Sosyoloji Tarihi

Kapitalizmin Çelişkileri Karl Marx

Marx’ın çelişki kavramı bir toplumsal yapıyı içinden zayışatan gerilim ve gerginlik- leri ifade etmektedir. Plansız ve sürekli art-değeri çoğaltma temelinde örgütlenmiş bir ekonomide kapitalistler arası rekabet artar. Sistemin içsel çelişkilerinden biri olan toplam kâr hadlerinin düşme eğilimi, süreç içinde ortaya çıkacaktır. Kârların düşme eğilimi kapitalist sistemin belli aralıklarla ekonomik krizlere girmesine ne- den olmaktadır. Kârların düşme eğilimi, ücretlerin düşmesine, ücretlerin düşmesi ise, alım gücünün zayışamasına neden olur. Ekonominin kendi içindeki gerilim ve gerginlikleri (çelişkisi) kapitalizmin sürekli krizler yaratan bir sistem olmasına ne- den olur. Bu kapitalizmin ‘sisteme dair çelişkisini’ oluşturmaktadır. Kapitalizmin diğer çelişkisi ise ‘toplumsal çelişkileridir’. Sınıf çatışması toplumsal bir çelişkidir ve kapitalizmin içinden gelişir. Bu çelişkinin gelişmesi kapitalizmin sisteme dair çelişkisiyle (ekonomik krizler) ilişkilidir. Diğer bir deyişle kapitalizmin nesnel ko- şullarının yarattığı krizler ve kriz analizi sınıf mücadelesinin taraşarını ve yönünü etkilemektedir. Peki, Marx’a göre kapitalist toplumda sınışarın oluşumu neye da- yanmaktadır ve sınıf teorisi içinde sınıf bilinci kavramının yeri ve önemi nedir?
Marx’ın tarihsel materyalizmi kapitalizm ve sanayileşmenin oluşum sürecini vurgu- lar. Marx ideoloji ve devlet konusunda oldukça ileri görüşler geliştirse de, teorisi in- sanların maddî varoluşlarını belirleyen emek süreci içinde hayatlarını nasıl sürdür- dükleri ve yeniden-ürettiklerine odaklanır. Toplumsal hayatın maddî üretimi birbir- leriyle çatışma içindeki sınışarın mevcudiyetiyle ilişkilidir; çünkü tüm tarih sınıf mücadeleleri tarihidir. Marx’a göre, modern sınıf çatışmaları kapitalizmin temel çelişkisinden, yani proletaryanın (isçi sınıfı) gerçekleştirdiği üretimin toplumsal do-
ğası ile kapitalist sınıfın elinde yoğunlaşan ve emeğin ürünlerinin gasp edildiği özel mülkiyet arasındaki çelişkiden kaynaklanır. Sosyalizm ve ardından gelecek komü- nizm, üretimin kollektif mülkiyeti ve yönetimi anlamına gelir ve bu temel çelişkinin aşılmasını mümkün kılar.
Kaynak: Kenneth Tucker,(1998) Jr., Anthony Giddens and Modern Social Theory, Sage Publications, Çeviren: Ümit Tatlıcan. s.14-33.

SINIF KURAMI
Marx’ın sınıf teorisi, genel olarak sınışa ilgili sosyoloji teorilerinin ilki ve en önem- lilerinden biri olarak kabul edilir (Edgell, 1993, s.12). Marx sınıf teorisinde özellik- le endüstriyel kapitalizmin sınıf yapısı ile ilgilenmiştir. Marx kapitalist toplumda sı- nışarın oluşumunu analiz ederken başlangıç noktası olarak sınışarın üretim süre- ci içindeki nesnel konumlarına bakmaktadır. Sınışar üretim araçlarıyla kurdukları ilişkiye bağlı olarak belirlenirler. Yani sınışar üretim araçları karşısındaki konum- larına, daha açık olarak üretim araçlarına sahip olup olmadıklarına bakılarak ana- liz edilmektedir. Ona göre, emeğin mülksüzleşmesi ve bunun sonucunda ücret karşılığı çalışma durumu, sınışarın oluşum sürecinin analizinde önemli bir yer tut- maktadır. Marx’a göre, kapitalist toplum temel olarak iki sınıftan oluşmaktadır. Bi- rincisi, üretim araçlarına sahip olan kapitalist sınıf (burjuvazi) ve diğeri ise mülk- süzleşen ve ücret karşılığı çalışmak zorunda kalan işçi sınıfıdır (proletarya).

Marx Kapital adlı eserinde sınışarı analiz ederken en gelişmiş ingiliz kapitaliz- mini temel almıştır. Bu çalışmasında toplumsal sınıf saptaması emek, sermaye ve toprak sahipleri olmak üzere üç düzeyde yapılmaktadır. Bu sınışar üretim araçla- rına sahip olup olmadıklarına göre belirlenmektedir. Üretim araçlarının mülkiyet biçimine bağlı olarak bu sınışarın kaynakları ücret/gelir, kâr ve toprak rantından oluşmaktadır (Swingewood,1998, s.111). Marx’ın kapitalist toplumda sınışarı emek ve sermayeden oluşan iki ana sınıfa dayandırması, diğer bir deyişle sınışar arasın- daki ilişkiyi en basit biçimlerine indirgeyerek ele alma nedeni, kapitalist sınıf ilişki- lerinin özünü (bağımlılık ve karşıtlık) göstermek istemesidir. Marx’a göre sınıf, ön- celikli olarak bir karşıtlığın (kutuplaşmanın) ifadesidir. Bir sınıftan söz etmek, önce onun karşıtı olan bir başka sınıfın varlığını kabul etmek demektir (Öngen, 2002).
Marx, sınışara bu yalın karşıtlık çerçevesinde bakmasının yanı sıra, başka bir çalışmasında, karmaşık, farklılaşmış ve çelişkili sınıf yapılarını analiz etmektedir. Bu çalışmasında örneğin, finans burjuvaziyi, küçük burjuvaziyi, sanayi burjuvazisi- ni, proletaryayı, toprak sahiplerini ve özgür köylüleri birbirinden ayırmaktadır. Ona göre, bu kategorilerden bazıları kapitalizmin tarihsel gelişim süreci içinde zo- runlu olarak çelişkiye düşecektir (Swingewood, 1998, s.110). Geçiş kategorileri olan bu sınışardan bazıları mülksüzleşerek işçi sınıfına katılacaktır. Özgür köylü- leri bu geçiş kategorisine örnek olarak verebiliriz.

Marx kapitalist toplumda sınışarın oluşum sürecinde orta sınışarın varlığına da önem vermektedir. Orta sınıf analizi, Marx’ın kapitalist toplumda, basit ikili bir sı- nıf yapısının aksine, karmaşık ve çoğulcu yapısına olan vurguyu ifade etmektedir. Ona göre orta sınıf içinde yer alan kategoriler şunlardır: Küçük üreticiler, küçük burjuvazi, metaların dolaşımıyla uğraşanlar (satın alma, pazarlama, satış), aracılar (toptancılar, dükkân sahipleri, spekülatörler), sermaye adına yönetenler (yönetici- ler) ile onların yardımcıları, denetçileri; hukukçular, gazeteciler, ruhban sınıfı, or- du, polis gibi devlet görevlileri (Swingewood,1998, s.110).

Marx’ın sınıf teorisinde sınışarın oluşumunu üretim sürecindeki ve üretim araç- larıyla olan ilişkileri çerçevesinde ele alması, sınışarın nesnel konumunu ifade et- mektedir. Bu nesnel konum ‘kendinde sınıf’ kavramıyla ifade edilmektedir. Ona göre, örneğin işçi sınıfı öznel olarak ancak kendi çıkarlarının bilincinde olduğu za- man ve kendi sınıfsal örgütlenmesiyle bu çıkarlarının peşine düştüğü zaman ger- çek sınıf olmaktadır. işçi sınıfının sınıf bilincinin oluşması ve kendi çıkarlarının pe- şinde koşması ise ‘kendi için sınıf’ olduğunu göstermektedir. Marx’ın sınıf anali- zi hem ekonomik hem de toplumsal bir içeriğe sahiptir.
 

Ancak Marx’a göre, kapitalist toplumda işçi sınıfının sınıf çelişkilerini anlaması- nın ve sınıf bilincine ulaşmasının önüne geçen birçok engel bulunmaktadır (Ön- gen, 2002).
1.    işçi sınıfının toplumsal bir güç olarak bir araya gelmesini engelleyen sınıf içi bölünme ve çelişkilerdir. işçi sınıfı içinde ayrıcalıklı konumda olanlar (ör. iş- çi aristokrasisi), yaş, cinsiyet, ırk temelinde sınıf içinde oluşan bölünmeler ve çelişkiler sınıfsal bütünleşme, dayanışma ve siyasal mücadeleyi olumsuz etkileyebilmektedir.
2.    Serbest çalışan, küçük ölçekli kapitalistleri içine alan mülk sahibi “orta sınıf” ile mülksüz orta sınışarın burjuvazinin egemenlik anlayışı ve siyasal ideolo- jisiyle bütünleşmesidir. Bu sınışar kapitalist rekabetin etkisi altında sınıf atla- ma, mesleki rekabet doğrultusunda sınıfsal çıkarlardan uzaklaşabilmektedir.
3.    Burjuva ideolojisinin birleştirici rolü. Egemen sınıf, maddi üretim araçlarının yanı sıra aynı zamanda zihinsel üretim araçlarını da elinde bulundurmaktadır. Bundan dolayı, egemen sınıf emekçilerin zihinleri, bilinç biçimleri ve ideolo- jik ya da kültürel değerleri üzerinde güçlü bir sosyal kontrol kurmaktadır.
4.    Dördüncü engel ise, kapitalist toplumda işçiler üretim sürecindeki üretici konumları ve üretici kimliklerinden uzaklaştırılmaktadır. Kendi toplumsal emekleriyle ürettikleri metalara karşı tüketici kimlikleri ön plana çıkmakta- dır. Bu durum onların sermayenin egemenliğine karşı mücadele etmekten uzaklaştırmaktadır. Ayrıca Marx, sınıfsal oluşum sürecinde ideoloji kavramı- na özel bir yer vermektedir. Ona göre, düşünceler ve tutumlar sınıf çıkarla- rının (alt yapının) bir yansımasıdır.
işçi sınıfı bilinci gerçekliği, kendi sınıf çıkarları doğrultusunda kavramaz. Ken- di gerçekliğini tersine çevrilmiş haliyle yani “yanlış bilinç” olarak kavramaktadır (Öngen, 2002).
Marx, kapitalizm çözümlemesinde sınışı bir toplum yapısına ve sınıf sömürüsü- ne dayanan kapitalizmi yalnızca eleştirmekle kalmaz aynı zamanda onun sömürü- cü ve yabancılaştırıcı yapısını tasfiye edecek politik bir program da geliştirir. Bu politik program özü itibarıyla sınıfsız bir topluma, yani sosyalizme yönelimlidir. Bu açıdan Marx’ın çalışmaları, sömürünün olmadığı ve insanların içinde özgürce yaşa- dıkları söz konusu bu sınıfsız topluma geçiş için gerekli olan değişmelerin oluşma- sını sağlamaya yönelik önemli bir çaba içerir. Özetle, Marx’ın sosyolojisi insanlığı kapitalist toplumun köleleştiriciliğinden nihai olarak kurtararak özgürleştirmek şeklinde politik bir amaca sahiptir (Ritzer, 1996, s.60-61).

MARX’IN iDEOLOJi ANLAYIŞI ÜZERiNE BiLGi NOTU
Marx, ideoloji kavramsallaştırmasını, ‘gençlik’ ve ‘olgunluk’ dönemindeki eserlerinde farklı ve çelişkili biçimlerde değil, tutarlı bir iç bütünlük taşıyacak bir şekilde geliştirdi. ilk din eleştirilerinden kapitalist üretim tarzının mübadele alanındaki görüntüler dünyası- nın özgürlük ve eşitlik ilkelerini maskesinin düşürülmesinde kadar sürekli bir gelişim seyri izleyen bu ideoloji kavramsallaştırması, negatif bir içeriğe sahipti. Kavram, Marx’ın dilinde gerçeklikteki ve insan bilincindeki tersyüz olmayı ifade etmek için kullanılıyordu. Marx’ın ideoloji anlayışı, entelektüel gelişiminin belirli bir evresine kadar, insan bi- lincindeki tersyüz olma halinin gerçek çelişkilerinden kaynaklandığını, bu nedenle zihinsel başaşağılığın ancak gerçek çelişkileri çözmeye yönelik pratik bir etkinlikle ortadan kaldırılabileceğini savunuyordu. Bu ideoloji kuramı toplumsal yanılsama- lara karşı mücadelenin fikirler âleminde değil gerçek yaşam süreçlerinde olabilece-
ğine ilişkin vurgusuyla çığır açıcı bir nitelik taşıyordu. insan düşüncelerinin, insan tarafından yapılan maddi gerçekliğin bir ürünü olduğunu ve gerçekliğin devrimci pratik tarafından değiştirilebileceğini söyleyen ideoloji, Marx’da, bütün bu bakım- dan devrimci politikadan ayrı düşünülemez bir nitelik taşıyordu.

Marx, iktisat çalışmaları sırasında ideoloji kavramsallaştırmasına yeni bir boyut ek- ledi. insan bilincindeki tersyüzlüğün gerçekliğin kendisindeki tersyüzlükten kaynak- landığına ilişkin argümanını, bu iki tür tersyüzlük arasındaki ilişkinin kapitalist üretimin görünüş biçimleri aracılığıyla dolayımlandığı teziyle sonuca ulaştırdı. Bu sonuç, Marx’a kapitalist üretimin görünüş kertesinin maskelediği üretim alanındaki sömürü ilişkilerini açıklama imkânını verdi.
Marx, ideolojiyi, gerçekliği doğru kavrayabilme yeteneğinden yoksun olduğu varsayı- lan insan zihninden kalkarak ya da emek gücünün alınıp satıldığı özgürlük ve eşit- lik alanı olan dolaşım sürecine hapsolarak değil, emek gücünün tüketilip metaların ve artı-değerin üretildiği üretim alanında, bu eşitsizlik ve tutsaklık alanında eleştirdi. Çünkü onun düşüncesine göre, ideoloji, insan zihninin kusurlarından değil, maddi yaşam sürecinin çelişkilerinden doğuyordu. Dolayısıyla ideolojik başaşağılığın yok edilmesi de, insanların bilincindeki zayıf yanların düzeltilmesiyle, eksik algılama bi- çimlerin tadilatıyla gerçekleştirilecek bir mücadele ile değil, ideolojik formların olu- şum imkânlarına karşı yürütülecek devrimci ve pratik bir eleştiriyle mümkündü. Marx açısından eleştirinin ilk anlamı, insan bilincindeki başaşağılığın kaynağı olan ide- olojik formların temelinde yatan maddi çelişkileri açıklamaktı. Eleştiri, ikinci olarak ise, mevcut toplumsal ilişkilerin bir sorgulaması ve dolayısıyla Gülnur Savran’ın dikkat çek- tiği gibi (1987:197) “tarafsız bir nesnelliğin” karşıtı olarak taraf tutmaydı. O nedenler ka- pitalizmin temel çelişkisini emek-sermaye karşıtlığı ekseninde açıklayan Marx, daima emeğin yanında saf tutan devrimci bir politikacı, sosyalist bir eylemciydi. Ona, mevcut kapitalist dünyanın ötesinde yeni ve mümkün bir dünya tasarımı yapma ve bu dünya- nın “çalışma, yaratan dövüşen” işçiler tarafından kurulabileceğini söyleme imkânı veren şeylerden biri de ideoloji kavramsallaştırması ve ideoloji karşısındaki eleştirel tutumuydu. Marx’ın negatif ideoloji kavramsallaştırması, kapitalist üretim tarzının kazandığı yeni biçimlerin devrimci bir eleştiriye tabi tutulması bakımından günümüz Mark- sistlerine hala muazzam olanaklar sunuyor. Lenin ve Gramsci gibi Marksistler tara- fından geliştirilen ve egemenlik peşindeki siyasi söylemlerin oluşumunu, gelişimini ve gerilemesini irdeleme aracı olarak kullanılan ‘nötr’ ideoloji kavramsallaştırması ise, toplumsal ilişkilerin açıklanıp eleştirilmesinin bir başka olanağıdır. Marx’ınkin- den daha farklı bir mantıkla çalışan bu ideoloji kavramsallaştırması, onun yerini al- ması gereken, ona karşıt bir kavramsallaştırma olarak düşünülmemelidir.
Kaynak: Gökhan Atılan, (2001) “Marx’ta ideoloji: Kapitalizmin Devrimci Bir Eleştirisinin Olanağı”, Praksis (4), Sayfa: 31-33.

SONUÇ
Sonuç olarak Marx’ın materyalist bir tarih anlayışı çerçevesinde geliştirdiği kavram- lar ve kuramlar ile bunlarla sentezlediği kapitalizm çözümlemesi, şüphesiz çağdaş toplumun anlaşılmasına ve sosyoloji biliminin gelişimine büyük bir katkı sağlamış- tır. Marx’ın görünenin ardında yatan toplumsal gerçekliği açığa çıkarmaya çalışan yaklaşım ve yöntem anlayışı, özellikle de kapitalizm eleştirisi, bugün eleştirel ola- rak adlandırılan bilimsel yaklaşımın bir anlamda gelişimine ilham kaynağı olmuş- tur. Bundan dolayı da Marx sosyolojinin klasik dönem gelişimine en çok katkıda bulunan üç büyük düşünürden biri olarak kabul edilir. Marx’tan sonra ise sosyo- loji özellikle Durkheim’in çalışmaları ile birlikte deyim yerindeyse kurumsal kimli-
ğe sahip bağımsız ve saygın bir bilim olarak gelişmiştir. Durkheim’in sosyolojinin bir disiplin olarak kurumsallaşmasına yaptığı katkılar takip eden ünitede ayrıntılı olarak incelenmektedir.