Kimdir

John Scotus Eriguena kimdir? Hayatı ve eserleri

John Scotus Eriguena kimdir? Hayatı ve eserleri: Skolastik  felsefenin  ilk  filozofu olan Eriguena  (815-877), önemi birkaç bakımdan büyük olan bir Hıristiyan  filozofudur. O  her  şeyden  önce  5.  yüzyılın Augustinus’u  ile  11.  yüzyılın Abelardus’u  ve Anselmus’u  arasında  köprü olma  işlevi  görmüş olan  bir  filozoftur. Başka bir  deyişle, Eriguena  hem yaptığı  tercümeler  ve  hem  de  kendilerinin  belirgin  etkilerini  gözler  önüne  seren  sentezi  ya  da sistemiyle,  önce  Augustinus’u  ve  sonra  da  Yeni-Platonculuğu  Skolastik  düşünce  sistemine  dahil etmiştir.

Eriguena  ikinci  olarak,  teolojik  unsurlarla  felsefi  unsurların  birbirine  karıştığı  sisteminde, Hıristiyanlığın  Kitab-ı  Mukaddes’te  ve  Kilisenin  dogmalarında  cisimleşen  mesajının  özüne  ilişkin olarak tam ve bütünsel bir açıklama ortaya koyma çabası içinde olmuştur. Buna göre, kendisine soyut bir biçimde akılyürütme yeteneğinden dolayı büyük bir değer verilen Eriguena, Hıristiyan inancı ya da vahyini akli bir temel üzerinde ve geniş kapsamlı bir felsefi ya da teorik çerçeve içinde anlaşılır kılma mücadelesi  vermiştir.  Eriguena’nın  felsefe  yapma  tarzının  en  göze  çarpan  özelliği,  onun  fazlasıyla sergilediği sentezleme yeteneği olup, o Augustinus’tan sonra Aquinalı Thomas’tan önce, Batı’daki en kayda değer Hıristiyan sentezini oluşturmuş, birtakım teknik problemlerle uğraşmak yerine kuşatıcı bir sistem inşa etmiştir.

(a) İnanç-Akıl ilişkisine Dair Görüşleri  

Baştan  sona  Hıristiyan  bir  çevrede  yaşayan,  Hıristiyanlığın  bütün  dogmalarını  benimseyerek samimi  bir mümin  tavrı  içinde  olan  Eriguena’nın  dinin  noktainazarından  hiç  uzaklaşmamış  olduğu, bilinen bir şey olmalıdır. Bununla birlikte, Eriguena bu noktada kalmamış ve önce dinin doğru ya da hakikatlerinin aynı zamanda aklın doğruları olup, gerçek dinle hakiki felsefenin bir ve aynı olduğunu savunmuştur.  Başka  bir  deyişle,  o,  teolojiyle  felsefeyi  ve  dolayısıyla  da  otoriteyle  aklı özdeşleştirmekten kaçınmamıştır. Buna göre,  dinin hakikatlerine beslenen iman gelişigüzel bir kabul olmayıp, bu hakikatleri akıl temeli üzerinde kabul etmeye karşılık gelir. Zira dinin dogmaları, ona göre, akıl yoluyla keşfedilen ve temellenen doğrulardır.

Bununla  birlikte, Eriguena’nın  yaşadığı  çağın  atmosferini  ama  daha  çok  onun  kendi  bakışını  ve iyimserliğini yansıtan bu evreye birtakım evrelerden geçilerek varılmıştır. Bu bağlamda, kendince bir tarihsel  ilerleme  ya  da  gelişme  konsepsiyonu  geliştiren  Eriguena’ya  göre,  ilk  evrede,  yani  Yunan düşüncesinde  akıl  baskın  çıkmıştır;  doğayı  anlamaya  çalışan  insan,  akla  dayalı  ve  inançtan  yoksun olarak,  fizik  yapmıştır.  Yunanlı  doğayı,  Yaratıcısını  bilmeden,  akıl  yoluyla  ve  doğal  nedenler aracılığıyla açıklamaya çalışmıştır. İkinci evrede  ise Yahudi vahyi ve  İsa’nın gelişi  ile  inanç ön plana çıkmıştır.  Vahyedilmiş  olan  hakikatler,  hakikati,  pekinliği  ve  bilgeliği  mutlak  olan  bir  kaynaktan geldiği için artık kendi başına olmayan akıl, vahye dayalı doğruları ilham edilmiş olduğu şekliyle kabul ederek, bilgece davranmıştır. Artık iman aklın önünde olmakla birlikte, bu, imanın aklın yerini alarak, aklı yok etmesi anlamına gelmez.

Üçüncü  evrede  ise  akılla  iman  arasındaki  ideal,  her  ikisinin  de  birbirini  tamamladığı,  bir  ilişki ortaya  çıkar. Buna göre, Tanrı  insana  imanı, her  şeyi  olduğu gibi kabul  etsin, daha  fazla  ilerlemesin diye vermiş değildir.  İnsan varlıklarına  ilerlemeyi buyuran Tanrı, Eriguena’ya göre,  insanlardan önce iman,  sonra  imana  uygun  bir  hayat  ve  nihayet  inancı  tamamlayan  akla  dayalı  bir  hikmet  ve  bilim istemiştir.  İnanç,  aklın doğru  ve  yetkin bir  bilgiye  doğru  yönelişindeki  ilk  ve  en  temel  ilkedir. Akıl kutsal  metinlerde  gizli  olan  gerçek  manevi  anlamı  gün  ışığına  çıkartmak  için  imanı  tamamlamak durumundadır;  zira  inanç,  insanları  kendisine  ulaştırmayı  istediği  sonuca,  ancak  felsefe  yoluyla varabilir. Felsefe ve din, işte bundan dolayı, aynı değerdedir.

(b) Metafiziği

Eriguena’nın metafiziği, Ortaçağ düşüncesinin yapısal özelliklerine uygun olarak, neyin gerçekten var olduğunun hesabını vermeyi amaçlayan  teolojik bir metafiziktir. Nitekim, o De Divisione Naturae adlı eserinde, bir bütün olarak doğayı, yani bütün bir varlık ve gerçeklik alanını ele almıştır. Başka bir deyişle,  onun  felsefedeki  ilk  ve  en  önemli  problemi,  gerçekliğin  doğasının  ne  olduğu  sorusuna doyurucu bir yanıt vermektir. Gerçekliğin toplamı olarak doğa, ona göre, var olan şeylerle var olmayan şeylerden  meydana  gelir.  Eriguena  var  olmayan  şeylerin  mutlak  bir  hiçlik  içinde  bulunan  şeyler olmadığını kabul eder. Var olmama ya da yokluğun  (1)  işlediği günahlar nedeniyle bütünsel doğasını sakatlamış olan günahkâr  insanlar,  (2) hem var ve hem de yok olan değişme  içindeki  şeyler,  (3)  salt gizil  halde  bulundukları,  edimselleşmemiş  oldukları  için  potansiyel  varlıklar  ve  (4)  en  yüksek derecedeki gerçekliğinden dolayı,  kavrayış gücümüzün ötesinde  kalan  varlık  benzeri  şeyleri  de  içine alan farklı tarzları bulunmaktadır.

Eriguena,  şu  halde  varlık  ve  yokluğun  farklı  tarzlarından  veya  varlığı  yorumlamanın  farklı yollarından söz eder. Bunlardan birincisine göre, duyular  tarafından erişilebilir, aklın nüfuz edebildiği şeylerin var oldukları, buna mukabil “doğasının yetkinliğinden dolayı” insanın bilme melekelerini aşan bir  şeyin  var  olmadığı  söylenebilir.  Bu  sınıflama  ya  da  yorumlama  tarzına  göre,  Tanrı,  aşkınlığı dolayısıyla var olmayan olmak durumundadır. O, “yetkinliğin sonucu olan bir hiçlik”tir. Varlık  ve  yokluğun  ikinci  ana  tarzı  ya  da  şekli,  Eriguena’ya  göre,  yaratılmış  varlıklardaki düzenlerde  ya  da  farklılıklarda  görülür;  buna  göre,  doğadaki  bir  varlık  düzeyinin  var  olduğu söyleniyorsa,  onun  altındaki  veya üstündeki varlık düzeylerinin  var olmadığı  kabul  edilir. Sözgelimi insan  varlıkları  belli  bir  biçimde  ya  da  tarzda  var  oluyorsa  eğer,  meleklerin  bu  şekilde  var olmadıklarının kabul edilmesi gerekir. Eriguena açısından üçüncü varlık tarzı fiili şeylerin, potansiyel ya  da mümkün  şeylerin  yokluğuyla  karşı  karşıya  getirilmek  durumunda  olan  varlığından  oluşur. Bu varlık  tarzında, nedenlerinde  ihtiva olunan veya potansiyel olarak var olan şeyleri  yaratılmış  şeylerle karşı karşıya getiren Eriguena, nihayet dördüncü varlık tarzında Platonik bir varlık ölçüt önerir. Buna göre, salt akıl yoluyla kavranabilen şeylerin var oldukları düşünülebilir, oysa madde, zaman ve mekân gibi oluş ve bozuluşa tabi olan şeyler gerçekte var değildirler.

Beşinci varlık tarzını sadece teolojik bir çerçeve içinde öne sürüp salt insana uygulayan ve Tanrının inayetine  mazhar  olan  insanların  gerçekten  var  olduğu  yerde,  günahkârların  gerçek  bir  varoluştan yoksun olduklarını  ifade  eden Eriguena’nın  söz konusu varlık-yokluk  ayrımının  temelinde Platon’un iki dünyalı metafiziğinin olduğu söylenebilir. Buna göre Platon, ondan yaklaşık 13. yüzyıl önce, varlığı bilginin konusu olan İdealar dünyası ve değişme içindeki fiziki nesnelerin duyu yoluyla algılanan fakat bilinemeyen  dünyası  olarak  ikiye  ayırmıştı.  Aynı  gelenek  içinde  yer  alan  Yeni-Platoncular  ise Platon’un İyi  İdeasını varlık ve bilginin ötesine yerleştirmesinden hareketle, Tanrının, O değiştiği için değil  fakat  en  yüksek  gerçeklik  olduğu  için  ikinci  kategoriden  varlıklar  arasında  dahil  edilmesi gerektiği sonucuna varmışlardı. John Scotus işte söz konusu var olan şeyler ve var olmayan şeylerden oluşan ikili varlık ya da gerçeklik sınıflamasıyla bu Platoncu geleneği izlemektedir.

Tanrı

John Scotus Eriguena’nın görüşünde, gerçeklik alanının başlangıçta var olan ve var olmayan şeyler olarak  ikiye  ayrılması  ve  aşkın  bir  varlık  olarak  Tanrının,  varlığın  ötesinde  olmak  anlamında  var olmayan  bir  şey  diye  tanımlanması,  yalnızca  bu Tanrı  anlayışı, Ortodoks Hıristiyan  inancına  uygun düşmediğinden dolayı değil  ama onun Tanrıya  ilişkin bilgiyi  insan  için  imkânsız hale getirmesinden ötürü  de  güçlüklere  yol  açar.  Bunlardan  ikincisi  de  birincisi  kadar  önemli  bir  problemdir  çünkü Eriguena, inançla aklı, otoriteyle bilgiyi, dinle felsefeyi özdeşleştirmiş olan bir filozoftur. İşte özellikle de bundan dolayı, o Tanrıya ilişkin bilginin insan için mümkün olduğunu, imanın emrettiği şeyin akla da  uygun  olduğunu  göstermek  durumunda  kalmıştır.  Onun  bu  sorunu  pozitif  teolojiyle  negatif teolojinin  bir  sentezini  yaparak  aşmayı  denediği  söylenebilir.  Buna  göre,  “Tanrı  varlık  ya  da  var değildir”  dediğimizde,  anlatmak  istediğimiz  şey,  Tanrının  hiçbir  şekilde  var  olmadığı,  mutlak  bir yokluğa karşılık geldiği değildir. Tanrı, varlığın altında, varlıktan daha az bir şey olduğu için değil de varlıktan daha fazla bir şey olduğu, varlığın ötesinde bulunduğu için varlık değildir. Aynı şekilde Tanrı, kötü olduğu için değil de mutlak bir biçimde iyi olduğu, iyilikten daha fazla bir şey olduğu için iyi ya da  iyilik  değildir.  Bundan  dolayı,  yapılması  gereken  şey,  olumlu  yolda  geçen  olumlu  önermelerin, olumsuz  önermelerle,  olumsuz  yolda  söz  konusu  olan  olumsuz  iddiaların  da  olumlu  iddialarla tamamlanması, hatta daha iyisi,  ikisinin bir şekilde birleştirilmesidir. Buna göre, Tanrı üstün varlıktır, olağanüstü iyidir.

Eriguena,  aslında  insanların  Tanrıyı  bilemeyeceklerini  öne  sürer;  bunun  nedeni  insan  aklının yetersizliği, zihninin güçsüzlüğü değildir. Tanrı, ona göre, sonsuz olduğu için nesnel olarak bilinemez. O, Tanrının kendisinin de herhangi bir şey olmadığı veya on varlık kategorisinden biri ya da diğerinde ihtiva edilmediği için kendisinin ne olduğunu bilmediğini söyler. Onun hakkında pozitif hiçbir şey öne sürülemeyeceğini, O’ndan sadece olumsuz bir biçimde  veya mecazi  bir  dille  söz  edilebileceğini öne süren Eriguena açısından, pozitif teolojiye göre, “Tanrı iyidir” dediğimizde, bu, sadece Tanrının bütün iyi şeylerin nedeni olduğu anlamına gelir. Negatif teolojinin bu konuda Tanrının iyi olmadığını bildiren önermesinin ise O’nun kötü olmayıp,  iyiliği de aştığı anlamına gelecek şekilde yorumlanması gerekir. Bu  iki  teoloji  türünün  söz  konusu  iki  anlamı  da  aynı  anda  verecek  şekilde  birleştirilebileceğini  öne süren  Eriguena,  bunun  yolunun  Tanrı  için  kullanılacak  sıfatların  önüne,  “daha  da  çok”  veya  “öte” anlamında bir süper önekinin getirilmesinden geçtiğini söyler. Buna göre,  “Tanrı süper ya da mutlak iyidir”; bu ise O’nun bütün iyi şeylerin nedeni olduğu anlamına gelir.

Eriguena,  Tanrının  ne  olduğunu  bilemesek  bile,  O’nun  var  olduğunu  dünyanın  varoluşundan çıkarsayabileceğimizi söyler. Bu çıkarım üç yönlü bir çıkarımdır. Buna göre, şeylerin var olduklarını gözlemledikten  sonra,  onların  nedenlerinin  de  var  olduğu  sonucuna  varırız.  Şeylerin gelişigüzel  bir toplam  meydana  getirmeyip, mükemmelen  düzenlenmiş  bir  dünya  oluşturduklarını  görerek,  onların nedenlerinin bilge olduğu sonucunu çıkartırız. Dünyadaki şeylerin statik olmayıp,  sürekli bir hareket içinde  olduklarını,  her  şeyin  canlı  olduğunu  gözlemledikten  sonra,  nedenlerinin  hayatın  gerçek anlamını ifade ettiği sonucuna ulaşırız.

Gerçekliğin Bölümlenmesi

Tanrıyı varlığın ötesine yerleştiren ve bundan dolayı da Tanrı  ile  fiziki  evren arasında büyük bir uçurumun ortaya çıkışına neden olan Johannes Scottus Eriguena, Tanrı evren ilişkisini açıklayabilmek için  bütün  bir  gerçeklik  alanını  başında  ve  sonunda Tanrının  yer  aldığı  dört  varlık  alanına  ayırmak durumunda kalmıştır. Söz konusu varlık türleri, sırasıyla (1) yaratan fakat yaratılmamış olan doğa, (2) yaratan ve yaratılmış olan doğa, (3) yaratılmış olan fakat yaratmayan doğa ve nihayet (4) ne yaratan ne de yaratılmış olan doğadır. Bu varlık alanları, bir kez daha sırasıyla (i) Tanrı, (ii) Platonik İdealar, özler ya da ilkörnekler, (iii) fiziki dünya ve (iv) Tanrı diye tanımlanabilir.

Burada Tanrı aynı anda hem  ilke hem orta  terim ve hem de sondur. Öyle ki ilk bölmeye  tekabül eden ilke olarak Tanrı, son bölmedeki nihai hedef ya da son olarak Tanrıya özdeştir; ikinci bölme olan yaratıcı  bir  şey  olarak Kelam  ise  üçüncü  bölmeye  tekabül  eden  yaratılmış  dünya  ile  özdeştir. Buna göre,  Eriguena  söz  konusu  Yeni-Platoncu  varlık  anlayışından  esinlenen  dörtlü  varlık  bölmesiyle, Hıristiyan inancına uygun olarak dairesel bir kozmik süreç tasarlamış ve her şeyin, varlık kaynağı olan Tanrıdan türeyerek, sonunda yine Tanrıya döneceğini ileri sürmüştür.

Yaratan fakat yaratılmamış olan doğa olarak Tanrı, Eriguena’ya göre, var olan her şeyin nedenidir, yaratıcısıdır; fakat O, nedeni olmayan bir Nedendir, yani yaratılmamıştır. Tanrı, tüm yaratıklar O’ndan çıktığı için mutlak başlangıç, ilk ilkedir, her şeyin başıdır. Tanrı, yaratıkları mutlak bir yokluk halinden varlığa getirdiği, her şeyi hiçten yarattığı  için  ilk Nedendir. Tanrı yalnızca  ilk ya da  fail neden değil final  ya  da  ereksel  nedendir  de  çünkü  yaratıklar  gelişme  ve  yetkinleşme  süreçleri  içinde,  O’na benzemeye çalışır, O’nu amaçlarlar. O, varolan her şeyin aynı zamanda Sonu’dur.

Bununla birlikte, gerçekliğin doğuşu, bütün bir varlık alanının ortaya çıkışı söz konusu olduğunda, Eriguena, Tanrının başlangıçta, kendi  içinde,  henüz  bilinçli olmadığını,  kendisini bilmediğini  söyler. Varlığın doğuşu,  yalnızca Tanrı kendi  zihnini  yarattığı,  yani  bilinçli  hale  geldiği  ve  ilk  örnek  ya  da arketipleri  düşündüğü  zaman  başlar.  Ona  göre,  ilk  örnekler  ya  da  arketipler,  bağımsız  olmayan varlıklardır; onlar, Tanrının zihnindeki İdealardan başka hiçbir şey değildirler. Başka bir deyişle, yine ontolojik açıdan bakıldığında, ikinci varlık türü, yani yaratılmış olan ve yaratan doğa, Tanrı gibi aşkın, yani  zaman  ve  mekândışı  ilkeler  olarak  Tanrının  zihnindeki  İdealardır.  Yaratılmış  türlerin  örnek nedenleri  olarak  onlara, Latincede  “sebepler”  (rationes), Yunancada  İdealar  (ideai)  veya  ilkörnekler (prototypa) adı verilir.

Bu İdealar yaratılmış gerçekliklerdir, yani onlar bir varlık statüsündedirler. İdealar, varlıklarını bir ilk  nedene  borçlu  bulundukları,  buna  karşın  daha  sonra  gelen  terimler  olarak  dünyadaki  yaratılmış nesneler  İdealara  bağımlı  bulundukları  için  metafiziksel  bakımdan  bir  ara  varlık  konumunda bulunurlar. Onlar,  varlığın  ilk  kaynağı  olan Tanrının  bilinçli  hale  gelmesi,  kendilerini  düşünmesi  ve dünyaya Kelamını  (logos)  indirmesiyle varlığa  gelirler. Bununla birlikte,  iyilik,  akıl, bilgelik,  adalet, büyüklük,  varlık,  hayat,  insanlık,  daire,  üçgen,  siyahlık,  masa  gibi  İdealar,  yani  Tanrının  zihninde varolan bu arketip ya da ilk nedenler, aynı zamanda yaratıcı olmak durumundadırlar, zira onlar duyusal dünyanın  çeşitli  nesnelerinin  özlerinin  kaynaklarıdırlar.  Onlar  duyusal  dünyada  varolan  herşeye  öz veren  varlıklardır.  Başka  bir  deyişle, maddi  dünyadaki  duyusal  varlıklar,  bu  İdealardan  pay  almak suretiyle varlığa gelirler.

Eriguena’nın  panteizminin,  varlığın  kaynağında  bulunan,  evrene  aşkın  Tanrının  aynı  zamanda evrene  içkin olduğu gerçeğinin ortaya çıktığı nokta da  işte burasıdır. Tanrı tarafından yaratılmış olan, Tanrının zihninde olup, Kelamında cisimleşen bu İdealar, maddi dünyaya, buradaki bireysel varlıklar aracılığıyla  ve  onlara  öz  vermek  suretiyle  yayılırlar.  İlahi  varlık  ve  iyilik,  böylelikle  yaradılmış varlıklar  evrenine yayılır; her  şeyi yaratmış olan Tanrının kendisi yaradılmış olan her şeyde yeniden yaratılır. Tıpkı gözle görülemez olan insan zihninin söz, yazı ve mimiklerde gözle görülür hale gelmesi, varlığından kuşku duyulamaz bir şey olarak ortaya çıkması gibi, gözle görülemez ve varlığın ötesinde olduğu için de insan tarafından kavranamaz olan Tanrı, kendisini doğada, yarattığı varlıklarda, varolan şeylerde açığa vurur.

Doğanın  üçüncü  bölmesine,  yani  yaratılmış  olan  fakat  yaratmayan  doğaya  geçtiğimizde,  bu bölmenin  duyusal  ya  da  maddi  dünyayı,  bu  dünyayı  meydana  getiren  yaratıkları  gösterdiğini görüyoruz. Varoluşlarını ve özlerini Tanrıya, Tanrının zihnindeki İdealara borçlu olan bu varlıklar, şu halde,  Tanrının  bir  tezahürü,  bir  görünüşü  olmak  durumundadırlar.  Eriguena,  bu  varlıklar  arasında, yaradılışın en yüksek noktası olarak, insana özel bir yer verir. Buna göre, insan, hayvanlarla paylaştığı beslenme, üreme, hareket ve duyum fonksiyonlarına ek olarak, bir de kendisini hayvanların düzeyinin üstüne yükselten  akıl  yetisine  sahiptir. Yani, o hem Tanrının suretinden yaratılmış hem de  topraktan çıkmıştır.  İnsan,  basit  olmakla  birlikte,  bedenin  her  parçasında  bulunan  ve  çeşitli  fonksiyonlar gerçekleştiren, akıllı  ruhuyla seçkinleşmektedir. Öte yandan ruh, Tanrıya benzeyen ve bundan dolayı, insanın gerçek tözünü ve özünü meydana getiren parçadır. Şu halde, insan varlığın, kendisinde maddi dünya  ile  manevi  dünyayı  birleştiren,  maddi  dünyayı  tinsel  dünyaya  bağlayan,  en  önemli halkalarındandır.  Dolayısıyla,  o  kurtuluşun  ve  bütün  her  şeyin  Tanrıya  dönüşünün  kendisinden başladığı hem günahkâr hem de kutlu varlıktır.

İnsan  da  dahil  olmak  üzere,  tüm  yaratıklar,  Eriguena’ya  göre,  kendisinden  çıkmış  oldukları kaynağa,  varlığın  ötesindeki  kaynağa  dönmeyi  ister  ve  özlerler. Buna  göre,  varoluş  sürecinin  ya  da doğal  sürecin  dördüncü  evresi,  ne  yaratan  ne de  yaratılmış  olan Doğa  olarak Tanrıdır. Bu Tanrıdan doğuşla  başlayan  kozmik  sürecin  son  noktası,  yeniden  Tanrıya  dönüş  evresidir;  Tanrıdan  başlayan suduru tamamlayan yükseliş sürecidir. Bir arazlar kompleksi ve görünüş olarak değişken maddenin yok olup  gittiği  yerde,  yaratıkların  özleri,  onların  bu  özleri  almış  oldukları  kaynağa  geri döner. Bununla birlikte, bu dönüş gerçek bir son olmayıp, aynı zamanda yeni bir sürecin başıdır.

Kaynak: Felsefe Tarihi, Ahmet Cevizci

İlgili Makaleler