İslam Tarihi

Kayser Nedir, Ne Demek, Kelime Anlamı, Tarihte Kullanımı, Hakkında Bilgi

Kayser. Araplar’ın Roma ve Bizans imparatorları için kullandıkları unvan.

Aslı Grekçe kaisar olan kelimenin Arap­ça’ya oldukça erken bir dönemde Ârâmîce yoluyla girdiği ileri sürülmektedir. İslâmiyet’in ortaya çıkışı sırasında Araplar Bizans imparatoruna kayser dedikleri gibi Sâsânî hükümdar­ları için kisrâ, Habeş hükümdarları için necâşî ve Mısır genel valisi için mukavkıs unvanını kullanıyorlardı.

Araplar’ın, İslâm’ın doğuşundan yüz­yıllarca öncesinden beri kayser unvanını Roma ve daha çok Bizans imparatorları için kullandıkları bilinmektedir. Milâttan sonra VI. yüzyıl başlarında Bizans im­paratoru, müttefiki Gassânî emîrini (phylarkhos) yüksek bir şeref unvanı olan patrikios ile [Ar. bitrîk] onurlandırmış, emîr, kayserin vasali olan bir kral sıfatıyla taç giymiş, böylece kayser, Gassânîler’in ve Kuzeybatı Arabistan’daki bütün hal­kın en yüksek hükümdarı olarak kabul edilmişti. Bu dönemde Lahmîler ve Ara­bistan’ın kuzeydoğusundaki halk da Sâsânî hükümdarlarını en yüksek hâkim diye görmekteydiler. Câhiliye devri Arap şairi İmruülkays ve daha sonraki şairler kayser ve kisrâ kelimelerini güç ve servet sembolü olarak kullanmışlardır.

Siyer, hadis, tefsir kitaplarında ve ço­ğunlukla tarih kaynaklarında kayser keli­mesi özel isim gibi yer almıştır. Meselâ Hz. Peygamber, Ebu Bekir ve Ömer za­manında yaşayan Bizans İmparatoru Herakleios’tan kendi ismi Hirakl’in yanı sıra “kayser, melikü’r-Rûm, azîmü’r-rûm” şeklinde bahsedilmiştir. İslâm tarihi kay­naklarında kayser yerine melikü’r-Rûm ifadesinin daha çok kullanıldığı görül­mektedir. Taberî, 223’te (838) Zibatra’ya saldıran Bizans İmpara­toru Theophilos’tan Tûfil b. Mîhâîl sâhibü’r-Rûm veya melikü’r-Rûm diye söz et­miş, İbnü’l-Esîr, Malaz­girt Savaşı’ndan bahsederken Bizans İm­paratoru IV. Romanos’u Armânûs meli­kü’r-Rûm diye zikretmiştir. İbn Sa’d, Hz. Muhammed’in bü­yük dedesi Hişâm b. Abdümenâf’ın Suri­ye’ye giden Mekkeli tacirlerin güvenliğini sağlamak için kayserden bir geçiş mek­tubu aldığını söyler. Kaynaklarda, Resûl-i Ekrem’in, Dihye b. Halîfe el-Kelbî eliyle Busrâ valisine İmparator Herakleios’a ve­rilmek üzere bir mektup gönderdiği, imparatorun yeni peygamber hakkında so­rular sorduğu ve Sâsânî hükümdarının aksine İslâm’a temayül gösterdiği, fakat tebaasından çekindiği için yeni dini kabul etmediği kaydedilmektedir. Buhârî ve İbn Mâce’de Hz. Ömer’in Resûl-i Ekrem’in mütevazi hayatını kisrâ ve kayserin lüks hayatı ile karşılaştırdığı nakle­dilir. Hudeybiye Antlaşması müzakerele­ri sırasında Kureyş elçisi olarak Hz. Peygamber’e gelen Urve b. Mes’ûd’un geri döndükten sonra Mekke ileri gelenlerine, “Birçok krala, kaysere, kisrâ ve necâşîye elçi gittim, fakat Muhammed kadar çev­resindekiler tarafından saygı gören bir kişiye rastlamadım” dediği belirtilir. Ayrıca hadis kitaplarında. “Kisrâ yok olursa kendisinden sonra kisrâ, kay­ser yok olursa kendisinden sonra kayser olmaz. Onların hazinelerini Allah yolunda harcayacaksınız” ve, “Benim ümmetimden kayserin şehrini (İstanbul) ilk kuşatanlar günahlarından affedilecek­tir” şeklinde iki ha­dis rivayet edilmektedir.

İlgili Makaleler