Kaysunizade Kimdir, Hayatı, Eserleri, Hakkında Bilgi
Bedrüddîn Muhammed b. Muhammed b. Muhammed el-Kûsûnî el-Mısrî (ö. 976/1568) Hekimbaşı.
Kahire’de Memlûk sultanlarının sarayında hekimlik ve hekimbaşılık yapan tanınmış bir aileye mensuptur. Klasik kaynaklarda aile fertleri hakkında verilen bilgilerin yetersiz olması ve aralarında isim benzerlikleri bulunması çağdaş çalışmaların çoğunda hatalı bilgilerin yer almasına yol açmış, ancak Rudolf Sellheim’in yaptığı kapsamlı araştırma ve Rudolf Vesely’in buna katkı mahiyetindeki çalışması sayesinde söz konusu aileyle ilgili tatminkâr bir malûmat ortaya konulabilmiştir.
Küsûnî nisbesi, Şemseddin es-Sehâvî’nin (ö. 902/1497) belirttiğine göre Kahire’deki Küsün Camii ile ilgili olup bazan sîn harfiyle Kaysûnî (Kisûnî) şeklinde de söylenmektedir. Bu cami, el-Melikü’n-Nasır Muhammed b. Kalavun zamanında emîr-i kebîr olan Türk asıllı Seyfeddin Küsün tarafından 730 (1330) yılında Bâbüzüveyle dışında yaptırılmıştır. Adı geçen hekim ailesi de bu caminin civarında ikamet ettiğinden Küsûnî nisbesini almıştır. Dolayısıyla bu nisbenin, varlığı bilinmeyen Kahire yakınlarındaki Küsün adlı bir köyle veya Kosova ile ilgisi bulunmamaktadır. Bazı kaynaklarda sâd harfiyle Kaysûnî şeklinde de kaydedilen nisbenin. Kâşûnîve Karşûnî şeklindeki yazılışları yanlıştır. Peçevî de Kaysûnîzâde Bedreddin’in nisbesini Kâyşûnî olarak kaydederken bu hekimbaşı ile birlikte Sigetvar’da Kanunî Sultan Süleyman’ın cenazesinde bulunan Selânikî ve ayrıca Atâî gibi müellifler babasıyla ilişkilendirereknisbesini Kaysûnîzâde diye zikretmişlerdir. Selânikî’nin Târift’inin bir başka nüshasında bu isim İbn Kaysûn şeklinde geçmektedir.
Gerek Sehâvî’nin yaptığı açıklama gerekse diğer kaynaklardan nakledilen bilgiler, Küsûnî ve Kaysûnî nisbelerinin İki ayrı yerle ilişkili ve bunlarla anılan iki ayrı kişinin söz konusu olduğu şeklindeki değerlendirmelerin ihtiyatla karşılanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Kutbüddin el-Mekkî en-Nehrevâlî’-nin İstanbul’a yaptığı seyahat sırasında hekimbaşı Bedreddin el-Kaysûnî’nin kendisini birkaç defa ziyaret ettiğini belirtmesi bir yerde de ayrı bir tarihte kendisini ziyaret edenler arasında Mısırlı âlim Muhammed b. Muhammed el-Küsûnî’yi zikretmesi iki ayrı nisbe ve iki ayrı kişinin söz konusu olduğu hususunda yeterli delil sayılmamalidır. Her iki nisbenin birbirinin yerine kullanıldığı, diğer kaynaklardan nakledilen bilgilerden anlaşıldığı gibi söz konusu seyahatnamenin aslı incelendiğinde Nehre-vâlî’nin son şahıs için “Bedrü’I-mille ve’d-dîn” sıfatını kullandığı, Mısır’da ve İstanbul’da hekimbaşılık yaptığını söylediği ve onu da diğeri gibi övüp aralarında eski bir dostluk bulunduğuna işaret ettiği görülmektedir. Bu da Nehre-vâlî’nin günlük şeklinde tuttuğu notlarla yazdığı seyahatnamede aynı kişi için ayrı ayrı zamanlarda farklı ifadeler kullanmış olabileceğini akla getirmektedir. Nitekim Muhtaşarü’t-Tezkire’rûn kapağında eserin Kaysûnîzâde’ye ait olduğu belirtilirken hemen altında, kendisinden sonra hekimbaşı olan Muhammed b. Garsüddin’e ait notta adı İbnü’l-Küsûnî şeklinde yazılmıştır. Yâküt el-Hamevî’nin, hakkında hiçbir bilgi vermeden Kaysûn adında bir yer zikretmesi de bu konuda kesin bir delil olarak değerlendirilmemelidir. Ayrıca Kaysûnîzâde Bedreddin’in Hüdhüd lakabıyla tanındığına dair bilgi de tartışma götürür. Zira bu konuda ilk kaynak sayılan Taşköprizâde, Bedreddin Hüdhüd hakkında bilgi verirken Kaysûnî nisbesinden ve hekimbaşılığından söz etmemekte, sadece İstanbul’da tabip olduğunu ve 950′-den (1543) sonra vefat ettiğini belirtmektedir.