KADIYANİLİK
Hindistan’da, Pehcab’a
bağlı Kadı-yan’da, Mirza Gulam Ahmed tarafından kurulan (19.yüzyılın sonları)
bir mezheptir. Mezhebin genel düşünce karakterini bütünüyle, İslam kültüründe
“eschatolo-gie” denilen kıyametle ilgili haberler, rivayetler
çizmektedir. Mirzaiyye ve Ahme-diyye isimleriyle de tanınan Kadıyani-lik’in
temel görüşleri, Gulam Ahmed’in şahsım merkez alan “Müceddidlik”,
“Me-sihlik”, “Mehdilik” gibi, inançlara dayanmaktadır.
Çocukluğu ve ilk
gençlik yılları Kadı-yan’da geçen, ilk öğrenimini orada tamamlayan Gulam
Ahmed, 1864-1868 yılları arasında Sialkot Bölge Mahkemesi’ n-de küçük bir
memur olarak çalışmıştır. Bu dört yıllık memuriyet hayatında, Hıristiyan
papazları ve Hindularla görüşmüş, bu arada müslüman halkın
“İsrailiyat” denilen birtakım uydurma tefsirlere, rüyalara,
kıyametle ilgili haberlere düşkünlüğünü de yakından görmüştür. Gerçekten de
İngilizler tarafmdan sürekli ezilen müslüman halk arasında, onlardan öçlerini alacak
bir “Vaadolunmuş Mesih” in ineceği veya “Beklenen Mehdi”
nin çıkacağı gibi umut vaadeden her iddia, kısa zamanda yayılıyordu. Zaten
yüzyıllar boyu benzer olaylarla iç içe yaşayan Güney Asya müs-lümanları, bu tür
düşüncelere yabancı değildi.
Bu durumu ve
Hıristiyan misyonerlerin çalışmalarını yakından görme fırsatı bulan Gulam
Ahmed, tekrar doğduğu yer olan Kadıyan’a dönünce, bu yılların da etkisiyle daha
yoğun bir çalışmaya girişti. Oradaki yerel gazetelerde Hindu ve Hıris-tiyanlara
karşı yazılar yazmaya başladı. Müslümanların Hindu ve Hıristiyanların baskısı
altında inlediği bir dönemde (1877-1878) İslam’ı savunan bu yazılar, oldukça
büyük ilgi topladı ve Gulam’m adı birden ön plana çıkttı. Bu ilgiden yararlanan
Gulam, 1880 yılında ilk cildini ya.yın\adığ}Berahin-İAhmediyye adlı eserini
yazmaya başladı. Bu kitabın ilk iki cildinde birtakım kehanetlerde bulunuyor
ve müceddidüğini ima ediyordu. Üçüncü ve dördüncü ciltlerinde ise vahyin kesilmediğini;
Hz.Peygambere tam anlamıyla uyan birinin, peygambere verilen zahiri ve batini
bilgilerle donanacağını, bu gibi kimselerin bilgisinin de peygamberlerin
bilgisini andırdığım savundu ve daha da ileri giderek, kendisinin vahy aldığını
iddia etti. Bu iddiaların Hint müslümanlan tarafından fazla yadırganmamasından
cesaret alan Gulam, Allah’ın kendisini 14.-hîcri yüzyılın müceddidi sıfatıyla,
dini yenilemek üzere gönderdiğini ilan etti» Nihayet taraftarlarından bey* at
alarak bir cemaat oluşturdu.
Bütün bu faaliyetler,
özellikle 1857 Sipa-hİ ayaklanmasından sonra, müslümanla-rın her hareketini
gözaltında bulunduran İngiliz hükümetinin dikkatinden kaçmadı. Bu durumu
farkeden Gulam, faaliyetlerinin siyasi bir niteliği olmadığını, İngilizlere
sadık ve bağlı olduğunu bildirdi. Çok geçmeden de, daha büyük bir iddia ortaya
attı. Buna göre, aldığı vahiyler, ona, Hz. İsa’nın tabii bir ölümle öldüğünü ve
kendisinin müslümanlann beklediği “Mesih” ve “Mehdi”
olduğunu bildirmişti. Gulam Ahmed’e göre, beklenen Mesih, Hz.İsa değil,
yaratılış bakımından ona benzeyen Muhammed ümmetindenbirisîdir. Üstelik Mehdi
ile Mesih ayrı kişiler değil tek bir kişi, yani kendisidir. O, hem
Hz.Muhammed’in, hem de Hz.İsa’nın maneviyatım temsil etmektedir. Bundan dolayı
barışçıdır. Davasını silahla değil, propaganda île yapar. Zaten davasının
doğruluğu için, ileri sürdüğü deliller; kendisine indirilen vahiyler,
ilhamlar, kerametler yeterlidir(!). Buna rağmen Gu-lam, kendisinin taşıdığı
“nebi”, “resul” gibi sıfatların mecazi olduğunu, yalnızca
Hz. Peygamber’in manevi bir yansımasından başka bir şey olmadığım ileri sürer.
Nihayet Gulam, 1904 Kasım’mda kendisinin müslümanlar için “Mehdi”,
hıristiyan-lar için “Mesih”, Hindular için de “Kriş-na”
olduğu iddiasında bulundu. Böylece bütün dînlerde beklenen kişinin kendisi
olduğunu ileri sürerek, bütün dinleri birleştirmeye çalışır.
Kullanabileceği
imkanlardan faydalanmayı iyi bilen ve tam anlamıyla bir fırsatçı (opportunist)
olan Gulam Ahmet, 26 Mayıs 1908 yılında aniden ölmüştür. Fakat ortaya attığı
iddialar, geleneksel, hayalci ve esatire düşkün Doğu dünyasında oldukça geniş
yankılar uyandırmakla kalmamış, geniş halk kitlelerini de etrafında toplamıştır.
Kadıyanilerin genel
iman esasları konusundaki görüşleri Eş’ari ve Maturidiler-den farklı olmamakla
birlikte, fırkanın Kadıyan kolu mensupları Gulam’ın iddialarını inanmayanları
kafir sayarlar. Buna rağmen Lahor kolu mensupları bu görüşe şiddetle karşı
çıkar ve onun yalnızca mü-ceddit ve veli olduğunu, dolayısıyla ona inanmamanın
küfrü gerektirmeyeceğini belirtirler. Onlar ameli bakımdan da kendilerini
Hanefi fıkhına tabi görürler. Ehl-i sünnetle önemli anlayış farklılıklarının
başında cihad gelir. Onlara göre nefsin tehlikeye düşmesi halinde cihada başvurulabilir.
Mezhebin, Lahor kolu, Hz.-Muhammed (s.)’i son peygamber kabul ettiği ve
Gulam’ın bazı aşın fikirlerine İltifat etmediği için İslam dairesinde mütalaa
edilebilir. Fakat Kadıyan kolu için ibadetler konusundaki titizliklerine
rağmen nübüvvetin sona ermediği şeklindeki görüşleri dolayısıyla aynı şeyi
söylemek kolay değildir.
Kadıyanİlik konusunda
bazı farklı görüşler ortaya atılmıştır. Bazıları bu fırkanın Hindistan’daki
Hıristiyan misyonerlere karşı bir tepki olarak doğduğunu söylerken, bir kısım
araştırmacılar da Seyyid Ahmed Han’ın rasyonalist ve batıcı hareketi İle doğan
İslam’ın gerilemesine bir protesto olduğunu ileri sürerler. Kenneth Cragg ise
onların, İslam’ın kıyamet ve ahir zamanla ilgili inancını, diğer dinlerden
giren unsurlardan temizleyerek kendi kendine yeter hale gelmek için ortaya
çıktıklarını söyler. Müslüman yazar ve araştırmacılar ise, Kadıyanİlik hareketinin,
İngilizler tarafından kendi emperyalist faaliyetlerini desteklemek,
müslüman-ların hedefini saptırmak için ortaya çıkarıldığını belirtirler.
(SBA)