Kağıthane Nerede, Tarihi, Yerleri/Eserleri, Özellikleri, Hakkında Bilgi
Kâğıthane. İstanbul’a bağlı ilçe, tarihî bir semt.
Terkos gölünün güneydoğusundaki Karatepe mevkiinden çıkan, Belgrad ormanlarından birçok kol aldıktan sonra Halic’e dökülen derenin ve bu derenin kıyısında kurulan yerleşme yerinin adı olup Bizans döneminde derenin ismi Barbysos, köyün ismi ise Pissa idi. Osmanlılar zamanındaki adını daha Bizanslılar devrinde burada bulunan kâğıt imalâthanelerinden aldığı belirtilir.
Osmanlılar, Kâğıthane ve civarını Yıldırım Bayezid zamanında tanımışlardır. Bu padişah, ilk İstanbul muhasarasını Kâğıthane ile Galata arasındaki sahada yapmış ve bazı kuvvetlerini Kâğıthane köyü civarına yerleştirmişti. II. Mehmed de fetihle sonuçlanacak olan İstanbul kuşatması sırasında bu bölgeye gelmişti. II. Bayezid devrinde Kâğıthane’de bir barut imalâthanesi yapılmış, bu baruthane uzun süre faaliyette kalmıştır. Yavuz Sultan Selim devrinde yeni ilâvelerle genişletilen (921/1515) Haliç’teki tersane de Galata’dan Kâğıthane deresine kadar uzanıyordu.
Kâğıthane vadisi, esnaf ve sanatkârların zaman zaman toplanıp imal ettikleri mallan sergiledikleri bir yer ve mesire mahalli olarak da ünlüdür. Özellikle kuyumcular, müzehhipler ve saraçlar burada toplanırlar ve meslekleriyle ilgili törenleri icra ederlerdi. Kanunî Sultan Süleyman’ın şehzadeleri için yapılan sünnet törenleri Kâğıthane’deki eğlence ve ziyafetlerle tamamlanmıştı. Yine bu padişah zamanında buradaki tatlı suların İstanbul’a getirilmesi planlanmış ve bunun için su kemerlerinin yapımına başlanmıştır. Kâğıthane Kanû-nî’den sonra daha da önem kazanmış ve kısmen iskâna açılmıştır. Bu hükümdarın oğlu Şehzade Mehmed’in dadısı Dâye Hatun 951 (1544) yılında burada bir mescid yaptırmış, bir süre sonra bunun etrafında bir tekke ile hamam ve yirmi kadar dükkândan oluşan 200 haneli bir yerleşim merkezi oluşmuştur. XVI. yüzyıl sonlarında Kâğıthane’de Mîrâhur Kasrı ile çeşmesi yapılmış. II. Osman zamanında ise Kâğıthane sularının toplanıp su kemerlerine dağıtımının yapıldığı havuz inşa edilmiştir. Kâğıthane, İstanbul halkının bir gezinti yeri olduğu gibi saraya ait atların çayıra çıkıp otladığı. hatta bazı padişahların avlandığı bir yer olarak da Önem kazanmıştır. IV. Murad zamanında burada Emîr-gûne oğlu Yûsuf için Acem tarzında bir kasır ve bahçe yaptırılmıştır. Osmanlı klasik döneminde Kâğıthane yeniçeri ağasının nezâretinde olduğundan bu makamda bulunanlar zaman zaman burayı teftiş ederlerdi.
Kâğıthane asıl gelişmesini, XVIII. yüzyılın İlkyarısında III. Ahmed’in damadı ve sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa zamanında göstermiştir. İbrahim Paşa, 1718 Pasarofça Antlaşmasından sonra başlayan barış döneminde İstanbul’un imarına büyük Önem verip her tarafta saraylar, kasırlar, bahçeler, çeşmeler, cami, mescid. mektep ve medreseler yaptırırken Kâğıthane semti üzerinde önemle durmuş ve burayı yeniden tanzim ettirmiştir. Burada yapılan köşk ve bahçeler, daha ziyade Paris sefaretinden dönen Yirmi-sekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin oradan getirdiği saray ve bahçe resim ve planlarına göre inşa ettirilmiştir. Bu münasebetle önce Kâğıthane’nin batı tarafında Alibey köyü sırtlarında eski bir mesire yerindeki üç mermer havuz tamir edilerek oluklarla birbirine bağlanmış ve civarı agaçlandırılmıştır. 1132 (1720) yılında devrin şair ve vak’anüvisi Râşid Mehmed Efendi tarafından buraya Hüsrevâbâd adı verilmiştir. Hüsrevâbâd’ın bazı arazisi yeni köşk, kasır ve bahçeler yapılmak üzere devlet adamları arasında paylaşılmıştır. 1134 te (1722) Kâğıthane deresinin eski mecrası değiştirilerek burada bulunan Hum-barahane’den 800 zira mesafeye kadar derenin iki tarafı rıhtım yapılmak üzere mermerlerle çevrilmiş ve derenin yeni yatağının kenarında devrin padişahı için bir kasır inşa edilmiştir. Bu kasır, önündeki geniş havuza yukarıdan döktürülen sudan dolayı Çağlayan Kasrı adıyla anılmıştır. Kasrın karşısına iki cepheli bir çeşme yapılmış, ayrıca havuz ejder başlı fıskiyelerle donatılmıştır. Çağlayan Kasn’ndan Baruthâne’ye kadar Kâğıthane deresi sahiline iki taraflı köşkler ve kasırlar inşa edilmiştir. 10 Ağustos 1722 tarihinde tamamlanan Kasr-ı Hümâyun ve civarına Sâdâbâd adı verilmiştir. Daha sonra, Kâğıthane deresinin İki tarafında olup devlet adamlarına dağıtılan arsalara birçok köşk ve kasır inşa edilmiştir. Lâle Devri Kâğıthane’nin en parlak dönemini teşkil eder. Kâğıthane’deki köşk ve bahçelerde icra edilen türlü eğlenceler, elçi kabul törenleri, düğünler, başta Nedîm olmak üzere devrin şairlerinin şiirlerinin ve ünlü bestekârların bestelerinin okunduğu toplantılar 1730 Patrona İsyanı’na kadar sürmüştür. Burada yapılan eğlence ve törenlerin israf derecesine varması, fakir ve işsiz İstanbul halkı ile İbrahim Paşa’ya rakip kimselerin hasedini çekmiş, diğer bazı sebeplerden dolayı 1730’da Patrona Halil önderliğinde çıkan isyan Kâğıthane’nin ihtişamını sona erdirmiştir. Âsiler, Kâğıthane’deki köşk ve kasırların tamamen yıkılıp yakılmasını isterken yeni padişah I. Mahmud sadece yıkılmasına izin vermek zorunda kalmıştır. Böylece 100’den fazla kasrın içindeki eşyayı yağmalayan zorbalar daha sonra binaları yıkmışlardır. I. Mahmud, âsilerin bertaraf edilmesinin ardından 1732 yılında Kâğıthane’yi Bostancı Ocağı vakıflarına bağlayarak kısmen korumaya ve 1743’te Sâdâbâd’ı ihya etmeye çalışmışsa da burası hiçbir zaman eski ihtişamına kavuşamamıştır. Daha sonraki padişahlar savaşlar yüzünden Kâğıthane ile pek ilgileneme-mişier, sadece burada kurulan çadırlarda elçi kabulü ve ziyafet tertibine devam edilmiştir.