Tarihi Şahsiyetler

Kavalalı İbrahim Paşa Kimdir, Hayatı,

Kavalalı İbrahim Paşa. Asker, devlet adamı (D.1789 Kavala – Ö.10 Kasım 1848, Kahire) Kavalalı Mehmed Ali Paşanın büyük oğlu ve Mısır vâlisi.  İstanbul’da eğitim gördü.

Osmanlı devletini zor durumda bırakarak, Mısır’da hemen-hemen bağımsız bir idare kurmayı başarınca, Babiali, yıllık bir vergi vermek ve Hicaz’ı ele geçiren Vehhabileri ezmesi şartıyla, onun, Mısır valiliğini onaylamış (9 temmuz 1805), Mehmed Ali de ilk iş olarak oğullarından İbrahim ve Tosun’u Mısır’a getirterek İbrahim’i, Babialiye vereceğini vaad ettiği vergi için rehine olarak, Kaptan Paşa ile, İstanbul’a göndermişti. Fakat Mehmed Ali’nin İskenderiye’yi zaptetmis olan İngilizlere karşı kazandığı başarı üzerine mart 1807, Babiali İbrahim’i geri gönderdi; aynı yıl Meh­med Ali’nin Mısır valiliği yeniden onaylandığı gibi, 1807’de Mısır defterdarlığına atandı.

Mısır ordusunun yeniden teşkilâtlanmasında büyük rol oynadı. 1816’da Arabistan Yarımadasındaki âsî
Vehhâbîlerin faaliyetlerinin durdurulması için, vazîfelendirildi. Güçlü ve düzenli ordusunun başında
harekete geçen İbrâhim Paşa, 26 Eylül 1818’de Vehhâbîlerin merkezi Der’iyye’yi fethetti. Vehhâbî
emîri İbn-i Suûd ile dört oğlunu ve âsî liderleri esir edip, İstanbul’a gönderdi. Âsîlerin hepsi îdâm edildi.
Vehhâbîlerin, Hz. Muhammed’in mezarı, Ravza-i mutahheradan çaldıkları kıymetli eserlerin bir kısmını buldurup, İstanbul’a gönderdi. Vehhâbîlerin zulmüne son verdi. Ahâliye ve âlimlere iyi davrandı.

İbrahim’in kazandığı bu zafer İslam aleminde büyük tesirler yaptı; bilhassa hacc yollarının emnjyet altina alınmış olmasi İbra­him’e, daha doğrusu Mehmed Ali Paşa’ya, büyük bir itibar te’min etti. Bu hizmeti karşılığında kendisine Paşa rütbesi verildi.

Mora’da ki Yunan isyanında Osmanlı’ya yardım için, Mora valiliğinin kendisine verilmesi şartını öne süren Mehmed Ali, padişah II. Mahmud’un Ocak 1824 tarihli fermanı ile İbrahim Paşa’yı Mora vâliliğine getirildi. Muntazam askerî birlikler ve donanma ile Akdeniz’e açılıp, Rodos’ta Osmanlı kuvvetleriyle birleşti. Kışı Girid Adasında geçirip 24 Şubat 1825’te Mora’ya çıkarma yaptı. Navarin, Kalamata, Tripoliçe şehirleri ile önemli mahallerdeki Yunan âsilerini susturdu. Âsilerle olan mücâdele 1827’de Atina’nın alınmasıyla tamamlandı.

Avrupa devletleri, bu ani ve Yunanlıların aleyhine gelişen yeni durum karşısında, Yunanlıları tutan kamuoyu da ciddi bir şekilde dikkate almak zorunda kaldılar, İngiltere, Fransa ve Rusya, Londra ‘da bir konferans imzalayarak, 6 temmuz 1826’da anlaştılar. Anlaşma gereğince, derhal mütareke yapılacak ve barış yoluyla anlaşmak üzere faaliye geçilecek, iki taraftan bu mütarekeyi kabul etmediği takdir de, adı geçen devletler, vaziyete göre, gerekli tedbirleri alacaklardı.

11 eylul 1827’de İngiliz amirali Codrington, Navarin önlerine geldi; Navarin körfezinde bulunan Osmanlı-Mısır donanmalarının Yunan sahillerine karşı yapacakları düşmanca harekatı önlemek amacıyla, 19 eylulde körfezi terketmek isteyen bazı gemileri bundan men’ederek, bu münasebet ile İbrahim Paşa’yı Londra anlaşmasından haberdar etti. 21 eylülde Rigny’nin kumandasında bulunan Fransız filosu da İngilizlere katıldı. 9 ekimde İbrahim Paşa beklediği yeni talimatı almştı. Buna göre Babiali, kat’i direnişte bulunulmasini istiyordu. Diğer yandan 14 ekimde Rus filotillasi da müttefikler ile birleşti.

28 ekim 1827’de müttefik donanma Navarin limanına girdi; öğleden sonra saat iki buçuk sularında başlayan deniz harbi akşama kadar sürdü ve toplam elli yedi gemi ve sekiz bin Türk askerinin kaybıyla, Osmanlı-Mısır donanması tamamıyla yokedildi. İbrahim Paşa Navarin faciasina, bu sırada Mora’nin içerilerine gitmiş olduğundan, şahid olmadı; facianın ardından kuvvetlerini, babasından gelecek emirlere göre hareket etmek uzere, Modon ve Koron’da topladı. Mehmed Ali, Mora’nın Avrupa devletlerinin kat’i müdahalesi ile elden gittiğini anladığından, donanmasini kaybetmiş ve müttefik donanmanın tehditkar vaziyeti dolayısıyla Mora ile irtibati kesilmiş olduğundan, müttefikleri temsil eden amiral Codrington ile İs­kenderiye’de anlaşarak (6 agustos 1828) İb­rahim Paşa’ya geri dönmesi için emir gönderdi.

İbrahim Paşa’nın babası Mehmed Ali, Yunanistan’ın istiklal kazanmasıyla, Mora üzerindeki emelinin suya düştüğünü anlayınca, Suriye’yi istedi; reddedilince de, Akka valisi Abdullah Paşa ile arasındaki ihtilafı bahane ederek, Osmanlı Devletine isyân etti. İyi eğitimli bir orduyu oğlu İbrahim Paşa’nın kumandasına verdi ve Suriye’ye gönderdi  (ekim-kasım 1831 ). İbrâhim Paşa, 1832’de Gazze, Yafa, Kudüs, Hayfa şehirlerine girdi. Sayda vâlisini yenip, Akka’yı zaptetti. Böylece Şam dâhil, Sûriye eline geçti. Toroslardan Anadolu’ya girdi. Hiçbir engele rastlamadan Konya’ya kadar geldi. Aralık 1832’de Konya Meydan Muharebesi vuku buldu. Havanın sisli olması yüzünden düşmanın pozisyonun anlayamayan Osmanlı ordusu başkumandanı ve İbrahim Paşa’nın Mora’dan silah arkadaşı olan Sadrâzam Reşîd Paşa’nın esir düşmesiyle Osmanlı ordusu kesin bir yenilgiye uğradı. 1833’te Kütahya’ya kadar geldi.

Anadolu’nun büyük bir kısmı Mısır idaresine girmek arzusunu açıkça izhar ettiğii gibi, İstanbul’a giden yollar da tamamıyle İbrahim Paşa’ya açılmıştı. Anadolu’dan başka, Osmanlı saltanatı da tehlikeye düşmüştü.
İbrahim Paşa, Osmanlı idaresinin zaaf ve acziyetinden, Anadolu’da türeyen ne kadar asi ve II. Mahmud’un yeniliklerine muhalif kimse var ise, yanına topladı. Lağvi Anadolu’da büyük tesirler yaptığı anlaşılan Yeniçeriliğe ve dolayısıyla Bektaşiliğe büyük saygı gösterdi; propaganda faaliyetini de Batum taraflarına kadar yayarak, hemen-hemen tüm Anadolu’yu kendine bağladı. Anadoludan topladığı asker ile, bir rivayete göre, ordusunun mevcudunu 200.000 kişiye çıkardı.

Padişahm özel elçisi olarak, Londra’ya gönderilen Namik Paşa vasitasi ile, Mehmed Ali’ye karşı istenilen maddi yardım (15 harp gemisi) talebine red cevabi verilmiş olması, Osmanlı devletini Rusya’dan yardım istemek zorunda kalmış, sonuç olarak Haleb dahil, bütün Suriye ve Filistin ve Adana Mısır’a vermek zorunda kalmıştı. II. Mahmud, önceleri buna razı olmak istemedi ise de, sonradan Avrupa devletlerinin baskısı ve Boğaza gelen Rus kuvvetlerinin günden-güne artması karşısında, bu ağır taleplerini kabul etmek zorunda kaldı (6 mayıs 1833).

Suriye böylece Mehmed Ali’nin eline geçince, İbrahim Paşa başkumandanlık yanısıra, Suriye genel valiliğine de atandı. Şam hükümet merkezi oldu. Halk önceleri yeni idareden fevkalade memnundu. Fakat bir süre sonra, Mehmed Ali hakimiyetini güçlendirmek ve büyük hayallerini gerçekleştirmek için, Suriye’nin maddi kaynaklarından da azami bir şekilde faydalanmak gayesi ile, vergileri arttırmak, mecburi askerlik hizmeti ve halkı silahtan tecrit etmek istekleri, ilk zaman idareden memnun olan Suriye ahalisi bunlara şiddetli bir karşılık verdi. Çünkü tatbikinde çok sert ve zalimane hareket edilen bu yeni sorumluluklara tamamiyle yabancıydılar. 

İbrahim Paşa bunları bastırmak için, ordular sevketmek ve harcamak zorunda kaldı. İsyan tüm Suriye’ye yayıldı ve İbrahim Paşa’yı ordusunu memleketin muhtelif kısımlarına taksim etmek zorunda bıraktı. Diğer taraftan Avrupa devletleri de, Hunkar iskelesi anlaşmasına dayanarak, Rus müdahalesine mahal vermemek için, Palmerston’un dahiyane siyaseti sayesinde Londra’da bir anlaşmaya varıldı. Meh­med Ali, 15 temmuz 1840’ta, Fransa haric, İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya ile Osmanli devleti arasinda akdedilen bu anlaşma hükümlerini kabul etmemekte şiddetle ısrar etti. Fakat sonunda, tecrit edilmiş bir durumda kalan Fransa’dan artık bir yardım ve beklemenin boş bir şey olduğunu anladı, Diğer yandan, anlaşma gereğince, İngiltere, Avusturya ve Osmanlı gemilerinden oluşan bir müttefik donanmasının Suriye şehirlerini istilaya (eylül 1840), bir Osmanlı ordusunun güneye doğru ilerlemeye başlaması, Mısır sahillerinin abluka altına alınması karşısında, Comodore Charles Napier ile Mısır’ın veraset usülü ile kendisine şartıyla — zaten Avrupa devletlerinin de arzusu bu idi—anlaşarak, oğluna Suriye’yi tahliye etmesi emrini verdi ( 9 Aralık 1840)

Babası Mehmed Ali Paşanın son zamanlarında Mısır vâliliğine de atandı. İstanbul’a geldi. Osmanlı Sultânı Abdülmecîd’ten, müstakil vâli demek olan“ Hidiv” ünvânını aldı. 10 Kasım 1848’de babası Mehmed Ali Paşadan önce vefât etti. İmâm-ı Şâfiî hazretlerinin yakınlarındaki bir türbeye defnedildi.

İbrahim Paşa, babasının yaptığı büyük işlerde, onun en sadık adamı sıfatıyla, rol oynadı. Kazandığı büyük askeri seferler ile, babasının siyasi başarılarına kuvvetli bir temel hazırladı; babasına, bir emir kulu gibi, bağlıydı; fakat bir çok hususlarda fikrini açıklamak cesaretini gösterdi. Her şeyden önce, cesur ve disiplinli bir askerdi Babası kadar, Avrupa’nın üstünlüğüne inanarak, Avrupa medeniyetini memleketine sokmak, için çalıştı. Mehmed Ali’nin yapıcılık ve kuruculuk kudretine malik olmamakla beraber, yapılanları koruyabilecek azim ve iradeye sahipti. Mısır’ın istklalini babasından çok arzu ediyordu; bundan dolayı en büyük engeli yıkmak için İstanbul’u zaptetmegi çok istemişti. Mehmed Ali, her şeye rağmen, daha çok bir Osmanlı olarak kaldı; halbuki Mısır’da yetişmiş olması, yıllarca Arabistan ve Suriye’de bulunmasi dolayısıyla, Arap alemini daha yakından tanıyan İbrahim Paşa, bir Arap inkılabı yapmak azim ve gayretindeydi. Mısırlılar, İbra­him Paşa’yı, Arapları Arap birliğine davet eden bir zat nazarı  ile bakmakta ve kendisine “el-Fatih” unvanını vermiştir.

İlgili Makaleler