Kadı Mir Meybüdi Kimdir, Hayatı, Eserleri,
Kâdî Mîr Meybüdî (ö. 909/1503-1504) İranlı Sünnî âlim, düşünür.
İran’ın Yezd eyaletine bağlı Meybüd kasabasında doğdu. Bazı kaynaklarda Ke-mâleddin Emîr Hüseyin Yezdî, bazılarında ise Emîr Hüseyin Mîr b. Muînüddin Meybüdî (Meybodî) şeklinde zikredilir ve kısaca Kâdî Mîr diye anılır. Şîraz’da Celâleddin ed-Dewânî’nin derslerine devam etti ve onun aracılığıyla Akkoyunlu prenslerinden Yâkub Bey ile tanıştı; bu zatın hükümdarlığı döneminde Yezd şehri kadılığına tayin edildi.
Hayatı hakkında fazla bilgi bulunmayan Meybüdî mektuplarından anlaşıldığına göre Sünnî bir âlim olup kırk yılı aşkın bir süre İran’da çeşitli medreselerde ders okutmuş, altı yıldan fazla bir süre de Yezd kadılığında bulunmuştur. Daha sonra felsefî görüşleri ve kadılığı süresince şer’î kurallardan hiç tâviz vermeyen tutumu sebebiyle çeşitli ithamlara mâruz kalmış ve bilinmeyen bir tarihte bu görevinden ayrılarak eserlerini kaleme almaya başlamıştır.
1503 yılında Safevî hanedanının kurucusu Şah İsmail, Akkoyunlu Hükümdarı Murad Bey’i Hemedan yakınlarında yenerek Şîraz ve Kâzerûn’a kadar olan bölgeyi hâkimiyeti altına alınca çoğunluğu Sünnî olan âlimleri huzuruna çağırtıp Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman’a hakaret etmelerini İstemiş, Şemseddin Huferî adlı bir kişi dışında hiçbiri Şah İsmail’in bu arzusunu yerine getirmemiş ve bu sebeple öldürülmüşlerdir. Meybüdî’nin de bunlar arasında bulunduğu sanılmaktadır. Serkîs ve Brockelmann vefat tarihini 904 (1498) olarak kaydetmişlerse de Hasan-ı Rûmlû onun ölümünü 909 yılı olayları arasında zikretmiştir.
Eserlerinden anlaşıldığı kadarıyla Kâdî Mîr kelâm, felsefe, mantık, gramer, geometri ve astronomi gibi aklî ilimlerle ilgilenmiş, ayrıca “Mantıki” mahlasıyla şiirler yazmıştır. M [inse’ât adı altında topladığı mektupları onun Arap ve Fars edebiyatında usta olduğunu göstermektedir. Fikrî ve felsefî konularda hocası Celâleddin ed-Devvânî’nin izinden giden Meybüdî’nin o dönemde çok revaçta olduğu bilinen İbn Sînâ, Şehâbeddİn es-Sühreverdî el-Maktûl ve Muhyiddin İbnü’l-Arabî felsefesinin sentezinden oluşan yeni bir işrak anlayışını geliştirmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Bu anlayış, Sadreddîn-i Şîrâzî ile birlikte Şiî renge bürünerek Safevî İran’ın hikmet ve irfanını şekillendirecektir.