Felsefe Yazıları

Kelam İlmi Nedir, İslam’da Tanımı, Yeri, Tarihi, Kurucuları (İslam Felsefesi)

felsefe/islamic_philosophy Kelam İlmi

İslami ilimler, itikadı ve ameli olmak üzere başlıca iki kısımdır. Kelam ilmi, İslam dininin itikadla (inançla) ilgili yönünü inceleyen ilim dalıdır. İslam´a giriş “iman”la olduğundan, kelam ilminin din ilimleri arasındaki yeri Önemlidir. Amelle ilgili ilmin adı ise “fıkıh”tır.

İslam´da iman esaslarım konu edinen ilmin bir kaç tane adı vardır ki başlıcaları; Fıkh-ı Ekber, Akaid, Tevhîd ve Usul-i dindir. Bu ilim dalına Fıkh-ı Ekber adı Ebu Hanife (Ö.150 h./767 m.) tarafından verilmiştir. Ebu Hanife´nin aynı adda bir de risalesi vardır. Bu isimlerden en yaygın olanı “Akaid”dir.

Kelam Adınım Menşei:
SadeddinTafta-zani (Ö.793/1390), bu ilme kelam adının verilmesinin sebeplerini şöyle açıklıyor: a) İlk devirlerde bu ilmin en önemli ve meşhur konusu Allah´ın kelam sıfatı ve Kur´an-ı Kerim´in mahluk olup olmaması meselesi olduğundan bu adı almıştır; b) Kelam İlmi, sapık inançlılarla daha ziyade sözlü olarak (kelamla) mücadele eden bir ilim olduğundan bu adı almıştır; c) Mantık ilmi, akli ve felsefi ilimlerde insana konuşma (kelam) gücü kazandırdığı gibi, kelam ilmi de dini ilimlerin gerçekliğini ortaya koymada insana konuşma gücü kazandırdığından bu adı almıştır.

Tanımı: Kelam ilminin, biri konusuna, diğeri de gayesine göre olmak üzere iki türlü tanımı yapılmaktadır. Konusuna gö­re; “Allah´ın zatından, sıfatlarından, peygamberlikten, mebde´ (varoluş) ve mead (son buluş) itibariyle varlıkların hallerinden İslam kanunu üzere bahseden bir ilimdir” tarzında tanımlanır. Demek ki, kelam ilmi, Allah´ın zatından, sıfatlarından, fiillerinden, insanların fullerinin meydana gelişinden, kaza ve kaderden, peygamberlik kurumu, ahiret meseleleri, melekler, ilahi kitaplar vb. bütün inanç konularından İslam kanunlarına, yani Kur´an ve Sünnete bağlı kalarak bahseden bir ilim dalıdır. Amacına göre tanımı ise şöyle yapılmaktadır: “Kelam, deliller ortaya koymak ve şüpheleri yok etmek suretiyle dini akideleri isbat etme gücü ka­zandıran bir ilimdir”. Bu bakımdan da kelam ilmi, akli ve nakli delillerle inanç esas­larını isbat etme gücü kazandırarak inanç esaslarıyla İlgili meydana gelebilecek şüpheleri bertaraf eden bir ilimdir.

Konusu:
Kelam ilmînin konusu, öncelikle Allah´ın zatı ve sıfatlarıdır. Aynı zamanda bütün iman esasları kelam ilminin konusunu teşkil etmektedir. Kelam İlminin temel konuları inanç esasları olmakla beraber, zamanla “varlık” ve “bilgi” konuları da kelam ilminin konusuna dahil edil­miştir. Bunların kelamda konu edinilmesi, inanç esaslarını İspata yaradıklarındandır. Kelama, varlığı, hâdİs (sonlu) olması açısından ele alır. Buradan Yaratıcının varlığını, tekliğini, eşsizliğini, öncesizliğini ve sonsuzluğunu ispatlar. Yine kelamcı, akıl yürütme ve mantık kanunları ve ilkelerinden yararlanarak da akide esaslarını ispata yönelir. Böylece bilgi (malum) de kelamın konusuna dahil olmuştur.

Felsefe ile İlişkisi: Kelam ilmî, felsefenin de konu edindiği “varlık” meselesini konusuna dahil etmiştir. Bununla amacı, bİr taraftan İnsanları, felsefeye ihtiyaç duymaktan kurtarmak, diğer taraftan da varlığın sonradan ve sonlu olduğunu İspatlayarak Yaratıcının varlığını, ezeli ve ebedi olduğunu ispat etmektir. Felsefe ile konu birliği olmasına karşılık, metod farklılığı vardır. Felsefenin hareket noktası ve dayanağı daima akıldır. Kelam ise akıldan faydalandığı gibi nakilden de faydalanır. (Nakilden maksad Kur’an ve sünnet gibi dini delillerdir.) Kelam, akli deliller kullanmakla beraber, İslam’ın koyduğu prensiplere daima bağlı kalır. Zaten kelam ilmi, İslam dîninin iman esaslarını is­pat edip savunan bîr ilim olduğuna göre zorunlu olarak İslam kanunlarına bağlıdır. Ama felsefede böyle bir bağlılık söz konusu değildir.

Gazali’den (Ö.505/11H) önceki kelamcılar felsefeyi tamamiyle reddediyor­lardı. Felsefeyi ve filozofların amaçlarını titizlikle araştıran Gazali felsefeyi ve filozofları pek çok noktada eleştirmiştir. Alemin kıdemi, haşrin cismani olamayacağı ve Allah’ın cüz’iyatı bilmediği” görüşü­nü savunan İslam filozoflarının, bu görüş­lerinden dolayı küfre düştüklerini ileri sürmüştür. Gazali’den sonraki kelamcılar ise, hem tenkid, hem de faydalanmak amacıyla felsefi konulara eserlerinde yer vermişlerdir. Kelamın bu dönemindeki en dikkat çekici şahsiyet Fahreddin Razi’dir (Ö.606/1209). Razi’den sonra gelen Seyfeddin Amidi (Ö.631/1233), Kadi Beydavİ(ö.685/1286),Sa’deddinTaftaza-ni (Ö.793/1390) ve Seyyid Şerif Cürcani (Ö.816/1413) gibi kelamalar, Razi’nin izinde yürüyerek felsefeden çokça yarar­lanma yoluna gitmişler ve böylece kelam ile felsefe adeta tek bir ilim haline getiril­miştir.

Amacı:
Kelam ilmi, Allah’ın varlığına, birliğine, sıfatlarına, fiillerine, peygam­berlerin doğruluğuna… dair deliller orta­ya koyarak Ehl-i Sünnet akidesini bid’atlerden ve yabancı fikir ve ideolojilerin et­kisinden korumayı gaye edinen bir ilimdir. Kelam ilmi, doğru yolu arayanları de­lille irşad eder, inatçıları delille susturur. Akaid esaslarını, batıl ehlinin şüpheleriyle sarsılmaktan korur. İnsanı, taklid düzeyinden kurtarır, kuvvetli iman ve sarsılmaz bilgi düzeyine ulaştırır.

Önemi: Kelam ilminin konusu; Allah’ın zatı, sıfatları, fiileri vb. inanç esasları olduğundan, bu İlimle öğretilen bilgiler insanlık için son derece önemli bilgilerdir. Bu nedenle kelam ilmi, kelamcılara göre, dini ilimlerin başı ve bütün ilimlerin  en şereflisidîr. Allah inancı ve diğer inanç esasları öğrenilip kalbe yerleştirilmeden diğer dini ilimler bîr değer ifade etmeyeeği için kelam, bütün dini İlimlerin temelini teşkil eder.

Kuruluşu:
Kelam ilmi, ilk defa hicri  II., miladî VIII. asrın başlarında Mutezile ekolü tarafından kurulmuştur. Pek çok tarihçi, kelam ilminin kuruluşunu, tabiun’un büyüklerinden Hasan Basri (Ö.110/728)’nin öğrencisi iken büyük günah (kebire) işleyenin durumu hakkında hocasıyla görüş ayrılığına düşen Vasıl b. Ata (Ö.131/748)’mn, hocası Hasan Basri’nin ders meclisini terk etmesiyle başlaaslahtır.  Vasıl’a  arkadaşı Amr b.Ubeyd (Ö.144/761)de katılmıştır. Bunlara Hasan Basri’nin ders halkasını terk ettiklerinden Mutezile (terk edenler) adı verilmiştir. Eski Yunan felsefesi o devirlerde Arapçaya tercüme edilmeye başlanmıştı. İmam Ebu’l-Hasan el-Eş’ari ayrıldığı Mutezile mezhebinin akılcılık prensibinden de istifade ederek yeni bir ekolün kurucusu olmuştur. Bu ekol Ehl-i Sünnet ilm-i kelamıdır. Böylece Eş’ari, Ehl-i Sünnet kelamının kurucusu sayılmıştır. Ancak, Eş’ari’nin Ehl-i Sünnet kelamını kurmada kendinden önceki Abdullah b. KülIab el-Basri (Ö.240/854) ve Haris el-Muhasibi(ö.243/857) gibi sünni alimlerin teşirini unutmamak gerekir. Aynı devirde Türkistan’da, Semerkand’da yaşamış olan Ebu Mansur el-Maturidi (333/944)’de Mutezile ve diğer bid’at fırkalarıyla mücadele ve münazaralarda bulunmuş, sözlü ve yazılı olarak bunlara karşı İslam akaidini müdafaa etmiştir. İmam Maturidi Mutezile ile mücadeleyi sürdürürken onun kelam metodundan yararlan­mıştır. Eş´ari ile görüş ve metod paralelliğine sahip olmuşlardır. Böylece Ehl-i Sünnet kelamı, aynı zamanda iki ayrı bölgede iki ayrı koldan kurulmuş oluyor ve Maturidi de Ehl-i Sünnet kelamının diğer bir kurucusu sayılıyor.

Mutezile: İnsan, fiillerini kendi iradesi ve kudretiyle kendisi meydana getirir. Allah’ın, zatından başka, ilim, irade, kudret, hayat, semî, basar vb. sıfatları yoktur, büyük günah işleyen, mü’min de değildir.kafir de değildir, fasıktır; tevbe etmeden ölürse ebedi cehennemde kalır. Kur’an yaratılmıştır. Allah ahirette görülmez…gibi İslam’ın temel prensipleriyle bağdaşmayan bazı fikirlere sahiptir. Bunun yanında hürriyet taraftan olmakla beraber kendi görüşünde olmayanlara ağır baskılar uygulaması onun yıkılması ve tarihten silînmesiyle sonuçlanmıştır.Nitekim Mutezilenin önde gelen liderlerinden Ebu Ali Cübbai (ö. 303/916)’nûı talebesi Ebu’l-Hasan Eş’ari (Ö.324/936), hocasi nın ve Mutezilenin görüşlerini beğenmemektedir. Nihayet hocasıyla salah konusundaki (üç kardeş meselesi) münakaşa neticesinde hocasını susturmuş ve Mutezile mezhebini terk etmiştir. Temel prensiplerde Ehl-i Sünnetin Selef alimlerinin görüşlerine bağlı kalan Mutezile muhtemelen bu eserlerin etkisinde kalmıştır. Mutezile mezhebinin beş temel prensibi vardır ki, bunlar; 1- Tevhid 2- Adalet; 3- Va’d ve vaîd; 4- el-Menzile beyne’l-menzileteyn; 5- Emrbi’1-ma’rûf nehy ani’I-münker (iyiliği emredip kötülükten sakındırmak) prensipleridir. Mutezile, İslam’da akılcılık ve te’vilci akımının ilk temsilcisi sayılır. Mutezİle, akla büyük değer veren bir mezheptir.Akide konularını ispatta akli delillere çokça başvurduğu gibi, akla uygun bulmadığı nakli (ayet ve hadîs) te’vilden de çekinmez. Halbuki o devir Ehl-i Sünnet (selef) alimleri nakle sıkı sıkıya bağlı kalıyorlardı.

Selefin, Mutezile ve Ehl-i Sünnet Kelamının Metodları: Selefiyyenin, Mutezilenin ve Ehl-i Sünnet kelamcılarının akaid esaslarını isbat metodları arasında fark vardır. Şöyle ki:

Selefıyye, genel olarak ashab ve tabiunun yolunu izleyen İslam alimlerine verilen bir isimdir, ki bunlar iman esaslarıyla ilgili konularda ayet ve hadislerde bildirilenlerle yetinen, teşbih ve tecsime düşme­den müteşabihleri olduğu gibi kabul eden, bunları tevile gitmeyen, Ehl-i Sünnetin İlk alimleridir. Bunlarda nakle (ayet ve hadis) bağlılık esastır. Te´vilden şiddetle kaçınırlar. Eş´ari ve Maturidi´den önceki Ehl-i Sünnet alimleri (dört fıkhi mez-heb imamı ve öğrencileri de dahil)Selefiyyeyi temsil ederler.

Mutezilenin, iman esaslarını isbat metoduna kelam adı verilmiştir. Mutezilenin kelam metodunda inanç esaslarını isbatta nakle yer vermekle beraber akla daha geniş bir yer verilir. Akli deliller önde gelir. Akla öyle çok değer verilir ki nakil ile akim muarız gibi göründüğü yerde nakil te´vil yönüne gidilir. Müteşabih ayet ve hadisler akıl ışığında te´vil edilir. Bu metod, Selefin benimsemediği bir husus olduğundan selef alimleri kelama ve ke-lamcılara karşı çıkagelmişlerdir.

Ehl-i sünnet İlm-i kelamı ise iman esas­larını isbatta nakilden de, akıldan da yararlanır. Nakle ağırlık verir. Nakle bağlılık esastır. Ama akli delillerden istifadeden çekinilmez. Te´vilcilik kısmen vardır. Müteşabih ayetlerden bir kısmı -herhangi bir zaruret varsa- genel İslami prensiplere muhalif kalınmaksızın te´vil edilebilir.

Kelam İlminin Geçirdiği Devirler. Mu­tezilenin, iman esaslarını isbat metoduna kelam dendiğini belirtmiştik.. Mutezile kelamı, hicrî II. ve III. asırlarda hüküm sürmüş ve IV. asrın başında yıkılmıştır. IV.asnn başından itibaren Ebu´l-Hasan el-Eş´ari ve Ebu Mansur el-Maturidi tara­fından kelam, sünnileştirilmiştir. Bu iki alim, bîr taraftan Mutezileyi reddederken, öbür taraftan Mutezilenin kelam metodundan yararlanmışlardır. Yani inanç esaslarını isbatta nakli deliller yanında akli delillerden de istifade etmişlerdir. İslamın, esasen akla aykırı hükümler ihtiva etmeyen bir nakil dini olduğu hususunu unutmayarak akla değer vermişler, ama Mutezile gibi aklı hakem yapmaya kalkışmamışlardır. Zira insan, fani bir yaratık olduğu için iradesi, aklı sınırlı bîr varlık­tır. Aklı her zaman gerçeği tam olarak bi­lemez, bulamaz. Vahyin irşadına muhtaç­tır. Vahye dayalı bilgilerle bir bütünlük arzeder. Yoksa akıl, her zaman yanılmaktan ve eksik bilgi vermekten kurtulamaz. Bu gerçeği gözönünde bulundurmaya biz kelamın sünnileştirilmesi adım veriyoruz. Maturidi ve Eş´ari’den sonra Ehl-i Sün­net kelamı tekamül etmeye başladı. Eş´ari´nin izinde gidenler Eş´ariyye, Maturidi´nin izinde gidenler de Maturidiyye ekolünü teşekkül ettirdiler. Ehli Sünnetin bu iki ekolünün temel prensipleri aynı olmak­la beraber bazı tali derecedeki prensiplerde görüş ayrılıkları vardır. Bunlara örnek olarak bir kaç madde zikri yeterli olacaktır:

1- Maturidİlere göre, insanda, müstakil bir cüz´i irade vardır. Eş´arilere göre, insanı da, iradesini de Allah yaratır.

2- Maturidİlere göre, herhangi bir bildiren olmasa da insan, Allah´ı bilmek mecburiyetindedir. Eş´arilere göre, Allah´ı bilmek mecburiyeti yoktur, yani insan, kendisine bir bildiren olmadan, aklıyla Allah´ı bulmaktan sorumlu değildir.

3- Ma­turidİlere göre, “tekvin” diye müstakil bir sıfat vardır. Eş´arilere göre, Allah´ın tekvin diye müstakil, hakiki bir sıfatı yoktur. Bu, kudret sıfatının bir taalluku olan itibari bir şeydir.

4- Maturidilere göre, peygamber olmak için erkek olmak şarttır. Eş´arilere göre, şart değildir. Kadından da peygamber olabilir.

5- Maturidilere gö­re, Allah, kullarına güç yetiremeyecekleri şeyleri teklif etmez. Eş´arilere göre, bu caizdir, ama vaki değidir,

6- Maturidİlere göre, Allah´ın her yarattığının bir hikmeti vardır. Eş´arilere göre, her şeyde bir hikmet aranmaz. Hikmet şart değildir.

7- -Maturidİlere göre, kelam-ı nefsi işitile-mez, ona delalet eden şey işitilebilir. Eş´arilere göre, kelam-ı nefsi işitilebilir.

8- -Maturidİlere göre, ezelde maduma (yok´a) hitap caiz değildir. Eş´arilere göre, caizdir.

9- Maturidİlere göre ye´s (ümitsizlik, ölüm) halinde yapılan levbe makbuldür. Eş´arilere göre, makbul değildir. 11- Maturidİlere göre, bir şey aslında güzel olduğu için din onu emreder, çirkin olduğu için yasaklar. Eş´arilere göre, bir şey din emrettiği için güzeldir, yine o ya­sakladığı için çirkindir. Güzellik dinin emretmesine, çirkinlik dinin yasaklamasına bağlıdır.

Görüldüğü gibi bu ihtilaflar lafızda kalan,önemsiz ihtilaflardır. Temel konular­da ihtilaf yoktur denebilir. Ebu´l-Hasan el-Eş/ari´den sonraki meşhur Eş´ari kelamcilar şunlardır: 1- Kadi Ebu Bekir el-Bakıllani (ö. 403/1013), 2- İmamu´l-Harameyn Ebuİ-Meali el

Cüveyni (ö. 478/1085), 3-Ebu Hamid el-Gazzali (ö. 505/111), 4-Abdülkerİm eş-Şehristani (ö. 548/1153), 5-Fahreddin er-Razî (Ö. 606/1209), 6- Seyfeddin el-Amidi (ö. 631/1233), 7-Kadi Beydavi (ö. 685/1286), 8- Sa´deddin et~Taftazani (ö. 793/1390), 9- Seyyid Şerif el-Cürcani (ö. 816/1413).

Ebu Mansur el-Maturidi´nİn mezhebinin önde gelen temsilcileri ise şunlardır:
1- Sadrulislam Muhammed Pezdevi (ö.493/1100),

2- Ebu´l-Muin en-Nesefi (ö.508/1115),

3- Ömer en-Nesefi (ö.537/1142),

4-Nureddin es-Sabuni (ö.580/1184),

5- Burhaneddin en-Nesefi (ö.687/1289),

6-Ebu´I-Berekat en-Nesefi (ö. 710 / 1310),

7- İbnü´l-Hümam (ö.861 /1457),

8- Kemaleddin el-Beyadi (ö.1098/1687).

Gerek İslam dünyasında ve gerekse batıda Ehl-i Sünnet kelamı daha ziyade Eş´ari ekolüyle tanınmıştır. Eş´arı kelamcılar ve eserleri meşhur olmuştur. Asırlarca ha­kimiyetini sürdüren Osmanlılar bile med­reselerde çoğunlukla Eş´arî eserleri okut­muşlardır. Bunun sebebini anlamak ko­lay değildir. Belki, Eş´arî-Maturidî ayrılı­ğının güdülmemesi, Ehl-i sünnet kelamı­nın her iki ekolüne bir bütün olarak bakıl­ması yeterli sebep gösterilebilir. Bununla beraber Ehl-i Sünnet kelamında, Maturi­di ekolü alimlerinin eserlerinin Önemi, de­ğeri ve kelama katkısı hiçbir zaman unu­tulmamalıdır.

Mehmet BULUT – SBA

KELÂM İLMİ

İslam’ın inanç esaslarını inceleyen ilim. Tarih boyunca hem adı, hem de muhtevası çeşitli değişikliklere uğradı. Sözgelimi iman temellerini (akide) incelediği için Akaid ve Usuli’d-Din; konularının ağırlığımı Allah’a iman, Allah’ın birlenmesi (tevhid) ve sıfatları oluşturduğu için İlm-i Tevhid ve Sıfât; fıkhın inançla ilgili yönlerini ele aldığı için Fıkhu’l-Ekber (Büyük Fıkıh); temel yöntem olarak düşünme ve akıl yürütmeyi seçtiği için İlm-i İstidlal ve Nazar gibi adlarla anıldı.

Kelâm ilmi kelâmcılar tarafından konusu ve amaçları açısından farklı biçimlerde tanımlanmıştır. Konusuna göre Kelâm ilmi, “Allah’ın zat ve sıfatlarından, peygamberlikle ilgili konulardan, başlangıç ve sonları bakımından varlıkların durumlarından İslâm’ın teınel nasları doğrultusunda söz eden ilim” olarak tanımlanır. Tanıma “başlangıç ve sonları bakımından” kaydı Kelâm’ı tabii bilimlerden; “İslâm’ın temel nasları doğrultusunda” kaydı da felsefeden ayırmak için konulmaktadır. Kelam, amaçları açısından da “kesin delillere dayanarak muhaliflerin ileri sürdüğü şüphe ve itirazları ortadan kaldırmaya ve bu yolla İslâm inançlarını ispatlamaya çalışan ilim” olarak tanımlanır.

Kelâm ilminin muhtevası, tarihi içinde giderek genişlemiştir. Başlangıç döneminde Kelâm ilminin başlıca konusu Allah’ın zatı, sıfatları ve fiilleridir. İslâm dünyasında felsefenin yaygınlık kazanmasından sonra Kelâm’ın konusu genişleyerek “varlık” (mevcud)u da içine aldı. Ancak Kelâm “varlık”ı tabii bilimler gibi değil, başlangıcı ve sonu açısından (mebde ve mead), yaratılışı ve döneceği yerle ilgili meseleler açısından konu edinir. Gazalî’den (ö.505/1111) sonraki kelâmcılar döneminde Kelam ilmi’nin muhtevası daha da genişleyerek felsefenin konularıyla birlikte mantığın birçok temel konusunu da içine aldı. Bu dönemde Kelâm, bir bilgi nesnesi (malum) olabilen hemen tüm konularla ilgilenmeye başladı. Bu dönemde Kelâm ilminin ilgilendiği bilgi konuları iki ana öğeden oluşuyordu. Birinci öğeyi mesâil ve makasıd denilen temel dini inançlar; ikinci öğeyi de mebâdi ve vesâil adı verilen, temel dini inançları ispatlamaya yarayan bilgiler meydana getiriyordu. Örneklemek gerekirse, “Allah vardır ve birdir” gibi inanç esasları mesail ve makasıdın; “cevherler arazlardan hali değildir, evren sonradan varolmuştur, hadistir” gibi hükümler de mebadi ve vesail konuları içinde yer alıyordu. Ondokuzuncu yüzyıldan bu yana Kelâm’ın muhtevasında yeni değişiklikler gözlendi. Yeni İlm-i Kelâm dönemi olarak adlandırılan bu dönemde Kelam ilmi, felsefi bir görüş olarak materyalizmi bütün biçimleriyle reddeden, dine karşı yapılan biyolojik ve psikolojik eleştirileri cevaplayan, yeni felsefe akımlarını İslâm esasları açısından eleştiren, tabii bilimlerden yararlanarak Allah’ın varlığını kanıtlayan, İslâm’ın inanç ilkelerini açıklayan bir ilim durumuna geldi.

Kelâm bilginlerine göre Kelâm ilminin çeşitli amaçları vardır. Bunlardan ilki, Kelâm’la uğraşanlara ilişkindir. Bu amaç, kişiyi taklit düzeyinden araştırma ile elde edilen kesin bilgi (tahkik) düzeyine yükseltmektir. Kelâmla uğraşmayanlara ilişkin olan ikinci amaç, inanç sorunlarını açıklığa kavuşturarak doğru yolu arayanları aydınlatmak ve şüpheleri, itirazları ortadan kaldırarak inanmamakta inat edenleri susturmaktır. İslâm’ın temel inançlarına ilişkin olan üçüncü amaç, temel inanç ilkelerini yanlış yoldakilerin ortaya attıkları şüphelerle sarsılmaktan korumaktır. Dördüncü amaç, diğer İslâm ilimlerine ilişkindir. Bu, İslâm ilimleri için üzerinde hareket edebilecekleri sağlam bir inanç temeli hazırlamaktır. İnsanın davranışlarına, edimlerine ilişkin olan beşinci amaç, kişinin davranış ve edimlerindeki niyet ve inancı güçlendirmek, sağlamlaştırmaktır. Nihayet bütün bu amaçların toplamıyla ulaşılacak asıl büyük amaç ise kişiyi dünya ve âhiret mutluluğuna ulaştırmaktır.

Kelâm ilmini ortaya çıkaran nedenler Hz. Peygamber (s.a.s)’in ölümünden hemen sonraki döneme kadar uzanır. Hz. Peygamber (s.a.s)’in ölümünden sonra İslâm toplumunda giderek artan anlaşmazlık ve toplumsal olaylar inanç konularına ilişkin görüş ayrılıklarının ortaya çıkmasına yol açtı. Hilafet tartışmaları, iç savaşlar, çeşitli din ve kültürlerle başlayan ilişkiler, felsefi düşüncenin çeviriler yoluyla yaygınlık kazanması, kimi âyet ve hadislerin farklı biçimlerde yoruma imkan tanıması gibi etkenlerle Allah’ın sıfatları, kader, büyük günah (kebâir) işleyen insanın durumu, imamet gibi konularda çeşitli görüşler oluştu. İlk yüzyılın sonuna kadar süren tartışmalar, ikinci yüzyılın başında bütün bu konuları sistemli biçimde ele alan ilk kelâm okulunun doğmasına neden oldu. Vasıl b. Ata (ö. 131/748) ve Amr b. Ubeyd (ö.144/761) tarafından kurulan bu Kelâm okulu Mutezile olarak adlandırıldı. Mutezile okulu, iki yüzyıl boyunca tek okul olarak inanç konularındaki anlaşmazlıkları belli bir sistem içinde çözümlemeye, İslâm’a yöneltilen eleştirileri cevaplamaya çalıştı. Ancak kendi içinde bütünlüğünü koruyamayarak ayrıntılara ilişkin kimi küçük görüş ayrılıkları üzerine kurulan çok sayıda kola ayrıldı.

Kelâm ilmi alanındaki Mutezile egemenliği, dördüncü yüzyılın başlarında Mutezile içinde yetişen büyük Kelam bilgini el-Eş’ari (ö.324/936) tarafından kurulan ilk Sünni Kelâm okulu ile sona erdi. El-Eş’ari, kelam anlayışını Basra ve Bağdat’ta yayarken, aynı zamanda Maveraünnehir’de Maturidi (ö.333/944) tarafından sünni Kelâm’ın ikinci büyük okulunu ortaya çıkardı. Kurucularının adından hareketle Eş’ariye ve Mâturidiyye olarak adlandırılan bu iki okul, küçük farklarla Sünnî inanç esaslarını belirledi ve zamanla İslâm dünyasında etkinlik kurdu. Mutezile okulu ise, varlığını ancak çok sınırlı bir çevre içinde sürdürebildi.

Sünnî Kelâm ilmi, tarih içinde geçirdiği aşamalar açısından başlıca dört dönemde incelenir. el-Eş’ari ile başlayan ve Gazali’nin hocası el-Cüveyni (ö.478/1085) ile sona eren ilk dönem, Mütekaddimin (Eski Kelamcılar) dönemi olarak adlandırılır. Gazali ile birlikte ikinci dönem başlar. Müteahhirin (Sonraki Kelamcılar) dönemi olarak adlandırılan bu dönemde Kelâm ilmi felsefe ile yoğun bir ilişki içindedir ve bu nedenle “felsefe ile meczedilmiş Kelâm devri” olarak da tanımlanır. Hicrî sekiz Miladi ondördüncü yüzyıl ortalarından başlayarak Miladi ondokuzuncu yüzyılın sonlarına kadar süren üçüncü dönem, Kelâm ilminin duraklama ve gerileme dönemidir. Bu dönemde, önceki kelâmcıların eserlerine yorum ve açıklamalar yazılmakla yetinilmiştir. Kelâm ilmi, on dokuzuncu yüzyılın sonları ile yirminci yüzyılın başlarında yeni bir döneme girdi. Çağın istek ve ihtiyaçlarına cevap verme zorunluluğunun doğurduğu bu yeni dönem Yeni İlm-i Kelâm dönemi olarak anılır.

Ahmed ÖZALP – Şamil İA

İlgili Makaleler