul değil­dir. 11-
Maturidİlere göre, bir şey aslında güzel olduğu için din onu emreder, çirkin
olduğu için yasaklar. Eş’arilere göre, bir şey din emrettiği için güzeldir,
yine o ya­sakladığı için çirkindir. Güzellik dinin em­retmesine, çirkinlik
dinin yasaklamasına bağlıdır.

Görüldüğü gibi bu
ihtilaflar lafızda ka-Ian,önemsiz ihtilaflardır. Temel konular­da ihtilaf
yoktur denebilir. Ebu’l-Hasan el-Eş/ari’den sonraki meş­hur Eş’ari kelamcilar
şunlardır: 1- Kadi Ebu Bekir el-Bakıllani (ö. 403/1013), 2- İmamu’l-Harameyn
Ebuİ-Meali el—

Cüveyni (ö. 478/1085),
3-Ebu Hamid el-Gazzali (ö. 505/111), 4-Abdülkerİm eş-Şehristani (ö. 548/1153),
5-Fahred-din er-Razî (Ö. 606/1209), 6- Seyfeddin el-Amidi (ö. 631/1233), 7-Kadi
Beydavi (ö. 685/1286), 8- Sa’deddin et~Taftazani (ö. 793/1390), 9- Seyyid Şerif
el-Cürcani (ö. 816/1413).

Ebu Mansur
el-Maturidi’nİn mezhebinin önde gelen temsilcileri ise şunlardır: 1- –

Sadrulislam   Muhammed  
Pezdevi   (ö.

493/1100),
2-Ebu’İ-Muin en-Nesefi (ö.

508/1115),    3- Ömer   
en-Nesefi    (ö.

537/1142),  4-Nureddin es-Sabuni (ö.

580/1184), 5-
Burhaneddin en-Nesefi (o.

687/1289),
6-Ebu’I-Berekat en-Nesefi

(ö. 710 / 1310), 7-
İbnü’kHümam (ö.

861 /1457), 8-
Kemaleddin el-Beyadi (ö.

1098/1687).

Gerek İslam dünyasında
ve gerekse batı­da Ehl-i Sünnet kelamı daha ziyade Eş’a­ri ekolüyle
tanınmıştır. Eş’arı kelamcılar ve eserleri meşhur olmuştur. Asırlarca ha­kimiyetini
sürdüren Osmanlılar bile med­reselerde çoğunlukla Eş’arî eserleri okut­muşlardır.
Bunun sebebini anlamak ko­lay değildir. Belki, Eş’arî-Maturidî ayrılı­ğının
güdülmemesi, Ehl-i sünnet kelamı­nın her iki ekolüne bir bütün olarak bakıl­ması
yeterli sebep gösterilebilir. Bununla beraber Ehl-i Sünnet kelamında, Maturi­di
ekolü alimlerinin eserlerinin Önemi, de­ğeri ve kelama katkısı hiçbir zaman unu­tulmamalıdır.

Mehmet BULUT

Bk. Amel; Eşarilik;
îman; Tevhid.